Diktatörler Cennete Gider mi?

20 Ekim Perşembe günü tüm dünyada televizyon izleyen ve internette haber sitelerine giren insanlar için aylar, belki de yıllar boyu unutulmayacak bir görüntü, Libya’nın otokratik lideri Muammer Kaddafi’nin (1942-2011) doğduğu kent olan Sirte’de muhalif direnişçiler tarafından yakalanması, yerlerde sürüklenmesi ve linç edilerek öldürülmesinin kanlı videosuydu. Görüntülerdeki vahşet tüm izleyenleri rahatsız ederken, aslında bu sahneyi siyasi olarak hazırlayanlar (NATO güçleri), kitle iletişim araçları ve politik psikolojiyi kullanarak siyasal rakiplerine önemli mesajlar vermekteydi. Henüz NATO’nun askeri kanadına yeni dönmesine karşın Libya operasyonunda başı çeken ülkelerden olan Fransa’nın jet uçaklarının Sirte yakınlarda bir konvoyu bombalamasının ardından, Libyalı direnişçilerin bölgeye yaptığı baskında oğullarıyla beraber yakalanan Muammer Kaddafi’nin “Yeşil Kitap” adlı eserinde önerdiği ilginç siyasal fikirleri, Batı emperyalizmi karşısında uluslararası terörizme verdiği önemli destek, Batı basınında sıklıkla yer bulmuş yurtdışı ziyaretleri ve özel hayatı ile 42 yıllık diktatörlük kariyeri başka bir yazıda ayrıntılı olarak incelenmeli. Fakat ben bu yazıda daha çok Kaddafi’nin sonuna neden olan siyasal ve uluslararası süreçler ile Kaddafi’nin linç görüntüleri ve bunun politik psikoloji açısından kullanımına dikkat çekmek istiyorum.

Büyük Orta Doğu Projesi ile; Putin liderliğinde Rusya’nın toparlanma sürecine girmesi ve Çin’in yakın zamanda dünyanın en büyük ekonomisi haline gelecek olması gibi kendisi açısından olumsuz gelişmeleri bertaraf ederek “dünya jandarması”[1], “demokrasi cephaneliği”[2] gibi ünvanlarını ve “başat güç” pozisyonunu korumak isteyen Amerika Birleşik Devletleri, 2008 yılında seçilen yeni Başkanı Barrack Obama döneminde dünya siyasetine yön verme konusunda ciddi bir plan-program değişikliğine gitmiş gibi görünüyor. İki dönem Başkanlık yapan bir önceki lideri George W. Bush döneminde 11 Eylül saldırılarına yönelik yoğun tepkileri de kullanarak doğrudan askeri müdahaleler gerçekleştiren ABD (hatta Irak müdahalesi için Birleşmiş Milletler kararı olmadan kendisi bir koalisyonu kurmayı bile göze almıştır), yeni dönemde ise daha çok iktidarını değiştirmek istediği ülkelerdeki muhalif hareketlere müttefikleriyle birlikte siyasal ve lojistik destek sağlayarak ve NATO çatısı altında kısıtlı hava ve kara operasyonları düzenleyerek sonuca gitmeye çalışıyor. “Arap Baharı” olarak adlandırılan ve Tunus, Mısır ve son olarak Libya gibi ülkelerde iktidar değişikliklerine yol açan süreçte, ABD’nin muhalif hareketlere verdiği ciddi destek ve bir dönem kendi müttefiki olan diktatörlerin devrilmesine engel olmaması bu ülkenin siyasal pozisyonunda da ciddi bir değişikliği gösteriyor. Küreselleşme yüzyılında artık demokratikleşmeyerek tek adam yönetimlerini korumaya çalışan ve serbest piyasa ekonomisine sırt çevirerek dünya piyasasına açılmayı reddeden ülkeler ve liderler için ayakta durmak çok daha zor. Çünkü geçmişte anti-komünist ve Batıcı olmaları sebebiyle kendilerine destek vermiş “Büyük Birader” Amerika da artık dış siyasetini liberal demokratik değerler doğrultusunda idealist bir perspektife oturtmuş ya da en azından realist perspektifteki ulusal çıkara dayalı vizyonunu bu değerler içerisine saklamış durumda. Hiçbir zaman bir Batı müttefiki olmayan hatta IRA, ETA gibi Batı ülkelerinde eylem yapan terörist örgütlere verdiği destek, OPEC petrol krizi başta olmak üzere birçok olayda Batı aleyhine aldığı tutumla Batı’nın en azılı düşmanı olarak ilan edilen, fakat bugüne kadar bir şekilde iktidarını korumayı başaran Kaddafi içinse iktidarda kalmaya devam etmesi çok zordu ve ancak başka büyük güçlere yaslanması ile mümkün olabilirdi. Bunu yapamayan Kaddafi ise aslına bakılırsa 2008’den bu yana yumuşamaya başladığı bir dönemde[3] Batı’nın gazabına uğradı ve feci bir şekilde kendi halkının elinde can verdi.

Eski Amerikan Başkanı Bill Clinton’ın eşi ve şimdinin ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton’ın yoğun mesaisi sırasında bir cep telefonu ekranından izleyerek “wow (vay canına)” şeklinde tepki verdiği Kaddafi’nin vahşi ölümü, aslında Amerika ve müttefiki olan NATO güçlerinin uyarılarını ısrarla dikkate almayan ve kendilerine meydan okuyan Beşşar Esad ve Mahmut Ahmedinejad gibi liderlere bir gözdağı niteliğinde. ABD kitle iletişim araçlarıyla tüm dünyada ailelerin salonlarına kadar giren bu vahşi görüntüler sayesinde gelecekte kendi hegemonyasına meydan okuması muhtemel ülkelere ve liderlere de politik psikoloji açısından önemli bir mesaj veriyor; “Boşuna uğraşmayın, yoksa sonunuz Kaddafi gibi olur”… Küçük yaşta çocuklara ve bebeklere sıcak cisimlere yaklaşmaması için “cıs” diyen annelerin yaptığının daha vahşi ve sofistike bir versiyonu aslında yapılan. Nasıl birçok uyarıya rağmen bir bebeğin “cıs” uyarılarını anlaması için bir defa elini o sıcak cisme değdirmesi ve elinin yanması gerekiyorsa, ekseni kaymaya başlayan ve dünya jandarması sorgulanan dünyada da yeni nesil liderlere ve isyankâr halklara bir “cıs” tecrübesi gerekiyordu. Tunus ve Mısır’da tam anlamıyla gerçekleşmeyen bu hadise için seçilen kurban ise çok zamandır kendisi için kendi kanlı iktidarına benzer bir son hazırlanan Muammer Kaddafi idi. Saddam Hüseyin’in unutulan idamı sonrası, Batı karşıtlarının müzmin sonu Kaddafi’nin linç edilmesiyle tüm dünyaya yeniden hatırlatıldı. Özellikle de ABD tarafından İsrail’in de yönlendirmesiyle hedef tahtasına oturtulduğu gözlenen Esad ve Ahmedinejad gibi liderlere.

Bu mesajın ardından dünya siyasetinde neler yaşanacağını önümüzdeki aylar ve yıllarda göreceğiz. Umudumuz savaşların, linçlerin, diktatörlerin ve haksızlıkların olmadığı bir dünyanın kurulmasıdır…

 

Dr. Ozan Örmeci

 


[1] Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler literatüründe sıklıkla Soğuk Savaş ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin pozisyonunu anlatmak için bilim adamları tarafından kullanılan bu tabiri, Küba’nın efsanevi komünist lideri Fidel Castro da bir tür “askeri mafya (military mafia)” olarak nitelendirdiği NATO güçleri için kullanmaktadır. Erişim Tarihi: 21.10.2011, Erişim Adresi: http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=22074.

[2] Orijinal haliyle “Arsenal of democracy” terimini ilk kez Avrupa Birliği’nin kurucu babalarından olan Jean Monnet, Amerika Birleşik Devletleri’ni kastederek kullanmıştır.

[3] 2008’den bu yana Kaddafi’nin Batı ile ilişkilerine daha fazla özen gösterdiği görülmekteydi. Kaddafi öncelikle başta Lockerbie saldırısı olmak üzere kendi finanse ettiği terörist eylemlerde mağdur olan ailelere tazminat ödemeyi kabul etmiş, daha sonra Roma ve bazı Avrupa başkentlerine dostane ziyaretler gerçekleştirmiş, hatta katıldığı bir G-8 toplantısında ABD Başkanı Barrack Obama’nın elini dahi sıkmıştı.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...