”Deontolojik değil sonuççu liberteryenim” – Dr. Merve Karataş

Bu röportaj Zeynep Naz Terzi tarafından Liberal Demokrat Parti üyesi, Biz Özgürüz Hareketi Derneği Genel Sekreteri ve Bağımsız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Dr. Merve Karataş ile gerçekleştirilmiştir.

 1- Kendinizi liberal gelenekte nasıl konumlandırıyorsunuz? Özel olarak fikirlerini benimsediğiniz düşünür veya siyasetçiler var mı? Liberteryen – Liberteryen – Liberteryen – 

İronik olarak, Rothbard’ın “Devlet’in Anatomisi” kitabından etkilenerek sağ liberteryenizme sempati duymaya başlamıştım, lakin geldiğim noktada Rothbard’a çoğu konuda ideolojik olarak zıttım. Hem determinizm ve özgür irade çatışması, hem de deontoloji ve sonuççuluk çatışması gibi dikotomilerde oldukça tezat görüşlerimiz var.

Ben deontolojik değil sonuççu liberteryenim, zira ahlaki olarak objektif veya evrensel bir doğrunun var olabileceğini düşünmüyorum. Benim temel motivasyonum devletin ekonomiye ve sosyal hayata müdahalesinin minimize edilmesine hizmet etmek.  Bunun sebebi de politik ve iktisadi hürriyetin toplumların refah seviyesini yükselttiğini görebilmem. 

Her konuda %100 katıldığım bir düşünür yok. Mesela Bryan Caplan’ın eğitim sistemine dair fikirlerine katılırım, Jason Brennan’ın demokrasi eleştirilerini beğenirim, Ayn Rand’in özgeciliğe dair söyledikleri hoşuma gider, Hoppe’nın açık sınırlara dair fikirlerini makul bulurum. Ancak herhangi bir düşünürün fikirlerini kendime bütünsel olarak referans almak bana göre değil.

2- Türkiye’deki liberal/liberteryen geleneğin farklı ekollere ayrıldığını gözlemlemek mümkün. Bu bağlamda, Türkiye’deki özgürlükçü hareket hakkında ne düşünüyorsunuz?

Keşke Türkiye’de ekollerden söz etmemiz anlamlı olsaydı. Bu ülkede özgürlükçü olduğunu iddia edenlerin ciddi bir kısmı ya sosyalist ya da İslamcıdır, yani savundukları şey aslında özgürlükçülüğün tam zıttıdır.

Türkiye’de bugün hem sosyal, hem iktisadi hürriyetleri aynı anda müdafaa edebilen tek partinin LDP olduğunu düşünüyorum. Ülkede LDP dışında gerçek anlamda özgürlükçü bulabildiğim partileşebilmiş bir hareket ne yazık ki yok. Toplum çok kolektivist olduğundan bu durumu da normal karşılıyorum, ancak bu durumun değişmesi için de çabalayacağım.

3- Türkiye’deki mevcut siyasi sistemden, minimal devlet idealine geçişte nasıl bir yol izlenmelidir? Liberal politikaların (serbest piyasa, bireysel silahlanma, adem-i merkeziyetçi sistem vb.) uygulanması ne derece mümkündür?

Erdoğan rejimi sona ermeden Türkiye’deki merkeziyetçi yapıdan kurtuluş olabileceğini zannetmiyorum. Bana göre seçimlerde ana akım partilere yarayan ve insanları kendi ideolojilerini tam olarak yansıtmayan siyasetçilere stratejik oy vermeye zorlayan D’Hondt sisteminin kesinlikle Condorcet gibi bir alternatif ile değişmesi gerekiyor. Müesses nizamın yerel yönetimlerin mali otonomisinin artacağı ve yerel yönetimlere daha fazla karar alma yetkisinin devredileceği bir idari sistem reformuna gitmesini yakın gelecekte hiçbir şekilde olası görmüyorum.

Şahsi fikrim, Türkiye’de daha adem-i merkeziyetçi bir sisteme geçişin ancak uzun vadede mümkün olabileceği yönündedir. Bizim bugünkü görevimiz ise ancak gerekli olan bir değişimin tohumlarını sabır ile ekmek olarak nitelendirilebilir.

4- Sizce Türkiye uluslararası ilişkilerde nasıl bir rol oynamalı? Liberal bir çizgide, sınırlı devlet müdahalesiyle nasıl bir dış politika izlenmeli?

Öncelikle şunu belirteyim: Dış politikada Türkiye’nin bir NATO üyesi olmasının değerine ne zaman vurgu yapsam, liberteryen camiadaki anarko-kapitalistler tarafından sık sık eleştiri alıyorum. Anlayamadıkları nokta ise benim pratikte anarşizmi değil minimal devleti savunuyor olmam. Buna ek olarak, ilk soruda da belirttiğim üzere deontolojik değil sonuççu liberteryenim, yani müdafaa ettiğim şey kendi ideolojimle gayet tutarlı. 

Ulusalcı kesimlerin “tam bağımsızlık” popülizmine inanmıyorum. Böyle bir dünya ne yazık ki mümkün değil. Güç odakları belli ve Türkiye bu güç odakları arasındaki yerini istese de istemese de seçmek durumunda. Atlantik ve Avrasya blokları arasındaki gerilimi ise herhangi bir güç savaşından ötede görüyorum. Bu iki blok arasındaki yönetim biçimi idealizasyonları farklı. Türkiye’nin Atlantik’e daha yakın bir dış politika izlemesi gerektiği kanaatindeyim.

5- Türkiye’nin mevcut siyasi ve sosyolojik yapısını göz önüne aldığımızda, sizce liberaller seküler/muhafazakar çatışmasında nasıl bir tutum izlemelidir?

Ülkemizde bugün yaşam stili devlet eliyle baskılanan kesim açıkça seküler kesimdir, bu yüzden günümüz koşullarında sekülerlerin haklarını korumaya odaklanmayı tercih ediyorum.

Şayet muhafazakar kesimin hâlâ kadınların okumasını, çalışmasını engelleyen başörtüsü sorunu gibi güncel bir sorunu olsaydı onların yanında yer alırdım. Neyse ki onların önündeki faşist dayatmalar kalktı, bu saatten sonra da devletçi zihniyetin bir daha böyle bir zorbalık yapabileceğini zannetmiyorum.

Seküler kesim ise hâlâ istemediği hâlde hâlâ bütçesi 6 bakanlığı geçmiş olan Diyanet’i finanse ediyor. Görünen o ki sekülerler için daha alınacak çok yol var. 

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...