Demokrasi, İstikrar ve Gücün Paylaşımı Meselesi Üzerine

Bu çalışmada siyasi rejimlerle ilgili değişik uzmanların yaptığı nesnel tanım konusunda herhangi bir fark çok fazla görmemekle birlikte; bu rejimlerin sebep olacağı sonuçlar üzerinde demokrasiye olan önem ve erkler arasında olması gereken sınırların farkını görmemizi sağlayan çalışmaları kısaca değerlendirdim. Özellikle; parlamenter sistem veya başkanlık sistemi konusunda bir değerlendirme de bulunmadan önce bu iki sistemin uygulanacağı ülkelerde varolan toplumsal yarıklara(social cleavage) ve o ülkede varolan seçim sistemine bakmanın faydalı olacağı düşüncesindeyim.

Siyaset Bilimi literatürü içerisinde pek çok akademisyen tarafından tartışılan ve günümüzde de dünya genelinde ampirik çalışmalar yapılarak farklı metodlarla siyasi rejimlerin demokrasi ile ilişkisini inceleyen taraflar farklı görüşleri savunmuşlardır. Türkiye’de şu an yapılmakta olan; başkanlık sistemi tartışmaları ve karar mekanizmasında yer alan kişilerin “bilerek konuşalım, halkımıza anlatalım.” yönündeki çabaları ile birlikte; bu tartışmaların akademide de tekrar yapılmasının toplumsal katkı açısından önemli olacağı düşüncesindeyim.        

Öncelikli olarak parlamenter sistem ve başkanlık sistemlerinin tanımı yapmak gerekmektedir. Parlamenter sistemde iki başlı bir yürütme vardır. Devletin sahip olduğu yönetim şekline göre; kral veya cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan oluşur. Asıl yetki Başbakan’dadır. Yasama ve yürütme erkleri arasında bir eşitlik ve işbirliği ilişkisi vardır. Parlamenter sistemde Almanya’da olduğu gibi iki meclisli yapılar görülmekle birlikte; tek meclisli olduğu ülkeler de görülmektedir.        

Parlamenter sistemde; yürütmeyi oluşturan bakanlar kurulu, parlamento tarafından denetlenmekle birlikte; yasalar parlamento tarafından yapılmaktadır. Lijphart’ında tanımladığı üzere; hükümet yasama organından kaynaklanır;  yani yasama organı tarafından seçilir. Hükümet yasama organına karşı sorumludur. Yasama organı tarafından güvensizlik oyu ile düşürülebilir. Aynı kişi hem yasama da hem de yürütme de görev alabilir.        

Başkanlık sisteminde; devlet başkanı veya cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir. Belli bir dönem için seçilen yürütmenin yasamanın güvenine dayanmaması ve yürütmenin tek kişiden olması başkanlık sisteminin en önemli özelliklerindendir. Erkler bölünmüştür ve yasama meclise aittir. Başkanın görevleri belirlenmiştir. Halk tarafından seçilmesinin vermiş olduğu bir avantaj vardır. Başkanın güvenoyu almasına gerek kalmadan görevini devam ettirebilir. Başkan kendi ekibini; kabineyi kendisi seçer. Başkanın yetkileri çok geniştir. Başkanın bu yetkilerinin bu kadar geniş olması bazen olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Örnek olarak; Lijphart’ın makalesinde; Harry Kantor’un verdiği Latin Amerika örneğini gösterebiliriz. Latin Amerika’da meydana gelen durumlarda demokrasi dışı sonuçlar görülmekte ve demokrasi dışına çıkılmaktadır. Başkanlık sisteminin dezavantajlarından en önemlilerinden birisi; Başkan’ın Kongre’yi ikna edememesinde ortaya çıkan kilitlenmedir.(Lijphart, syf: 11-15)        

Başkanlık sisteminin tehlikeleri ve olumsuz sonuçları ile ilgili Linz’in tanımladığı bazı kavramlar vardır. Linz; parlamenter demokrasiyi savunmakla birlikte; demokrasi vurgusunu da parlamenter demokrasi üzerinde yapar. “Parlementer demokrasilerin demokrasiyi koruma konusundaki üstün tarihsel performansının bir tesadüf olmadığını” belirtmektedir.(Linz, syf: 52)        

Linz; geniş anayasal yetkilere sahip olan bir yürütme organının olduğu sistem tarifini yapar. Belirttiği başkanlık sisteminde; yürütme organı doğrudan doğruya halk tarafından seçilmiştir ve seçilen Başkan’ın görevden uzaklaştırılması zordur.        

Burada iki siyasal sistem arasında Linz’in yapılan kıyaslama şu şekildedir. Başkanlık sisteminin en önemi özelliği; başkanın direk seçilmesi ona demokratik ve plebisiter bir meşruiyet kazandırmaktadır. Başkan; halk tarafından seçildiği için halkın tek temsilcisi olarak kendini görebilir. Başkan’ın kararlarına karşı çıkabilecek kişilerle ilgili başkanın o kişileri halkın iradesine muhalif olmakla suçlayabileceği bir ortam varolmaktadır. Parlamenter sistemde ise; başbakan meclisin bir üyesi olarak sürekli muhalefetteki isimleri dikkate almak ve onları bilgilendirmekle yükümlüdür. Diğer bir kıyaslama; yürütmenin görev süresi ile ilgilidir. Başkanlık sisteminde başkanın görev süresinin kesin olması değişen şartlara ve durumlara yönelik değerlendirmelerin yapılmasına izin vermemektedir. Dolayısı ile başkanın oy odaklı düşünme kapasitesi artmakla birlikte; projelerin zamanı konusunda aceleci davranabilmektedir. Bu acele ve hızlı süreç içerisinde; başkanın partisi ile yaşayabileceği sorunlar başkan için partisinin desteğini almasını olumsuz yönde etkileyecektir. Parlamenter sistemlerde bu türden bir sorun mevcut değildir.(Linz, syf: 54-56)        

Başkanlık sistemi için; zero-sum elections denilen ve sıfır toplamlı bir oyun ifadesinin anlaşılacağı bir diğer özellik de başkanlık seçimlerinin niteliği nedeniyle bir oyuncunun kazancının diğer oyuncunun kayıbı anlamına gelecek bir oyun söz konusu olmaktadır. Bu oyun da toplumsal anlamda kutupların gerilmesine ve kaybeden tarafın siyaset dışına itilmesine zemin hazırlamaktadır. Parlamenter demokrasilerde ise; seçimlerin böyle bir nitelik taşımaması toplumsal anlamda bir yarılmaya neden olmamaktadır. Özellikle; kıta Avrupa’sında parlamenter sistemin görüldüğü ülkelerde bu gerilimler engellenmektedir. (Linz; syf: 55-56)        

Linz; başkanlık sistemi ile ilgili verdiği örnekler; Brezilya, Kolombiya, Venezuela ve Şili’de başkanlık sisteminin yarattığı istikrarsızlıklardan bahsetmiştir.        

Horowitz ise; Linz’in söylediklerine farklı bir argüman geliştirmekle birlikte vurguladığı nokta; Linz’in başkanlık sistemi için söylediği sorunların demokrasinin Westminister modelinden kaynaklandığıdır.“Bunlardan ilki; yarışan üçüncü partileri dışarda bırakan bir sandalye çoğunluğu ortaya çıkaran seçimler ve ikincisi de kazananlar ile kaybedenler, hükümet ile muhalefet arasında keskin bir bölünmeyi içinde taşıyan çatışma demokrasisidir”.(Horowitz, syf:74)        

Yine Linz’e eleştirilerini yönelten diğer bir isim; Mainwaring ve Shugart’tır. Linz’in meşruiyet konusunda başkanlık sisteminin yürütme erkine getirdiği yorum için; Mainwaring ve Shugart; iki meclise sahip bir meşruiyet çatışması sorununun senatoda da görülebileceğini vurgulamaktadırlar. Senatonun meclis üzerindeki veto yetkisi ve parlamentonun farklı partiler tarafından kontrol edildiği durumlarda çatışmanın olduğunu belirtmişlerdir. Diğer bir eleştiri ise Linz’e getirilen; parlamenter sistemlerdeki Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin fazla olması ve bu yetkileri arasında; parlamentoyu fesih ve veto yetkisine sahip olmasıdır. Cumhurbaşkanı ve parlamento arasında olabilecek fikir çatışmaları çift başlılığa yol açabilir. Başkanlık sisteminde yer alan sıfır toplamlı oyun olma özelliğinin yarattığı büyük ayrılıkların da parlamenter sistemlerde görüldüğü düşünülmektedir. Westminister türü demokrasilerde dar bölge çoğunlukçu seçim sistemlerinin uygulanması seçimleri sıfır toplamlı hale getirmekle birlikte; partilerin orantısız bir şekilde sandalye kazanmalarını sağlamaktadır. Böylece; bu sistem kazananın herşeyi götürmesine sebep olmaktadır.( Mainwaring ve Shugart; syf: 75-76)        

Tüm bu kısa değerlendirmeleri yaptıktan sonra; Türkiye ile ilgili olarak yapılacak tartışmalarda öncelikle parlamenter sistemin olumsuz veya geride kalmış taraflarını geliştirmekten ve siyasal, sosyal, ekonomik parametrelerin yeniden düzenlenmesinden söz etmek gerekir. Ele aldığım sosyal bilimciler arasında çıkan tartışmanın boyutlarını gruplandırdığımızda; bir taraftan demokrasi ve istikrarı vurgulayanların olduğunu diğer taraftan ise; istikrarın herzaman demokrasi ile gelmediği düşüncesine vardım. Öyle ki başkanlık sistemini savunan ve güçlü bir yürütmeye önem veren kesim için; demokrasinin tanımının çok minimalist bir açıdan yapılmaktadır. Asıl sorun; siyasi partiler kanunu ve seçim sistemi gibi özelliklerin yeniden tanımlanmasıdır. ABD’deki başkanlık sisteminin daha demokratik olmasını sağlayan belki de grass-root(kökten gelen) yani dar bölgeden seçilen; kendi bölgesinde tanınan; bilinen ve desteklenen bir başkanın aday olması ve seçimi kazanması demokrasi ile bağdaştırılabilir. Ancak; Türkiye’de böyle bir sistemle gelen yapı sağlıksız olacaktır. Çünkü Türkiye içerisinde tarih itibariyle hem sosyal hem de siyasal alnlamda varolan çatışmalar mevcuttur. Linz’in dediği gibi karar verme mekanizmasında bulunan yürütmenin başı olan Başkan’ın kendini tek meşru olarak görebileceği ve diğerlerinin fikirlerini yaptırımı olmaksızın reddedebileceği bir sistem; ne kadar beğenmesekte; Türkiye’nin politik sistemi içerisinde; ABD’den çok farklı olarak gerçekleşebilir. Kısacası; ABD’de demokrasiye yardım eden başkanlık sistemi Türkiye’de farklı etki gösterebilir. Başkanlık sistemi düşülüyorsa; mutlaka seçim bölgesinin de değişmesi gerekmektedir.

Bir de Linz’in ve Maingaring-Shugart’ın da değindiği diğer bir husus; istikrar meselesidir. Acaba; Türkiye’de demokratik bir şekilde tüm renkleri barındıran bir koalisyon hükümetini mi tercih edeceğiz ki geçirdiğimiz örneklerde istikrardan söz etmenin çok da doğru olmadığını gördük. Yoksa yürütme erki güçlü bir başkanlık sistemi ile istikrarı sağlayıp; toplumsal yapı içerisinde yer alan muhalif grupları gözardı mı etmeliyiz. Açıkcası; başkanlık sistemini savunanların çoğunun vurguladığı siyasi istikrarsızlık parlamenter sisteme ait bir özellik değildir. Önemli olan alt sistemlerle desteklenen; kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan yeni bir parlamenter sistem tahayyülüdür.

Son olarak; makalelerini çalıştığım tüm sosyal bilimcilerin verdiği Latin Amerika örneklerini iyi değerlendirmek gerekmektedir. Askeri darbelerden sonra başkanlık sistemi ile yoğun olarak kültürlenen bu ülkeler Linz’in de üzerinde durduğu gibi hangi etkenlerden dolayı bu sisteme adapte olamayıp istikrarsızlık bir hale gelmişlerdir. Önemli olan nokta; demokrasi ve istikrarın herhangi bir siyasi rejim tipi ile eşleştirilmemesi gerekir. Türkiye boyutunda düşündüğümüzde; başkanlık sistemi ve parlamenter sistem arasında yapılan tartışmalarda Linz ve Horowitz’in bütünsel yaklaşımlarıyla ortaya koyduğu ilkeler çerçevesinde bir seçim yapmak zorunda kalmayıp; siyasal, sosyal ve ekonomik şartların ortaya koyduğu düzenin demokrasiye en yakın hali ile siyasi rejimlerin eşleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

Selma BARDAKCI

Bahçeşehir Üniversitesi

 

Kaynaklar:

§    Lijphart, Arend (1992), Parliamentary versus Presidential Government, Oxford: Oxford University Press, pp. 11-21.

§    Linz, Juan J. (1990), “The Perils of Presidentialism”, Journal of Democracy, Vol.1.No.1, pp. 51-59.

§    Horowitz, Donald (1990), “Comparing Political Systems”, Journal of Democracy, Vol.1, No.4, pp.71-79.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...