Emine Şeçeroviç Kaşlı ile Bosna Üzerine Röportaj

EMİNE ŞEÇEROVİÇ KAŞLI İLE BOSNA ÜZERİNE RÖPORTAJ
Emine Şeçeroviç
Emine Şeçeroviç kimdir?

Asıl adı Amina olan Emine Şeçeroviç Kaşlı, 1985 doğumludur. Türkiye’ye 2004’te geldi ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden 2008 yılında mezun oldu. Şuan Bosna’daki STAV dergisinin genel yayın yönetmeni yardımcısı olarak görev yapmaktadır.

İlk olarak merak edilen bir soruyla başlayalım. Kitabınız “Kurşunların da Rengi Var”da, biz sizi yedi yaşında, savaşı yaşayan bir çocuk olarak tanıyoruz. Kitabın sonunda babanızı geride bırakarak (Bu tabir ne kadar doğru bilemiyorum.) Türkiye’ye doğru yol aldınız. Ben oradan sonraki Emine’nin hayatını çok merak ediyorum. Neler yaşadınız, babanızla nasıl buluştunuz, ülkenize ne zaman geri döndünüz, bu durumda neler hissettiniz? Savaş sonrası yaşamınızı da bir kitap olarak görecek miyiz?

Türkiye’de yaklaşık iki yıl kadar mülteci olarak kaldık. Babam Bosna’daydı bu süre içerisinde… Zaten ben annemle Türkiye’ye geldikten birkaç ay sonra savaş bitmişti. Bu yüzden babamla da ara sıra telefonda görüşebiliyorduk. Mülteci olmak da apayrı bir hayat mücadelesiydi. Bugün de Türkiye’de neredeyse iki milyon mülteci var. Türkiye aslında çok büyük bir şey yapıyor. İnanın, kimse kendi yatağını yorganını bırakıp başka bir ülkede yardımdan gelecek yabancı bir yastığı tercih etmez. İnsanları zorunlu bırakıyorlar vatanlarını… Hiçbir şey kendi evlerinin yerini tutamaz. Ben de öyleydim mülteciliğe alışmaya çalışıyordum, savaştan sonra başka bir hayat vardı. İçimde tabii savaşın korkusu geçmiyordu. Bir kamyon geçtiğinde kendimi yere atıyordum. Türkiye’de ilkokul 4 ve 5’i bitirdim. Bir kaç ay önce “Kurşunlarin da Rengi Var” kitabımı o yıllardaki ilkokul öğretmenim okudu. Ve bana dedi ki: “O yıllarda bize neden öyle korkulu gözlerle bakıyordun kızım, şimdi daha iyi anladım”. İki yıl kaldıktan sonra Bosna’ya döndük. Hayatımın bu dönemini de kısmet olursa bir gün kitaplaştırmayı düşünüyorum.

Benim yaşım yetmiyor fakat çevremde benden büyük insanların da söylediği bir durum olarak “savaşı izlemek”, bunu hem gerçek hem mecazi anlamda ifade edebiliriz. Suriye’yi düşündüğümüzde, şu an da biz televizyonlardan hem izleyip hem de bir şey yap(a)mayıp seyirci kalmıyor muyuz? Bu durum size neler hissettiriyor?

Bugün beni en çok acıtan olaylardan biri de seyirci olmam. Daha doğrusu zorunlu seyirci olmam. Çünkü istesem de bir şey yapamıyorum. Daha düne kadar ben yardım bekleyen bir çocuktum, şimdi ise Suriye’de, Gazze’de yardım bekleyen çocukları izliyorum. Bu beni acıtıyor, yıpratıyor, eski günlere geri götürüyor. Kızgın, sinirli oluyorum. Bağırasım var, anlatmak istiyorum… Ama öbür tarafta da batı dünyasının ne kadar yalancı olduğunu bildiğim için şaşırmıyorum. Güya Bosna savaşından ders almışlardı ama tekrar aynı acıların yaşanmasına izin veriyorlar. İsteselerdi Bosna savaşını da değil 4 yıl sonra, 4 ay sonra bitirebilirlerdi. Aynı şekilde de bugün Suriye. Ama istemiyorlar, sadece “kınama” görüşleri geliyor, o kadar. Tüm bunları yaşayan biri olarak da günümüzde olan acıları da çok derinden hissediyorum.

Son dönemde benim de yakından takip ettiğim Karaciç durumu vardı. Davanın sonucunu nasıl yorumluyorsunuz?

Bu dava savaşı yaşayan bizler için önemli olduğu kadar da sinir bozucu. Çünkü bizler; tüm yaşadıklarımızdan sonra, tüm görüntüler, videolar, rakamlar, argümanlardan sonra, hala öldürüldüğümüzü, katledildiğimizi ispat etmek zorundayız. Ve bu dava yıllarca sürdü. Öyle açık bir dava aslında, kimin ne yaptığı çok belli, ama yıllarca bizler bunu ispatlamak zorundaydık. Karaciç, davadaki ilk kategoriden suçlu bulunmadı ki Priyedor, Zvornik, Bratunac ve diğer yerlerde yaşanılanlar soykırım gibiydi adeta açık bir etnik temizlemeydi. Ama en acı şey ise ceza olarak aldığı yıllar. Toplam 40 yıl hapis cezası aldı ve bugüne kadar yattığı yıllar da bunun içinde sayılacak. Mesele burada yıl sayısı değil, 100 yıl denilseydi de aynı olurdu. Biliyoruz ki bu 40 yılı da hayattayken doldurmayacak. Burada önemli olan tarihte ne yazacak? Müebbet hapis cezası en ağır suç, en ağır ceza demekti ve Karaciç bunu hak ediyordu. Gelecek nesillerin de bunu böyle öğrenmesi lazım. Bu karar diğer bir açıdan daha saçma. Örneğin savaşta Sırp komutanı olan Zdravko Tolimir, Srebrenitsa soykırımı için 2012 yılında müebbet hapis cezası almıştı. E. Tolimir’in de üstünde olan biri nasıl oluyor da ondan daha az ceza alıyor? Fakat ne olursa olsun, davanın sonuçlanması ve Karaciç’in soykırım için suçlu bulunması da Bosna Hersek açısından önemli. Bunları bile inkar ediyorlardı. Şimdi artık kanunen belirlenmiş bir şey olarak yazılı kalacaktır.

Bosna Hersek-Türkiye kardeşliği hakkında neler söyleyebilirsiniz? Özellikle Türkiye’nin son zamanlarda yaşadığı hain olaylar sonucunda Saraybosna’daki Viyecnitsa Kütüphanesinin Türk bayrağı ile kaplanması kardeşlik duygusunu daha da ortaya çıkarmıştı. Eski Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu da sosyal medya hesabından paylaşımda bulunmuştu.

Bosna Hersek ve Türkiye kardeşliği her geçen gün daha da artıyor. Bizler arasında kopamayacak bir bağ var. Sadece günden güne güçlenebilecek bir bağdır bu. Ama daha çok birbirimizi tanımamızın gerektiğini düşünüyorum. Türkiye sadece döner, Antalya, Tarkan değil. Bosna da sadece börek, Mostar köprüsü değil. Birbirimizi yeterince tanımadığımız için bazen de yanlış işler yapabiliyoruz. Bosna’da Türkiye tarafından organize edilen bazı olaylar yanlış tepkilere, eleştirilere yol açabiliyor. Bunu organize edenler aslında kötü niyetle yapmıyorlar. Sadece yeterince tanımıyorlar ve maalesef danışmadan yapıyorlar. O yüzden bir takım işler yaparken Bosna’da olsun Türkiye’de olsun, daha dikkatli olmakta fayda var diye düşünüyorum. Maalesef yarar sağlayacağız derken zarara uğratabiliyoruz. Bosna’da okuyan Türk öğrencileri, Türkiye’de okuyan Bosna öğrencilerine bu konuda iş düşüyor. Onlar diğer ülkeyi daha iyi tanıma fırsatlarını yakaladılar ve bunu iki ülke arasında daha güçlü ve daha doğru bağ için değerlendirmeleri gerekiyor. Gençlerin yapabileceği çok şey vardır diye inanıyorum.

İçinde Türkiye’nin de bulunduğu gelecek planlarınız nelerdir?

Ben Türkiye’den hiçbir zaman kopamam, nerede olursam olayım. Mesela şu an Kayserili bir Boşnak evlat yetiştiriyorum. Oğlum İsmail… Eşim zaten Kayserili ama daha yoğun olarak Bosna’da yaşıyoruz. Şu an Bosna’daki STAV dergisinin genel yayın yönetmeni yardımcısıyım ama mesleki olarak da Türkiye ile hala bağlantım sürüyor. Mesleğim gereği de Türk medyasıyla da iç içeyim. Yani hem gönül bağım hem de mesleki bağım kopamayacak kadar güçlü. Bir lafım vardır benim; ”İki vatan, iki bayrak, iki dil, ben tek insan”. Öyledir hayatım… Türkiye de benim vatanım, Boşnak olduğum kadar da Türküm ve bunu çocuklarıma da aktaracağım inşallah.

Son olarak, eklemek istediğiniz ya da bizlere tavsiye olarak sunabileceğiniz bir şey var mı?

 

Bosna’dan kopmayın. Bosna’yı okuyun, araştırın… Bosna’ya yardım etmeyin, destek olun. Yardıma muhtaç olarak bakmayın bizlere. Gelin, görün şehirlerimizi, dağlarımızı, nehir ve göllerimizi. İş yapın, yatırım yapın, bizlere iş olanağı sunun. Beraber durmaya devam edelim.

Balkan Araştırmaları Merkezi Stajyeri

Mahbube GÜNDOĞAN

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...