1) Kendinizi tanıtır mısınız?
Ben Emine Vatansever. Göç ettiğimde 17 yaşındaydım. Baba evim, yani göç etmeden önce yaşadığım yer şimdiki ismiyle Dobriç adlı küçük bir köydü, şu anda İstanbul, Anadolu Yakası, Ataşehir’de Göçmenler Sitesi’nde oturuyorum.
2) Göç öncesi ailenizden bahseder misiniz?
Babam baş aşçıydı, annem de aşçı. Ben lise öğrencisiydim, kız kardeşim de ilkokul öğrencisiydi. Annem ve babam iyi bir maaş alıyordu ama zorunlu isim değiştirme yaptırımından sonra birçoğu işlerinden zorla çıkarıldı. Göç etmeden 7-8 ay kadar önce, oranın Sağlık Bakanlığı, Türk aşçıları işlerinden çıkarınca babam da işsiz kaldı. Onları bir tehdit olarak görmüş olabilirler ki çıkardılar çünkü herhangi bir gerekçe vermediler. Babam turistik bir bölgede, sadece otellerden oluşan bir bölgede çalışıyordu. Orada yirmi yıla yakın aşçılık yaptı, baş aşçı oldu ama sonra sebepsizce işten çıkardılar. Ben o zamanlar bu olaylara on yedi yaşındaki bir çocuğun gözüyle baktığım için bazı şeyleri hatırlayamıyorum, zaten annem ve babam da bu zorlukları bizlere yansıtmamaya çalışıyorlardı o dönemde.
3) 1989 göçü nasıl oldu? Göç etme süreci nasıldı? Neler yaşadınız?
Göçler, benim hatırladığım kadarıyla oradaki Dışişleri Bakanlığı’na yapılan başvuruya göre yapılıyordu. Bizim başvuru yaptığımız sırada, eşyalarımız bizden birkaç gün önce yola çıktı. Yani biz önce eşyalarımızı yükledik trene. Verilen yaklaşık bir metrekarelik yere sığdırabileceğin kadar eşya koyuyordun. Biz, zannedersem eşyalarımızı trene yükledikten üç-dört gün sonra hareket ettik. Sınıra geldiğimizde bizi durdular ve üç gün orada kaldık. Dışarda, yerlerde yattık. Daha sonra gece geldiler, polisler geldiğinde hepimiz uyuyorduk. Bizi tekrardan otobüslere bindirdiler. Belli bir yere kadar otobüsle gittik, sonra tekrardan trene bindik. Trene binmemizle sınırı geçmemiz bir oldu. Çok iyi hatırlıyorum, sabah ezanı okunuyordu. Ezan sesini duydum, sonrasında İstiklal Marşı’nı duydum ve bu şekilde Türkiye’ye geçtiğimizi anladım. Biz 8 Ağustos’ta hareket ettik yaşadığımız şehirden, 11 Ağustos 1989’da sınır kapısından Türkiye’ye geçmiş olduk.
4) Göç ederken yanınıza ne kadar özel eşya alabildiniz? Göç şartları nasıldı?
Onlar (eşyalar) trenle geldi, pek hatırlayamıyorum ancak yaklaşık olarak bir hafta sonra onları (eşyaları) almaya gidildi. Eşyalarımızı Sirkeci Garı’ndan teslim aldık. Eşyalar bizle gelmedi ve gelip gelmeyecekleri meçhuldu açıkçası. Biz kendimizi kurtarmaya çalışıyorduk o sırada. Zaten bir metrekarelik vagona koyacağın eşya da ne kadar olabilirdi ki? Kendi özel ihtiyaçların dışında bir şey koyamıyordun ve getiremiyordun. Dolayısıyla çok da önemsemedik eşyaları, biz ailecek hep birlikte sınırı geçmeye çalışıyorduk. Sınırlar çok yoğundu. Her tarafta insanlar vardı, yaşlı insanlardan yeni doğum yapmış annelere kadar insanlar vardı. Mesela bizim kompartımanımızda yeni doğmuş bir bebek vardı. Çok zor şartlarda göç edildi. Hani biz orda (Dobriç’te) ekmek dahi alamadık bizim köydeki bakkaldan. Almamıza izin vermediler. Gittiğiniz yerden alırsınız, dediler. Para verip almamıza rağmen böyle değişik bir tutumla karşılaştık.
5) Mali açıdan ne gibi zorluklar vardı?
Bulgar Hükümeti biriktirdiğimiz ve sahip olduğumuz paraları götürmemize izin vermiyordu. Belli bir limit vardı, limiti tam hatırlayamıyorum şu an. Birçoğunu dövize çeviremiyordun. Bu işler hep karaborsada yapıldı, oradan aktarıldı. Mesela bizim dairemiz vardı, apar topar sattık neredeyse dörtte biri fiyatına. Çünkü geri dönmeyi hiçbir zaman düşünmedik. Babamın köydeki büyük evi, büyükbaş ve küçükbaş hayvanları topluca, hiç pahasına satıldı. Sadece bir an önce gidelim istiyorduk. Satıştan sonraki paranın çevirebildiğimiz kadarını dövize çevirdik, büyük bir bölümünü hiç çeviremedik. Gelebildiğimiz kadar nakit parayla gelmek istiyorduk ve birçok insan gibi o paraları üstümüzde, kaçak olarak getirdik.
6) Bulgaristan göçmenleri Türkiye’de genelde nerelere yerleşti?
Gaziosmanpaşa, daha önceden de göç almış. 1958 göçünde gelenlere verilmiş, daha doğrusu gösterilmiş. Yugoslavya’dan gelenler de buraya yerleşmiş. Göçmenler birbirlerini korumak için bir yerde toplanmayı tercih ediyorlar. Avcılar, Halkalı, İkitelli de böyle toplu göç alan yerlerden.
7) Ev bulma konusunda nasıl bir yol izlediniz?
Buraya geldiğimizde herkes farklı yerlerdeydi. Hiç kimse hiçbir yeri bilmediği için, herkes genelde daha önce buraya göç etmiş akrabalarının yanına sığındı. Birkaç yıl sonrasında da herkes yavaş yavaş kirada oturmak yerine ev sahibi olma çabasına girdi. Birbirleriyle iletişim kurarak, mesela şurada boş bir arsa var, gel buraya ev yapalım, şeklinde konuşarak anlaştılar ve mahalleleşmeye başladılar. Bu mahallileşme Çorlu’da çok var. Mesela babam da oradan bir arsa aldı çünkü yakınlarında eski komşularımız ve akrabalarımız ve onların da komşuları oturuyordu. Orda böyle bir bölgecilik oldu yani, çünkü bizim kendi içimizden göç edenler oradaydı.
8) Göçmen olarak ne gibi işlerde çalıştınız?
Kimi göçmenler kendi mesleklerinde devam edebilecekleri işler bulabildiler, kimileri de bulamadı. Mesela annem aşçıydı ama burada, fabrikada makineci olarak çalıştı. Babam baş aşçıydı, burada çalıştığı fabrikanın yemeklerini yapmaya giderdi. Sonra da tatil köylerinde çalışmaya başladı.
9) İş bulma ile ilgili olumsuz bir deneyiminiz oldu mu?
Burada kimlikler var mesela, orada pasaportlar vardı. Pasaportlarda çalıştığın yerin, oturduğun yerin adres bilgileri vardı ve çalıştığın yerde muhakkak o yerin mühürü olmalıydı, işe giriş tarihin de giriliyordu. Polis kontrolü yapıldığında bunlara bakılıyordu ve herhangi bir sorun olduğunda sana hemen ulaşabilmek için bunlar kontrol ediliyordu. Herkes çalışıyordu, kimse şikâyet etmiyordu. Biz sürekli bunu gördüğümüz için biz de böyleydik ve şikâyet etmiyorduk çalışmaktan. İşi asma, işten kaytarma gibi durumlar yoktu. Bu yüzden, daha ucuza, daha fazla zaman çalıştırmak için fabrikalar göçmenleri işe almaya başladı. Bu durum, daha önce buralarda çalışan insanların göçmenler hakkında olumsuz bir tavır takınmasına sebep oldu.
10) Göçmenliğinize tepkiler nasıl oluyor? Türkiye’ye alışabildiğinizi hissediyor musunuz?
Bulgar mısınız, diye çok soran oluyor. İlk geldiğimizde daha fazla oluyordu ama şimdi böyle bir soruyla çok karşılaşmıyorum. Genellikle olumlu tepkilerle karşılaşıyoruz çünkü işimize-gücümüze bakıyoruz, çocuklarımıza, ailelerimize sahip çıkıyoruz. Göçmen hırsızlık yapmaz, kimseye yan gözle bakmaz, harama da el uzatmaz, kendi halinde insanlar yani. Birçoğumuz varımızı yoğumuzu bırakıp geldik. Orada kalanlar da tamamıyla vatan özlemiyle yanıp tutuşan insanlar. Birçoğu sağlık sebebiyle göç edemedi, bir çoğu da burada yapamadı. Çünkü rejim başka, alışkanlıklar farklı. Zordu aslında buraya adapte olmak, hepimize her şey çok farklı geliyordu. Konuşma tarzımız mesela… Keza otuz yıl geçti ama hala zaman zaman benim kullandığım farklı sözcükler oluyor. Herkes çalışkan olduğumuzu ve elimizden her işin geldiğini söylüyor ve ben bununla övünüyorum açıkçası. Tabii aramızda kötü örnekler de olmuş, beş parmağın beşi bir değil.
11) Göç deneyiminiz ve göç ettiğiniz ülkeden edindiğiniz ve sürdürdüğünüz bir kültür var mı?
Biz göçmen kimliğine sahiptik ama bu ayrımı biz yapmadık, karşı taraf yaptı (Türkiye’deki insanlar). Biz toplu halde göç ettik, yani bir iş gücü olarak geldik ve buradaki fabrikalar birçok insanı çıkarıp yerlerine bizleri işçi olarak aldı. Ben de zamanında fabrikada çalıştım, annem ve teyzem de. Küçük büyük farkı gözetmeksizin çalıştık. Çünkü çalışkanız ve hiçbir zaman mazeret uydurup da işe gitmezlik yapmayız. Bizden ne istendi ise onu yapmaya ve yetiştirmeye çalışırız. Bu konudaki titizlik ve çalışkanlık Bulgaristan’daki komünist rejimin bize aşıladığı bir şey. Orada senin sorumlulukların var ve bunları yerine getirmekle yükümlüsün. Orda zaten zengin fakir ayrımı gibi bir durum yoktu, üç aşağı beş yukarı herkesin yaşam tarzı birbirine yakındı. Çok fazla bir ayrım olmadığı için de herkes canla başla çalışıyordu. Herkes yapması gerekenin bu olduğunu düşünüyordu. İşsiz kimse yoktu.
12) Göçmenlerin kendi aralarındaki ilişkiler nasıl?
Göçmenler göç edince, birlik oluyor, kalabalık halde kalıyorlar, bir daire alıyor, o daireyi ödemek için çalışıyor sonra başka birine bir daire alıyorlardı. Mesela biz ilk göç ettiğimizde on kişi bir dairede oturuyorduk. Ayrı ayrık oturmuş olsaydık en az iki ya da üç kira ödeyecektik ama biz hep birlikte oturduk. Paralar hep bir yere toplandı, bir şeylere sahip olmaya çalıştık, evde bir tencere kaynadı.
13) Göçmen kimliğinize ne kadar bağlı hissediyorsunuz?
Ben göçmen olarak doğmadım, Türk olarak doğdum. Sonrasında göçmen oldum.
YEŞİM TIRPAN
GÖÇ ÇALIŞMALARI STAJYERİ