Türk jetinin düşürülmesi ve Suriye ile yaşanan kriz sonrası Türk dış politikası ve Türk dış politikasının son on yıllık mimari Ahmet Davutoğlu Türk medyasında sert bir şekilde eleştirildi. Bu eleştiriye zemin hazırlayan başka nedenler de vardı. Mavi Marmara saldırısıyla beraber Türk vatandaşlarının İsrail tarafından öldürülmesi, Ermenistan açılımının istenilen sonuca ulaşmaması, “Arap Baharı’’nda Türkiye’nin tutumu ve Neo-Osmanlıcık tartışmaları Ahmet Davutoğlu’nu eleştirilerin baş aktörü haline getirdi. Peki bu eleştirilerde haklılık ve tutarlılık payı ne ölçüde?
2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesi ve 2009’da Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla birlikte Türk dış politikasında büyük bir revizyon gerçekleşti. ‘’Komşularla sıfır sorun ve proaktif dış politika’’ çerçevesi doğrultusunda ortaya çıkan bu anlayış büyük beklentileri ve övgüleri de beraberinde getirdi. Hatta önceki devlet adamları ve hükümetler döneminde dış politika konusunda hiçbir başarı elde edilememiş ve bütün sorunların nedeninin Türkiye’nin geçmişte izlediği yanlış dış politikadan kaynaklandığı şeklinde bir kamuoyu oluştu. Ahmet Davutoğlu’nun ortaya koyduğu vizyon öncesinde diğer hükümetler tarafından da yavaşça gerçekleştirilmeye çalışılmıştı aslında. Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı olarak Hafız Esad’ın cenazesine katılması, İsmail Cem ve Papandreu arasındaki mekik diplomasinin artması Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerini normalleştirmeye yönelik çabalardı. Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanır kazanmaz bu ülkelerle ilişki kurulmaya çalışılması, Ermenistan’ı ilk tanıyan ülkelerden birisi olmamız da Davutoğlu vizyonuna uygun adımlardı. Bundan dolayı Davutoğlu ve AK Parti ile birlikte dış politikada insiyatif alındı ve sorunların üzerine gidildi demek diğer hükümetlere ve eski devlet adamlarına biraz haksızlık etmek anlamına gelir.
Bu haksızlık kendini şu an Ahmet Davutoğlu’na yapılan acımasız eleştirilerde de gösteriyor. Davutoğlu Dışişleri Bakanlığı koltuğuna geçtiğinde onun için yapılan “Dahi, Ortadoğu’nun Kissenger’ı” gibi benzetmeler ne derece abartılıysa şu an Ahmet Davutoğlu’na karşı yapılan eleştirileri de o derece abartılı ve acımasız buluyorum. Bu da ulus olarak övme ve yerme konusunda bir türlü dengeyi tutturamadığımızın göstergesi.
1990 sonrası Türkiye’nin ve Türk dış politikasının bir revizyon gereksinimi ortaya çıktı. 1991’de Soğuk Savaş’ın bitmesi ve küreselleşme olgusunun ortaya çıkması artık ülkelerin iç ve dış politika konusunda değişim içerisine girmelerini gerektiriyordu. Bu bağlamda Davutoğlu’nun ortaya koyduğu açılım Türkiye için gereklilikti. Komşularla sıfır sorun politikası kısa sürede gerçekleşmesi mümkün gözüken bir açılım değildi ama gerçekleştirilmeye çalışılan bir hedefti. Soğuk Savaş’ın bitmesi, ABD’nin Irak işgali ve 11 Eylül saldırıları sonucunda Afro-Avrasya coğrafyasında Türkiye’nin kendine yeni manevra alanları yaratması gerekiyordu ve Ahmet Davutoğlu da bu süreci doğru okudu. Doğu’da isyan ve Batı’da ekonomik kriz gibi nedenlerle de uluslararası konjonktür Türkiye’nin lehine işledi. Fakat süreci doğru okumak ve teori ortaya koymak ne kadar zorsa, uygulama aşamasına geçirmek ondan da zor; çünkü devreye süreci etkileyen ve elinizde olmayan faktörler girebilir. Nitekim Türk askerinin başına çuval geçirilmesi, Mavi Marmara baskını ve son olarak Suriye’de uçağımızın düşürülmesi “Türkiye devleti ve milletiyle güçlüdür” ezberini bozan faktörlerdi.
Türkiye’nin Ermenistan ve Kıbrıs açılımlarında istenilen sonuca ulaşamaması da Davutoğlu’nu eleştirilerin merkezi haline getirmişti. Türkiye bu açılımlarla insiyatif alma becerisini ortaya koydu. Fakat insiyatif alırken süreci ilerletecek iradeyi yeterince gösteremedi. Nitekim, Ermenistan açılımında Ermeni kamuoyu veya Azerbaycan’daki Türkiye karşıtı Rus propagandası yeterince dikkate alınmalıydı. Yahut Ortadoğu gibi girift bir bölgede direk taraf olduğunuzda Rusya ve Çin gibi ülkeleri de karşınıza alma riskini hesaplamanız gerekmektedir. Türkiye’nin Esad’a karşı çıkarken Sudan’da katliam gerçekleştiren Ömer el Beşir ile askeri anlaşma imzalaması da Türkiye’nin gerçekten mazlumun yanında olup olmadığı şüphesini beraberinde getirdi.
Türkiye’nin yeni dış politika açılımındaki en temel eksiklerden biri de amaca yönelik araçların yetersizliğiydi. Türkiye 360. pergel misali çok yönlü ve kriz bölgelerinde çözüm olacak dış politikayı üretme konusunda yeterli altyapıya sahip olmadan böyle bir politika izleme yoluna başvurdu. Halbuki dünya Soğuk Savaş’ı atlatmasına rağmen Türkiye’de birçok kurum Soğuk Savaş mantalitesinden daha kurtulamadı. Türkiye’deki üniversitelerin öğretim üyesi, öğrenci yetiştirme ve enstitüler kurma konusunda değişen dış politikaya katkı sağlayacak ve dünyadaki hızlı gelişmeleri analiz edebilecek kalitede olmaması buna bir örnek. Diğer örnekler ise: Medya, sivil toplum kuruluşlarının bu altyapıya ve tecrübeye sahip olmaması. Dış politika yapımında etkin rol alması gereken düşünce kuruluşlarının bilgi ve analiz üretmekten çok siyaset üretmesi de Türk dış politikası ve kamuoyunu yanlış yönlendirmede etkili bir unsur.
Bütün bu gelişmeler ışığında Ahmet Davutoğlu’nu başarılı veya başarısız olarak atfetmek için erken. Ortadoğu gibi bir coğrafyada sürece bu kadar müdahil olmak fırsatları olduğu gibi riskleri de beraberinde getiriyor. Türkiye’nin Ortadoğu’daki ihracatını arttırması ve bunun etkisiyle Batı’da başlayan ekonomik krizden çok etkilenmemesi Ortadoğu politikasının kazanımıydı. Suriye tarafından düşürüldüğü düşünülen uçaklarımızda şehit olan pilotlarımız ise Türkiye’nin aktif Ortadoğu siyasetinin bedeli oldu.
Arap Baharı olarak adlandırılan süreç Suriye basamağına kadar Türkiye’nin istediği gibi gitti. Suriye şu an kilit ülke. Suriye ve Esad’ın devrilip devrilmemesi AK Parti ve Davutoğlu için dış politika sınavı olacak. Davutoğlu’nun Suriye konusundaki aktivizminin dozu eleştirilebilir ama sürecin sonunda bu diplomatik kumarın kazanılması ihtimalini hiç küçümsememek lazım1. Umarım bu kumarın sonunda Türkiye Ortadoğu ateşinde kavrulmak yerine, Ortadoğu ateşine su serpen ülke olur.
Ümit Nazmi HAZIR
[1] Akyol, Taha “Davutoğlu bu kumarı kazanır mı?” Hürriyet Gazetesi, 18.07.2012