Özet
Bu makale, doğa durumu anlayışını üç teorisyenin farklı bakış açılarından incelemektedir. Jean-Jacques Rousseau, Thomas Hobbes ve John Locke, siyasal teorilerini doğa durumu öncülüne dayanarak ortaya koymuşlardır. Doğa durumu, siyaset felsefesinde, “Sosyal Sözleşme” ilkesine uygun olarak insanların devletle ilgili rollerini açıklamak için kullanılmaktadır. Genel olarak doğa durumu, bireylere ceza uygulamayan üstün bir otoritenin olmadığı bir durum olarak tanımlanır. Hobbes, insanların içgüdüsel olarak açgözlü ve şiddete yatkın oldukları varsayımına dayanarak otoritenin mutlak olması gerektiğini savunur, çünkü yalnızca mutlak güç çatışmaya son verebilir ve toplumsal barışı garanti altına alabilir. Locke ise, herhangi bir kimsenin kendisinden alınamayacak haklarının olduğunu ve bu hakların, devlet henüz kurulmamışken de varolan can, özgürlük ve mülkiyet olduğunu belirtmiştir. Rousseau, insanın doğal durumunun nezih ve şefkatli olduğuna inanır, ancak sosyalleşmeyle bu durum değişir ve insan masumiyetini yitirip yozlaşır. Rousseau, insan özgürlüğü ve sosyal barış için genel bir iradeye odaklanan bir yönetimi savunmuştur. Bu makalede doğa durumu kavramını daha iyi anlamak için “doğa durumunun kökeni nedir?” sorusuna cevap aranacaktır ve Locke, Hobbes ve Rousseau’nun doğa durumu hakkındaki düşüncelerini detaylandırarak bakış açılarını ve algılarını karşılaştırılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Doğa Durumu, İnsan Doğası, Thomas Hobbes, John Locke, Jean-Jacques Rousseau
Abstract
This paper explores the interpretation of the state of nature from the viewpoint of three theorists. Jean-Jacques Rousseau, Thomas Hobbes and John Locke have revealed their political philosophies on the basis of the idea that nature is a state of affairs. The state of nature is used as a concept used in the philosophy of politics to describe the position of the people in relation to the government in accordance with the theory of the Social Contract. Generally, the state of nature is characterized as a situation under which there is no higher authority administering punishment to individuals. Hobbes claims that authority must be absolute, based on the idea that humans are naturally selfish and inclined to aggression since only absolute strength will bring an end to the conflict and ensure social harmony. Locke argued that every person has a right that cannot be taken from him or her, and that those rights are life, liberty and property, although the state has not yet been established. Rousseau claims that the normal state of man is good and loving, but with socialization, this situation has changed, and human beings have lost their innocence and become evil. Rousseau supports an administration that relies on the general will for human liberty and social peace. I will search for answers to the question “what is the origin of the state of nature?” in order to better grasp the meaning of the state of nature, and I will compare the viewpoints and interpretations of Locke, Hobbes and Rousseau on the state of nature in this article.
Key Words: State of Nature, Human Nature, Thomas Hobbes, John Locke, Jean- Jacques Rousseau
GİRİŞ
Modern siyasi düşünce, Antik Yunan, Roma ve Hristiyan dünyalarında hüküm süren klasik siyasi düşünceden bir kopuşu temsil eder. Bu bağlamda, Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau’nun fikirleri, siyasi düşünce alanındaki kırılmanın paradigmatik örneklerini temsil etmektedir. Bu araştırmada, bu düşünürlerin siyaset felsefesi alanındaki doğa durumuna ilişkin görüşleri tartışılacaktır. Söz konusu filozoflara göre doğa durumu, devlet formu yokken insanlık durumunun nasıl olabileceğini anlamak için bir düşünce deneyinin temelini oluşturur. Her üç filozof da doğa durumunu bir varsayım olarak görüyordu. Ancak bu filozofların her birinin doğanın durumu hakkında farklı görüşler ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Bu araştırmada öncelikle “doğa durumu” kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için doğa durumu kavramının kökeni incelenecektir. Daha sonra Hobbes, Locke ve Rousseau’nun doğa durumu hakkındaki düşünceleri birbirleriyle karşılaştırılarak tartışılacaktır.
“DOĞA DURUMU” KAVRAMININ KÖKENİ
On altıncı yüzyıldan itibaren birey, toplum ve devlet hakkında geliştirilen fikirler “modern siyaset teorisi” olarak tanımlanmaktadır. Niccolò Machiavelli’den başlayarak, Michel de Montaigne, Thomas Hobbes ve John Locke gibi politik düşünürler, gerçekçi olmadığı için erdem kavramını vurgulayan “klasik politik felsefe” paradigmasını reddettiler (Strauss, 2000). Antik çağda, insanların zeka ve konuşma yetenekleriyle diğer tüm sosyal hayvan türlerinden üstün olduğu ve buna göre ahlaki bir yaşam sürmeleri gerektiği düşüncesi hakim olmuştur. Bu görüşün aksine Montaigne, insanların hayvanlardan üstün olmak bir yana, arzularını kontrol etme noktasında hayvanlardan daha kötü olduğunu savunmuştur (Montaigne, 2015). Montaigne’den sonra, Thomas Hobbes’un da insan doğasına karamsar bir bakış açısına sahip olduğunu söylemek mümkündür. Ona göre insan, akıl yoluyla bulunabilecek bir ahlaki ideal doğrultusunda hareket etmez, bunun yerine kendini koruma motivasyonu belirleyici konumdadır. Doğa durumu olarak tanımlanan bu durum, insanın özgür olduğu, sadece kendi isteklerine ve tabiatın kurallarına itaat ettiği bir dönemdir. İnsanlık, başlangıçta devletin var olmadığı “doğa durumu” nu deneyimlemiş, ancak bu duruma çeşitli nedenlerle son vererek, Hobbes, Locke ve Rousseau’nun savunduğu “Sosyal Sözleşme” adı verilen sözleşme ile devleti kurmuştur .
THOMAS HOBBES
Hobbes, doğa durumunun tasarımını ve devletin çeşitli boyutlarda var olma nedenini ele alan ve bu alanda kapsamlı görüşlere sahip önde gelen düşünürlerden biridir. Hobbes’a göre, insan doğası gereği “animus dominandi” dir (Goodwin, 2010) ve egemen bir otorite olan Leviathan’ın yokluğunda, kendi çıkarlarının peşinde koşan bireylerin rekabeti ve antagonizması ortaya çıkar, yani kaos ve düzensizlik hakimdir ( Newman, 2012). Aynı zamanda, doğa durumundaki insanlar arasında eşitlik vardır. İnsanlar arasında güç farklılıkları olsa da bu farklılıklar önemli değildir. Çünkü zayıf insanlar bile aldatarak veya birleşerek güçlü bir kişiyi öldürme fırsatına sahiptir. Hobbes’a göre doğa durumunda savaş vardır. Devlet olmadıkça herkes her zaman herkese karşı savaş halindedir. Bu dönemde “insan, insanın kurdudur (homo homini lupus)”. Bu dönemde savaşmanın üç ana sebebi bulunmaktadır. Birincisi rekabet ve ilgi duygusu, ikincisi güvensizlik ve üçüncüsü şan ve haysiyete sahip olma arzusudur. Hobbes, doğa durumu için çizdiği bu kaotik ortamın nedenini, bu dönemde tüm insanları korkutacak mutlak bir gücün yokluğuyla açıklar. Hobbes’un söylediğine göre, “korku”, devlet denen bir gücün oluşumunun ana nedenidir. Çünkü devletin birincil görevi toplumda güvenliği sağlamaktır (Hobbes, 1992). Doğa Durumunda varoluş, kaynakların kıtlığı, günahkar, pis, vahşi ve sınırlı yaşamdır (Wolff, 2006, s.8-10). Bu nedenle, insan kendini korumayı sağlamak ve acı ve rahatsızlıktan kaçmak için bir sözleşme yapmıştır. Yani insanlar, sürekli korku içinde yaşadıkları bu doğa durumundan kurtulmak için aralarında bir sözleşme ile tüm otoritelerinden (egemenlikten) vazgeçerek bir devlet oluşturmuşlardır. Sonuç olarak, bu sözleşmeyle herhangi bir yargı yetkisine isteyerek tüm haklarını ve özgürlüklerini feda etmişlerdir (McClelland, 1996). Bu, en önemli otoritenin canlarını ve mallarını korumak ve muhafaza etmekle mükellef olduğu anlamına gelir. Bu, ‘hükümdar’ veya ‘hükümdar’ kurumunun, mutlak başın ortaya çıkmasına yol açar. Bu nedenle insanların mutlak güce karşı hakları yoktur (Boucher ve Kelly, 2003). Hobbes, sosyal sözleşmeye egemenlik üzerinde hiçbir sınırlama getirilemeyeceğine inanmaktadır. Yani, Hobbes’a göre egemenlik, mutlak ve bölünmez olmalıydı.
JOHN LOCKE
Hobbes, insan doğası fikrine dayanarak insan haklarının kaynağını değerlendirirken, benzer bir çıkış noktasını Locke’da görüyoruz. Locke da, insan haklarının ne olduğunu ve doğa yasasının ne olduğunu göstermek için “doğa durumu” fikrini dikkate alır. Ancak başlangıçta söyleyebiliriz ki, Locke doğa durumuna Hobbes kadar kötümser yaklaşmamıştır. Locke’a göre doğa durumu bir özgürlük, eşitlik ve barış halidir, ancak bir düzensizlik hali değildir. Doğa kanunu, insanların Tanrı’nın onlara verdiği sağduyu ve adalet çerçevesinde yaşamasını emreder. Bu yasanın bizzat kanunu olan akıl, kendisine danışacak olan tüm insanlara, başkalarının hayatına, özgürlüğüne veya malına zarar vermemesi gerektiğini emreder çünkü herkes eşit ve bağımsızdır. Ancak doğa kanununu çiğneyenlere karşı bu davranıştan zarar gören herkesin o kişiyi yargılama ve cezalandırma hakkı da vardır. Böylelikle, doğa durumunda kişi bir başkası üzerinde güç kazanır. Ancak bu güç, bir suçluyu öfke veya sınırsız iradesi ile yakalayan kişinin kullanacağı mutlak veya keyfi bir güç değil, sadece soğukkanlı bir zihin ve vicdan gücünden ibarettir (Locke, 2007). Bu nedenle, Locke’a göre, Hobbes’un “homo homini lupus” fikrinin aksine, doğa durumu yalnızca güçlülerin egemen olduğu bir kanunsuzluk durumu değildir. Doğa durumu, insanların rasyonel bir şekilde ve bir devlet otoritesine bağımlı olmadan yaşadıkları bir dönemi temsil eder. Üstelik bu dönemde insanların yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi hakları vardır. Organize toplum, hak ve özgürlüklerinin daha etkili ve daha iyi korunması için yaratılır. Bununla birlikte bireyler, otoriteye girme değil, doğal haklarından güvenli ve özgürce yararlanma konusunda doğal özgürlüklerinden vazgeçerler. Yüksek otorite veya devlet ihtiyacının Hobbes’un güvenliği için bir endişe olduğunu söylemek yanlış olmaz. Locke için bu, özgürlüğü koruma ve geliştirme meselesidir. Bu nedenle, liberal devlette birey, devletle yaptığı sözleşme karşılığında özgürlüğünü garanti ederken realist teoride, güvenliği sağlamak için üst otoriteyi (devlet) yarattı ve devlet adına özgürlüğünden vazgeçmiştir.
JEAN-JACQUES ROUSSEAU
Rousseau, Hobbes ve Locke gibi bir doğa durumu varsayımına dayalı olarak siyasi düşüncesini ileri sürer. Ancak bunu yaparken, çağının siyasi davranışını haklı çıkaran bir doğa durumunu tasvir etmeye çalışmamıştır, daha çok insan adaletsizliklerinin kökenini açıklayan ve mevcut koşulları eleştiren bir tanım ortaya koymuştur (Tannenbaum ve Schultz, 2011). Rousseau, Hobbes’tan farklı olarak, doğa durumundaki insanı özgür, doğa durumunu ise insanlar arasındaki eşitlik ortamı olarak değerlendirir. Rousseau’ya göre doğa durumunda eşitlik, insan doğasındaki çeşitli değişikliklerle eşitsizliğe dönüşmüştür. Bu eşitsizlik zamanla kurumsallaşmıştır ve yerleşik bir fenomen haline gelmiştir. Doğa durumundaki insan, kelimenin tam anlamıyla iyi ve özgürdür. Bu anlamda, Hobbes tarafından olumsuzlanan doğa durumu, Rousseau tarafından olumlu algılanır. Rousseau’ya göre, doğa durumu söz konusu olduğunda, iyi veya kötü, haklı veya haksız gibi kavramlar söz konusu değildir; çünkü insanların birbirlerine karşı görevleri ve sorumlulukları yoktur. İnsanlar arasında zeka, yaş gibi önemsiz doğal eşitsizlikler yoktur. Bu nedenle doğa durumunda “eşitlik”, daha da önemlisi eşitliğin yarattığı “doğal özgürlük” vardır. Rousseau’ya göre, doğa durumu bir savaş hali değildir çünkü doğası gereği insan, kendini sevme ve şefkat duygusuna sahiptir. Bu iki duygu, insanların hem kendilerini hem de başkalarını dengeli bir şekilde düşünmelerini sağlayan iki düzenleyici güçtür. Dahası, Rousseau’ya göre, kendi varlığımızı korumak için gösterdiğimiz özen başkalarına en az zararlı olduğundan, doğa durumu barış ve insan türü için en elverişli durumdur (Rousseau, 2015). Rousseau, merhametin veya sempatinin savaşın patlak vermesini engelleyeceğini belirtmektedir ve ‘medeni insan’ gözlemlerimize dayanarak, ‘doğal insanın’ nasıl davranacağını tahmin edemeyeceğimize işaret etmektedir (Wolff, 2006). Hem hane içinde hem de hanehalkı arasında işbirliği başlatılmıştır ve keşifler ve icatlar hayatı kolaylaştırarak boş zamanlara yol açmıştır. Böylesi boş zamanlar doğal olarak insanların karşılaştırma yapmalarına, kamusal ideallerin bir yolunu bulmalarına, kendileriyle başkaları arasında suçluluk ve kıskançlık, gurur ve küçümsemeye yol açmasına neden olmuştur. Bununla birlikte, Rousseau’ya göre, özel mülkiyetin gelişimi, insanlığın evriminde çok önemliydi; insanın basit, saf bir durumdan yolsuzluk, rekabet, kibir, adaletsizlik gibi günahları işlediği bir hale dönüşmesine neden oldu (Wolff, 2006). Sosyal sözleşme, Rousseau’ya göre, vatandaşların doğa durumundan çıkıp özgür ve eşit kalabilecekleri bir sivil toplum oluşturmaları sürecidir. Rousseau’ya göre, bağımsızlığı ve eşitliği koruyan yasalar, insanların kendilerinin açıkça kabul ettikleri yasaların ortak iradelerinin ifadesiyle (ya da onun ifadesiyle, genel iradeyle) bağlayıcı olabileceği sonucuna varır (Fabre, 2013). Sonuç olarak, tüm nedenlerden dolayı, genel irade, körü körüne itaat edilmesi gereken vatandaşların büyük çoğunluğunun iradesiydi. Başka bir deyişle, bencil çıkarlar için değil, ortak iyilik için oy kullanılır. Halk, devlete ve kendini yönetenlere güç ve yetki verse de egemenlik, genel iradeyi temsil eden halka aittir ve terk edilemez.
SONUÇ
Hobbes, Locke ve Rousseau, politik fikirlerini doğa durumu varsayımı temelinde oluşturdular. Ancak bu üç filozofun doğa durumu hakkındaki düşüncelerinde bazı farklılıklar vardır. Hobbes’a göre, insanlar doğa hallerinde eşit ve özgürdü, ancak savaş ortamında yaşıyordu. Locke ve Rousseau’nun aksine Hobbes, devletin yokluğunu, insan bencil ve rekabetçi olduğu için herkese karşı sürekli bir savaş durumu olarak tanımlar. Hobbes’un, Locke ve Rousseau için, doğa durumu baştan sona bir savaş durumu değildir. Locke’a göre doğa durumu, savaş durumuyla aynı değildir, ancak tam tersi; insanların eşit ve özgür olduğu bir barış, dayanışma ve iyi niyet halidir. Haksız uygulamalarda bir savaş hali ortaya çıkar, ancak bu durum doğa haliyle özdeşleştirilmemelidir. Rousseau’ya göre ise, doğa durumu Locke’da olduğu gibi özgürlük ve eşitlik durumudur ve insanların doğası gereği şefkat ve öz sevgiye sahip olmaları nedeniyle, doğa durumunda savaştan söz edilemez.
MİRAÇ ÖZPOLAT
Uluslararası Hukuk Staj Programı
KAYNAKÇA
Goodwin, A. (2010). Evolution and Anarchism in International Relations: The Challenge of Kropotkin’s Biological Ontology. Millenium: Journal of International Studies, 417-437.
Hobbes, T. (1992). Leviathan. (S. Lim, Trans.) Istanbul: Yapı Kredi Publications, 92-94.
Locke, J. (2007). First Treatise on Government. (F. Bakırcı, Trans.) Ankara: Kırlangıç Publishing House, 10-12.
Montaigne. (2015). Essays. (S. Eyüboglu, Trans.) Istanbul: Turkey Is Bank Cultural Publications, 56.
Newman, S. (2012). Crowned Anarchy: Postanarchism and International Relations Theory. Millenium: Journal of International Studies, 259-278.
Rousseau, J. (2015). Social Contract. (V. Günyol, Trans.) Istanbul: Turkey Is Bank Cultural Publications, 22-45.
Strauss, L. (200). What is Political Philosophy. (S. Z. Hünler, Trans.) Istanbul: Paradigm Publications, 85-90.
D.G. Tannenbaum and D. Schultz. (2011). History of Political Thought- Philosophers and Their Ideas (7 ed.). (F. Demirci, Trans.) Istanbul: Address Publications, 263.
Bouncher,D. and Kelly,P. (2003). Political Thinkers From Socrates to the Present.
NewYork: Oxford University Press, 172-173.
Fabre, C. (2013). Social Contract. The International Encyclopedia of Ethics, 1-5.
McClelland, J.S.(1996). A History of Western Political Thought. London: Routledge,163-223.
Wolff, J. (2006). An Introduction to Political Philosophy. New York:Oxford University Press, 8-32