Türk-Amerikan ilişkilerinde liderlerin görüşmeleri hep çok konuşulur. Ne oldu, ne olacak soruları sorulur ama tarih boyu ikili görüşmeler ve neticesindeki basın toplantılarında bizleri şaşırtan bir şey olmamıştır. Çünkü genelde bu toplantıların öncesinde zaten konuşmalar başlamış ve bitmiştir. Resmi buluşma işin görünür kısmıdır.
Washington’u bilenler görüşmelerdeki detayların basın toplantısının ötesinde Dışişleri, Pentagon, Beyaz Saray ve think-tanklerden daha net alınacağını bilirler. Görünenin ötesini ve görünmeyeni daha net anlayabilirler. Tüm beklentilerin ve konuşmaların ışığında bir Erdoğan-Obama görüşmesi de bu şekilde başladı. Konuşulmasını beklediğimiz konular masaya yatırıldı. Suriye’den Arap Baharı’na, Irak’tan Afrika’ya birçok şey konuşuldu. Ancak daha evvelki yazılarımda da söylediğim gibi esas öne çıkan iki konu vardı: Biri Suriye, bir diğeri Başbakan Erdoğan’ın Gazze ziyareti.
Suriye konusunda Türkiye’nin bilhassa Reyhanlı sonrası ABD’den sürece daha büyük destek isteyeceği sürpriz değildi. Asıl önemli nokta ABD’nin bu konuya yaklaşımında bir değişiklik olup olmadığı idi. ABD Başkanı Obama’nın konuşmasını dinlediğinizde, Esad’ın gitmesine en az Türkiye kadar istekli olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak konuşmanın satır aralarını okuyup, DC’de farklı temaslarda bulununca görüyorsunuz ki bu süreçte ABD sözlü olarak sonsuz destek sağlamakla beraber fiiliyatta hiç de hareket edecek gibi durmuyor. ABD’nin Suriye konusunda ilk günlerdeki hevesi yok.
Bunun sebebi aslında net. Esad sonrası nasıl bir rejim, nasıl bir iktidar ve bugün için nasıl bir muhalefet konusunda ABD dış politika yapıcıları net değil. Dolayısı ile gelen gideni aratır dedirtmek istemiyorlar. Bu belirsizlik sürecinde de doğal olarak Rusya, İran ve Çin’i karşısına alacak büyüklükte bir hamle yapmak için yeterli güven içinde değiller.
Muhtemel bir müdahalenin Esad sonrası oluşacak bir rejimde büyük ölçüde Batı karşıtı olma ihtimali ABD’yi bu süreçte geride tutuyor. İşte bu yüzden kimse ABD’den Suriye konusunda büyük bir destek beklemesin. Amerika’nın Suriye politikasının değişmesi ancak ve ancak iç dinamikler ile olabilir. Bu ne demektir? Eğer Amerikan halkı Suriye’de yaşananlar konusunda hükümet üzerinde bir baskı unsuru oluşturursa, bir ihtimal. Bu da, açık söylüyorum çok olası değil.
Erdoğan-Obama basın toplantısında iki Amerikalı gazetecinin sorduğu soruların ikisi de ABD’deki skandallarla alakalı. Biri IRS (Internal Revenue Service) diğeri de telefon dinleme meselesine dair.
ABD Başkanı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı yan yana durmuş Suriye diyor, Irak diyor, insanlar ölüyor diyor gelen soru iç politika ve skandallar. Washington bizim Türkiye’den gördüğümüz gibi işlemiyor. Birçok kimse Türkiye’nin bugün politik önceliklerinden olan bu meselenin ABD gündeminde de öncelik olduğunu düşünüyor. Açık söylüyorum; ABD devletinin gündeminde Suriye meselesi önlerde değil. Halk gündeminde ise yok. İşte böyle bir durumda, Suriye sürecine büyük bir ABD desteği beklemek hayalperestlik olur.
Görüşmedeki ikinci önemli nokta Başbakan’ın Gazze ziyareti. Ben Başbakan’ın Gazze’ye gideceğini açıkladığından beri önemli bir çekinceye sahiptim. Neden sadece Gazze? Filistin tam olarak artık tek bir devlet gibi hareket etmese de Türkiye’nin önceliği Filistin-İsrail barışından önce Filistin’in birliği için mücadele etmek. Çünkü bu olmadan İsrail-Filistin barışından bahsetmek çok mümkün olamaz. İşte bu noktada bir de Kerry meşhur açıklamasını bir müddet önce yapınca bu toplantının huzurunu etkiler mi diye düşünmedim değil. Ancak Başbakan’ın Gazze ile birlikte Batı Şeria’ya da gideceğini açıklaması ve bunu küresel barış sağlanması için yapacağını söylemesi Obama’nın da buna nispeten desteği görüşmeleri problemsiz bitirdi.
Görüşmelerdeki bir diğer önemli mesele de şüphesiz ekonomik işbirliği nasıl arttırılır meselesiydi. Yaklaşık 20 milyar dolara ulaşan ticaret hacmi nihayetinde iki ülkenin siyasi, askeri ve stratejik ilişkileriyle kıyaslandığında çok düşük. Bir de ticaretin büyük ağırlığının savunma sanayi olduğunu ve hacmin tek taraflı ağırlığı olduğunu düşündüğümüzde tabii ki iyileştirilmesini ve geliştirilmesini beklemek normaldir. Belki de bu yüzden Başbakan yanında birçok iş adamıyla Washington’a geldi. Ancak bu insiyatif ilk değil. Rahmetli Özal döneminde başlayan bu ikili ekonomik ilişkileri iyileştirme ve farklılaştırma girişimi Başbakan Erdoğan döneminde de birçok kez denendi. Özel bazı iş konseyleri kuruldu, insiyatif alındı. Ama neticede arzu edilen düzeyde gelişmeler hiç olmadı.
Burada bir gerçeği göz ardı etmemek lazım. Ulaşım maliyeti ve ABD pazarının zaten birçok ülke tarafından domine edilmiş olması. Ancak en nihayetinde bu noktada insiyatif almak ve ne pahasına olursa olsun bu ekonomik gelişimi desteklemek vazgeçilmemesi gereken bir unsurdur ve devam edilmelidir. Fakat bir kez daha söylüyorum; kimse 20 milyar dolarlık hacmin haftaya ikiye katlanmasını beklemesin.
Bir liderler buluşması da bu temel konular etrafında geçti. Büyük bir farklılık ya da gelişme beklememek lazım ancak yine de ilişkilerin sağlamlığı ve devamlılığı açısından iyi bir görüşme oldu.
Burak KÜNTAY
Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırmaları Merkezi Başkanı