Başbakan Erdoğan’ın Mısır ziyareti sırasında uluslararası topluma ve bölge halkına verilen mesajlar Türkiye’nin bölgesel bir güç olmasının ötesinde küresel bir aktör olma yolundaki iddiasını ve amacını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye bir yandan demokrasi talebiyle ayaklanan Arap sokağının yanında olduğunu söylemiş, daha önemlisi Washington’un bir süre önce açıkladığı BM’de Filistin’in bağımsızlığına karşı olduğu politikasını sert sözlerle eleştirerek açık bir şekilde Amerikan politikalarına karşı durabilecek güçte olduğunu ortaya koymuştur. Bu noktada Başbakan Erdoğan’ın Mısır’da gerçekleştirdiği temaslar sırasında vermiş olduğu mesajların yalnızca Mısır halkına yönelik değil, tüm dünya devletlerine ve halklarına verilmiş mesajlar olduğunu görmek gerekir. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın bölge ziyaretinin uluslararası toplum tarafından da ilgiyle ve dikkatle izlenmesinin başka bir izahı da bulunmamaktadır.
Mısır Ziyareti Sırasında Verilen Mesajların Analizi
Arap Ortadoğu’suna Verilen Mesajlar
Başbakan Erdoğan, Mısır ziyareti öncesi El Jazeera haber kanalı başta olmak üzere bir çok medya kanalı üzerinden Mısır, Tunus ve Libya ziyaretlerine dönük önemli açıklamalarda bulunmuştu. Söz konusu açıklamaların ardından gerçekleşen Kahire ziyaretinde ise hem Arap halklarına hem de Arap yöneticilerine önemli mesajlar verilmiştir. Söz konusu mesajları Arap Ortadoğu’su açısından analiz edecek olursak Türkiye, halk ayaklanmalarının yanında olduğunu ve Ortadoğu’da kurulmaya başlanan yeni düzenin destekleyicisi olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Ortadoğu’da kurulmaya başlanan yeni düzeni, halkların siyasal iktidar üzerinde etkili olduğu yeni bir süreç olarak tanımlamak yerinde olacaktır. Başbakan Erdoğan Kahire’de, Arap Birliği Dışişleri Bakanları Konseyi’nin açılış oturumunda yaptığı konuşmada Arap liderlerine verdiği mesajda daha fazla özgürlük, demokrasi, insan hakları hepimizin ortak şiarı olmalıdır ifadelerini kullanmıştı.[1] Erdoğan sözlerinin devamında “halklarımızın meşru taleplerini; mutlaka ama mutlaka meşru yollarla ve meşru yöntemlerle karşılamaya mecburuz. “Meşru talepleri gayrı-meşru yöntemlerle, güç kullanarak bastırmaya çalışanlar, adaleti erteleyenler bugün değilse yarın büyük bir yanılgı içinde olduklarını anlayacaklardır” açıklamasında bulunarak Arap halkının demokrasi talebinin hukuk ve demokrasi yoluyla karşılanması gerektiğinin altını çizmiştir. Erdoğan Arap Birliği’nde yaptığı konuşmada demokrasi sürecinin zorluğuna dikkat çekerken, “Önümüzdeki yol meşakkatlidir, zordur. Bu süreci tersine çevirmeye çalışan ve çalışacak gizli mihraklar da vardır, olacaktır. Bu gizli mihraklara karşı tedbirli olmalıyız. Ama artık gizli mihrakları bahane ederek çözümleri ertelemeye son verme zamanı da gelmiştir. Yürekten inanıyorum ki kardeş Arap halkları asla belirsizliğe fırsat vermeden kendi iradeleriyle bu süreci başarıyla, hayırla sonuçlandıracaklardır” diyerek iktidarların farklı güç odaklarıyla kendi halklarına karşı ittifak yapmasının olumsuz sonuçlar getireceğini ileri sürmüştür. Bu noktada özellikle Mısır yönetiminin ABD veya İsrail’le işbirliği yaparak demokrasi taleplerini karşılamayacağına dair kaygısını dile getirerek eleştirel bir tutum sergilemiştir. Halkın taleplerinin karşılanmasında hızlı hareket edilmesi; bir an önce siyasi, ekonomik ve sosyal reformların gerçekleştirilmesinin önemine vurgu yaparak değişim sürecinde iktidarı elinde tutan güçlerin “barış ve huzurun, emniyet ve güvenin, demokrasi ve hukukun herkesi kuşatacak şekilde hissedilmesi bugün göstereceğimiz vakur duruşa bağlı” olduğunu belirtmiştir. Böylelikle Başbakan Erdoğan Arap halklarından da aldığı destekle geçiş sürecini yönlendiren aktörler başta olmak üzere Arap liderlerine kendi halklarının taleplerini karşılamaları yönünde önerilerde bulunmuş ve bunun karşılanmaması veya halkların iradesine karşı olan güç odaklarıyla işbirliği yapılması durumunda bu ülkelerin uzun sürecek bir istikrarsızlık ve kaos dönemi içine gireceklerini ifade etmiştir.
Başbakan Erdoğan Mısır ziyaretiyle Arap liderlerine halkın hem iç hem de dış politikaya yönelik beklentilerini karşılamaları yönünde önemli mesajlar vermiştir. Egemenliğin, meşruiyetin ve halkın desteğinin yegâne kaynağının halkın taleplerinin karşılanmasıyla mümkün olduğunu kendilerine bir kez daha hatırlatmıştır. Desteğin halktan alınması durumunda ise dünyanın her tarafındaki halklar tarafından destekleneceğini havalından başlamak üzere kendilerine defaatle vurgulamıştır. Özellikle Mısır halkının ziyarete göstermiş olduğu ilgi, Arap liderlerinin halkın iradesine karşı gelebilmelerinin ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda Mısır-İsrail ilişkileri de dâhil olmak üzere Mısırlı liderlerin demokratikleşme ve dış politika adımlarının halkın hassasiyetlerine, taleplerine ve beklentilerine uygun bir şekilde sürdürülmesinin önemi bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
Erdoğan Mısır ziyareti sırasında Filistin sorununa ve İsrail’le ilişkilere yönelik verdiği demeçlerle Arap liderlerinin hareket alanını da oldukça sınırlandırmıştır. Nitekim, ABD’nin daha önceden veto edeceğini bildirmesine rağmen Erdoğan’ın Filistin Otoritesinin bağımsızlığı için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne başvuracağını açıklamasını not etmek gerekir. Arap Birliği Dışişleri Bakanlarının bağımsız Filistin Devletinin arkasında yer aldıklarını açıklamasının hemen ardından birçok Arap liderinin de bağımsız Filistin Devletinin Güvenlik Konseyi’nde tanınması gerektiğini ifade etmeleri ve Amerikan yönetimini uyarması oldukça önemlidir. Suudi Arabistan’ın eski Washington Büyükelçisi ve Kral Abdullah İslam Çalışmaları ve Araştırma Merkezi Başkanı Prens Turki al-Faysal’ın da işaret ettiği üzere, ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde Filistin’in bağımsızlığını reddetmesi durumunda Suudi Arabistan, ABD ile eski tarz işbirliğini sürdüremeyecektir.[2]
Mısır ziyareti sırasında Arap liderlerine olduğu kadar Arap halkına da önemli mesajlar verilmiştir. Başbakan Erdoğan günlük Al-Shorouk Gazetesi’ne verdiği demeçte yaşanan dönemi “halklar açısından tarihi bir süreç” olarak nitelendirmişti. Verilen en önemli mesajların başında hiç kuşkusuz, Türkiye’nin halk hareketlerinin arkasında yer aldığı olmuştur. Halkın demokratikleşme ve özgür seçimler yönündeki taleplerinin meşru ve karşılanması gerektiğinin belirtilmesi önemli bir olgudur. Ancak bunların da ötesinde Arap Baharı’nın sembol ismi haline gelen Tunuslu Muhammed Bouazizi örneğinden hareketle Arap halkının gurur ve onuruna duyulan saygıyı “Mütevazi hayatında seyyar tezgahını korumak ve evine ekmek götürmekten başka bir gayesi olmayan Muhammed Bouazizi insan onurunun değerini dünyaya bir kere daha hatırlatmıştır. İnsan onurunun her türlü siyasi rejim ya da güvenlik tartışmasının üzerinde bir etki yapacağını göstermiştir. Bu onurlu duruş Arap halklarını kendisi içinden başka hiçbir yerde aramasına gerek olmayan medeni değerlerinin bir yansımasıdır” sözleriyle ortaya koyarak Arap halklarına özgüven vermeye çalışmıştır. Araplar hakkında dünyada oluşan bazı önyargıların silinmesi ve hatta Arapların bir kısmında da var olan olumsuz önyargıları farklı sözlerle eleştirmiştir. Yıllardır İsrail ve Batı’nın farklı şekildeki müdahalelerine maruz kalan bir kimliğin yeniden Muhammed Bouazizi şahsında kendi kendini var etmesine önemli bir atıf yapılmıştır. Buna dönük olarak ifade edilen “yüzyıllarca bilimden edebiyata, sanattan felsefeye insanlık tarihinde çığır açmış yeniliklere imza atmış bölge insanı, üzülerek ifade edelim ki, bugün olması gerektiği noktada değildir. Bizler bu akışı tersine çevirecek birikime fazlasıyla sahibiz ve bugün cereyan eden gelişmelere de bu zaviyeden bakmak durumundayız” sözleri, Arap halkları üzerinde var olan olumsuz algı ve yanlış anlaşılmaların tersine çevrilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.[3]
Uluslararası Topluma Verilen Mesajlar
Türkiye Mısır ziyaretiyle uluslararası topluma da bazı önemli mesajlar vermiştir. Verilen mesajların başında Türkiye’nin değişim sürecine giren Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın yeniden yapılandırılması süreçlerinde aktif bir rol alacağı yönündedir. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın Kahire ziyaretinde 2007’den beri gündemde olan Türkiye ile Mısır arasında stratejik işbirliği anlaşmasının imzalanmış ve ilk toplantının da gerçekleşmiş olması bunun en önemli kanıtı olmuştur. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kurulmasının ardından Başbakan Erdoğan ile Mısır Başbakanı İsam Şeref’in başkanlığında yapılan ilk toplantıların ardından ekonomi, ticaret, eğitim, kültür, spor, basın, kamu yönetimi ile karşılıklı yatırımların teşviki alanlarında toplam 11 anlaşmanın imzalandığına dikkat çekmek gerekir. Bu bağlamda heyetler arası gerçekleşen görüşmelerin ardından imzalanan işbirliği anlaşmaları sayesinde kısa bir süre içerisinde ikili ticaret hacminin 3 milyar dolardan 5 milyar dolara çıkartılması, Türk yatırımcılarının Mısır’daki yatırımlarını 1,5 milyar dolardan 5 milyar dolara yükseltmesi, Filistin meselesi başta olmak üzere dış politika konularında ortak hareket edilmesi gibi bir çok konuda uzlaşmaya varılması önemlidir.[4]
Mısır ziyareti sırasında Türkiye’nin bölgenin istikrara kavuşturulmasında önemli bir aktör olduğu mesajlarının yanı sıra Filistin sorununa yönelik olarak da başta ABD olmak üzere uluslararası toplum üzerinde önemli bir baskı oluşturulmaya çalışılmıştır. Washington’dan yapılan açıklamalara rağmen Başbakan Erdoğan Kahire’de bağımsız Filistin Devletinin uluslararası alanda tanınmasının bir seçenek değil zorunluluk olduğunu ifade etmiştir. “Gelin, özlemi duyulan o Filistin bayrağını en kısa zamanda göndere hep beraber çekelim. Gelin, Filistin bayrağını göndere çekelim ve o bayrak Ortadoğu’da barışın, adaletin sembolü olsun. Gelin, Ortadoğu’ya hak ettiği barış ve istikrarın gelmesine katkıda bulunalım” ifadelerini kullanarak BM Güvenlik Konseyi’nde Filistin’in tanınmasına karşı olduğunu açıklayan ABD’yi üstü kapalı bir şekilde eleştirmiştir. Böylelikle Erdoğan Washington yönetimini oldukça zor bir kararla karşı karşıya bırakmıştır. Şayet ABD Güvenlik Konseyi’nde tek başına Filistin’in tanınmasına karşı oy kullanırsa, bu durum doğal olarak Obama yönetiminin tüm Arap coğrafyasındaki kredibilitesini muazzam şekilde olumsuz etkileyecektir. Aynı durum Fransa veya bir başka devlet için de geçerlidir. Böyle bir durumda olumsuz oy kullanan devletlerin değişim süreci içinde olan ülkelerdeki etkisi sınırlanacaktır. Dahası böyle bir karar alınması, Mısır, Tunus, Libya veya Suriye’deki muhaliflerin ve yeni yönetimlerin ABD ile açık bir işbirliği yapmasını zorlaştıracaktır. Nitekim El Faysal’ın da belirttiği gibi “Amerika Birleşik Devletleri’nin, bu ay Birleşmiş Milletler’de oylanacak olan bağımsız Filistin Devleti kararını desteklemesi gerekir; ya da Arap dünyasında az olan güvenirliğini de kaybetme riski ile karşı karşıya kalacaktır. Aksi durumda Amerikan etkisi azalacak ve İsrail’in güvenliği de tehdit altına girecektir.[5]
Türkiye, Mısır ziyaretiyle İsrail yönetimine ve İsrail’e destek veren veya İsrail’le ilişki içinde olan devletlere de kendi politikalarını değiştirmesi yönünde ciddi uyarılarda bulunmuştur. Birincisi İsrail yönetimine artık baskıcı, saldırgan ve hukuk dışı uygulamalarının ve politikalarının kabul edilmeyeceği ve bunlara karşı her platforma mücadele edileceğinin mesajlarını vermiştir. İkincisi bölge ülkelerinin yöneticilerine İsrail’le ilişki kurmaları durumunda bunun kendi halkları tarafından kabul görmeyeceği ve kendi iktidarlarının meşruiyetlerini sorgulanır hale getireceğinin mesajlarını vermiştir. Böylelikle İsrail’in özellikle Mısır yönetimi üzerinde oluşturmak istediği baskının boşa çıkartılmasına çalışılmıştır. Arap halklarının desteğiyle İsrail’in bölge siyasetinin dışına itilmesi yönünde bir politika yürütüleceği açık bir şekilde ortaya konmuş ve Arap liderlerine de İsrail’le kuracakları gizli işbirliğinin olumsuz sonuçları olacağı ve Türkiye’nin her platformda İsrail’e karşı Arap halkının da desteğiyle mücadele etmeye hazır olduğu mesajı verilmiştir. Bu aşamadan sonra Mısır dahil olmak üzere bölge ülkelerinin İsrail’e karşı daha mesafeli durmak zorunda kalacakları açıktır.
Türkiye ile İlişkiler
Mısır ve Kuzey Afrika ziyaretiyle Türkiye bölgeyle olan tarihi, kültürel ve toplumsal bağlarını bir kez daha gözler önüne sermiş ve halkların ve yöneticilerinin ortak hareket etmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Başbakan Erdoğan, ”Türk ve Arap halkları olarak, ebedi kardeşliğimizden aldığımız güçle aramızdan gün ışığının geçmesine izin vermeyecek kadar saflarımızı sıkı tutmalıyız. Farklı dillerle aynı anlam coğrafyasını ve kaderi paylaşan bizler için yeniden ortak geleceğe sahip çıkma zamanı gelmiştir” ifadelerini kullanarak yeni dönemde Türkiye ile Arap Ortadoğu’sunun işbirliğini her alanda geliştirme iradesini ortaya koymuştur. Genel seçimlerin ardından balkon konuşmasında vurgulamış olduğu “İzmir kadar Beyrut kazanmıştır. Ankara kadar Şam da kazanmıştır. Diyarbakır kadar Ramallah, Trablus, Batı Şeria, Kudüs, Gazze de kazanmıştır” sözlerinin somut olarak hayata geçirildiği görülmektedir. Erdoğan Kahire’de “birimizin kederi hepimizi kederlendirdi, yine birimizin sevinci, neşesi, hepimizin yüzünü güldürdü. Bizler geçmişleri, bugünleri ve gelecekleri ortak çizilmiş iki milletiz. Riyad’da, Doha’da yaşanan mutluluklar, Kudüs’te, İstanbul’da gönüllerimizi şenlendirir. Kahire’de gençliğin yükselen sesi Trablus’ta, Şam’da, İstanbul’da aynı heyecanla yankılanır. Bizler aynı bedenin ve aynı ruhun unsurlarıyız. Zira bizler büyük ve köklü bir aileyiz. Aile içinde sevinçler paylaştıkça artar, üzüntüler paylaştıkça azalır. Şimdi sevinçlerimizi ve üzüntülerimizi en üst düzeyde paylaştığımız tarihi bir dönemeçteyiz. Şimdi, birbirimizi her zamankinden daha iyi anlıyor, daha iyi hissediyoruz” diyerek Arap Ortadoğu’sunda yaşananları kendi iç sorunları olarak gördüklerini bir kez daha ortaya koymuş oldu.[6]
Dolayısıyla Mısır’ın ardından Tunus ve Libya’da da benzer mesajların verilerek Türkiye ile bölge ülkeleri arasında yeni bir işbirliği döneminin başladığı, hem Türkiye’ye hem bölge ülkelerine hem de uluslararası topluma ifade edilmek istenecektir. Böylelikle Türkiye ekonomik, siyasi, toplumsal, kültürel vb her alanda bölge ülkeleriyle işbirliği geliştirme iradesini ortaya koymuş ve yeni dönemde bölge siyaseti üzerinde etkili olmak isteyen aktörlerin Türkiye’nin hassasiyetlerini ve beklentilerini göz ardı ederek siyaset üretme girişimlerinin de karşısında olacağını açık bir şekilde göstermiştir.
Yazının İngilizcesi için tıklayınız…
Doç. Dr. Veysel AYHAN
ORSAM Ortadoğu Danışmanı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İliş. Bölümü
Kaynak: ORSAM
Kaynaklar
[1] Bkz., Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Resmi İnternet Sayfası, “Gelecekleri ortak çizilmiş iki milletiz”, http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pActuelDetail.aspx, 14.09.2011.
[2] Turki Al Faisal, “Veto a State, Lose an Ally”, The New York Times, September 11, 2011, http://www.nytimes.com/2011/09/12/opinion/veto-a-state-lose-an-ally.html
[3] Başbakanlık, loc. cit.
[4] Erdal Şen, “Arap dünyasına seslendi: Reformları ertelemeyin”, 14.09.2011, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1179423&title=arap-dunyasina-seslendi-reformlari-ertelemeyin&haberSayfa=1
[5] Faisal, Ibid.
[6] Başbakanlık, loc. cit.