1956’da yaşanan Süveyş Krizi’nin ardından SSCB’nin Orta Doğu’da prestij kazanmasının önünü almak için ABD tarafından 1957 yılında yayımlanan, bölge ülkelerine ekonomik ve askeri yardımı öngören “Eisenhower Doktrini” ABD’nin Orta Doğu’da SSCB ile ilk defa karşı karşıya gelmesi açısından da ayrı bir önem arz ediyor. 1970 yılında Mısır’da Nasır’ın ölümünün ardından devletin başına geçen Enver Sedat’ın 1975 yılında Sovyetler ile ilişkileri kesmesi ve ABD merkezli dış politika izlemesi ile ABD lehine başlayan süreç, SSCB’nin yıkılışı ve ardından yaşanan Körfez Savaşları ile 2000’li yılların başlarına kadar bölgede mutlak bir ABD etkisi ile süre geldi. Bu dönem aynı zamanda tek kutuplu dünya düzeni söyleminin kendisini en çok hissettirdiği dönem olarak da gösterilebilir.
Fakat 2000 yılından itibaren Rusya’da Putin’li yılların başlamasıyla birlikte Rusya’nın tekrardan toparlanması ve uluslararası arenada varlığını tekrardan hissettirmesi, ABD’nin uluslararası politikalarının tekrardan karşıt bir kutup tarafından sorgulanması anlamına geliyordu. Özellikle 2007 yılında Eisenhower Doktrini’nin yayımlanmasından tam elli yıl sonra, Vladimir Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda yapmış olduğu konuşma ve çok kutuplu bir dünya söylemi Rusya’nın artık her alanda söz söyleyen bir devlet olacağının habercisi oldu. Böylece iki büyük güç elli yıl sonra uluslararası siyaset arenasında tekrardan karşı karşıya geldi. Son yıllarda Orta Doğu’da yaşanan olayların ardından iki devletin bölge üzerindeki etki alanları ve etki alanı oluşturma çabaları da gündem konusu oldu.
Obama Dönemi ve Arap Baharı
Barack Obama’nın iktidara gelişi ile en büyük seçim vaatlerinden olan Irak’tan geri çekilmenin tamamlanmasının ardından ve bölgede başlayan Arap Baharı olayları ile ABD’nin bölge politikalarının bir sarmal hali aldığı gözleniyor. Irak’tan geri çekilmenin ardından burada terör eylemlerinin gün geçtikçe artması ve bölgede El-Kaide gibi örgütler ve uzantılarının elinin güçlenmesi ABD için tehdit oluşturmaya devam ediyor. ABD için bölgedeki diğer sorunlar ise kuşkusuz Arap Baharı’nın etkisi ile Suriye ve Mısır’da yaşananların etkileri ve bunları takiben son dönemde bölgedeki en ciddi müttefiklerinden olan Suudi Arabistan ile ilişkilerin gerilmiş olması. Suriye meselesinde rejimin ülkede yaptığı katliamlara karşı gözlerini kapatan ABD yönetimi, tam harekete geçmeye hazırlanırken Rusya’nın nükleer silahlar konusundaki manevrası karşısında durmak zorunda kalarak etkisinin sorgulanmasına sebep oldu. Aynı şekilde bölgedeki müttefiklerinden Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından iktidara gelen Müslüman Kardeşler ile sağlıklı ilişkiler kuramamışken, ardından gelen askeri darbeye darbe diyememesinin yanında darbe yönetimi ile de sağlam zeminli ilişkiler kurma konusunda sıkıntı yaşıyor. Bu durumun en net kanıtı da Obama yönetiminin Mısır’a yapılacak olan Apache helikopterleri ve F-16 uçaklarından oluşan ağır askeri teçhizat sevkiyatını durdurması ve yapması beklenen 260 milyon dolar yardımı askıya almış olması gösterilebilir. Obama’nın Suriye konusunda izlediği politikaya son dönemde İran ile normalleşme üzerine yapılması beklenen müzakereler konusu da eklenince, müttefiki Suudi Arabistan ile de ilişkileri iyiden iyiye gerildi. ABD’nin Orta Doğu’daki politikalarının çözülme göstermesinin bir diğer sebebi ise yeni savunma stratejisinin yavaş yavaş Asya-Pasifik’e doğru kaymaya başladığı düşüncesi olarak da gösterilmektedir.
Rusya’nın Orta Doğu yürüyüşü
ABD’nin bölge politikalarında yaşadığı sıkıntılardan dolayı bölgede ortaya çıkan boşluğu ise kuşkusuz en iyi değerlendiren devlet Rusya oldu. Irak konusunda Maliki hükümeti ile yapılan 4.3 milyar dolarlık paket silah antlaşması ve bu antlaşmaya dâhil olan helikopterlerin geçtiğimiz günlerde Irak’a teslimi iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmeye başladığının göstergesi. Özellikle El-Kaide ile mücadele konusunda Rusya’nın Maliki’yi yalnız bırakmaması iki ülke ilişkilerinin kısa ve uzun vadede daha ileri gidebileceği sinyalini verdi. Suriye meselesinde ise kuşkusuz Esed rejiminin Rusya sayesinde nefes aldığını söylesek yanlış olmaz. Özellikle Rusya’nın Suriye’de rejimi sonuna kadar desteklemesi ve son nükleer silahların devrine karşılık olası hava saldırısının önüne geçmesi Rusya’nın hem bölgedeki hem de uluslararası arenadaki prestijini artırdı. Rusya Suriye’de rejimi destekleyerek kriz ortamının sürmesini sağlarken, diğer taraftan da bu kriz ortamından faydalanarak bölgedeki varlığını güçlendirmeye devam ediyor.
Rusya’nın bölgede rol kapmaya ve etkisini artırmaya çalıştığı bir diğer ülke ise Mısır. Özellikle darbe yönetiminin ABD’den beklediği desteği görememesi ve askeri yardımın askıya alınması Mısır’ı bu açığını kapatabileceği en iyi alternatif olan Rusya’ya yönlendirdi. Rusya’nın Mısır’daki darbeye sessiz kalması iki ülke arasındaki ilişkilerin hareketlenmesine zemin hazırladı. Özellikle ABD’nin askeri ve ekonomik yardımı şartlara bağlayarak askıya alması neticesinde Mısır ve Rusya arasında 4 milyar dolarlık silah alım antlaşması yapılması gündeme geldi. Özellikle Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun son Mısır ziyareti, söz konusu silah antlaşmasının habercisi olarak değerlendirilebilir. Yakın zamanda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de Mısır’ı ziyaret edebileceği ve ikili ilişkilerin geleceğine dair görüşmelerde bulunulacağı olası ihtimaller arasında yer alıyor.
Sonuç olarak, Rusya’nın Orta Doğu’da tekrardan rol alma ve etkinliğini arttırması, bölgenin Rus dış politikasında SSCB’nin dağılmasından sonra Post-Sovyet coğrafya üzerine şekillenmiş ve ardından Sovyet etkilerinin yer aldığı Afrika ile devam ettirilmiş olan bölgesel politikaların en güncel durağı olması ile yorumlanabilir. ABD’nin bölgedeki etki kaybı ise her ne kadar bölgeden vazgeçtiği anlamı taşımasa bile, bölgesel güvenlik stratejilerinin ekseninin belirlenmesi hususunda kısa ve uzun vadede sorguya açık bir hal alacaktır.
Uğur Ertaş