Demokrasiye Karşı Savaş

2008’de One World Media TV Belgesel Ödülünü kazanan, günümüzde “özgürlük, demokrasi ve insan hakları” ile özdeşleşmiş Amerika Birleşik Devletleri’ne alternatif bir bakış açısı sunan belgesel, 1980’li yıllarda Latin Amerika’da gerçekleşen demokrasi hareketlerini ve ABD’nin bunlardaki rolünü incelemektedir. 15 Haziran 2007’de vizyona giren belgeselde, Britanyalı gazeteci, yazar ve yönetmen Pilger, ABD dış politikasını sert bir şekilde eleştirmektedir.Belgesel boyunca Latin Amerika liderleri ve Birleşik Devletler görevlileriyle yaptığı röportajlarda; takındığı üslupta ve kullandığı kelimelerde bu durum açıkça ortaya konmaktadır. 70’lerin sonuna dek Güney Amerika kıtasının çoğu diktatörlükle yönetilmektedir. Bu diktatörlüklerin kimi açıkça kimi ise gizlice ABD’nin desteğini almaktaydı. Liderler, Gürcistan’da kurulmuş olan özel bir okulda eğitiliyor, Amerikan değerleri ve insan hakları öğretisi adı altında sorgulama ve işkence teknikleri konusunda yetiştiriliyorlardı. Dolayısıyla Güney Amerika’daki diktatörlerin çoğu sınıf arkadaşıydı.

Belgeselde, “ABD, 1945’ten beri, 50’den fazla hükümeti devirme girişiminde bulundu.  Bunların çoğu demokrasi temelliydi. 30’dan fazla ülke saldırı altında kaldı, bombalandı, binlerce kişi hayatını kaybetti. Seçimle başa gelmiş hükümetler devrilerek Amerikan yanlısı diktatörlerle değiştirildi.” denilerek bu ülkelerdeki sürece ayna tutulmaktadır. Belgesel de en çok odaklanılan ülkelerden biri ise Venezuela’dır.

Hugo Chávez’in başa gelmesi hem Güney Amerika’nın hem de Kuzey’in Güney’e bakış açısındaki büyük değişimlerin habercisiydi. Ülkedeki yoksulluk ve eşitsizliğe birinci dereceden tanıklık eden lider, bunu değiştirmek için 21. yüzyıl sosyalizmi ve Bolivarcılık ilkelerini benimsemişti. Amerikan hâkimiyetini kırmak içinse sosyalist politikalara ve bölgesel iş birliklerine yönelmiştir. Bu durum halkın yoksul kesiminde liderin karizmasını arttırırken ABD cephesinde ise nefret uyandırmıştır. Böylelikle Chávez’den kurtulmak, Washington, Miami ve Caracas’ın zengin kesimi için bir amaç haline gelmiştir. Özel sektörün elinde bulunan radyo ve televizyon kanallarıyla Chávez karşıtı hareket de ülke içine konuşlandırılmıştır. 2002’de, Chávez destekçileri ve karşıtlarının meydanlarda karşı karşıya gelmesiyle çok büyük insani kayıplar verilmiştir; ülke içinde çatışmalar yaşanmış, insanlar ölmüş ve Başkan kaçırılmıştır. Ertesi sabah bir iş adamı ve diktatör olan Pedro Carmona, göreve getirilmiştir. Bu sebeple ülkede yaşanan olayların hepsi, ince planlanmış bir oyunun ürünü olarak değerlendirilebilir. Fakat bu oyunda hesaba katılmayan detay, Chávez’in halkta oluşturduğu güven duygusudur. Ülkede Carmona’nın başa getirilmesinin ardından ayaklanmalar başlamış, insanlar sokağa dökülüp başkanları için hesap sormuşlardır. Chávez, 48 saat alıkonduktan sonra geri gönderilmiştir. Anlatıcının sunduğu CIA raporlarında, ABD’nin darbeyi desteklediği ve Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) ve Ulusal Demokrasi Vakfı aracılığıyla darbeye finansal destek sağladığı ortaya konmaktadır.

Belgeseldeki bir sonraki örnek Bolivya’dır. Demokrasinin başlıca uygulama alanı olan Ulusal Kongre’de yerli halkın bünyesinde temsil edileceği kimse bulunmamaktadır. İspanyol elitlerden ve çoğunlukla beyazlardan oluşan kesim ülkeyi yönetmektedir. Ülke, kıtanın ikinci en geniş gaz rezervlerine sahip olmasına rağmen nüfusunun yüzde 53’ü yoksulluk sınırının altında yaşamakta, aileler yiyecek bulamadığı için topluca intihar etmektedir. Bu koşullar altında, Gonzalo Sánchez de Lozada, nam-ı diğer Goni, 2002’de tekrar iktidara gelmiştir. Daha önce 1993–1997 yılları arasında da başkanlık görevini yürüten Goni, halihazırda Amerikan yanlısı kapitalist politikalarıyla bilinmektedir. Goni, Ülkedeki ulusal petrol ve elektrik şirketlerini, haberleşme ve ulaşım sistemlerini ve suyu hızla özelleştirmiştir. Bunların sonucunda, 2003’ün başlarında şehirli işçiler, madenciler ve yerli çiftçi kesimde büyük bir hoşnutsuzluk baş göstermiştir. Nabız yükseldikçe El Alto halkı hakları için ayaklanmaya başlamış ve La Paz’a giden yolları kapatmıştır. Goni’nin cevabı ise üzerlerine orduyu gönderip kurşun yağdırmak olmuştur. Tıpkı Chávez’in geri verilmesinde olduğu gibi bu sefer de halk ülkesi için hesap sormuştur. Halkın amacı yönetimin çekilmesi ve Goni’nin istifa etmesini sağlamaktır. Verilen yüzlerce kayıptan sonra başarıya ulaşılmış ve başkan ABD’ye kaçmıştır. 2004’te Kongre kanlı bir katliama sebep olmaktan dolayı Goni’nin hakkında tutuklama kararı yayınlamıştır. 2005’te ise bir ilk yaşanmış ve yerli Amerikan biri başkan seçilmiştir. Bu kişi Goni’nin devrilmesine yol açan ayaklanmalarda da aktif rol üstlenen Evo Morales’tir.

Belgeseldeki örnekler, Şili Ulusal Stadyumu’nun toplama kampına çevrilmesi, Guatemala’da Diana Ortiz’in Mayalı yerlilerin katledilmesiyle ilgili konuştuktan sonra kaçırılıp işkenceye ve tecavüze uğraması, El Salvador’da öldürülen başpiskoposun cenazesine katılanların katedralin merdivenlerinde kurşuna dizilmesi ve Nikaragua’da ülkenin yıllarca tek bir ailenin kontrolüne bırakılması ile çoğaltılmaktadır. Anlatıcı, argümanlarını çarpıcı fotoğraflarla, bizzat otoriter rejimlerin baskısına maruz kalan kişilerle ve onlara bu muamelenin yapılması emrini veren ajanlar, elçiler ve hükümet görevlileriyle yaptığı röportajlarla desteklemektedir.

Pilger, Amerikan İstihbarat Servisi’nden Latin Amerika Bölümü Şefi Duane Clarridge ile yaptığı röportajda ona şu soruyu yöneltmektedir: “Demokratik olarak seçilmiş lideri devirmek doğru mudur?” Clarridge’in verdiği cevapsa Amerikan vizyonunun özeti niteliğindedir.  “Ulusal güvenlik çıkarımıza göre değişir.” Böylece, Clarridge halk iradesini insan hayatının bile yalnızca Amerikan ulusal çıkarlarına yaradığı ölçüde anlamlı olduğunu bir kez daha yinelemiş olmaktadır. Bu durum, Clarridge’in otoriter rejimler altında yaşanan insan kayıplarını yalanlamasıyla da doğrulanmaktadır. Verilen mücadele, dökülen kan, dağılan ailelerin tamamı için, “Belki birkaç kayıp olmuştur fakat bazen değişimin çirkin bir şekilde yapılması gereklidir.” demiştir.

Yapım; kıta çapında süregelen Amerikan ilgisini, radikal bir perspektiften, tarihsel örneklerle ortaya koymaktadır. Fakat bu topraklarda sistematik bir şekilde yürütülen politikalar, en başta bahsedilen “özgürlük, demokrasi ve insan hakları” kavramlarından ziyade “diktatörlük,  faşizm ve hukuksuzluk” kavramlarıyla daha ilişkili görünmektedir. En kötüsü ise, bu gerçeklerin tıpkı Latin Amerika tarihinin geri kalanı gibi resmi tarih yazımında yer almaması ve açıkça yüzlerce kişinin canice katledilmesinden sorumlu olan kişilerin “politik dâhiler” olarak anılmasıdır.

Sare Nur KAYA

Latin Amerika Çalışmaları Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...