Öyle bir dünya yok zaten; ne yaşarsan, kendi içinde yaşarsın.
Kapıyı açar eve girersin, ama sır kapının kilidindedir.
Cenaze evine giden çok olur, herkes kendi ölüsüne ağlar.
Kiminin vatanı Türkiye’dir. Kimi dünyaya sığmaz…
Dünya vatandaşı olmak güzeldir; ancak, pasaportu yoktur.
Ortadoğu’da çözüm için “Deus ex machina” lazım. Ah Euripides, ah!
Sorduğunuz sorunun cevabının âlâsını zaten biliyorsanız, soru değil ciddi sorgulamadır o.
“Saadet Asrı,” “Lâle Devri” değildi.
Kassandra sussa da konuşsa da, sıra Agamemnon’da.
Ne kadar Batı’dan rüzgâr alsak, o kadar Doğu’ya savrulur yelkenimiz.
“Şapka” devrimini en iyi kelimelerle yaşadık: Âlâ.
Kimi meşrebe takılır, kimi şarabı içer.
“Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz!” Amenna.
Diğeri de geçerli: nasıl yönetilirseniz, öyle olursunuz!
İsrafa karşıyız: bizde ezber bozanlar, bozulan parçalarla yeni ezberlerin heykelini diker.
Türkler Kutsal Roma’yı bitirdi; İngiliz İmparatorluğu da Osmanlı Devletini.
İngiliz İmparatorluğunun kutsalı yoktu; Rabbena, hep bana!
Osmanlı Devlet-i Âli idi; İngiliz Büyük Britanya.
Hobbes Leviathan’da Büyük Britanya’yı “kutsal” görmek ve göstermek istedi: Roma mirası.
Hakkın batıla karıştırılarak ifade edilmesi, ifadenin tamamını batıl yapar.
Sonbahardır adı: kimi baharını yaşar, kimi sonunu!
İster kayıp, ister kazanç olarak görün; devlet destekli Kemalizm bitti, ama milletin sahiplendiği Atatürkçülük dimdik ayakta.
Ortadoğu’da hepsi var: yılan, tilki, karadul, angut, kartal ve sırtlan; Kimi havada sürünür, kimi yerde.
“Gölge et, başka ihsan etmemem” bölgenin en büyük gerçeklik stratejisi.
Demokrasi dediğin bir kaç parti, bir kaç lider; onu isteyen sahiplensin, bize liyakat lazım.
Ortadoğu’da her ülkede demokrasi var aslında; sadece, “demos”u egemenlerin “kratosu” tayin eder.
Devlet yapımızın gereği sanırım; eline ne alırsa, kendine benzetiyor.
Sonunda el elde baş başta kalıyor.
Ortadoğu’da her hürriyet bir esaret tarzında ortaya çıkar.
Oryantalistlerden şikâyet ederiz, ama oryantalden öteye gitmez çabamız.
Hemşericilik en yaygın mikro-şovenizmdir ülkemizde.
Millet olma sürecini baltalayan ön berbat olgu memleket ve Memleket algısıdır.
“Memleket”deyince, Nazım Hikmet Türkiye’yi anlardı. Bizimki doğduğu yerde kalıyor.
Yıllarca birbirimizi Moskova’ya, İran’a filan gönderdik. New York’ta buluştuk artık.
Obama’nın yüzüğündeki yazıyı, beysbol sopasındaki markayı en İngilizler okudu.
Osmanlı devlet nişanı evvela tuğraydı; sonraki İngiliz tasarımı arma, Osmanlı’nın bitiş nişanesi oldu.
Bir hilâlin yükü yeterince ağır. Ya üçü birden?
Alem çökünce, üstümüze çöktü âlem.
Ebu Hureyre’nin kedileri Schrödingerin’kinden farklıydı.
İngiliz’ceyi bir söksek, mesele tamam; Lawrence kendi dilinden anlamak lazım.
Osmanlının İngiliz’ce sıkıntısı vahim oldu: gördüğü İngiliz’cenin okuduğunda farklı idi.
İngiliz’cenin Mevlana’sı olur mu? Ya göründüğün gibi ol, ya okunduğun gibi!
Dem’den Âdem olduk, ademedir yolculuk.
Varlık bir sürgün hali; sürgün içinde sürgün yaşarız.
Eyvallah!
Metin Boşnak
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi