Kitabın Adı: Dünya Sistemleri Analizi
Yazar: Immanuel Wallerstein
Yayınevi: Bgst Yayınları
Yayın Yılı: 2011
Yayın Yeri: İstanbul
Dünya Sistemleri Analizi adlı bu çalışma Immanuel Wallerstein tarafından kaleme alınarak 2011 yılında ikinci basımına hazırlanmıştır. Wallerstein önsözde yaşadığımız dünyayı anlamaktan bahsetmiş, akabinde Dünya Sistemleri analizinin tarihsel kökeninin nerelere dayandığını, değişen kapitalist dünyada modern dünya sisteminin ekonomik olgularının gittiği yönü, devletler sisteminin ne şekilde yükseldiğini, yaratılmak istenen hedef jeokültürün nasıl yapılandırılacağını ve sonuç olarak da modern dünya sisteminin bir kriz döneminde nasıl şekil alabileceğini geniş çerçevede incelemiştir.
Wallerstein çalışmasına Dünya Sistemlerini analiz etmekle başlamış ve kitabının bu konuyla ilgili bölümünde sistemlerin tarihine inerek derin bir anlatım yakalamıştır. Bununla beraber doğa bilimleri ve sosyal bilimlerin birbirinden ne şekilde ayrıldığı üzerinde dururken bu bilimlerin içeriği olan farklı alanların birbirleriyle çatıştığı dönemi de akıcı bir anlatımla ele almayı başarmıştır. Yazar kitabında bu alanların her birinde; nesnel bilgiye nasıl ulaşabileceğinin ve çağdaş fenomenin incelenmesi için nereye başvurulması gerektiğinin yanıtını aramış, her bir disipline hakim olmaya çalışan görüşün nasıl olabileceğine değinmiştir. Wallerstein, gerçek dünyadaki değişimlerin akademisyenlerin öztanımlarını etkilediği görüşünü benimseyerek, şarkiyatçılık terimlerinin dönüşümünü incelemiştir. Dünya sistem analizlerindeki unsurlardan bahsedilmiş olan bu ilk bölümde yazar eleştiri ve fikirlerini okuyucuya sunuyor.
Kapitalist bir dünya-ekonomi olarak modern dünya sisteminin ele alındığı ikinci bölümde Wallerstein, üretim, artı değer ve kutuplaşma üzerine yoğunlaşarak okuyucuya dünya-ekonomi ile kapitalizmin neyi tanımladığını aksettirmiştir. Aynı zamanda yazar kitabında, Modern dünya sisteminin tarihsel hatlarını, kökenlerini, coğrafyasını, zamansal gelişimini ve çağdaş yapısal krizini değerlendirmenin bu tanımı anlamakla daha kolay olacağı görüşünü savunuyor. Çalışmasında kapitalist dünya-ekonominin birçok kurumun toplamı olduğunun altını çizen yazar, bu kurumların birleşiminin kapitalist bir dünya-ekonomi sürecini açıklayan temel unsur olduğu görüşünü savunarak Weber’in terimi olan statü gruplarını açıklamaya çalışıyor. Bunun yanı sıra kapitalist sistemin asli özelliği olduğunu öne sürdüğü ‘pazar’ yapısına da geniş yer veriyor.
Immanuel Wallerstein çalışmasının üçüncü kısmında devletler sisteminin yükselişini ele alarak egemen ulus-devletler, sömürgeler ve devletlerarası sistemi inceleme konusu yapıyor. Eserinde egemen devletlerin firmalarla olan ilişkilerinin, kapitalist dünya-ekonomisinde işleyişin anlaşılması adına bir anahtar niteliği taşıdığı görüşünde olan yazar, firmalar açısından, devlet rolünün hayati olarak daha az önem taşıdığı noktalardan birinin de üretim maliyetlerinin fiilen hangi oranda ve hangi firma tarafından ödeneceği sorusu olduğuna ilgi çekiyor. Bunun yanı sıra yazar ‘ulus-devlet’ kavramını, tüm devletlerin şiddetle meylettiği bir asimptot olarak düşünmemiz gerektiğini vurguluyor. Ayrıca sömürge devletlerinin devletlerarası sistemde ciddi anlamda en zayıf noktası olan temel gerçekliklerinin egemenlik derecesi düşük olduğundan dolayı, farklı ülkeden firma ve kişilerin metropol adı altına sığınarak sömürüye tabi olan devletler şekline dönüştüğünü düşünüyor.
‘Bir jeokültürün yaratılması’ konulu kısmına bakıldığında ideolojiler ve toplumsal hareketlerin ve yanısıra sosyal bilimin de tartışma alanı bulmuş olması dikkat çekiyor. Yazar bu bölümde ideolojinin şekillendirdiği politik stratejiden bahsederken, ideolojik panaromaya da değinmeyi ihmal etmemiştir. 1848 Dünya Devrimin de incelendiği söz konusu başlık altında, strateji ve ideolojilere ilişkin önemli sorulara da yanıt aranmıştır. Wallerstein’a göre, Dünya Devrimi aniden parlayan bir alevdi ve söndürüldü. Eserde, devrim sonrasında radikal grupların başarısızlıklarından ders çıkardıkları ve bundan sonra artık liberalizmin bir eklentisi olmak istemedikleri de yer alıyor. Yazar çalışmasında, proleterya olarak bilinen şehirli sanayi işçi sınıfını da ele alarak bu grubun o dönemde oynadığı önemli rolün altını çizerken, statü gruplarının ve dışlanan grupların sistemi ne şekilde etkilediğinden de geniş bir anlatımla bahsediyor. Wallerstein’e göre, ideolojiler geliştirilip sınırlandırıldıktan, sistem karşıtı hareketler muhalif enerjileri kanalize ettikten sonra, bir jeokültürün etkinliğini sağlamak için geriye kalan tek şey bunun kuramsal aygıtları oluyor.
Eserin, ‘Krizdeki Modern Dünya-Sistemi’ konulu son bölümüne gelindiğinde incelenen meselenin, çatallanma, kaos ve seçimler olduğu görülüyor. Analiz edilebilecek nedenler ve yollarla, uzay ve zamanın bir noktasında varoluşların başladığını düşünen yazar, asri eğilimlerin kaçınılmaz olarak, sistemin iç çelişkilerini taşınamaz kılan asimptotlara yaklaştığını ve sistemin çözemediği sorunlarla karşılaştığında sistemik kriz olarak adlandırdığımız şeye yol açtığını eserinde belirtiyor. Wallerstein kitabında, zaman içinde kapitalist dünya ekonomisinde artan ücret maliyetlerine getirilen özel çözümlerden altyapı meselesine kadar olan sorunları derin bir biçimde ele alıyor. Ayrıca 1968 Devrimi’nin oluşumunu, dünya sisteminin işleyişine karşı hissedilen bir kızgınlıkla yapılmış sistem karşıtı hareketlerinin, dünyayı dönüştürme kapasitelerine duyulan hayal kırıklığıyla birleşmesine bağlıyor. Yazarın sunduğu bilgilere göre; 1968 patlamalarının yerel içeriği ne olursa olsun neredeyse tekrar eden iki tema içeriyordu. Wallerstein ilk temayı, ABD’nin hegemonik gücünün reddedilmesi ve eşzamanlı olarak, Birleşik Devletler’in kurduğu dünya düzeni içindeki gizli işbirliğinden şikayet edilmesi, ikinci temayı ise, geleneksel sistem-karşıtı hareketlerin bir kez iktidara geldiklerinde sözlerini tutmaması olarak nitelendirilirken 1968 devrimlerinin sonuçta iktidarla noktalanmadığını, böyle bitse bile çok uzun sürmediğini kaydediyor.
Esere bakıldığında dünya sistemleri analizi, hem mevcut sosyal bilim paradigmasına hem de egemen Marksizm anlayışına karşı bir protesto hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca sanıldığı gibi ‘kapitalist’ olanın tek tek devletler değil de sistemin kendisi olduğu, tek tek ülkelerin dünya sistemi içerisinde belirli işlevler yerine getirdiği ve uzun dönemli olarak ekonomik, toplumsal ve ideolojik eğilimleri incelemeden toplumsal gerçekliği anlamanın bir hayli zor olacağı konusundan bahsedildiği görülür. Wallerstein’in önerdiği model belki biraz fazla sistematik bulunabilir fakat bu model, dünya-sistemleri analizi okulunda olduğu gibi sosyal bilimcileri disiplinler arasındaki duvarları yıkmaya ve toplumsal gerçekliği bir bütün olarak incelemeye çağırması bakımında ufuk açıcı niteliktedir. Wallerstein bu çalışmasında incelemeye aldığı alanın tüm derinliklerine inmeye çalışmış olmasına rağmen eserinde sık sık kulandığı karmaşık cümlelerden dolayı eleştirilebilir. Bunun yanısıra yazarın, dünya sistemleri analizinin tarihsel kökeninden başlayıp çağımızda bu sistemde çöküşün eşiğine gelinmesine kadar geçen sürece geniş bir perspektiften bakarak kaleme aldığı bu eserden yol gösterici fikirler edinmek mümkündür.
Yelda ÖZTAŞ
TUİÇ Staj Programı