Drina Köprüsü

Drina Köprüsü adlı eser, Yugoslav yazar İvo Andriç tarafından 1942-1943 yılları arasında Belgrad’da yazılmıştır. Kitap 353 sayfadır ve 24 bölümden oluşmaktadır. Kitabın sonunda kitabın Sırpça aslında kullanılan Türkçe kelimelere de yer verilmiştir. Hasan Ali Ediz ve Nuriye Müstakimoğlu tarafından Sırpça aslından çevrilmiştir. İletişim Yayınları tarafından 25. baskısı ISBN-13: 978-975-470-782-3 numarası ile 2019 yılında yayımlanmıştır.


GİRİŞ
İvo Andriç, Drina Köprüsü romanında, 16. yüzyılda Osmanlı hakimiyetinde olan Sırbistan ve Bosna Hersek üzerinde bulunan Vişegrad kasabasındaki Drina ırmağı ve onun üstünde kurulu Drina Köprüsü etrafında gelişen olayları anlatır. Irmak Müslüman ve Hristiyan halkın arasında bir sınır gibi geçmektedir ve bu iki tarafı birbirine bağlar. Roman 16. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayıp I. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına kadar 350 yıllık bir zaman dilimini ele alır. Eser o dönemdeki Bosna’nın demografik, sosyal ve siyasi yapısını Drina Köprüsü çevresinde insanların birbiri ile ilişkisini, tartışmalarını, mutluluklarını, gelenek ve göreneklerini, milli duygularını, tarihi olaylarını akıcı bir anlatımla okuyucuya sunar.

İlk bölümde Vişegrad kasabasını ve Drina Köprüsünü zengin bir betimleme ile anlatarak başlar. Köprüyü o civardaki Sokoloviç köyünde doğmuş olan Osmanlı Sadrazamı Sokollu Mehmet Paşa yaptırmıştır. Köprüyü Mimar Rade’in yaptığı söylense de bazı kaynaklarda Mimar Sinan’ın yaptığı belirtilir. Romanda, Sokollu Mehmet Paşa’yı Müslüman ve Hıristiyanlar kendilerine göre yorumlasalar da, iki dinin de vardığı ortak kanı, sadrazamın değerli biri olduğudur.

Osmanlı’da devletin ileri gelenleri tarafından kurulan vakıflar ile yapılan köprüler ve hanlar aracılığı ile Osmanlı, otoritesini korumayı amaçlamıştır. O bölgelerden edinilen gelirlerle oralarda hizmet verilmesi bu topraklarda patlak verebilecek isyanları önlemiştir. Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa’nın kararını verdiği yıl inşaat başlar. Köprü inşaatını engelleme girişimleri inşaatı yöneten son derece sert biri olan Abid Ağa’nın kulağına gitmesinin ardından yakalanan kişinin katı bir şekilde cezalandırılması, o dönemlerde devletin kendi otoritesini sağlamak için uyguladığı yöntemler olduğunu göstermektedir. Köprü yapıldıktan sonra Kapiya isimli yer kasabalıların toplanıp sohbet ettiği, kasabanın önemli bir sosyal merkezidir. Kazığa geçirme, kelle alma gibi birçok ceza, isyanlar sırasında kurulan karakollar ve savaş gibi birçok olaya tanıklık etmiştir.

Her 30 yılda bir, Drina’nın taşması ile bölgede su taşkınları olmaktadır ve toparlanması çok güç taşkınlardır. 18. yüzyılda büyük bir taşkın olur ve Müslümanlar Müslüman evlerine, Hristiyan ve Yahudiler de Hristiyan evlerine yerleştirilir. Böylelikle bir doğal afetin farklı dinlerden insanları bir araya getirdiği görülür.

İlerleyen bölümlerde 1804’te Kara Corc isimli kişinin önderliğinde Sırbistan’da bir ayaklanma çıkar. İsyancılar kasaba yakınlarına gelir ve yaktıkları ateş kasabadan görünür. Bu ateş bir süre sonra uzaklaşır. Buna Türkler sevinirken, Sırplar hayal kırıklığına uğrar. Çünkü bu isyan onlar için haksızlığa karşı yapılmış bir isyandır. Bu isyandan sonra tedbirler alınan kasabada bir Sırp gencin Türkler’e ait bir şarkının sözlerini değiştirerek söylemesi üzerine yazar bu bölümde iki farklı din ve kültürün çatışmasını şu sözlerle anlatmıştır:
Bosna’da iki din arasında yüzyıllardan beri süren bu büyük ve tuhaf savaşta din kisvesi altında toprak, iktidar, kendi hayat görüşü ve dünyayı idare ediş biçimi için de çarpışıyorlardı. Birbirlerinin sadece kadınlarını, atlarını silahlarını değil, şarkılarını, şiirlerini bile çalıyorlardı. Onlar da değerli bir ganimet gibi birinden ötekine geçiyordu.”

Aynı zamanda eserde, o dönemlerdeki barış ortamını, Hristiyan din adamı Rahip Nikola ve Müslümanların hocası Molla İbrahim arasındaki dostluk hakkında yazılmış şu satırlarda görmek mümkündür:
Onlar o çağda, Müslümanlarla ve Sırplar arasında ne ölçüde bir dostluktan söz etmek mümkünse o derece eski dost ve çocukluk arkadaşıydılar. (…) Şaka olarak birbirlerini “komşu” diye çağırırlardı. Çünkü evler kasabanın karşılıklı iki ucunda bulunuyordu. (…) Başka zamanlarda, Meydan’da ya da Okalişte’de birbirlerine rastladıkları zaman hiçbir rahiple hoca arasında görülmedik bir samimiyetle selamlaşır, hal hatır sorarlardı.”

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine girmesi ile birlikte, Avusturya Bosna’yı işgal etmiştir. Yüzyıllardır Osmanlı hakimiyetindeki kasaba halkında benimsenen yaşam biçimi ve huzur, Avusturya’nın Bosna’yı işgali ile bozulmuştur. O dönemde askerler çekildikten sonra karakol kurulmuş ve memur olarak Çekler, Polonyalılar, Hırvatlar, Macarlar ve Almanlar bölgeye yerleşmiştir. Kasabanın düzeni yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Farklı milletlerin gelmesi ile yeni kültürler de gelmiştir. İnsanların çalışma hırsından değiştirdikleri binaların yapısına kadar her şey kasaba halkına yabancı gelmiştir. İşgalin dördüncü yılında her şeyin bir derece yatıştığını belirten yazarın “Türklerin zamanındaki o tatlı ve sakin yaşam yoktu ama (bu zaten imkansızdı), yeni anlayışa göre her şey düzenleniyordu.” cümlesi, Avusturya ve Osmanlı hakimiyetini karşılaştırıp, Osmanlı zamanındaki yönetim hakkındaki olumlu düşüncelerini ortaya koymaktadır.

Kitabın ilerleyen sayfalarında yazar:
İlk anlaşmazlık ve çatışmalardan sonra yeni hükümet halkın üstünde net bir sağlamlık ve devamlılık izlenimi bıraktı. Gücünü dolaylı olarak hissettiriyor, onun için de halk onu eski Türk düzeninden daha kolay sindiriyordu. Açgözlülüğünü ve zulmünü, geleneksel biçimlerle bir ağırbaşlılık ve parlaklık maskesi altında gizliyordu. Halk hükümetten korkuyor ama, ölüm ve hastalıktan korkar gibi korkuyor, zulüm, felaket ve fenalık karşısında titrer gibi değil! (…)Yeni devlet iyi idare sistemi ile insanların cebinden Osmanlı idaresinin zorla çektiğini, acısız ve kimseyi sarsmadan alıyordu. O kadar ki, halk ödediği vergilerin, yükümlülüğünün belki farkında bile olmuyordu. Böylece Avusturyalılar Osmanlılar zamanından fazla para çekiyor, ama bunu daha kolay bir biçimde yapıyordu.” cümleleri ile Osmanlı ve Avusturya dönemini karşılaştırmış, Avusturya hakimiyetinin Osmanlı’ya göre varlığını zor kullanmadan hissettirdiğini belirtmiştir. Avusturya’nın izlediği stratejinin Osmanlı’ya göre daha yumuşak olduğunu ama daha çok kazanç elde ettiğini bu satırlardan çıkarabiliriz. Yazar halkın yeni düzene alışma sürecini de şu şekilde anlatmıştır:
Bu yeni yaşantı hiçbir kasabalının ta ezelden beri ruhunda beslediği emeli kanında taşıdığı şeyi gerçekleştiremiyordu. Hepsi de Hristiyan’ı da Müslümanı da bu yeni hayata, ihtiyatla, türlü çekingenlikle giriyordu. (…) Kâh uzun kâh kısa süren bir duraklamadan sonra çoğunluk kendini bu yeni akıma kaptırıyordu. İş görüyor, alım satım yapıyor, yeni düşünce, yeni davranışlara göre yaşıyordu. Çünkü bunlar herkese yeni ufuklar açıyor ve daha çok imkân sağlıyordu.”

O tarihlerde kasabaya birçok yenilik gelmiştir. Avusturya’nın kasabaya ticari gelişim dışında getirdiği bir başka yenilik de Yahudi bir kadının işlettiği Lotika Oteli’dir. Burada insanlar genelde içki içer ve kumar oynardı. Otelin oraya yapılması ile halk kendini içkiye ve eğlenceye vermiştir ve otel kasabanın merkezi durumuna gelmiştir. Otelin kurulması ile Kapiya’nın değeri azalmış, insanlar eğlence için oteli tercih etmiştir. Ayrıca Osmanlı zamanında kurulan ve çok göz önünde olmayan bir kumarhane yerine oteldeki masalar tercih edilmiştir. Bu da değişen düzenin bir etkisi olarak görülmektedir. Osmanlı zamanında hayır için yapılan hanın, köprünün yerini, maddi kazanç ve eğlence için yapılan bir yapı almıştır.

Bir diğer yenilik de demiryolunun yapılmasıdır. Demiryolu ile köprünün önemi azalmıştır. Sadece sol kıyıdan geçenlerin kullandığı bir yer olmuştur. Sağ kıyı, batı ülkeleri ile yapılan ticaretin önemli bir yeri olmuştur. Trenlerin sefere başlaması ile iki yer arası mesafede geçen süre de azalmıştır. Ali Hoca romanda dikkat çeken bir kişidir. Avusturya’nın yaptığı yenilikleri olumsuz karşılar. Trenin kasabaya gelmesi ile hem zamandan hem de paradan tasarruf ettiklerini söyleyenlere şöyle der:
Eğer gittiğin yer bir cehennemse daha ağır gitmek daha hayırlı olur. Eğer Avusturyalıların bu makineyi senin gideceğin yere çabuk gitmen ve işini daha çabuk görmen için yaptığını düşünüyorsan aptalın birisin. (…) Bir gün gelecek Avusturyalılar seni, trenleriyle istemediğin ve gitmeyi hiç düşünmediğin yerlere de sürükleyecekler.”

Avusturya ile birlikte gelen banka, eğlence merkezi, otel gibi yenilikler ilk etapta hayatı güzelleştiren ve kolaylaştıran şeyler gibi görünse de, aslında kasabaya emperyalizmin getirdiği, eski zamanlardaki tarihi ve sıcak hayatı bozan unsurlardır.

Yazar romanda kasabadaki gençlerin farklı ülkelere eğitim için gittiklerini ve geldiklerinde aralarında nasıl bir ortam olduğuna da değinmiştir. Gençler gittikleri ülkede tıp, felsefe, hukuk alanlarında eğitim görmüşlerdir. Geldiklerinde de Kapia’da toplanıp özellikle milli ve siyasi meseleler üzerinde konuşmuşlardır. Fakat gittikleri Batı ülkelerinde Fransız devrimi etkisi ile yayılan milliyetçilik, liberalizm ve sosyalizm gibi akım ve ideolojilerin etkisinde kalmaları sebebiyle konuşmalar şiddetli tartışmalara dönüşmektedir ve bu da gençler arasında bir gruplaşmanın etkisi olarak görülmektedir. Gençlerin eğitim için gitmesini yazar şu şekilde anlatır:
Başka adamların, başka ırkların, başka çağlarda ve başka ülkelerde yüzyıllar boyunca yaptıkları çabalar sayesinde, hayatları pahasına, hatta hayatlarından da değerli fedakarlık ve feragatlar pahasına yaratmayı ve elde etmeyi başardıkları şeylerin hepsi, kaderin tehlikeli bir hediyesi veya rastlantıyla ele geçen bir miras gibi şimdi önlerine serilmiş bulunuyordu. (…) İsteklerini söylüyor, her şey üzerine serbestçe, ölçüsüz yargılarda bulunabiliyor, istediklerini söylemeye cesaret edebiliyorlardı.

Kitabın son bölümlerinde, Sırplar bir eğlence düzenler. Geleneksel dansları olan kolo oynarlarken kasabaya askerler gelir. Böylelikle 1. Dünya savaşı zamanı başlar. Bombardımanlarla geçen günlerde halk hep korku ile yaşar, Müslümanlar Müslümanların evinde, Sırplar Sırpların evinde kalır ve sosyal yaşam durmaya başlar. Avusturya daha önceden köprünün 7. sütununa patlayıcı yerleştirmiştir ve savaş sonunda bölgeyi terk ederken patlayıcıyı patlatıp köprüyü yıkarlar.

SONUÇ
Eserde yazar, farklı etnik gruplardan oluşan Vişegrad kasabasını ve Drina Köprüsü’nü merkez alarak, o bölgede yaşanan önemli tarihi ve siyasi olayların bölge halkını nasıl etkilediğini, halkın o olayları nasıl karşıladığını objektif bir biçimde anlatmıştır. Olayları yer yer karakterlerin gözünden anlatarak zengin bir anlatım oluşturmuştur. Sadece tarihi olaylar değil, bazı karakterlerin yaşadıklarına da yer verilerek içerik zenginleştirilmiştir. Eser, Osmanlı İmparatorluğu zamanından 1. Dünya Savaşına kadar Bosna’da gerçekleşen siyasi ve toplumsal olaylara halkın gözünden bakabilmek adına son derece faydalı bir eserdir.

MELİSA ÖZAY

Balkan Çalışmaları Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...