Druças’ın Röportajı ve Türk-Yunan İlişkileri: Bir Adım İleri, İki Adım Geri!

2000’li yılların başından itibaren Türk-Yunan ilişkilerinde gözle görülür bir değişim yaşanmıştır. 1999 yılında, Abdullah Öcalan’ın Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliği’nde yakalanması bu değişimi başlatan kıvılcım niteliğindedir. Konuyla ilgili Yunan Hükümeti, üç bakanı kabineden çıkarmış ve Dışişleri Bakanlığı görevine, Türkiye’ye yakınlığı ile bilinen Yorgo Papandreou’yu getirmiştir. Papandreou’nun, dönemin Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile olan dostluğu birçok gazeteci, yazar ve akademisyen tarafından “Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir dönüm noktasına girildiği” şeklinde yorumlanmıştır.

İlerleyen süreçte ikili ilişkilerde karşılıklı negatif söylemler durdurulmuş, ticari ilişkiler canlandırılmış, turizm, eğitim, kültür gibi çeşitli alanlarda yeni diyalog kanalları tesis edilmiş ve Ege meselesi gibi tarihsel çatışma alanlarında ortak bir uzlaşı noktasının bulunabilmesi için istikşafı görüşmeler başlatılarak işbirliği kurumsal bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır. 2004’ten itibaren iktidarı devralan Karamanlis hükümeti döneminde görece ivme kaybeden ilişkiler, 2009’da Papandreou’nun seçimleri kazanıp, bu kez Başbakan olarak ülke yönetimine gelmesiyle yeniden canlanmış ve bahar havası uzun süre devam etmiştir. Ta ki, Erzurum’daki Büyükelçiler Konferansı esnasında Papandreou’nun bir anda, Kıbrıs konusu ile ilgili Türkiye’nin “işgalci” konumda olduğunu ve bu devam ettikçe AB yolculuğunun üyelikle sonuçlanmayacağını söyleyene kadar…

Her fırsatta ilişkilerdeki olumlu havadan bahsedilen bir dönemde, Papandreou’nun bu çıkışı akıllarda ciddi soru işaretleri uyandırmıştır.

Aradan çok fazla bir zaman geçmedi ve bu kez, 28 Mart Pazartesi günü, Yunanistan Dışişleri Bakanı Dimitri Druças’ın, Türkiye ile ilgili oldukça sert açıklamalarda bulunduğu bir röportajı basına yansıdı. 8-10 Mart tarihlerinde Davutoğlu’nun Atina’ya yaptığı ziyaret ve Druças’la karşılıklı kameralara verilen dostluk pozları hafızalarımızda henüz çok tazeyken gerçekleştirilen bu röportaj, Türkiye ile Yunanistan arasındaki olumlu atmosferin sahaya yansımadığı ve bu noktada Türkiye’nin üzerine düşeni yapması gerektiğine dair ifadeler içeriyordu. Ege meselesinde Yunanistan’ın karasularını 12 deniz miline genişletme hakkı olduğunu; fakat Türkiye’nin bunu “casus belli” (savaş sebebi) olarak kabul ettiğini belirten Druças “şunu merak ediyorum: Türkiye, sıfır sorun doktrinini gerçekten bu şekilde mi geliştirmek istiyor?” diye soruyordu.

Sadece Ege Denizi’ndeki sorunlar değil, Kıbrıs meselesinden azınlıklara kadar birçok konuyu hedef alan Druças’ın eleştirileri gittikçe dozunu arttırıyordu. “Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri korumak için orada olduğunu söylemenin hiçbir anlamı yok. İşgal, AB üyesi olmaktan kaynaklanan haklarını kullanmalarını engellese de Kıbrıslı Türkler AB vatandaşıdır…” diyerek Türkiye’nin “işgalci” olduğunu yineliyordu. Daha da ileri giderek, azınlıklar meselesinde Batı Trakya’da yaşayan Türk topluluğunu işaret ederek, “Türkiye’de bazıları, dini ya da dili kullanarak ayak dayayacak yer elde etmek için komşu ülkelerdeki topluluklara mülkiyet muamelesi yapıyor. Bu jeo-politik satranç tahtasında insanlara isteğe göre kullanılabilir rehin muamelesi yapan demode bir düşüncedir…” diyordu.

Ancak “bir AB üyesi olan” Kıbrıslı Türklerin neden ısrarla AB ambargosuna muhatap olduğunu izah etmiyordu. Ya da AB’nin “kendi üyesine” ambargo uygulayarak, bir kasa domates dahi satmasına engel olmasının ne yaman bir garabet olduğunu Yunan Dışişleri Bakanı açıklama gayreti dahi göstermiyordu.

Druças ile Davutoğlu arasındaki Zihniyet Farkı

Druças röportajında bunları söylerken, Davutoğlu da İngiltere Dışişleri Bakanlığına bağlı Wilton Park düşünce kuruluşu tarafından düzenlenen “Günümüz Dünyasında Türkiye’nin Açılım Politikaları” başlıklı konferanstaki konuşmasında şöyle diyordu; “…Türk dış politikasında iki grup ülke vardır. Herkes benim düşman ve dost ülkeler diyeceğimi zannetti, fakat ben ‘dostlar ve potansiyel dostlar’ dedim…”

Yunanlı bakanın son açıklaması Türk bakanın konuşması ile kıyaslandığında taraflar arasında ciddi bir frekans farklılığının olduğu görülüyor. Zira bir Bakan hiç yeri ve zamanı değilken garip bir çıkış yaparak “eski defterleri” açmaya çalışırken, diğeri “dostlarımız zaten dostumuzdur, potansiyel dostları nasıl aktüel dost haline getirebiliriz” hesabını yapıyor. Açık ki iki tarafın bulunduğu konumda öncelediği değerler farklılık arz ediyor. Farklılaşan perspektifler doğal olarak, farklılaşan politik dilde yansımasını buluyor. Bu durumda sorunların çözümü konusunda uzun çabalarla “bir adım ileri” atılabilmiş olsa da, bir anda “iki adım geri” gidilebiliyor.

Druças Niçin Böyle Bir Açıklama Yaptı?

Druças’ın eleştirileri, son dönemde sıkça söz edilen “Türk-Yunan ilişkilerindeki iyileşmenin” retorikte kaldığının; meselelerin özüne ilişkin hiçbir ilerleme kaydedilemediğinin önemli bir göstergesi oldu. Ayrıca, iki ülke arasındaki sorunların ne kadar yapısal ve kronikleşmiş olduğunu bir kez daha hatırlattı. Anlaşılan o ki, söylemler ve iyi niyet gösterileri Yunanistan dış politikasındaki hâkim paradigmayı değiştirmeye yeterli değil. Druças’ın açıklamaları, eğer bireysel değilse, son on yıldır devam eden ikili ilişkilerdeki tansiyonu düşürme çabalarında, psikolojik olarak dahi bir ilerleme kaydedilemediğini gösteriyor. Geçtiğimiz dönemde iki ülke arasındaki yapısal sorun alanlarına ilişkin bir ilerleme olmadığını herkes biliyor. Zaten şu aşamada amaç, sorunları konuşabilecek psikolojik bir iklim yaratmak ve ortak dil geliştirmekti. Bu noktaya da yoğun çabalar sonunda yaklaşıldığı tahmin ediliyordu. Ancak son açıklamalar henüz bu zeminin dahi inşa edilemediğini gösterdi.

Diğer taraftan, garip olan nokta, Yunanistan’ın niçin böyle bir açıklama yapma gereği hissettiğidir. Zira ortada bu tarz açıklamalar için bir ortam bulunmamaktadır. Belki bir izah Yunanistan’da her dem taze olan “geleneksel refleksin” su yüzüne yeniden çıkmış olmasıdır. Şüphesiz bu durum rasyonel değildir. Zira mevcut durumda, Türkiye ile ilişkilerin bozulmasının en başta Yunanistan’ın kendisi için yıkıcı sonuçları olacaktır. Ekonomik krizin etkisiyle son derece zor durumda olan ve bütçesinde kısıtlamaya gitmesi gereken Yunanistan’da, Türkiye’ye yönelik tehdit algısının yeniden üretilmesi, savunma harcamalarının artması demek olduğundan ciddi bir külfet anlamına gelmektir. Oysa esas güvenlik, savunma teçhizatı biriktirmekle değil, sorunların çözümü yönünde irade göstermekle tesis edilebilir.

 

Muzaffer Vatansever

USAK AB Araştırmaları Merkezi

 

http://www.usakgundem.com/yazar/2037/dru%C3%A7as%E2%80%99%C4%B1n-r%C3%B6portaj%C4%B1-ve-t%C3%BCrk-yunan-%C4%B0li%C5%9Fkileri-bir-ad%C4%B1m-%C4%B0leri-%C4%B0ki-ad%C4%B1m-geri-.html

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...