Küresel sistem—ne demekse!—İkinci Dünya Savaşından sonra kurumsallaştı. Sistemin saç ayaklarını “beynelmilel” güvenlik, ekonomi ve hukuk oluşturdu. BM, UPF, BMGK ve uzantıları olan kurumlar temelde Amerikan sistemini muhafaza ve müdafaa için kuruldu. Sonrasında sistem kendini kopyalamak için bazen diplomasi, olmazsa savaş, bazen de yardımları ve darbeleri kullandı.
Kurulan örgütlerin hepsinde oylama ve veto hakkını kullanma yetkisi sınırlı oldu. Mesela, BM’de veto hakkı olan ülkeler ABD, Çin, SSCB, İngiltere ve Fransa idi. Çin öneminden çok o zamanlar “komünist” blok farkını ortaya koymak için veto hakkına kavuştu. İngiltere ve Fransa ise zaten, ABD’nin organik müttefikleriydiler.
Almanya ve Japonya küresel “saldırgan” güçler olarak küresel sistemde yetkisiz kaldı. Çin, Japonya’nın, Fransa, İngiltere ve Rusya Almanya’nın mağduru idiler. Faşizm tarihe gömülüp elenirken, kapitalizm kendi başına bir Amerikan milli ideolojisi olarak dünyada tartışılmaz kılındı. Ve ikinci milli oluşum olarak bu sistem milliden de öte dini kimliğini devlet ideolojisi yapan İsrail’i çıkardı.
Öte yandan, Çin’i Rusya’dan ayırmak için de etkin ticari ve siyasi “ayrıcalıklar” da devreye girmişti. Savaş sonrasında Almanya ve Japonya’nın dişleri sökülmüş ve uysal koyuna dönmüşlerdi. Orduları dağılmış, dışarıya asker göndermeleri dâhil her türlü askeri girişim Amerika’nın yaptığı ve uygulattığı yeni anayasalarla sınırlandı.
ABD’nin Kore Savaşına Türkiye’yi de katarak “zafer” kazanması, TC Devleti’nin Rus korkusunu erteledi biraz. Öte yandan, Kore Savaşı gazileriyle beraber TC döneminde Menderes ilk defa Cumhuriyetin gaza hafızasını oluşturdu. NATO gazası değerliydi ve Türklerin muharip gücü bir kere daha öne çıktı… İttifak gazası hâsıl olmuştu. Ancak Kıbrıs meselesinde NATO, Türk şehitlerini ve Türklere yapılan zulme karşı TC’nin aldığı tedbirleri hiç haklı görmedi. İngilizler, Osmanlı döneminde Kıbrıs’ı emanet almışlardı hani ya ondan…
Beynelmilel sistemin beyinleri kendi yaptıklarını inkâr edercesine hukuk dâhil her şeyi ihlal ettiler onca yıldır. Sistemin hem her şeyi inanırlıktan uzaklaştı ve hatta çöktü. Daha önceleri tabela gerçekliği olan kurumlar tabelasını taşımakta zorlanıyor. Buna sistemin askeri, ekonomik, siyasi her unsuru dâhildir. Ancak sistemin “kültür” diye lanse ettiği popüler unsurlar yükseliştedir. Bu da ağırlıklı olarak görsel dünya, sinema ve TV ve Amerikan kökenli olan internet ve markalar üzerinden oldu.
Şimdilerde bir kelebek etkisi yaşanıyor “küresel” sistemde…
Sarah Palin’in geçen hafta yaptığı “açıklama” ilgi çekiciydi. Malum, Palin ABD’nin Çiller’ini oynuyor. En fazla onun kadar vizyon sahibi… Time Dergisi anketine katılmasa da yüce Amerikan büyüklerinden oldu Palin. Biraz da Thatcher var damarında.
İşte o Palin, geçen hafta bir açıklama yaparak Kuzey Kore’nin haddini bildirmek lazım mealinde laflar etti. Bildiğiniz Neo-condu siyasetçisi. Ancak onun temsil ettiği bir damar da var Amerika’da… Palin hala Çin’i ucuz mal üretip satan, sadece Amerikan kapitalizmine hizmetle memur bir unsur olarak görüyor. Yanılgı noktası da bu zaten!
Soğuk Savaş sonrasında ve özellikle Amerika’daki 9/11 terörü ve ekonomik kriz sonrasında Çin küresel iktidarı paylaşmaya kendini adamış görünüyor. Bunun nedenlerinden biri de 9/11 ve “küresel” ekonomik kriz sırasında Çin’in kasasında yüklü ABD doları bulunması oldu. Onca borsa şirketi el değiştirdi. Kimileri yok pahasına. Bu durum doğrudan Çin’in ekonomik ve siyasetini artıran aktör olarak tescillenmesini sağladı. Yani kapitalist Amerika ile “komünist” (ABD resmiyette bu ifadeyi düşürdü artık) Çin küresel bir paylaşım dengesini oluşturmak çabasındalar. Sıkıntının odağında bu paylaşımların mahiyeti yatıyor.
Kuzey Kore’yi Çin’in “koruma kalkanı” var. Öte yandan, “nükleer tehdit” diye algılatılan İran yalnızları oynamaktadır. Ancak İran yalnız oynamak isterken, kendini sağlama almak için de Çin ile uzun vadeli ticari ilişkilere girmiştir. İran, Şii İslam’ın Tacikistan, Afganistan gibi ülkelerin merkezi konumundadır. Çin’in İsrail’e aşkı olmadığını da biliyoruz. Bu bölgeler Amerika’nın kontrol etmek istediği bölgelerdir ve Türkiye’de konuşlanacak füzelerin nihai hedefi İran değil, esasen Çin’dir kanımca.
Amerika’nın her hedefinin mutlak ve tanrısal bir doğrulukta olduğunu sananlara şunu hatırlatmak lazımdır: İngiliz’lerin siyasi planları, hayaletleri ve karaltıları hala Ortadoğu ve Uzakdoğu’dadır. Birleşik Krallık ABD kanalı ile bu bölgeleri ve tabi Türkiye’yi şekillendirmeye devam etmek istemektedir.
Ancak…
Planların ne kadar istendik şekilde tuttuğu tartışmalıdır. Dahası, “beklenmeyen sonuçlardan” birisi olarak İran’ın yeşil direnişi ortadadır. Afganistan’da vaktiyle Ruslara karşı destekledikleri Taliban idaresi hâkimdir. Hatta Taliban Pakistan’da da çok etkindir. Daha da dahası, ABD askerlerinin Panama dâhil, Küba dâhil birçok operasyondaki—teknolojik üstünlüklerine rağmen—ancak filmlere konu olan kahramanlıkları, ABD halkını bile ikna edememiştir. Türkiye ise, NATO bünyesinde aldığı her askeri görevi hakkiyle ve hak ettiği sevgiyle ifa etmiştir. Buna Afganistan, Balkanlar ve Afrika görevleri dâhildir. Davutoğlu ve Erdoğan’ın “ileri gidiyor” oldukları düşüncesi biraz da bununla ilgilidir. “Beklenmeyen sonuçlardan”…
Amerika’nın “Yeşil Kuşak” aşamasını oluşturmadaki hesap hataları sonucunda kuklası Şah’a karşı Humeyni’nin gelişini kontrol edemediği de açıktır. 1979’daki “İslamcı” darbenin artçıları bugün de devam ediyor. Amerika dekolonizasyonun bir ara milliyetçi, ama Sovyetler sonrasında İslamcı bir ideolojiye büründüğü gerçeğine de kör kalmıştır. Batı’nın karşısında, sömürü karşısında, 200 yıllık ezilmişlik hissiyle, ama İslami olmaktan çok İslamcı dinamikleri harekete geçiren–ironik olarak da Komünizm’e karşı oluşturulan–dini dinamiklerin yayılma hissi, ayetlerden çok Marksist sloganlarla yayılan bir direniş ve intikam hissine yol açtı. Nefret unsurlarının epey bir kısmı da aslında Batı’nın kullandığı mekanizmaların kendi değildi, o mekanizmaların “Müslümanların” ellerinde olmaması idi. Hesap hataları işte…
Nüfusunun büyüklüğü dezavantaj gibi gösterilse de, “adanmış” ucuz askeri ve ekonomik gücü ile Çin nüfus büyüklüğünün oluşturduğu hacimle ciddi bir küresel aktör olacaktır. Dış siyasetinde sessiz, ama derinden giden bir Çin daha önceleri Irak ve İran’la da Batılı güçlerin itirazlarına rağmen petrol anlaşmaları yapmış, kendi çıkarlarına uyan politikalarını Batı’nın “iznini” umursamadan izlemişti. Ayrıca, stratejik hedeflerine engel olan politika ya da devletleri de—Amerika’nın aksine—davul zurna çalarak değil, sessiz ve derinden cevapladı hep.
Kaşıkların da aşkı olur. Hatta dans ederken uyumları da olabilir. Ama Çin ile Amerika arasındaki aşk, bir Yin Yang’den öte, diplomatik bir Big Bang’e yol açabilir. Artık “düzeyli birliktelik” küresel sistemin aşiret hukukunu kendi “töresel sistemiyle alt etme yolundadır. Bu ilişki “patriarkal” yapının “matriarkal” metotla savaşımıdır aynı zamanda. Yani vaktiyle koloniyken Amerika’nın İngiliz krallığına karşı verdiği “bağımsızlık” savaşını Çin—şimdilik—savaşmadan vermektedir.
Hem de Amerika’ya karşı.
O’ndan aldığı güçle.
Metin BOŞNAK
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynak: Haberiniz