Enerji tüm medeniyetlerin temelidir ve üretim gücünü simgesidir. Siyaset yapıcılar, ancak enerji sayesinde halklarına iyi yaşam koşulları sağlayabilirler. Aynı zamanda GSMH sağlanacak ciddi bir ekonomik büyüme de ancak artan enerji tüketimi ile mümkündür (İMER 2002, 1). Çin’in son dönemde “enerji açı” bir ülke olarak anılması ise bunun en büyük kanıtıdır.
Enerji öyle bir kaynaktır ki; tek bir kelime ile her şeyi anlatabilir. Mesela kişi başına düşen bir yıllık enerji tüketimi o ulusun gelişmişliğini ifade eden temel bir göstergedir. Sadece gelişmişliğini değil, aynı zamanda ülkenin ekonomik yapısını, endüstrileşme seviyesini ve bireylerin yaşam kalitesini de gözler önüne serer. Örneğin; kişi başı enerji tüketimi Almanya’da 7.111, İngiltere’de 6.253, İtalya’da 5.699, Türkiye’de ise sadece 1.898 kilo watttır (KÖSEKAHYAOĞLU 2010). Bu açıdan enerji için “ülkelerin gelişmişlik seviyelerini gözler önüne seren bir aynadır.” dersek yanlış bir benzetme yapmış olmayız.
Medeniyetlerin doğuşundan bugüne kadar odun, su ve rüzgar gücü ve 19. yüzyılın ortalarına kadar insan gücü kullanılmıştır. 20. yüzyılın başından itibaren ise kömürün enerji kaynağı olarak kullanımı baskın hale gelmiştir. 1860’larda petrolün bulunması ile beraber, özellikle de II. Dünya Savaşı’ndan sonra petrolün önemi gittikçe artmaya başlamıştır. 1970’lerde ise artan hava kirliliği nedeni ile bu seferde doğalgazın kullanımı artmaya başlamıştır[1]. 1973 ve 1979 Petrol Krizleri’nde ise petrol fiyatları petrol ihraç eden ülkelerin lehine yükselmiştir[2]. Bunun sonucunda gelişmiş ülkeler enerji kaynağı olarak petrole olan bağlılığı azaltıcı önlemler almaya başlamışlardır. İşte ilk nükleer enerji santralleri de bu dönemde, petrol ihraç eden ülkelerden gelen bu baskılar sonucunda, kurulmaya başlamıştır. 1980’lerde ise artan bu nükleer enerji santrallerinin yapımı bir sonraki on yıllık zaman dilimi içerisinde bir duraklamaya girmiştir. Bunun en önemli sebebi, hiç şüphe yok ki; “Çernobil” gibi bazı nükleer santrallerde yaşanan kazalardır. Bu açıdan ülkeler için iki nokta önemliydi: Ulusal ekonomilerin büyümesini sağlayan enerjinin güvenliği ve fiyatı[3].
Yukarıda sayılan birçok sebepten dolayı 1970’lerde % 45,3 oranında seyreden petrol tüketimi 2010 yılında % 33,4 oranlarına kadar gerilemiştir (İMER 2005). Eğer bu eğilim süreklilik gösterirse[4]; söz konusu petrol tüketimi 2020 yılında % 25,6, 2050 yılında ise % 13,3 dolaylarında bir seyir sergileyecektir. Bu ise söz konusu bilinen dünya petrol rezervlerinin, dünyaya ancak 35 ila 50 yıl arasında bir süre yeteceğini göstermektedir[5].
Dünyada enerji üzerine çizilen stratejileri doğru okuyabilmek için enerji kaynaklarının kullanımında yıllara göre değişen trendi görebilmek gerekmektedir. Mesela yıllara göre kömür tüketimi 1970-2000 yılları arasında neredeyse sabittir. Bu sebeple denilebilir ki; kömür enerji kaynağı olarak dünya enerji tüketimindeki yerini bir miktar azalsa da koruyacaktır. Kömürün dünya toplam enerji tüketimindeki içerisindeki payı % 25-30 arasında olacaktır. Doğalgaz tüketimi ise yıllara göre artış göstermektedir[6]. Şuan % 25-30 arasında seyreden doğalgaz tüketimi biraz artış gösterse de yine bu aralık içerisinde bir seyir izleyecektir[7].
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi nükleer enerji tüketiminde bir artış göstermesi kaçınılmazdır[8]. Bu artış 1970 dolaylarında % 0,1 iken, bugün bu oran % 8 dolaylarındadır. Nükleer enerji sahip olduğu enerji yoğunluğundan dolayı bu eğilim devam ederse bu oran 2025 yılında % 15, 2050 yılında ise % 23 dolaylarına çıkacaktır. Gelişmekte olan ülkeler ise su enerjisine ağırlık vereceklerdir. Ama genel eğilim olarak yenilenebilir enerji kaynaklarının tüketimi dünya genelinde artacaktır[9]. Eğilimdeki oranı ise büyük oranda fosil yakıtlarının fiyatlarındaki artışlar belirleyecektir. Fiyatlar arttıkça eğilim güçlenecek, oran artacaktır.
21. yüzyıla dair genel bir tablo çizecek olursak; bu yüzyılın en önemli enerji kaynağı hiç kuşkusuz ki; kullanışlılığından hiçbir şey kaybetmeyen kömürdür. Doğalgaz ise temizliğinden dolayı ikinci sıradaki yerini koruyacaktır. Petrol, kullanım açısından tarihinde ilk defa üçüncü sıraya düşecektir. Nükleer enerji ise, Fukuşima’ya rağmen, yeni kurulan düzenin yeni yükselen gücü olacaktır. Bu denkleme Türkiye’yi kattığımızda ise şu sonuçlar çıkmaktadır: Türkiye yeteri miktarda kömür yataklarına sahiptir (Linyit + Taş kömürü). Nükleer enerjinin yükselişine şahit olduğumuz şu yıllarda Türkiye nükleer enerjinin ikinci ana maddesi olan toryumun da geniş yataklarına sahiptir[10]. Bu açıdan, dünya toryum piyasasını belirlememiz içten bile değildir. Bilim adamlarımız ise yükselen enerji talebini yenilebilir ve füzyon enerjisi ile karşılayabilmeye yönelik büyük bir uğraş içerisindedirler.
Enerji konusunda, ithal edilen enerjinin güvenli bir şekilde gideceği yere ulaşması ve enerji fiyatlarının istikrarlı ve ödenebilir olması iki temel problemdir. Bunların yanında enerji tasarrufunun arttırılması, alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi, çevrenin korunması ve geliştirilmesi ise diğer önemli sorunlar olarak enerji konusunda ülkelerin gündemlerinde hep yer almaktadır.
Söz konusu sorunlara çözüm önerisi getirmeye çalışan sosyal bilimciler ise şunları ile sürmektedir: Büyük rezervlere sahip olan ve petrol ve doğalgaz ihraç eden ülkeler enerji güvenliğini tehlikeye atacak hareketlerden uzak durmalı, enerjiyi ithal eden gelişmiş ülkeler ise bu ülkeler ile karşılıklılık prensibine dayan iyi ilişkiler geliştirmelilerdir. Bunun yanı sıra, gelişmiş ülkeler petrol ve doğalgaza bağımlı olan ekonomilerinin söz konusu bağımlılıklarını azaltmak için uğraşmalı, enerji tasarrufuna yönelik her türlü tedbir almalılardır. Enerjiyi ithal eden söz konusu ülkeler, artan enerji talebini karşılayabilmek için yeni teknoloji ve alternatif enerjiler üzerine çalışmalarını hızlandırılmalılardır. Ayrıca, yenilenebilir enerji kaynaklarını değerlendirecek santrallerin yapımına da hız verilmelidir. Bu anlamda, mesela hidrojenin arabalarda kullanılması yönündeki çalışmaları hız verilebilir. En önemlisi ise hidrojen çekirdeğinden elde edilen füzyon enerjisinin kullanıma girmesi olacaktır.
Hiç belirtmeye gerek yok ki enerji, bu enerjiyi ithal eden ülkeler için hayati öneme haizdir. Bu hayatiliğin ise söz konusu enerjinin her zaman güvenli ve fiyatının her zaman istikrarlı olamamasından kaynaklanmaktadır. Uluslararası sistemin kaotik bir hal almaması için söz konusu enerjiyi ihraç eden ülkelerin bu enerjiyi “siyasi bir silah” olarak kullanmaması gerekmektedir. Buna karşın, teknoloji ihraç eden ülkeler de sahip oldukları yüksek teknolojiyi “ticari bir silah” olarak kullanmamalılardır. Diğer bir tabirle, ticaret serbest bırakılmalı, bazı ülkelerin boyunduruğu altına alınmamalıdır. Bundan dolayı denilebilir ki; enerji ihraç eden ülkelerde demokrasi, serbest piyasa ekonomisi ve güçlü ve istikrarlı hükümetlerin olması enerji güvenliğinin dünya ölçeğinde sağlanması ve enerji güvenliği üzerine yaşanacak olası çatışmaların barışçıl yollardan çözülmesi için zaruridir. Ayrıca enerji etkinliği ve tasarrufunun sağlanması da oldukça önemlidir. Bu çerçevede çevrenin korunması çalışmaları da büyük bir önem arz etmektedir.
Türkiye uluslar arası sistemde söz sahibi olmak istiyorsa, bu anlamda ilk olarak kişi başı düşen enerji tüketimini arttırmalıdır. Çünkü bu, ulusal refahın arttırılması ve büyümenin sağlanmasının tek yoludur. Şuan kömür bazında kişi başı enerji tüketimi 3 ton civarında olan Türkiye’nin[11], bu oranı 2020 yılına kadar 5,5 tona çıkarması, uluslar arası sistemdeki yerini güçlendirmesi ve üst sıralara tırmanması için gerekli olan tek koşuldur[12].
Türkiye enerji ithal eden bir ülke olarak buna uygun politikalar üretmelidir. 2000 yılında kullandığı enerjinin % 62’sini ithal eden Türkiye’de bugün bu oranı % 72’lere kadar çıkmıştır. Bu seyirle giden bir Türkiye’nin karın tokluğuna çalışan bir işçiden hiçbir farkı kalmayacaktır. Hatta bazı sosyal bilimcilere göre kredi kartı üzerinden borçla yaşayan bir “Amerikalıya” dönecektir. Bu ise ülkenin yüksek çıkarlarının ve güvenliğinin enerjinin ithal edildiği ülkenin ellerine teslim edilmesi demektir. Çünkü bu oranlar diğer petrol ithal eden ülkelerin oranları ile karşılaştırıldığında oldukça yüksektir. Bu ise Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanlığı’nın ne kadar yanlış ve eksik politikalar ürettiğinin açık bir göstergesidir. Türkiye kullandığı petrol ve doğalgazın neredeyse tamamını ithal etmektedir. Hatta Türkiye, sahip olduğu rezervlerin yanında kömürü de ithal etmeye başlamıştır. Artan enerji maliyetinin ilk etkisi ise Türkiye’nin uluslar arası arenadaki rekabet yeteneğini budanmasıdır. Bundan dolayı bazı önlemlerin alınması zaruridir.
Her şeyden önce yerli enerji kaynaklarının üretilmesine ve kullanılmasına öncelik verilmelidir. Hiç kuşkusuz bu daha fazla linyit ve kömür demektedir. Bunun gerçekleştirilmesi içinse ilk yapılması gereken şey ise linyit ve kömür üretiminde ve tüketiminde kullanılan araçları modernleştirmektir. Ayrıca, daha yüksek etkinlik sağlayan ve çevrenin daha üst seviyelerde korunmasına yardımcı olan yeni teknolojiler tercih edilmelidir. Elektrik üretimi için özellikle yenilenebilir enerjiye ağırlık verilmelidir. Bu ise su gücüne daha fazla önem vermemizi gerektirecektir. Bu anlamda, görece pahalı ama mutlak temiz olan rüzgâr enerji santrallerinin inşa edilmesine devlet ön ayak olmalı (İMER 2002, 14), en azından evlerde kullanılan sıcak su talebi güneş enerjisi ile karşılanmalıdır. Aynı zamanda jeotermal enerji kaynakları evlerin ısınmasında kullanılmak amaçlı enerji üretimi için yeniden yapılandırılmalıdır.
Türkiye bir enerji koridoru değil, bir “enerji hub’ı” olmalı ve Hazar Denizi, Orta Asya, Ortadoğu ve Kafkaslardaki enerji kaynaklarının dünya pazarlarına dağıtılması görevini üstlenmelidir. Koridor yerine hub olması sonucunda Türkiye sadece bir enerji güzergâhı olmakla kalmayacak, aynı zamanda hem güzergâhından geçecek olan enerjinin bir kısmını depolayabilecek hem de enerji piyasası fiyatlarının belirlenmesinde söz sahibi olacaktır. Bu açıdan yapımına 2002 yılında başlanan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı hayati bir öneme sahiptir. İran ile Türkiye arasında yapılması planlanan doğalgaz boru hattı da Türkiye’nin doğalgaz ithalatını çeşitlendirmesi açısından önemlidir. Şah Deniz Gaz Boru Hattı Projesi de hem Türkiye hem de Gürcistan’ın ithal ettiği doğalgaz şebekelerini çeşitlendirmesi açısından önemlidir. Bu aynı zamanda Azerbaycan’a Rusya’ya bağlı olmaksızın arzını çeşitlendirme fırsatı da tanıyacaktır. Türkiye Avrupa Birliği’nin enerji ihtiyacını çeşitlendirmesi açısından da hayati bir öneme sahiptir. Çünkü ancak Türkiye, enerji şebeke hattının merkezi durumundaki konumunu sayesinde Avrupa Birliği’ne Rusya’ya bağlı olan makus kaderini yenebilme şansını bahşedebilecektir.
Bir diğer önemli proje ise Türkmenistan üzerinden gelen ve Hazar Denizi, Azerbaycan ve Gürcistan’ı geçerek Türkiye’ye ulaşan gaz boru hattı projesidir. Bu hem Türkiye’ye hem de Avrupa’ya enerji kaynaklarını çeşitlendirmeleri için büyük bir fırsat verecektir. Çünkü Türkiye tükettiği doğalgaz miktarının önemli bir miktarını Rusya’dan almaktadır. Bu amaçla kurulan ilk hat Ukrayna, Moldova, Romanya ve Bulgaristan üzerinden geçerek Türkiye’ye ulaşmaktadır. Uzun bir yol kat ettiği için maliyeti oldukça yüksektir. Diğer hat ise Mavi Akım Hattı’dır ve 17 Kasım 2005 tarihinde açılmıştır (KÜÇÜKAKSOY 2003). Türkiye hem doğalgaz ithalatını hem de Rusya’dan olan doğalgaz ithalatını çeşitlendirmek zorundadır.
Türkiye’nin petrol tüketimi ise büyük oranda Ortadoğu’dan karşılanmaktadır. Ayrıca Türkiye, petrol transit güzergâhı üzerinde de bulunmaktadır. Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı bunun en somut örneğidir. Türkiye sadece Orta Asya ve Hazar Bölgesi’nden gelen doğalgazı değil, aynı zamanda Ortadoğu’dan Türkiye’ye gelen ve oradan da Avrupa’ya geçen doğalgaz ve petrol boru hatları kurmayı başarırsa hem iki kanatta nüfuzu artar hem de kendi kaynaklarını çeşitlendirmiş olur. Bunun sonucunda ortaya çıkan bölgesel ve küresel istikrar ve barış havası da Türkiye’nin çıkarlarına hizmet eder, Türkiye’nin oluşturmaya çalıştığı bölgesel hafıza ve barış ve istikrar havzası ideali de gerçekleştirilmiş olur.
Yer altından geçirilen ve Doğu’dan Batı’ya uzanan petrol ve doğalgaz boru hatları, aynı zamanda, deniz trafiğinin azalmasına yardımcı olacak, denizlerin kirlenme riskini de büyük oranda azaltacaktır. Bu sayede kıyıdaki tarihi şehirlerimizin tarihi dokusu korunacak, çevrenin korunmasında da büyük bir başarı sağlanacaktır.
Yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı Türkiye enerji konusu üzerinde özellikle durmalı ve enerji tasarrufu için gerekli önlemleri almalıdır. Evlerde izolasyon sağlanmalı, bu amaçla yeni teknoloji ısı yalıtımlı camlar ile evler donatılmalıdır. Sadece evlerde değil, ayrıca sanayide de enerji tasarrufunun sağlanması yönünde adımlar atılmalıdır. Toplu taşıma araçları yaygınlaştırılmalı, bunda da özellikle raylı sistemle yapılan taşımacılığa önem verilmelidir.
Türkiye bir yarımada olmasına rağmen deniz taşımacılığında istenilen seviyede değildir. Bu yönde derhal yeni politikalar üretilmelidir. Evlerde A sınıfı, enerji tasarruf eden araçlara esnek bir geçiş sağlanmalıdır. Yaşı dolmuş arabaların hurdaya gönderilmesindeki gibi benzer bir politika da bu alanda devlet tarafından uygulanmalıdır. Dünya bor rezervinin % 60’ını elinde bulunduran Türkiye ilerleyen yıllardaki hamlesini bu milli kaynak üzerinden yapmalıdır. Özel milli teknoloji parkları kurulmalı ve bu parklarda hidrojeni ana yakıt maddesi olarak kullanan araçların yapım çalışmalarına hız verilmelidir.
Türkiye zengin bir toryum rezervine sahiptir. Bazı ülkeler ise uranyumun yanında toryum ile çalışan nükleer santraller inşa etmektedir. Çünkü toryum ile çalışan santraller uranyum ile çalışan santrallerden daha az risk ve tehlike taşımaktadır. Çevrenin korunması açısından da toryum reaktörleri daha önemlidir. Bu sebeple Türkiye toryum reaktörleri inşa eden ülkeler ile işbirliğine girmeli ve bu ülkelerin uranyum yerine toryum reaktörleri inşa etmesini teşvik etmelidir. Türkiye bu sayede hem uranyum ile çalışacak nükleer santralleri nedeni ile artan doğal kaynak bağımlılığını azaltabilecek, hem teknolojik bilgi sağlayabilecek hem de toryum ihracı sayesinde gelir elde edebilecektir.
Kısacası; Türkiye geleceği planlayan ama bugünkü ihtiyaçları da karşılayabilen bir enerji politikası geliştirmelidir. Ortadoğu, Orta Asya, Hazar Bölgesi, Balkanlar, Rusya ve Kafkaslarda barışın sağlanması gerekiyorsa bu rolü üstlenebilecek tek ülke Türkiye’dir. Çünkü Türkiye bu ülkelerden kaynaklanan ve alıcısına giden tüm güzergâhların merkezindedir ve ne yazık ki Avrupa Birliği ülkeleri de dâhil olmak üzere hiçbir ülkeye karşı bu merkezi konumunu kullanamamaktadır. Bu bölgeler toplam dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin % 75’ine hâkimdir. Türkiye bölgede yaratacağı bir yatırım havası ile bölgeye hem refah getirecektir hem de bölgede kalkınma sağlayacaktır. Bu, dünya barış ve istikrarına da hizmet edecektir. Bu sayede gelişmiş ülkeler talep ettikleri enerjiyi bölgeden güvenli bir şekilde sağlayacak; buna karşın petrol ve doğalgaz zengini bölgelerin gelişmekte olan ülkeleri ise gelişmiş ülkelerden gelişmeleri için gerekli olan yabancı sermaye, yatırım ve teknolojileri sorunsuzca tedarik edeceklerdir. İşte Türkiye’nin yapması gereken de tam budur: Bir yanda iştahları gittikçe kabaran Batı ülkeleri ile diğer yanda enerji ihraç etmek için yarışan petrol ve doğalgaz zengini ülkeler arasında bir köprü vazifesi görmek. Türkiye’nin jeostratejik pozisyonu ona bu tarihi misyonu yüklemektedir (İMER 2002, 21). 21. yüzyılın önemli aktörlerinden biri olmak isteyenin enerji kapısını açan anahtarlardan birisine sahip olması gerekiyorsa Türkiye de bu enerji kapısını açan anahtarlardan birisine pekâlâ sahip olabilir. Türkiye bunu başarabilir. Tek yapması gereken doğru politikalar uygulamaktır. Gerisi zaten bir çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir.
Deniz Tören
Hacettepe Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kaynakça
İMER, Prof. Dr. Sencer. «KUZEY DOĞU AKDENİZ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU: Dünyada ve Türkiye’de Enerjinin Durumu ve Gecekteki Gelişimi Hakkında Görüşler.» 2005: 2-9.
—. «Strategic Implications of Energy.» İstanbul, 11 October 2002.
KÖSEKAHYAOĞLU, Doç. Dr. Köse. «ENERJİ TÜKETİMİ VE BÜYÜME ARASINDAKİ NEDENSELLİK İLİŞKİSİ: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR İNCELEME.» 2010: 2-6.
KÜÇÜKAKSOY, İsmail ve Cem SAATÇİOĞLU. «TÜRKİYE EKONOMİSİNİN ENERJİ YOĞUNLUĞU ve ÖNEMLİ ENERJİ TAŞIMA PROJELERİNİN EKONOMİYE ETKİSİ .» 2003: 2-11.
[1][1] Bu olayın esas ortaya çıktığı yer okyanus iklimine sahip olan İngiltere’dir.
[2] O kadar ki; bazı petrol ihraç eden ülkeler kendi lehlerine artan petrol fiyatlarını gelişmiş ülkelere baskı yapmak ve diplomatik bir manivela elde etmek için kullanmaya çalışmışlardır. Görece olarak da başarılı olmuşlardır.
[3] Enerji fiyatlarının istikrarlı, ödenebilir ve hesaplanabilir olması da en az enerji güvenliği kadar önemlidir.
[4] Japonya’da yaşanan Fukuşima nükleer santral sızıntısı sonunda dünya gündemine düşen “Nükleere hayır!” kampanya ve protestolarına bakacak olursak bu eğilim sürekli olacaktır. Çünkü İsviçre, İtalya ve son olarak da Almanya nükleer santrallerin kurulmasını yasakladı. Ayrıca mevcut nükleer santrallerin de orta vadede lağvedilmesi kararı alındı. Kaybedilen enerjinin bir kısmı belki yenilenebilir enerjiden telafi edilmeye çalışılacaktır. Fakat bir kısmı da mutlaka petrolden telafi edilmeye çalışılacaktır.
[5] Bu rezervlerin % 63’ü Ortadoğu’da, % 5,7 ise Rusya içinde yer almaktadır.
[6][6] Bu doğalgazın % 40’ı Rusya, % 32’si Ortadoğu ve % 15 kadarı da İran’da bulunmaktadır.
[7] 2000 yılındaki tüketim eğilimi devam ederse dünya doğalgaz rezervleri ancak 65 yıl kadar yetecektir.
[8] Bazı AB ülkeleri nükleer enerjiden vazgeçmiş olsalar da; Çin, Hindistan ve Türkiye gibi yükselen ekonomiler inşasına giriştikleri nükleer enerji santralleri ile inşa bu açığı fazlasıyla kapatmaktadırlar. Amerika da nükleer enerji üzerine yaptığı araştırma ve geliştirme harcamalarını arttırma kararı almıştır.
[9] Bu enerji grubuna rüzgâr, güneş ve jeotermal enerji girmektedir.
[10] Toryumun en önemli özelliği uranyuma göre daha az nükleer atığa sebep olmasıdır.
[11] Bu oranın dünya ortalaması olan 2,7 tona yakın olduğuna dikkat ediniz.
[12] Türkiye 1 milyar ton taş kömürü, 8 milyar ton linyit rezervine ve 140 milyar kilo watt saat su gücüne sahiptir. Örneğin; su gücü potansiyelinin sadece üçte birlik kısmını kullanmaktadır. Bu açıdan hidrolik gücü oldukça atıldır.