Gün geçmesin ki bir kötü haber daha almadan güne başlamayalım. Kötü haberlerin olağanlaştığı, iyiliğe dair umutların yok olmaya yüz tuttuğu bir coğrafyada kelimenin tam anlamıyla ölüm kalım mücadelesi vermekteyiz. İyi olana dair umutların birer birer yok olması, bizleri iyi eylemde bulunmaya karşı sorgulamaya itmekte. Zira artık iyi eylemin karşısında şüpheleniyor, “Acaba altından ne çıkacak?” diye düşünüyoruz. Ya da daha ileri gidip samimiyetine dair sorgulamalar ile nihilizmin kucağına kendimizi bırakıyoruz. Örneğin engelli bireyler ile reklam çeken bir markaya “Para kazanacak olmasanız hatırlar mısınız acaba?” diye iç geçirebiliyoruz. Ya da yoksulluk, kadın cinayetleri ile ilgili açıklama yapan siyasilere karşı “Bırakın da yaşayalım!” diye sitem ederek ‘tweetliyoruz’. Zira bu durumun mutluluğumuz ile ilgili de bir payı muhakkak ki var. Mutluluk (Antik Greklerin eudaimonia dedikleri) varoluşumuzu, erdemlerimizi, eylemimizi etkileyen ve bulunduğumuz toplumdan, refahımızdan, eğitimimizden etkilenen bir ruh halidir. Ve araştırmalar, Türkiye’nin bu konuda başarılı olmadığını gösteriyor. Çünkü basitçe açıklarsak ‘mutlu değiliz!’ (World Population Review, 2022). Mutlu olmayan insanın da ne bugünden ne gelecekten ne de bir eylemden beklentisi olamaz. Yapılan eylemlerin içi boşaltılır, yapılacak olanlara dair nihilizm yükselir. Erdem, getirisi olması gereken bir şeye dönüşür: Bir miktar paraya çok erdemli olabilecek kiralık insanlara dönüşürüz. Kısacası bürüneceğimiz ruh halleri meta değerine alınıp satılabilir hale gelir.
Gündelik hayatı dolduran nihilizm, enformasyon bombardımanı, hipergerçekliğin kendini sürekli üretmesi, hakikat ile yalan arasındaki ince çizginin keyfe keder bir noktaya çekilebilmesinden kaynaklanıyor. Örneğin seçim sonuçlarında kimin doğru söylediğine dair bilgiyi kesinlikle bilmiyoruz. Ya da Ukrayna-Rusya arasındaki savaşta kimin nereyi ele geçirdiğine dair bir bilgimiz yok. Sürekli iki taraftan gelen enformasyonlarla bir taraftan öbürüne savruluyoruz. Böyle bir ortamda biz de tabi ki ideolojik yatkınlığımıza göre bir tarafı doğru bulup, onu kabul ediyoruz. Bunun ne kadar sağlıklı olduğunu da size bırakıyorum.
Gerçeğin ve sahtenin ayrımının kalktığı bir noktada kulak verdiklerimiz çoğu zaman, hayallerimize ya da medya yoluyla bizde yaratılan imajlara hitap eden kişilerin yaptıkları ya da dedikleri oluyor. Çok bilinen bir örnekle açıklayayım: ‘Kurtlar Vadisi’ dizisinin ana karakterlerinden olan Süleyman Çakır öldüğünde (Oktay Kaynarca değil!) cenaze namazı kılınmıştı. Yine aynı dizide ‘terörist’ karakteri canlandıran bir kişi de Kadıköy’ün ortasında dayak yemişti (Takvim, 2012). Artık gerçeğin aşınması işten bile değildir ki bu duruma hipergerçeklik diyoruz: Bizlere sunulanın taklidi ile gerçeğini ayırt edemediğimiz, daha çok duygusal kalıplarla hareket ettiğimiz bir simülasyon gerçekliği (Best ve Douglas, 2016)… Bu durum, yıllarca televizyon ekranlarından izleyip, dinlediğimiz siyasetçilerin foyalarının ortaya çıkmasıyla iyice perçinleşmiştir sanıyorum. Ancak vaziyet sosyal medya ile öyle noktalara gelmiştir ki, sırf popüler olduğu ya da geniş kitlelere hitap edebilme olanağına sahip olduğu için YouTuber ya da Twitch yayıncıları dediğimiz kişiler, kitleler için ‘bilirkişi’ haline gelmiştir.
Mecliste bağıra çağıra nutuk atan, birbirleriyle yumruk yumruğa olan vekiller bu kanallara konuk olduklarında bambaşka bir duruma bürünüyorlar. Peki hangi durumda onları tanıyıp gerçek kişiliklerinden emin olacağız? Bir siyasetçinin sosyal medyada ‘pamuk şeker’ olmasına mı bakacağız yoksa mecliste, özel hayatında Ali kıran baş kesen olmasına mı bakacağız? Ya da mesela Twitch yayıncısı ‘Jahrein’ takma isimli Ahmet Sonuç’u Twitch kimliği sebebiyle mi yoksa gerçekten siyasete dair tutarlı düşünceleri olduğu için mi dinliyoruz? Ya da Wikipedia’da kendisi için “Abdullah Öcalan’ın ilk sorgusunu yapan Albay Hasan Atilla Uğur’un oğlu” tanımı yapılan Oğuzhan Uğur’u dinleme sebebimiz politikayı anlamlı ve eleştirel bir şekilde okuması mıdır? Kabul edersiniz ki cevap, anlamlı bir şekilde siyaseti yorumlamaları değildir. Cevap, belirtilen mecralar aracılığıyla yarattıkları imaj ve hitap ettikleri kitledir. Cevap, Z kuşağı ya da internet kuşağı dedikleri kitleye şirin gözükmek için bir süreliğine kendi kişiliklerini bir kenara bıraktıklarıdır. Ne yazık ki mevcut durumda gerçek, anlatılanın niteliğine değil, hitap edilen niceliğe göre değişmektedir. Bu durum nihayetinde çok olanın haklı olduğuna dair inancı kuvvetlendireceği gibi, çokluğun dışında kalanı da önceden bahsettiğimiz nihilizme sürükleyebilir. Nihayetinde kimlik, şüpheyle bakılan bir şey haline geldikten sonra, eylemlerin niyeti de sürekli sorgulanır bir hal alır.
Tabi bu sorgulama sadece şahıslar ya da imajlar için geçerli değildir. Kurumlar da bundan nasibini net bir şekilde alır. Bu kurumlar arasından direkt devleti ele alırsak daha doğru olur diye düşünüyorum. Mevcut durumda da devlet açısından ciddi bir meşruluk krizi sorunu gözümüze çarpmalıdır her şeyden önce. Malum pandemi dönemiyle birlikte dünya ekonomisi ciddi bir yara aldı. Devletler, aracı rol üstlenerek bazen başarılı bazen başarısız politikalar ürettiler. Türkiye açısından konuşacak olursak, devamında senelerdir süren yönetim krizi, ekonominin yönetilememesi acı meyvelerini vererek döviz 20 yılın zirvesini gördü, enflasyon 3 haneye ulaştı (ENAGrup, 2022). Bunun sonucuysa, metrelerce süren ekmek kuyrukları, bir haber üzerine koşa koşa gidilen yağ kuyrukları ile krizi fırsata çeviren girişimcilerden oluşan milyonerler ordusunun apaçık çelişkisidir. Öte yandan, Cumhuriyet’in (2021) haberine göre, Türkiye’de pandemi süresinde 85 bin 958 kişi daha milyoner oldu. Tabi bunun bir sonucu olarak da zengin-fakir arasındaki makas da gitgide açıldı. BBC’nin 7 Aralık 2021 tarihli haberine göre Türkiye’de en zengin yüzde 10, gelirin yüzde 54.5’ini alırken; en yoksul yüzde 50’nin payı yüzde 12 oldu.
Bu durum devlet-halk-sermaye arasındaki ilişkiyi daha da sorgulanır hale getirmektedir. Çünkü devlet bir yerde sermayeyi korurken, halkın da sadakatini sağlayarak çatışmanın önüne geçmeye çalışır. Bu da devlet yardımları, destekler gibi ekonomik araçlarla sağlanabileceği gibi medya gibi kültürel araçlarla da sağlanabilir (Held ve Simon, 2013: 404). Ancak ekonomik olarak yeniden dağıtım dediğimiz ilke önemlidir. Zengin-fakir arasındaki makasın açılması bize gösteriyor ki, devlet bugün kendi varoluş görevini yerine getirememekte ve meşruiyetini gitgide kaybederek krize girmektedir. Bunu çok basit bir örnekle; devletin yardım etmesi gereken yere Haluk Levent’in yardım götürmesi; devletin sağlaması gereken adaleti Twitter gibi mecralarda aramamızla açıklayabiliriz sanırım.
Bugün devletin meşruluk krizine girmesi en başta bahsettiğim mutsuzluk durumuna götürerek bizi adeta bir çıkmaza sürüklemektedir. Bunun nedenlerinden bir tanesi, devletin sadakat sağlama araçlarından biri olan motivasyon kaynağının çürümesidir. Bugün artık kimse orta sınıf olup sıradan bir hayatı bile yaşayabileceğini düşünmüyor. Gazete manşetiyle konuşacak olursak bir ev bir araba almak artık hayal oldu! (Yurt, 2022). Daha akademik konuşacak olursak da, burjuva idealleri aşınmaya başlayarak inandırıcılığını yitirmeye başladı. Kimsenin standart bir hayat gibi bir ümidi kalmadığı gibi çalıştığı zaman karşılığını alacağına dair de beklentisi kalmadı.
Erdeme, iyiye olan inancımızın yitip gitmesi; her türlü söyleme, eyleme kötümser bir sorgulamayla bakmamız; gündelik pratiklerimizin içinin boşalması; geleceğe dair motivasyonumuzun kalmaması; hakikat ile yalanın belirsizleşmesi vb. şeyler genel umutsuzluk ve mutsuzluk halimizin görebildiğim bazı açıklamaları. Bu sebeple bugün seçimle gelebilecek yeni bir partinin mevcut durumu düzeltebileceğine dair bir güven yok. Metropol Araştırma Şirketine göre insanlar, ekonomik krizi iktidarın çözebileceğine inanmadığı gibi, muhalefetin de çözebileceğine inanmıyor (Özer Sencar, 2021). Bence yine bu sebepten bugün iktidar oy kaybederken, muhalefet (en azından ana muhalefet) oylarını arttıramıyor (Cumhuriyet, 2021). Artık ne geleceğin umutlu kıyıları, ne geçmişin şanlı hevesi var elimizde. Bize kalan sadece bugünün yitik karanlığıdır. Ancak yine bizi buradan çıkaracak olan ideolojik asın elimizde olduğunu düşünüyorum. Tabi bunlara ulaşmak, milyonlarca kopyanın olduğu yerde aslını bulmak çok zor şeyler. Yine de bugünün misyonu bu arayışın ideolojik temellerini ortaya koymaktır diye düşünmekteyim.
Hakan KARADİKEN
KAYNAKÇA
BBC (2021), https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59564178 (08.03.2022 tarihinde erişildi).
Best Steven, Douglas Kellner (2016), Postmodern Teori, Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Cumhuriyet (2021), https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/pandemide-turkiyede-85-bin-958-kisi-milyoner-oldu-1834791 (08.03.2022 tarihinde erişildi).
Cumhuriyet (2021), https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/prof-ozer-sencar-ak-parti-11-puan-kaybetti-ama-chp-hala-yuzde-20de-1895946 (08.03.2022 tarihinde erişildi).
ENAGrup (2022), https://enagrup.org (08.03.2022).
Held David, Larry Simon (2013) Habermas’ın Geç Kapitalizme Dair Kriz Kuramı, Çev: Emre Bağce, 391-412. Doğu Batı Yayınları: Ankara.
Özer Sencar (@ozersencar1). (2021 15 Ekim). Peki muhalefet çözebilir mi? İktidar oy kaybederken niye muhalefet partileri oylarını artıramıyorlar sorusunun net cevabı (Tweet). Twitter. https://twitter.com/ozersencar1/status/1448987080663736322.
Takvim (2012), https://www.takvim.com.tr/magazin/2012/09/17/dizi-oyuncusuna-terorist-dayagi-404736681174 (08.03.2022 tarihinde erişildi).
World Population Review (2022), https://worldpopulationreview.com/country-rankings/happiest-countries-in-the-world (08.03.2022 tarihinde erişildi).
Yurt Gazetesi (2022), https://www.yurtgazetesi.com.tr/ekonomi/artik-hayalini-bile-kurmayin-konut-fiyatlari-firlayacak-h194829.html (08.03.2022 tarihinde erişildi).