Doçent Doktor Sinem Kocamaz Hakkında
Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Sayın Doçent Doktor Sinem Kocamaz; lisansını 2002, yüksek lisansını ise 2005 yılında Ege Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlamıştır. Doktorasını, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Avrupa Birliği Çalışmaları alanında “Tony Blair Döneminde İngiltere’nin Transatlantik İlişkilerinin Avrupa Birliği Bütünleşme Sürecine Etkisi” tezi ile 2011 yılında tamamlayan Sayın Kocamaz’ın uzmanlık alanları Avrupa Birliği, Transatlantik İlişkiler, Uluslararası Politik Ekonomi ve Uluslararası Örgütlerdir. Avrupa Birliği ile ilgili yaptığımız röportajımızda bize katkı sağladığı için kendisine hem kendi adıma hem de TUİÇ Akademi ailesi adına çok teşekkür ediyorum. Keyifli okumalar dileriz.
1- Avrupa Birliği (AB) içerisinde bir “ötekileştirme” durumunun olması gözle görülebilir bir gerçek hatta bu durum İslamofobiye kadar sürüklenmiş diyebiliriz. Siz, bu ötekileştirme ve İslamofobi durumunu AB’nin Kopenhag Kriterleri çerçevesinde nasıl değerlendirirsiniz?
Avrupa Birliği, kurucu değerlerini demokrasinin üstünlüğü, insan haklarının korunması, hukuk devleti gibi prensipler üzerinde inşa etmiştir. Kopenhag kriterleri de AB’nin üyelik için beklediği temel koşulları belirlemiştir. AB’ye üye olacak ülkelerin işleyen bir pazar ekonomisi tesis etmeleri ve demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösteren ve korunmasını garanti eden kurumların varlığını inşa etmeleri gerekmektedir. Ancak tüm dünyada artan radikal sağın yükselişi ve popülist söylemlerin artması AB içerisinde var olan İslamofobinin de artmasına neden olmuştur. Bu bağlamda AB üyelik müzakerelerinde somut kriterler yerine İslomofobi ekseninde de değerlendirme yapmaktadır. Müzakere sürecindeki Türkiye de bu bakış açısından etkilenmektedir.
2- Fransa’da Ulusal Cephe lideri Le Pen, Brexit’i “özgürlüğün zaferi” olarak değerlendirmişti ve başkan olursa referanduma gideceğini belirtti. Ayrıca yakın zamanda Fransa’nın en çok okunan gazetelerinden biri olan Le Figaro’da Laurent Herble “Avrupa Birliği’nde Sonun Başlangıcı Mı?” başlıklı bir makale yayınladı. Sizce, Fransa’nın, AB’nin hem en güçlü ülkelerinden hem de kurucu üyelerinden biri olduğu göz önüne alındığında Birlik’ten ayrılma kararı gerçekleşirse Birleşik Krallık’ın yarattığı etkiden daha büyük bir etki yaratabilir mi ve AB’deki prestij kaybı ne ölçüde olabilir?
Öncelikle Birlik’ten ayrılma fikri, AB projesinin geleceğini tehdit eden en tehlikeli fikirdir. İngiltere’nin ayrılışı hem AB’ye hem de İngiltere’ye ekonomik ve siyasi anlamda pek çok şey kaybettirdi. Dolayısıyla popülist akımın etkisiyle hareket etmek hem üyeler için hem de Birliğin geleceği adına tehdit oluşturmaktadır. Fransa’nın Birlik’ten ayrılması ancak Le Pen’in seçimleri kazanması ile gündeme gelebilir. Ancak COVID’in yarattığı yıkıcı sonuçlar, salgın döneminde hiçbir varlık gösteremeyen radikal sağ partilerin yükselişini de engelleyecek bir faktördür. Dolayısıyla Fransa’da Le Pen’in iktidara geleceğini ve AB’den ayrılacağını düşünmüyorum ama elbette böyle bir durum gerçekleşirse AB projesi ciddi bir yara alacaktır ve büyük bir prestij kaybı söz konusu olacaktır.
3- Dışarıdan bakıldığında bir bütün olarak görülmelerine rağmen içeride ülkeleri rahatsız eden ne var ki Birleşik Krallık’ın ardından “exit” tartışmaları doğmuştur?
Ülkelerdeki rahatsızlıktan ziyade güncel gelişmeler, AB şüphecilerini memnun eder şekilde popülist söylemleri beslemiştir. 2008 ekonomik krizi ile başlayan ekonomideki durgunluk, AB’nin gitgide ekonomik gücünü ve rekabetçiliğini kaybetmesi, Suriye savaşından sonra yaşanan mülteci sorunu, yükselen sağ AB içerisindeki popülist söylemi tetiklemiş, AB üye ülkelere fayda sağlayan bir refah projesi yerine üye ülkelere külfet getiren ve egemenliklerini kısıtlayan bir yapı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Dünyada olduğu gibi AB ülkelerinde de iktidara gelen sağ partiler, yabancı düşmanlığını, geleneksel değerleri, korumacılığı ve milliyetçiliği alevlendirdikleri için “exit” tartışmaları gündeme gelmiştir.
4- 2027’ye kadar AB’deki bütçe planlaması gerçekleştiği için herhangi bir genişleme olmayacağının farkındayız. Peki bundan sonraki süreçte Türkiye’nin AB’ye üye olma gibi bir şansının olduğunu düşünüyor musunuz? Türkiye-AB ilişkileri sizce nereye evriliyor?
Türkiye-AB müzakere süreci bir süredir donmuş durumda ve iki tarafın da üyelikle ilgili beklentileri çok azalmış halde. Türkiye ve AB arasındaki sorunlar kısa vadede çözülemeyecek kadar çok ve çeşitli. Bu nedenle taraflar üyelik yerine pozitif gündem olarak isimlendirilen gümrük birliği revizyonu, göçmen mutabakatının yenilenmesi, vize serbestisi gibi başlıklar üzerinden ilerlemeye çalışıyorlar. Kısa ve orta vadede hedef, ilişkilerin yeniden normalleşmesi yönünde. Uzun vadede de üyeliğin gerçekleşmesi yaşanılan sorunlar nedeniyle zor görünmekte.
5- Avrupa’da yükselen popülist söylemler sonucu AB olduğundan farklı bir çizgiye geçebilir mi? Şimdiki birlik algısından farklı bir durum ileride sergileyebilir mi?
Bu tür akımlar genellikle kısa süren akımlardır. Çünkü ekonomik ve siyasi sorunlara gerçek çözümler sunmazlar. Radikal sağın işsizlik, ekonomideki rekabetçiliğin artması ya da AB’nin geleceği açısından ciddi projeler sunduğu söylenemez. Bu çerçevede bu akım da geçici olacak ve AB vatandaşları, bir süre sonra radikal söylemlerden uzaklaşacaklardır. Ancak günümüzde popülizm AB’nin ve tüm dünyanın sorunu olmaya devam etmektedir. AB’nin geleceğini tehdit etmemesi için Birlik içeride refahı yeniden sağlayacak, dayanışma ruhunu destekleyecek politikalar üretmeye devam etmelidir. Eğer AB mevcut sorunlarına kalıcı ve akılcı çözümler getirebilirse popülist söylemlerin hızı kesilecektir.
6- AB; 2004, 2007 ve 2013 yılında, kısa sürede, 3 genişleme hamlesinde bulundu ve 13 ülkeyi Birlik’e kabul etti. Daha tam anlamıyla bütünleşme yaşamadan genişleme yaşamasını AB açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sözü edilen genişlemeler bir amaç doğrultusunda gerçekleşmiş, NATO ile birlikte çifte genişleme hedefinin tamamlanması için yapılmıştır. Dolayısıyla stratejik bir amaca hizmet etmiştir. Doğu Avrupa ülkelerini Rusya’nın etkisinden çıkarmak ve Avrupa’yı yeniden bütünleştirebilmek için yapılan bu genişlemeler Rusya’nın 2014’ten beri ne kadar güç kazandığı incelendiğinde doğru bir hamle olarak değerlendirilebilir. Kaldı ki bütünleşme konusunda yaşanan sorunlar sadece genişleme sürecine önem verilmesinden değil, konjonktürel gelişmelerden farklı iç yapısal problemlerden kaynaklanmaktadır.
7- Suriye’de çıkan ve uzun yıllardır devam eden savaş sonucunda mülteci krizi Avrupa’ya ulaşmış ve Türkiye ile AB karşı karşıya kalmıştı. Sizce bu konuda yanlış atılan adımlar nelerdi? Bu süreçte haklı olan bir taraf var mıydı? Yoksa atılan adımlar taraflarca doğru muydu?
Türkiye’nin mültecilere uyguladığı açık kapı politikasının doğru olduğunu düşünüyorum ancak bu politikanın ülke içi dinamiklere yansıması ve mültecilerin entegrasyonunda yaşanan sorunlar, Türkiye’de kamuoyunun bu konuyu fazlaca sorgulamasına neden olmuştur. Ayrıca daha sonra AB ile yaşanan krizlerde Türkiye’nin AB’yi sıklıkla sınırları açmak ve mültecileri AB’ye göndermek konusundaki söylemleri insani dış politikasına zarar vermiştir. Ancak mültecileri kabul etmek her şeyden önce etik bir sorumluluktur. Bu açıdan Türkiye’nin doğru politika izlediği kanaatindeyim. Bununla birlikte AB, sınırlarını mültecilere kapatıp kale Avrupası “fortress Europe” yaklaşımı ile ciddi eleştiri konusu olmuştur. Özellikle mültecilere uygulanan insanlık dışı politikalar AB gibi değerler üzerine kurulu bir örgütün prestiji açısından oldukça sorunlu bir durumdur. AB-Türkiye ilişkileri açısındansa ilişkilerin sadece mülteci mutabakatına indirgenmesi ve AB’nin Türkiye’ye mültecileri muhafaza eden tampon bir komşu ülke muamelesi yapması kabul edilebilir bir politika değildir. AB’nin Türkiye’deki mülteciler için sağlanan finansman da gereğinden uzun sürmüş ve bu konuda da zorluklar yaşanmıştır. Dolayısıyla iki tarafın da hataları olmakla birlikte göç konusunda AB politikalarının daha sorunlu olduğunu söylemek mümkündür. Bundan sonraki süreçte de Türkiye-AB ilişkilerinin temel konu başlıklarından biri göçmen mutabakatının revize edilmesi olduğundan bu konu taraflar arasında tartışılmaya devam edecektir.
8- Yunanistan ile var olan sorunlarımız üzerine bir de Doğu Akdeniz’deki sorunun eklenmesi sonucunda AB’nin Türkiye’ye yaklaşımı nasıl şekillenebilir? Bu durum AB-Türkiye ilişkilerinin ilerlemesini daha da zorlaştırabilir mi?
Doğu Akdeniz’de yaşadığımız sorunlar, Türkiye-AB ilişkilerini doğrudan etkilemiştir. 10-11 Aralık Zirvesi’nde Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikaları nedeniyle yaptırımlar uygulanması gündeme gelmiş, Fransa ve Yunanistan’ın talepleri taraflar arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olmuş, AB sert olmayan yaptırımlarla zirveyi kapatırken Türkiye’den ılımlı politikalar beklentisinin altını çizmiştir. 25-26 Mart Zirvesi’nde konunun yeniden değerlendirilmesine karar verilmiştir. Aralık-Mart döneminde Türkiye ilişkileri pozitif gündem çerçevesinde olumlu hale getirebilmek için AB ile temasa başlamış, Yunanistan ile istikşafi görüşmelere gerçekleşmiştir. Mart Zirvesi’nde AB, Türkiye ile olumlu diyaloğu yine koşullara bağlamış özellikle Doğu Akdeniz’de ılımlı politikalar uygulaması ve uluslararası hukuka uyması gerekliliği üzerinde durmuştur. Bu çerçevede Doğu Akdeniz Türkiye-AB ilişkilerinin sorun olmaya devam eden unsurlarından olacaktır.
DERYA KÖROĞLU
Avrupa Çalışmaları Staj Programı