Dünya Barışına Karşı Suudi – İsrail Birlikteliği

İran cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin BM Genel Kurulu’nda ki barışçıl ve mutedil konuşmasına müteakip ABD başkanı ile yaptığı telefon görüşmesi ve ardından bu ülke ile 5+1 grubu arasında Cenevre’de yapılan nükleer müzakerelerin olumlu ve ılımlı bir sürece girmesi başta ABD’de ki savaş yanlısı İsrail lobisi, Siyonist İsrail devleti ve Suudi Arabistan gibi mülteci devletleri tedirgin etmiştir. Bu gelişmeler neticesinde savaş yanlılarının oluşturduğu şer cephesinin aktörlerini her zamankinden daha çok işbirliğine ve yakınlaşmaya sevk etti.

Son aylarda Fars Körfezi’nde ki çağdışı yönetimler ve özellikle Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer mülteci devletler sürekli olarak dış politikada ciddi handikaplarla karşı karşıya kalarak önemli diplomatik yenilgiler yaşamaktadırlar. İlk olarak Rusya, Çin ve İran ekseninin sağlam dik duruşları ve başarılı diplomatik manevraları ABD’yi Suriye’ye karşı silahlı bir saldırıdan vazgeçirmiştir. Böylece Suriye karşıtı savaş cephesinin hayal kırıklığı yaşamasına neden olmuşlardır.

İkinci olarak Suudi Arabistan ve yandaşları Suriye konusunda en büyük müttefikleri olan Türkiye ile Mısır’da itilafa düşmüş, Mısır’da seçimle iş başına gelen Müslüman kardeşler yönetimi ve Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin, darbeci General Abdulsettar Sisi tarafından kanlı bir şekilde iktidardan uzaklaştırma sürecine destek verirken, ülkemiz ve devletimiz Mısır halkının yanında yer alarak Suudi Arabistan ve diğer darbe finansörleriyle karşı karşıya gelmiştir. Hatta Suudi Arabistan’ın her zaman ki entrikacı tavrıyla ülkemizi ekonomik yönden zor duruma sokacak girişimlere imza attığı haberleri gelmektedir. Bu doğrultuda körfez ülkelerindeki kimi finans çevrelerin ülkemizin ekonomik istikrarını bozma yönünde girişimleri gazetelerin ekonomi sayfalarına yansımıştır.

Mısır’ın ülkemizle diplomatik ilişkilerini büyükelçilikten maslahatgüzar seviyesine düşürme girişiminin arkasında da İsrail ve Suudi Arabistan’ın olduğu kanaatindeyim. İsrail ve Suudi Arabistan yönetimlerin bölgesel kriz ve sorunlarda birlikte hareket ettiklerinin bilincinde olan birisi olarak Mısır darbeci yönetimin ülkemize karşı takındığı hasmane tutumun arkasında bu iki devletin parmağı olduğundan kuşku duymaktayım. Suudi Arabistan’ın üçüncü ve en büyük yenilgisi ise 34 yıl sonra İran ile ABD ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesiyle başlamıştır. Suudi Arabistan ve yandaşlarında ABD tarafından ihanete uğratıldıkları kanaati hâkim olmuştur.

Suudi Arabistan İstihbarat Teşkilatı Başkanı Prens Bender Bin Sultan geçen haftalarda Washington -Tahran yakınlaşması ve ABD’nin Suriye politikasına itirazları olduğunu ve böylece ABD ile ilişkilerinde sorunlu bir dönem başlayabileceğini ifade eden tespitlerde bulunmuştur. Esasen ABD ile Suudi Arabistan yönetimi arasında geçmiş yıllarda da bazı krizler yaşanmıştır. Örneğin 1973-1974 petrol ambargosu, Camp David anlaşması, 11 Eylül saldırısı ve Körfez Savaşı gibi ihtilaflar meydana gelmişse de iki ülke ilişkilerinde sarsıcı bir depreme neden olmamıştır. Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin iki önemli parametresi var. Birincisi Riyad’ın Washington karşısındaki güçsüz konumu ikincisi bu iki ülke arasındaki ilişkinin ABD’nin çıkarları ve menfaatleri üzerine kurulmuş olmasıdır.

ABD ve Suudi Arabistan’ın en önemli ortak düşünce ve hedefleri Suudi Arabistan petrol kaynaklarının güvenliğidir. Dönem dönem kimi ABD kaynaklı insan hakları kuruluşları ve sivil toplum hareketleri Suudi Arabistan’da yaygın insan hakları ihlalleri kişi hak ve özgürlüklerinin bulunmayışı ve siyasal özgürlüklerin olmayışını gündeme getirmelerinden dolayı iki ülke arasında dönemsel ve yüzeysel sorunlar ortaya çıksa da iki ülke arasında var olan ilişkilere gölge düşürecek boyutlara ulaşmamıştır.

ABD ile İran arasında diyalog kapılarının açılması ardından İran ile 5+1 grubu arasındaki nükleer müzakerelerin olumlu bir seyir izlemesi Suudi Arabistan yönetimini çılgına çevirmiş daha önceden İsrail devleti ile gizli olarak sürdürdüğü yakın ilişkilerini kamuoyunun gözü önünde sürdürerek telaşını ortaya koymuştur. Son haftalarda başta Suudi yönetiminin en karanlık siyasal figürü sayılan İstihbarat başkanı prens Bender Bin Sultan ve diğer Suudi yetkililerin Tel-Aviv ziyaretleri hız kazanmıştır. Bu ziyaretler sırasında Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırmak Irak, Lübnan, Suriye hatta Afganistan ve Pakistan’da El-Kaide ve benzer terör örgütleri eliyle terör saldırılarının gerçekleştirilmesi siyasi suikastlar yapılması Şii-Sünni ihtilafının körüklenmesi ve benzer eylemler artış göstermiştir.

Nitekim geçen ay İran’ın Güneydoğu bölgesinde Pakistan’la sınırı Umman denizi kıyısında bulunan Sistan ve Belucistan ilinde adı daha önce hiç duyulmamış Ceyş El-Adıl (Adalet Ordusu) Örgütü adında terörist bir grup İran sınır muhafızlarına saldırmış 16 askeri katletmiştir. Örgüt kendini o bölgede yaşayan Sünni Belucların bağımsızlık hareketi olarak ilan etmiştir. Oysaki bu terör örgütünün Suudi Arabistan kaynaklı bir İsrail organizasyonu olduğu bölge gelişmelerini takip edenlerce bilinen bir gerçektir. Esasen daha önceki yıllarda Suudi Arabistan, İsrail ve ABD destekli Cundullah Terör Örgütü o bölgede bir çok bombalı saldırıda bulunmuş nihayet İran güvenlik güçlerinin başarılı operasyonları sonucunda örgütün lider kadrosu dahil pek çok üyesi yakalanıp idam edilmiştir.

Hatta örgütün kurucusu ve lideri Abdulmalik Rigi Birleşik Arap Emirlikleri’nden kalkan bir Kırgız havayolları uçağıyla Bişkek’e giderken Hint Okyanusu üzerinde İran hava kuvvetleri jetleri tarafından İran’a indirilmiş, televizyonlarda yayınlanan sorgusunda İsrail ve Suudi Arabistan’dan aldıkları lojistik ve mali destekleri ayrıntısıyla açıklamış Bişkek’e de Manas ABD askeri Üssü’ne ABD’li subaylarla görüşmek için gitmekte olduğunu itiraf etmiştir.

Suudi Arabistan İsrail ekseninde oluşan şeytani işbirliği organizasyonu sürekli entrika ve taarruz halindedir. Gün geçmiyor ki komşu Irak’tan El-Kaide ve yandaş terör örgütlerinin terör saldırıları haberi kamuoyuna yansımasın. Mübarek ramazan ayı kutsal muharrem ayı hatta dini bayramlar sırasında bile Şiilerin camisinde kutsal mekanlarında ziyarete giden kafilelerin etrafında çarşıda pazarda sokakta ve genel olarak Şiilerin yaşadığı her yerde bombalı araçlar patlatılıyor ve onlarca masum ve sivil Irak’lı Selefi Vahabist terör örgütlerince katlediliyor.

Aynı saldırılar Pakistan’ın çeşitli bölgelerinde Şiilerin yaşadığı kentlerde gittikleri camiler ve kutsal mekanlarda gerçekleştirilerek masum insanların ölümüne sebep oluyor. Burada El-Kaide’nin üstlendiği misyon Müslümanlar arasına nifak tohumları ekerek mezhep savaşlarını kışkırtmaktır. Suudi Arabistan İsrail eksenin oluşturduğu El-Kaide’ye bağlı Abdullah Azzam Tugayı adlı terör örgütünün son saldırısı Lübnan’ın başkenti Beyrut’un Güney mahallelerinde Şiilerin yaşadığı İran büyükelçiliği yakınlarında meydana gelmiş, saldırıda İran Kültür ataşesi İbrahim Ensari dahil 30’dan fazla masum sivil yaşamını yitirirken 150 den fazla Lübnanlı yaralanmıştır.

İran ile batılı devletlerarasında Cenevre’de sürdürülen İran’ın barışçıl nükleer programı ile ilgili müzakerelerin olumlu bir yönde sonuçlanacağına dair güçlü işaretler gelmektedir. Her iki tarafın kalıcı ve uzun vadeli bir anlaşma yapılması doğrultusunda niyetli oldukları ortaya çıkmıştır. Görüşmelerin çok kısa sürede sonuçlanacağı ilk etapta İran’ın 6 ay süreliğine uranyum zenginleştirmeyi durduracağını buna karşılık bu ülkenin uluslararası yaptırımlar sonucunda batıda bloke edilmiş yüz milyar dolardan fazla mal varlığından yedi milyar doları serbest bırakılacağı, ardından yaşanan gelişmeler doğrultusunda daha kalıcı adımlar atılacağı beyan edilmektedir.

Bölgesel barıştan huzursuz olan savaş eksenini oluşturan Suudi-İsrail birlikteliği yeşeren barış umutlarına şimdiden çıldırmış durumdadır. Nitekim İsrail’in terörist liderlerinin savaş çığırtkanlığına iştirak eden terör Frankenstein’i olarak nitelendirilen Suudi Arabistan’ın istihbarat başkanı Prens Sultan Bender’in yanı sıra bu ülkenin en nüfuzlu kişilerinden olan Prens Velid Bin Tellal Bin Abdülaziz de barış karşıtı kervana katılarak daha şimdiden tehditler savurmaya başlamıştır. Görülen o ki bu terör, şiddet ve entrika cephesi önümüzdeki günlerde boş durmayarak bölgemizde esen barış ve huzur ortamına karşı bir çok terörist saldırıya, komploya ve suikastlara başvuracaktır ama emin olduğum bütün bu vahim planlar bir çok masum ve sivil insanın ölümüne neden olsa da nihayetinde halkların uyanışı ile akim kalmaya mahkumdur.

Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI

Giresun Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi

[email protected]

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...