Demokratik barış teorisi (DBT), 1980’lerden günümüze kadar Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde en çok tartışılmış ve çalışılmış teorilerden birisi, belki de birincisidir. Small, Singer ve Doyle’nin öncü çalışmalarından bu yana son 30 yıl içerisinde yapılan çalışmalar bir olgu olarak demokratik barışın varlığını ortaya koymuştur.
DBT araştırma programının ortaya çıkışı, kısmen, Uluslararası ilişkiler alanının hâkim teorisi olan Realizm’in devletleri “bilardo topu” olarak gören görüşüne bir tepki olarak görülebilir.
Liberal teoriyi benimsemiş akademisyenlerin Realizmin en çok eleştirdikleri özelliklerinden biri dış politikanın iç politikadan bağımsız olduğudur. Bu açıdan bakıldığında DBT, liberal görüşün iç politikanın dış politika üzerindeki etkisini kanıtlamaya yönelik çalışmasının bir ürünü olarak görülebilir. Nitekim varılan nokta devletlerin siyasi rejimlerinin onların savaş ve barış kararlarını etkilediği noktasıdır. DBT’nin savunucuları, demokratik ülkeler arasındaki barışı iki ana argümanla açıkladılar. Bunlardan ‘’kurumsal‘’ olanına göre demokratik yönetime sahip devletlerin birbiriyle savaşmayacağı, böylece sürdürülebilir dünya barışının sağlanabileceği ileri sürülür.
1795 yılında yazdığı “Ebedi Barış” adlı eserinde Kant devletler arasında kalıcı bir barışın sağlanması için gerekli şartları işlemiş ve bunlar arasında ülkelerin “cumhuriyet’’ rejimini benimsemelerini de saymıştır. Charles L. Montesquieu monarşilerin savaşa daha fazla eğilimli olduğunu ileri sürer. Montesquieu’ye göre demokratik yönetimlerin yaygınlaşması uluslararası barışın muhafaza edilmesini sağlayabilecektir. Halkın iradesinin yönetime yansıdığı cumhuriyetlerde savaşa girme kararı toplum tarafından alınacağı için devletlerarası savaş ihtimali daha düşüktür. Kant, harplerin sebep olacağı yıkım ve zararlardan doğrudan etkilenecek halkın savaşa girme konusunda oldukça ihtiyatlı hareket edeceğini ifade eder. Böylece devletler sadece tek bir liderin ya da yönetici elitlerin kararıyla diğer devletlere savaş açamayacak, halkın temkinli tutumu neticesinde tercihini çoğu zaman barışçıl çözümden yana kullanacaktır. Devletin siyasi rejiminin demokratik olmasının barışa katkı sağladığı ampirik verilerle desteklenmektedir. Oneal, Russett ve Berbaum’un 1885-1992 yılları arasındaki döneme ait çalışma, demokrasinin barışın tesisine hizmet eden üç temel faktör arasında yer aldığını göstermektedir. Çalışma demokratikleşme sürecinin genel kanaatin aksine barışı tehdit etmediğini ortaya koymaktadır. Demokratik Barış’ı “değersel” olarak açıklayanlara göre ise karşılıklı demokrasi savaş seçeneğini hem sevimsiz hem de gereksiz kılar. Demokratik ülkeler birbirlerini ortak değer ve prensiplere sahip dostlar olarak görürler ve bu algılama demokratik ülkeler arasındaki ihtilafların barışçıl yollarla çözülmesine yardım eder. Owen’ın ifadesiyle, “liberaller yabancı bir devletin demokratik olduğunu kabul ettikleri an bu devletle savaşa şiddetle karşı çıkarlar”.
DBT’nin savunucuları ilk önce determinist bir tutuma sahipti ve demokratik devletler birbirleriyle savaşmazlar, şeklinde genel geçer bir argümanı savunuyorlardı. Fakat 1812 ABD-İngiltere, 1898 ABD-İspanya, 1999 Pakistan-Hindistan savaşları gibi demokratik ülkeler arasında olan çatışmalar DTB’nin ihtimali bir argümana dönüşmesine neden olmuştur. Bugün gelinen noktada DBT “demokrasi ülkelerin barışçıl politika izlemelerine yardım eder” şeklinde anlaşılmaktadır. Bu haliyle DBT, eleştirmenleri tarafından dahi, uluslararası ilişkiler teorisine liberal teorinin yaptığı en güçlü katkı olarak görülmektedir. Amerikan yöneticileri arasında da kabul görmüştür. ABD eski başkanı Bill Clinton 1994’teki ‘’Birliğin Durumu‘’ konuşmasında demokrasinin önemine değinmiş ve George W. Bush hükümetinin dışişleri bakanı Rice da demokratik kurumların gelişmesinin, mevcut sorunlara karşı verilebilecek tek gerçekçi cevap olduğunu söylemiştir.
TDP’ ye yönelik yapılan büyük eleştiriler de vardır. Bunlar teorik ve teorik- ampirik eleştiriler olarak ikiye ayrılır. Realistler teknik açıdan DBT’nin sübjektif bir şekilde savaş ve demokrasi üzerine inşa edilmiş olduğunu söyler. Özsel eleştiri bakımından ise demokratik ülkeler arasındaki barışın bu devletlerin siyasi rejimlerinden değil, ortak tehdit algılamalarından doğan ortak çıkarlarından kaynaklandığını söyler. Marksist yaklaşımlar ise merkez-çevre ilişkisi çerçevesinde ele alırlar. Demokratik barışın aslında emperyalist barış olduğunu iddia ederler ve bunu hegemonya ile bağdaştırırlar. Bir başka eleştiri de ‘’Demokrasi bağımsız bir değişken midir? ‘’ sorusudur. DBT literatüründeki çalışmalar demokrasi ile barış arasındaki korelasyonu açıklamak için demokrasiyi “bağımsız” bir değişken olarak kabul etmişler ve demokrasi ve barış arasında doğrudan ve tek yönlü bir sebep-sonuç ilişkisi kurmuşlardır. Halbuki bu barış ile doğan demokrasi ya da ekonomik gelişmenin ana faktör olarak her ikisini de etkilediği bir ilişki de olabilir. Nitekim şu anda literatürde demokratik barışın yanlış bir isimlendirme olduğu ve demokratik ülkeler arasındaki barışın aslında bir kapitalist barış olduğuna dair gittikçe güçlenen bir eğilim vardır.
Kübra SEZGİN
TUİÇ Staj Programı
Kaynakça
Arı, T. (2013). Uluslararası İlişkiler Teorileri. MKM Yayıncılık.
Ekmekçi, F. (t.y.). Demokratik Barış Teorisi: Bir Değerlendirme. Erişim Adresi: http://www.usak.org.tr (Erişim Tarihi: 23 Ocak 2014).
Sandıklı, A., Kaya, E. (t.y.). Uluslararası İlişkiler Teorileri ve Barış. Erişim Adresi: http://www.bilgesam.org/ (Erişim Tarihi : 23 Ocak 2014).
Şahin, K. (t.y.). Demokratik Barış Teorisi’nin Argümanlarına Yönelik Eleştiriler. Erişim Adresi: http://akademikperspektif.com/ (Erişim Tarihi : 23 Ocak 2014).