Dışişleri Bakanlığı Edirne Temsilciliği Temsilcisi Sayın Elçi Metin Kılıç ile gerçekleştirdiğim röportaj öncesi kendisine TUİÇ Derneği’nin faaliyetleri, amaçları, neler yapmak istediği ile ilgili kısa bir tanıtım yaptıktan sonra TUİÇ Derneği bünyesinde kurulan TUİÇ BALKAM ( Balkan Araştırmaları Merkezi ) ‘ın neden kurulma ihtiyacı duyduğu, kurulduğu günden bugüne neler yaptığı, neler yapmak istediği yönünde de bilgi verdim. Kendisinin de merak ettiklerini naçizane cevapladıktan sonra Edirne ve genel itibariyle Türkiye perspektifinde Balkanları konuşmaya başladık. Uzun ama bir o kadar da doyurucu bir konuşma gerçekleştirdiğimizden röportaj kısmını, söylenilen ve ifade edilen değerler çerçevesinde özetlemeye çalıştım.
Keyifle okumanız dileğiyle…
Trakya Üniversitesi adı itibariyle Balkanların en önemli üniversitesi olarak kendini tanımlamaktadır. Yeni yönetim değişikliği ile birlikte Trakya Üniversitesiyle ortaklaşa çalıştığınız projeleriniz var mı?
Balkanlar ile ilgili bir şeyler yaparlarsa, tabi ki üniversitenin faaliyetlerini destekleriz, üniversiteler bağımsız kuruluşlar olduğundan kendileri bir takım şeyler yapmak isterlerse bizim burada sadece desteğimiz olabilir. Bizim de kendi projelerimiz var elbette.
Balkanlar konuşulduğu zaman, herkes aynı şeyleri konuşuyor, genel konulara bakılıyor, işte Bosna Hersek, Makedonya vs. daha özel konular var mesela mikro milliyetçilik nedir? Neden bu kadar büyük ayrışmalar oluyor? Arnavutluk sorunu nedir? Ne olacak? gibi daha çetrefil konulara odaklanılabilir çok da ilgi çeker o tür şeyler. Mesela ben bir Arnavutluk meselesini ele alan bir kitap görmedim.
O zaman bizlere Temsilciliğin açılma amacını, yapılan projeleri anlatabilir misiniz?
Temsilciliğin açılma amacı, ilk olarak Balkanların yeniden birbiriyle eklemlenmesi ile ilgili. 21 yy Balkanlar için çok iyi anılabilecek bir yüzyıl değildi ama 16. , 17. yy’ dan 19.yy’ a kadar Balkanlar hep birbirine eklemlenmiş, ticaret ve kültür ulaşım merkezlerinin ortasında, gelişen şehirlerdi. O zamanlar Edirne önemli bir nüfusa ve potansiyele sahipti. Makedonya’ya, Üsküp’e Filibe’ye bağlıydı. Bir yandan Selanik’e bağlıydı, Selanik’ten Bosna’ya bağlıydı. Bu şehirler ticaret ve kültürel akış olarak hep birbirleri ile irtibat halindeydi. Bu durum 20.yy’ da kesildi. Sınırlar çekildi, demir perdeler indi. Bu şehirlerin hepsi önemini yitirdiler ve küçük, cılız şehirler olarak kaldılar. Balkanlar eğer 21.yy’da, küresel düzende söz sahibi olacaksa, küçük içine kapanık şehirler olmak yerine bu şehirlerin yeniden canlanması gerekir. Edirne’ye bakıyorsunuz her tarafında tarihi saraylar, camiler, farklı ibadethaneler vs. var ama bir çıkmaz sokak kalmış, etrafı sınırlarla kapanmış, ilişkiler kesilmiş, tarihi hinterlandı bozulmuş dolayısıyla şehir küçülmüş. Edirne ve Balkanlar o eski konumuna tekrar adaydır. Temsilciliğin kurulma amaçlarından birisi de budur; yeniden şehirler birbirleriyle ticaret yapsın, kültürel etkileşimi artsın ve Edirne yeniden doğal hinterlandına kavuşsun. Balkan şehirlerini birbirine eklemleyerek, Edirne’yi eski hayat damarlarına, ticari ve kültürel akış kollarına kavuşturmak ve yeniden Filibe, Üsküp, Selanik ile bağlarının kurularak, Edirne’nin yeniden o tarihte sahip olduğu pozisyona gelmesidir. Birinci amacımız budur. Temsilcilikte genel amaçlarımız; Balkanlardaki temsilciliklerimiz ile buradaki yerel makamlar arasında köprü vazifesi görmek, yerel makamları mahalli idareleri, meslek kuruluşlarını, sivil toplum kuruluşlarını, uluslararası ilişkiler konusunda cesaretlendirmek, onlara yardımcı olmaktır. Bir de Balkanlarda yaşayan soydaş akraba toplulukları var, Trakya ve Marmara bölgesinde de Trakya kökenli vatandaşlarımız var, bunlar arasında da girişimi arttırmak, köprü olmak, sorunlarını halletmek, temsilciliğimizin amaçlarındandır.
Balkan kökenli insanların Türkiye’ye entegrasyonu konusunda çalışmalarınız var mı? Öğrencisi olduğum Trakya Üniversitesi’nde çok fazla Balkan kökenli arkadaşlarımız var. Onlar için de kolaylaştırıcı olmak gibi bir pozisyonunuz var mı?
Biz daha çok dış ilişkiler konusuyla ilgilenmekteyiz, entegrasyon başka bir birim, bakanlığımızın nezdinde başbakan yardımcılığımızın konusu, biz sadece Balkanlar ile onlar arasındaki ilişkileri geliştirme görevini üstleniyoruz. Örneğin, Bulgaristan’dan göç etmiş vatandaşlarımız var, bu vatandaşlarımızın Bulgaristan ile yeniden bağlarının kurulması, ilişkilerin canlanması, Bulgaristan’a gidip gelmeleri, seçimlere katılmaları, orası ve burası ile ilgilenmeleri vs. gibi. Çifte vatandaşlık, sosyal güvenlik ya da diğer bazı sorunları var ise, onların çözümlenmesi bizim daha çok alanımız, yani dışarıyla irtibatta olan kısım. Ama tabi öğrenciler bizim bir açıdan dış politika olarak konumuz ama onların eğitimleri, entegrasyonları vs. Başbakanlık nezdinde Yurt Dışı Türkler Başkanlığı’nın görevi.
Edirne, Yunanistan ve Bulgaristan’a sınır olan bir şehir, biliyorum ki sınır tabelalarını görüp sınırın ötesine geçememek Edirne halkının ve öğrencisinin canını acıtan bir durum. Vizelerin kaldırılması ya da kolaylaştırılması konusunda hükümetle birlikte sizinde bulunduğunuz temaslar var mı?
Balkanların en büyük sorunu sınırlardır. Çünkü sınırları koyduğunuzda bu şehirlerin doğal hinterlandını kesiyorsunuz. O zamanda onlar güdük şehirler olarak kalıyorlar, en büyük sorun budur. Balkanları yeniden eski gücüne kazandırmak istiyorsak şehirlerarasındaki etkileşimi yeniden birbirlerine açarak, şehirlere o doğal hinterlandını kazandıracaksınız. Bizim amacımız bu. Yani 21.yy’da görmek istediğimiz Balkanlar bu. Ancak bu böyle olmuyor malum Avrupa birliği şartları var, Balkanlara sınır çiziyor ve vize uyguluyor. Biz bu tür yapay sınırlara karşıyız. Sınırlar hem insanlar arası etkileşimi hem de ticari etkileşimi kesiyor. Dolayısıyla bizim amacımız -ki o yüzden biz hiçbir ülkeye vize uygulamıyoruz-vizelerin kaldırılması ve sınırların geçişken olması, sınırlar geçişken olmazsa Balkanlar yine bölünmüş, ekonomik olarak gelişememiş, Dünya’daki küresel siyasette, küresel düzende parçalanmışlıkla, mikro milliyetçilikle anılan yer olarak kalır. Hâlbuki 16. Ve 17. yy’da olduğu gibi şehirlerarasında insanlar birbirleriyle iletişim kursa, Balkanlar gene o eski ekonomik ve kültürel gelişmişliğini kazanacaktır. O zaman mikro milliyetçilikte olmayacaktır, çünkü insanlar birbirlerini görecektir, tanıyacaktır.
Mesela Yunanistan’da, Meriç’in hemen öbür tarafında, insanların buraya (Edirne) geçişi aslında serbest, vize olmadan geçebiliyorlar, Türk vatandaşların geçişinde vize var ama onların geçişinde yok, buna rağmen insanların geçmediğini görüyoruz, alışveriş için gelen küçük bir azınlık dışında, insanların sosyal temas için bu taraflara geçmediğini görüyoruz, hâlbuki son derece yakındır. Çok kısa bir mesafe sonrasında sınırla karşılaşıyorsunuz ve sınırın hemen öbür tarafında Dimetoka, Soufli (Sofulu), Drama var. Orada yaşayanlarında sınırın bu tarafından göçen insanlar olduğunu görüyoruz. Bu insanların bile çekindiklerini, o sınırın daimi sınır olduğunu yani vizeyi kaldırmanıza rağmen o psikolojik sınırın kaldırılamadığını görüyoruz. Bazı vesileler ile geldiklerinde de şaşırdıklarını görüyoruz, ‘Biz burayı böyle bilmiyorduk, insanlarını böyle bilmiyorduk’ diye. Dolayısıyla sınırların kalkması son derece önemli çünkü sınırlar kalkmazsa insanlar birbirlerini tanıyamazlar, insanlar arası ilişkiler olamaz ve böyle olmadığında da mikro milliyetçilik gibi radikal akımlar güç kazanır. Nasıl ki Yunanistan’dan Folklor ekibi gelip burada gösteri yaptığında, buradaki insanlar ‘aynı bizim müzikler’ diyor, aynı şekilde onlarda gelip buradaki insanları, yemekleri, müzikleri gördüklerinde ‘bizim farkımız ne bu insanlardan’ diye düşünüyor. Ama sınır koyarsanız, nehrin kenarına gelir de bu tarafa uzaktan bakarsa o zaman öbür taraftan bu taraf için hiç olmadık şeyler de düşünür, o radikal akımların bahsettiği türden insanlar da görür, hayalinde canlandırır durur ve bir türlü o psikolojik sınırı aşamaz. Bu açıdan haklısın sınırların kaldırılması lazım.
AB ile vizelerin kaldırılması yönünde çalışmalarımız var. Bu kaçak göçmenler daha doğrusu geri kabul anlaşması ile bağlantılı, geri kabul anlaşmasının bir parçası da vizesiz seyahat konusu, onu gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Sizce Türkiye’deki Balkanlar Algısı nedir?
Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye Balkanlara bir o kadar yakın ve bir o kadar da uzak. Çok yakın çünkü neredeyse her insanın ailesinde bir Balkan göçmeni vardır doğal olarak, çünkü büyük acılar yaşanmış, Balkan savaşlarından itibaren göçler 1989’a kadar devam etmiş ve hala da gizli göçler var. Bu yüzden her insanın ailesinde, çevresinde, Balkan göçmeni vardır. İnsanlara Ohri, Üsküp, Saraybosna, Mitrovica, Belgrad dediğimiz de biliyor bu yüzden de çok yakın hissediliyor. Fakat o bilgi orada kalıyor onun ötesine geçen somut bir adım yok. Balkanlara gitme-gelme, derinlemesine anlama, hatta oralardan çok eskiden göçmüş insanların atalarının geldikleri yerleri merak etme durumu da çok azdır. Göçler dolayısıyla Balkanlar bizim o kadar içimizde ki, insanlar orayı bizden bir yer olarak kabul ediyor ama dışarıda bir yere gösterdiği ilgiyi de göstermiyor. Balkanların aslında resmi kurumlarında da öyledir, Balkanların biraz ihmal edildiği açık, mutlaka ki sivil toplum kuruluşları, yerel makamlar tek tek faaliyette bulunuyorlar, gidiyorlar, ramazanlarda bayramlarda ziyarette bulunuyorlar, yardım faaliyetleri yapıyorlar, oradan öğrenciler getiriyorlar vs. ama derinlemesine bir Balkan ilgimizin olmadığı da açık.
Peki hükümet nezdinde kurulan TİKA, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları, Yunus Emre Enstitüleri gibi kuruluşların Balkanlardaki faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Mesela Balkanlardaki arkadaşlarımla konuştuğum da Türkiye’nin Balkanlar konusunda duygusal davrandığını, fiiliyatta çok fazla bir şey yapamadığını dile getiriyorlar. Sizce?
Eskiden dış politika sadece Dışişleri Bakanlığı nezdinde idi şimdi dış politikaya yardımcı birçok kuruluş oluşturuldu. TİKA, Yurt Dışı Türkler Akraba Toplulukları, Yunus Emre Enstitüsü vs. bunlar bir ülkenin dış politikasındaki yardımcı unsurlar ama dış politikada bir bütünlük var, bunlar tek başlarına hareket eden kuruluşlar değil, birbirleriyle ilintili olan kuruluşlar. Bunların Balkanlarda çok büyük faaliyetleri var, Yunus Emre Enstitüleri kurulabildikleri yerde eğitsel amaçlı faaliyetlerini sürdürüyor. Özellikle Arnavutluk, Makedonya, Bosna Hersek, Kosova tarafına baktığımızda TİKA’nın ve diğer kuruluşların faaliyetlerinin yoğun olduğunu görüyoruz. Ancak Balkanların bazı bölgelerinde bu faaliyetler daha düşük çünkü hala bazı sorunlar var. Örneğin bir Bulgaristan’da TİKA’nın ve Yurt Dışı Akraba Topluluklarının, Yunus Emre’nin faaliyetleri kısıtlıdır. Ancak genel olarak baktığımızda bu kuruluşların ister Balkanlardaki zor durumdaki topluluklar olsun, onların ihtiyaçlarının giderilmesinde olsun, gerek orada yaşayan soydaş ve akraba topluluklarının ticari, kültürel ihtiyaç sorunlarının çözülmesi olsun, oldukça yoğun faaliyet gösterdiğini görüyoruz. Çok sayıda Balkanlardan gelen öğrenciler üniversitelerimizde burslu eğitim görüyorlar. Nüfussal olarak baktığımızda da özellikle Orta Asya’dan gelen topluluklara oranla, oranın çok fazla olduğunu görüyoruz. Bu öğrencilerimiz tabi ki eğitimlerini bitirdikten sonra tekrar geri dönerek oradaki iş gücüne ve ilişkilerin de geliştirilmesine, sürdürülmesine katkıda bulunuyorlar.
TİKA’nın küçük projeler gibi görünen ama Balkan toplulukları için son derece önemli olan projeleri var. Su kaynakları arıtma tesisleri, mandıracılığı geliştirmek, okul yapmak, küçük ticari işletmeler yapmak, hayvancılıkla ilgili bazı tesisler yapmak yani Balkan ekonomisine katkısı olacak yatırımlar yaptığını görüyoruz ki TİKA’nın görevlerinden biri de budur zaten teknik altyapıya yönelik yardımlar yapmak. Yunus Emre Enstitüleri son derece başarılı işler yapıyorlar özellikle eğitsel alanda. Bu kuruluşlar, Balkanların belki de çok bölünmüş olması, çok fazla topluluk ve grubun yaşıyor olması sebebiyle her yere yetişemediği yönünde bir görüntü oluşturabilir ama genel olarak Balkanları bir nüfus olarak ele alıp baktığımızda TİKA ve diğer kuruluşların çok yoğun çalıştığını görüyoruz.
Balkan ülkeleri için genel kanaat; milliyetçi çatışmalardan ziyade sancılı bir devlet inşa sürecinin olduğu yönünde, bu süreçte sizce tek çıkış yolu AB entegrasyon süreci midir? Balkan ülkeleri ortak bir pozisyon belirleyemez mi? Bu noktada Güney Doğu Avrupa Birliği İşbirliği Süreci’ni nasıl değerlendirebiliriz?
AB’nin Balkanlara yönelik bir entegrasyon süreci var, Batı Balkanlar açılımı var, bu kabaca Balkanların tamamını Avrupa Birliği bünyesine alıp o bölgenin yani ‘Gri bölgenin’ bırakılmaması. Ama bu uzun süredir gerçekleşemiyor, hem Avrupa Birliğinin entegrasyon sürecindeki zorluklar sebebiyle hem de Balkanlardaki bazı ülkelerin hala çözülmemiş sorunlarının olması sebebiyle. Türkiye’de Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen bir ülke, üyelik süreci devam ediyor dolayısıyla Balkanlardaki tüm ülkelerin de üyeliğini arzu ettiği görülüyor. Balkan ülkeleri arasında da ‘Ben Avrupa Birliği’ne üye olmak istemiyorum, farklı bir yol izlemek istiyorum’ diyen yok. Bu çerçevede bir Avrupa Birliği süreci var fakat ortaya şöyle bir sorun çıkıyor; Avrupa Birliği’nde yapısal bir kriz var ve bu kriz devam ediyor daha da şiddetlenebilir yada çözülebilir ama bunu bilemeyiz. Balkan ülkelerinin mutlaka başka entegrasyon vasıtalarına ihtiyacı var, bundan on sene yirmi sene sonra Avrupa Birliği iyi bir seçenek de olabilir, olmayadabilir. Dolayısıyla Balkan ülkelerinin her şeye hazırlıklı olması lazım. Bu hazırlık da Balkan ülkelerinin kendi aralarında entegrasyonu arttırmak, çalışabilir mekanizmalar oluşturup, eğer Avrupa Birliği üyeliği bir çözüm olacaksa, karlı olacaksa o çözüme de öyle gitmeleridir. Yani şimdiden kendi aralarında o entegrasyonu arttırıp ilerde Avrupa birliği üyesi olunacaksa o üyeliğe de daha entegrasyonu, işbirliğini sağlamış, söz sahibi olmuş bir şekilde, eğer olmayacaksa da o entegrasyonu devam ettirip, söz sahibi olabilecekleri bir düzeye gelmeleri. Buna ihtiyaç var ve bunu da yapacak olan Balkan ülkelerinin kendisidir. Burada ben Türkiye’yi de bir Balkan ülkesi olarak görüyorum ve o çerçevede söylüyorum. Balkan ülkeleri kendi aralarındaki 20.yy’ ın o anılarda kalan sorunlarını unutup, entegrasyonu 16.-17.-19.yy’da olduğu gibi arttırıp, şehirleri, insanları birbirlerine açıp, Balkanları yeniden ekonomik ve kültürel faaliyetlerin merkezi haline getirebilirlerse, 21.yy’da ancak öyle söz sahibi olabilirler, yoksa Balkanlar AB yolunda ilerlese bile 21.yy’da da 20. yy’da olduğu gibi kötü örnek olmaya devam ederler. Bu söylediğim Avrupa Birliği karşıtlığı değil çünkü biz de Avrupa Birliği üyesi olmak isteyen bir ülkeyiz, bizim tercihimiz şimdiden tüm Balkanların ekonomik, sosyal, kültürel entegrasyonunu kuvvetlendirici faaliyetlere girişmeleri ve küresel düzeyde söz sahibi olmaları ondan sonra AB iyiyse katılabilirler, değilse kendi entegrasyonlarını sürdürebilirler ancak böyle 21.yy’da küresel düzeyde söz sahibi olabileceklerini düşünüyorum.
Türkiye’yi bu noktada arabulucu olarak görüyor musunuz? Sırbistan Dışişleri Bakanı İvan Mrkiç, “Batı Balkan ülkeleri arasındaki tansiyonun düşmesinde ve ilişkilerin gelişmesinde Türkiye’nin önemli bir rol üstlendiği” şeklinde açıklaması var. Türkiye gerçekten Balkanlarda iletişimin gelişmesinde önemli bir aktör mü?
Balkanlarda 20.yy’ın kötü anılarını unutmak lazım. Etnik çatışmalar, mikro milliyetçilik ve bir takım hoş olmayan anılar var. Balkan ülkelerinin bu sorunları aşabilmesi için, mutlaka bir arabulucuya ihtiyaçları var, bu arabuluculuğu zamanında ABD, AB’de yaptı. Ancak Türkiye hem bir Balkan ülkesi olduğu, tarihsel ve kültürel olarak Balkanların bir parçası olduğu için hem de ekonomik ve diğer alanlarda Dünya çapında söz sahibi olan bir ülke olduğu için bu arabuluculuğu çok daha etkin bir şekilde gerçekleştirmekte. Bosna Hersek ve Sırbistan arasındaki uzlaşmanın sağlanması konusu olsun, Makedonya’nın sorunlarının çözülmesi olsun bunların hepsinde Türkiye’nin oynayabileceği roller var. Bu açıdan Türkiye’nin Dış Politikasının Balkanlar ayağının bir parçası da Balkanlardaki entegrasyonun sağlanıp, etnik sorunların çözülmesi konusundadır. Türkiye, hem arabulucu hem de entegrasyona yöneltici faaliyetlerin oluşmasını sağlayan ve teşvik eden ülke pozisyonundadır.
Peki Balkanlardaki barışı ve istikrarı sağlamak adına hükümetin Sırbistan politikasını, Sırbistan ile atılan önemli ekonomik adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sırbistan geçmişten beri Balkanlarda önemli ve ağırlığı olan bir ülke. Sırbistan’ın Türkiye için bir diğer önemi de Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısı konumunda olması. Dolayısıyla Sırbistan ile ilişkilerimiz hep bu çerçevede devam etmiştir. Elbette Türkiye’de de zaman zaman tarihi olaylardan kaynaklanan bir takım olumsuz düşünceler ortaya çıkmıştır ancak iki ülkenin geleceğinin hep işbirliğinde, entegrasyonda, iletişimde olduğu anlaşılmıştır. Birçok Sırp vatandaşımızın Türkiye’ye gelme yönünde tercihte bulunması da halklar arasındaki iletişimi arttırmıştır. Dolayısıyla Sırbistan’a yaklaşımımız iyi ilişkiler kurma yönünde olacaktır.
Sorulara şimdi de komşularımızdan devam etmek istiyorum, Bulgaristan’da yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı protestoların başlamasıyla hükümet erken seçim kararı almıştı. Siz Bulgaristan’ı erken seçime götüren sıkıntıları ve seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bulgaristan AB üyesi olunca tüm sorunlarının çözüleceğini düşünen bir ülke konumundaydı. AB üyeliği onlar için bir kurtuluştu. Yapısal sorunları, ekonomik sorunları AB üyeliği ile kalkacaktı. Ancak bunun böyle olmadığı görüldü. AB üyeliği Bulgaristan’ın sorunlarının çözümünde krizle birlikte pek de etkili olamadı. Hem ekonominin kötüye gidişi hem de AB üyeliğinin yerel bazda ekonomik dinamikleri yok etmesi, ekonomik krizin artmasına sebep oldu. Dolayısıyla biz Bulgaristan’daki temaslarımızdan şunu görüyoruz; Bulgaristan, AB’nin kendisine ekonomik alanda mucizevî bir gelişme sunamayacağını görmüş durumda. Bulgaristan’da seçimlerle gelecek olan hükümetlerin aynı seçimlerden önceki hükümetlerde olduğu gibi yükselen ekonomik güçlere doğru yöneleceğini göreceğiz.
Genel bir şey söylemek gerekirse, 20.yy’da Dünya’nın ekonomik odak noktası Atlas Okyanusu’ndaydı, ABD ve AB’nin ekonomik faaliyetleri Dünya’nın ekonomik faaliyetlerinin çok büyük bir kısmını oluşturuyordu. Şimdi ise o odak noktası Pasifik’e doğru kaymış durumdadır, çünkü artık Güney Doğu Asya’da ekonomik olarak bir yükselme var, Çin, Dünya’nın ikinci büyük ekonomik gücü oldu. 2020’lerde Çin’in Dünya’nın birinci ekonomik gücü olması bekleniyor. Yine Hindistan’ın ve diğer Güney Doğu Asya ülkelerinin de ekonomik faaliyetleri ve potansiyelleri çok fazla. Bulgaristan’daki genel yaklaşım da Dünya’nın yükselen güçlerine Çin’e, Türkiye’ye -Güney Doğu’nun yükselişi derken buna Türkiye’yi de katıyorum- doğru yönelimin olacağında. Yani Bulgaristan’daki hükümetlerde yönünü daha fazla bu taraflara çevirecektir. Türkiye ile işbirliğine yönelecektir.
Bulgaristan devlet adamları ile girdiğimiz toplantılarımızda, AB rejiminin kendilerine yarar getirmediğini, kendilerini kısıtladığını, AB’nin göçmen girişini engellemek adına Bulgaristan’ın ekonomik yapısına zarar verdiğini gördüklerini gözlemliyoruz. Bu nedenlerden ötürü eğer seçim tekrar edilmeden yeni hükümet kurulabilirse bu yeni hükümetin de yönünü Türkiye’ye çevirecekleri aşikardır.
Yunanistan da yönünü Türkiye’ye çevirmiş durumda, geçtiğimiz haftalarda Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) toplantısı için Yunan heyeti İstanbul’a gelmişti ve sonrasında ekonomik alanda anlaşmalar imzalanmıştı. Türkiye’nin Yunanistan ile yüksek seviyede olan ekonomik işbirliğine ve bu perspektifte Kıbrıs sorununa nasıl bakabiliriz?
Yunanistan’da AB’deki krizlerle birlikte yapısal anlamda çok fazla zarar gören bir ülke. Onlar da Türkiye’ye yönelmekte. Bu çerçevede uzun süredir yapılamayan Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Başbakanlar başkanlığında geçenlerde İstanbul’da yapıldı. Yunanistan’da ekonomik sorunların ötesinde bir diğer önemli sorun da yükselen aşırı milliyetçilik. Bir yandan ekonomik faaliyetlerin durmaması ve canlanması için yeni ekonomik dinamiklerin aranması nedeniyle Türkiye’ye yönelinmesi var öbür yandan bu kötü durumdan beslenen aşırı milliyetçiliğin yükselişinde Türkiye’ye karşı oluşan bir durum var. Yunanistan şimdi bununla boğuşmaktadır. Bir taraftan işbirliğini yararlı görürken diğer taraftan aşırı milliyetçiliği engelleyememektedir. Bizim Balkan entegrasyonu politikamızın amacı söylediğim gibi sınırların açılması, insanların kültürel, ticari faaliyetlerini sürdürebilmesi, ekonominin ticari faaliyetlerle birbirine kenetlenmesidir. Yunanistan’a her türlü işbirliğine açık olduğumuzu söyledik ama en büyük sorunları milliyetçilik.
Yunanistan, Türkiye için önemlidir. Selanik Limanı Türkiye için önemli bir transit limanı olabilir. Türkiye’nin ekonomik faaliyetleri çok fazladır, sadece Bulgaristan kapısı Türkiye’ye yeterli olmamaktadır. Selanik Limanı da Türkiye’nin bir transit limanı olup, Türkiye’nin Avrupa’ya açılan koridorunun bir parçası haline getirilebilir. Bu hem bizim için hem Yunanistan için yararlıdır. Çünkü söyledim size, Selanik ve Edirne birbirinden koparılınca güdük şehirler olarak kaldılar. Hâlbuki bu şehirlerin tarihte önemleri çok büyüktü.
Şimdi bu entegrasyonu tekrar sağlayıp Selanik’i geliştirmek mümkündür. Bunlarda iki ülke için karlı projelerdir. Ancak Yunanistan’daki krizden beslenen aşırı milliyetçilik hala Yunanistan’ın bu konularda rahat ve önyargısız adım atmasını engelliyor. Bu sorununda güçlü hükümetlerle hallolunacağını umuyorum. Kıbrıs ve Ege sorunlarını da bu perspektifte değerlendirebiliriz. Bu sorunlar yapay sorunlardır, işbirliği ile çözülebilir sorunlar ama bazen bunun böyle olmadığını görüyoruz. Örneğin krizden dolayı hiçbir yabancı banka Yunanistan’a kredi açmıyor, dolayısıyla Yunanistan’da KOBİ’lerin gelişmesi şu anda mümkün değil, krizden en çok etkilenen zaten KOBİ’lerdir, çünkü bunların kredilere ihtiyaçları vardır. Hiçbir bankanın ise bunlara kredi açacak gücü yok. Hâlbuki bizim Ziraat Bankamızın özellikle Batı Trakya’da -bölgenin en yoksul yerinde- şubeleri var, bankamızın KOBİ’lere kredi açması mümkün ancak bu teklifi -üstelikte BM Kalkınma Fonu aracılığıyla- yapmış olmamıza rağmen reddettiler. Bu mantıksızca bir red. Çünkü ekonominin kaynağı olan KOBİ’lerin çalışması için krediye ihtiyaç var ve önünüzde kredi verecek bir banka var ama aşırı milliyetçilik nedeniyle siz o banka Türk Bankası diye kabul etmiyorsunuz. Dolayısıyla hala aşırı milliyetçiliği Yunanistan aşabilmiş değil.
Yunanistan ile aramızdaki bir diğer sorun da, din ve vicdan özgürlüğü konusunda. Yunan hükümetinin ibadethanelerin açılması konusunda ve müftü seçimi konusunda bir türlü adım atmamasının nedeni nedir? Bu konuda temaslarınız oluyor mu?
Bu da kendini Batı Trakya’da gösteren ve aslında milliyetçilikten kaynaklanan bir sorun. Batı Trakya’da Müslüman Türk azınlığın kendi müftülerini, dini liderlerini seçme hakkı var, fakat Yunan hükümeti bu hakkı tanımıyor ve kendi müftüler atıyor, bu müftüler toplumda saygı görmemekle birlikte, hala Yunan makamları bunları muhatap alıyor. Şimdi de Yunan makamları okullardaki Müslüman din derslerine ve camilerdeki Kur’an kurslarına da el atmış durumda, o derslerin de devlet aracılığıyla kendi seçtiği maaşlı öğretmenler yani Müslüman Türklere yabancı kişiler aracılığıyla verilmesini sağlıyor. Bunlar hep din ve vicdan özgürlüğüne, Lozan anlaşmasına aykırı hususlar. Orada sadece binlerce Müslüman Türk olmasına rağmen camii açılmasına izin vermiyorlar. Bunların karşılığına baktığımızda mesela cemaati olmamasına rağmen Edirne Uzun Köprü’deki Aziz İoannis Kilise’sinin açılışı gerçekleşti. Kilisenin açılışına Fener Rum Patriği Bartholomeos ile Dimetoka Metropoliti Damaskinos da katıldı. 1500’e yakın kalabalık bir Yunanlı konuğun katılımının eşliğinde ilahiler okunarak, dualar yapılarak açılış gerçekleşti. Hatta Patrik Bartholomeos’un kendisi de söylüyor; din ve vicdan özgürlüğünün en önemli gereklerinden biri ibadethane inşasıdır.
Edirne açısından baktığımızda Edirne’de iki tane Bulgar Ortodoks kilisesi var ve ikisi de faal, çalışan ve cemaati olan kiliseler. Sinegog’un da 2014 Mart ayında restorasyonu tamamlanacak. O da Edirneli Musevi cemaate, kültürel etkinliklerini gerçekleştirip, düğünlerini yapabilecekleri bir mekân olarak restore edilip, hizmet verebilecektir. Edirne’de Musevi Mezarlığı vardır, Mezarlık şimdi Musevi cemaati tarafından duvar çekilerek koruma altına alınıyor. Baktığınızda bizim açımızdan din ve vicdan özgürlüğü önemli ancak Yunanistan’ın hala milliyetçi akımlarla ve devletin de teşvikiyle bu özgürlüğü engellendiğini görüyoruz. Biz de din ve vicdan özgülüğünü sağlaması konusunda Yunanistan’a telkinlerde bulunuyoruz. Bu konuda tabi ki Uluslararası mahkemelerin de kararları var. Yunanistan ile ilişkilerde bu ayağın da düzeltilmesi gerekir ki Balkan entegrasyonu için sağlam adımlar atılabilsin.
Son olarak Uluslararası İlişkiler okuyan öğrencilere ve özellikle bu alanda Balkanları tercih eden öğrencilere bulunmak istediğiniz tavsiyeleriniz ve önerileriniz var mı?
Uluslararası ilişkiler öğrencilerinin önü çok açıktır. Türkiye bugün Dünya çapında dış politika yapan bir ülkedir. Haritaya baktığımızda Türkiye’nin diplomatik temsilciliğinin olmadığı bir kutupları bir de birkaç tane ülkeyi görürsünüz. Bunun sonucu olarak Dışişleri Bakanlığı ve nezdinde çalışan kuruluşlar büyür. Bu da demektir ki çok fazla Uluslararası İlişkilere ilgi duyan kişilere ihtiyaç var. İkincisi Türkiye’nin bir eksiği vardır, o da Uluslararası Kuruluşlar içinde faaliyet gösteren Türklerin azlığıdır. BM, BM’ye bağlı kuruluşlar, Uluslararası Göç Örgütü, NGO’lar olsun vs. uluslararası çapta gayret gösteren bir sürü kuruluşta Türklerin sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunun da değişmesi Uluslararası İlişkiler dalında eğitim gören öğrenciler ile ilgili. Yani bugün BM’de çok sayıda Pakistanlı, Hintli, Kenyalı bulunup Türk bulunmuyorsa bu da Uluslararası İlişkiler alanında yeterli öğrenci yetiştiremediğimizdendir. Ya da yetiştirdiğimiz öğrenciler bu kuruluşlara değil de başka şeylere ilgi duyuyorlar. Hâlbuki Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı olsun, Uluslararası Göç Örgütü, BM’nin ilgili kuruluşları olsun bunların hepsi Dünya’da uluslararası politika yapan, her yerde aktif olan örgütlerdir ve buralarda Türk elemanların sayısının artması Türkiye’nin küresel düzeyde de dış politika yapmasına yardımcı olacaktır. Uluslararası ilişkiler öğrencilerinin sadece ülke içi imkânları değil uluslararası kuruluşlarda çalışma imkânlarını da iyi değerlendirmeleri, bu kuruluşların da bir parçası olmaları lazım. Aynı şey Balkan çalışan öğrenciler içinde geçerli, Balkan örgütleri içerisinde de çalışan Türk memur sayısının çok olması beklenir çünkü Türkiye’nin hem ekonomik hem nüfus büyüklüğü fazladır. Böyle bir Balkan kuruluşunun da Türkler tarafından domine edilmesi gerekir ama baktığımızda böyle olmadığını yani ilgi gösteren, çalışmak isteyen öğrenci sayısının az olduğunu görüyoruz. Bu çok büyük bir eksiğimizdir. Madem biz bir Balkan ülkesiyiz ve Balkanlar daimi kültürel ortak olduğumuz bir bölge, Balkanlar ile ilgili Uluslararası kuruluşlar ortaya çıktığında burada da çalışacak uluslararası Türk memur sayısının çok fazla olması beklenir. Günümüzde bu imkânlar ancak hükümetin teşvikiyle olabiliyor. Bu ilgi eksikliğinin ortadan kalkması lazım.
Son olarak Sayın Elçi Metin Kılıç, Balkanlardaki araştırma eksikliğini, çalışmaların derine inilmeden yapıldığını, Balkanlara yüzeysel bakıldığını ve bu tür akademik çalışma yönündeki öğrenci hareketlerinin Balkanlar konusundaki bu ciddi açığı kapatması gerektiğini umarak, bizlere çalışmalarımızda başarılar dilediğini söyledi.
Bende kendisine bu güzel röportajı TUİÇ BALKAM adına gerçekleştirmemi sağladığı için ve ayrıca verdiği dipnotlar, öneriler ve samimi cevaplarından ötürü teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu röportaj TUİÇ BALKAM Genel Sekreteri Dilek KÜTÜK tarafından 17.05.2013 tarihinde saat 10.30 da gerçekleştirilmiştir.