Bu makalenin amacı, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’nin izlediği iktisadi politikalar, bu politikaların nedenleri sonuçları ve içeriklerinin incelenmesidir. 1923-1929 ve 1930-1938 dönemleri olmak üzere iki dönemde incelenecek olan ekonomimiz alt başlıklarıyla ele alınacak, uygulanan sistemin kendine özgülüğü ve Atatürk’ün bu politikalar üzerindeki etkileri üzerinde durulacaktır.
Osmanlı Devleti’nin İktisadi Mirası
Osmanlı Devleti son dönemlerinde iktisadi sahada ciddi problemlerle mücadele etmiştir. Bu problemlerin başlıcaları; sanayileşememe, uzun süren savaşlar, nüfus yetersizliği, alt yapı eksiklikleri, borçlanmalar ve yabancı sermaye yatırımlarının zararları olarak sıralanabilir. Ayrıca Osmanlı Devleti uzun zaman direnmesine rağmen 1854 yılında Kırım Savaşı’nın meydana getirdiği harcamaları finanse etmeye yönelik ilk dış borçlanmaya gitmiştir. Dış borçlanma, borçların ödenmeyeceğinin ilan edildiği 1875 yılına kadar sürmüştür. 1881 yılında kurulan Düyun-u Umumiye ile birlikte Osmanlı, mali denetim altına girmiştir.[1] Ayrıca bu dönem yapılan yabancı sermaye yatırımları Osmanlı’dan ham madde alımını kolaylaştırmak ve askeri stratejilerine hizmet amaçlı demir yolları ve limanlara yönelik yatırımlar olmuştur. Osmanlı Devleti’nin bir diğer iktisadi çıkmazı ise 1838’de İngilizler ile yapılan ticaret anlaşması ve devamında 1861’ de diğer ülkelerin lehine genişletilen ticari serbestlikler, yani kapitülasyonlardır. [2]
Bu ayrıcalıklar sanayisi hali hazırda kötü durumda olan Osmanlı Devleti’nin gelişmesini daha da zor hale getirmiştir. Bu dönem sanayi küçük tezgâhlar ve kurulduktan bir süre sonra kapanmak zorunda kalan bir kaç fabrikadan ibarettir. Ekonominin lokomotifi durumundaki tarım ise Aşar Vergisi benzeri uygulamalar, ihracatta yaşanan zorluklar, insan gücü yetersizliği ve alt yapı eksiklikleri içinde ancak iç piyasaya kısmen yetecek durumdadır.[3] Osmanlı Devleti bu ekonomik durum içinde 1. Dünya Savaşı’na girmiş ve iyi durumda olmayan ekonomik yapı çökme noktasına gelmiştir. M. Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’na bu şartlar altında girilmiş ve bu mücadelenin sonunda yeni bir ülke kurulmuştur.
Açık Ekonomi Koşullarında Yeniden İnşa (1923-1929)
Osmanlı Devleti’nin son dönemini iyi analiz eden Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, politikalarının merkezine ekonomiyi yerleştirmişlerdir. İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında Atatürk; “Türk tarihi incelenirse gerileme ve çöküntü nedenlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Kazanılmış zaferlerin ve uğranılmış başarısızlıkların tümü iktisadi durumla ilgilidir.”[4] sözleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomiye ne derece önem verdiğini ortaya koymuştur. İlk ciddi hamlelerin iktisadi alanda yapılacağı fikrini ortaya koyan Mustafa Kemal ve kurucu kadro, memleketin iktisadına yeni bir rota belirlemek adına iktisadi hayatın aktörlerini, milli mücadele zaferinin noktalandığı İzmir’de toplama kararı almıştır. 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında yapılan kongreye çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi delegelerinden oluşan 1135 kişi katılmıştır.
İzmir İktisat Kongresi toplanma tarihi açısından da büyük bir öneme sahipti zira kongre Lozan görüşmelerine anlaşmazlıklar nedeniyle ara verilen dönemde yapılmıştır. Üstelik Lozan’da üzerinde anlaşmaya varılamayan önemli başlıklardan ikisi de Osmanlı ekonomisinin belini büken kapitülasyonlar ve Osmanlı borçları meseleleriydi. Bu noktada masanın diğer yanındaki ülkelerinde gözü kongrede verilecek mesajlardaydı.
Atatürk kongreyi açış nutkunda; “İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki ecnebi sermayesine hasımız, hayır bizim memleketimiz vasidir. Çok say(emek) ve sermaye ihtiyacımız vardır. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelere lazım gelen teminatı vermeye her zaman hazırız. Mazide ecnebi sermayesi Tanzimat devrinden sonra müstesna bir yere sahipti. Devlet ve hükümet ecnebi sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Türkiye buna muvafakat edemez, burasını esir ülkesi yaptırmayız.”[5] sözleriyle tüm dünyaya savaşı her yönüyle bitirdiklerini Batıyla ticarete açık olduklarını fakat siyasal bağımsızlık gibi iktisadi bağımsızlıktan da ödün verilmeyeceği mesajını vermiştir. Bu mesajın temelindeki açık ekonomi modeli, dönemin genel politikası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu temel politikayla açılışı yapılan İzmir İktisat Kongresi süresince katılımcı kesimlerin sorunları dinlenmiş, görüşleri alınmış ve kongre sonunda hükümete sunulmak üzere bir rapor hazırlanmıştır. Bu raporda;
- Lekesiz bir ihtilal
- Milli hâkimiyetin hiçbir şeye feda edilemeyeceği
- Bütün gayretlerin iktisaden memleketi yükseltme gayesine matuf olduğu
- Türklerin irfan ve marifet aşığı oldukları
- Türklerin düşman olmayan memleketlere dost, ecnebi sermayeye aleyhtar olmadığı gibi hususlara yer verilmiştir.[6]
Ayrıca raporun Çiftçi Tüccar Sanayici ve İşçi Guruplarına İlişkin Esaslar bölümünde ise;
- Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılacaktır
- Lüks ithalattan kaçınılacaktır
- Ekonomik gelişmeye katkısı olmak koşuluyla yabancı sermayeye izin verilecektir
- Reji idare ve yönetimi kaldırılacaktır
- Tütün tarımı ve ticareti serbest olacaktır
- Aşar kaldırılacaktır
- Temettü vergisi gelir vergisine dönüştürülecektir
- Koruyucu gümrük tarifeleri kabul edilecektir
- Sanayiciye kredi sağlamak amacıyla bir banka kurulacaktır
- 1913 Teşvik-i Sanayi kanunu günün ihtiyaçlarına göre yenilenecektir
- Türk limanlarında kabotaj hakkı savunulacaktır
- Amele yerine işçi kavramı kullanılacaktır
- İşçilerin çalışma saatleri düzenlenecek ve sendika hakkı tanınacaktır[7]denilmiştir.
Bu döneme damgasını vuran bir diğer gelişme ise Lozan Antlaşması’nın iktisadi hayatımıza etkileridir. Görüşmelere “siyasi bağımsızlığı ekonomik bağımsızlıkla taçlandırma” parolasıyla giren Türkiye Cumhuriyeti, antlaşmada önemli başarılar elde etmesine rağmen kendisine ekonomik anlamda ayak bağı olacak bazı kararları da kabul etmek zorunda kalmıştır. Antlaşmanın 28. maddesinde Türkiye’de kapitülasyonların her bakımdan kaldırıldığı hükme bağlanmakla birlikte, diğer iki gelişme lehimize sonuçlanmamıştır. Antlaşma hükmü gereği, gümrük tarifelerinin beş yıl süreyle 1916 yılındaki seviyede tutulması sanayi üretimini bir süre daha gümrük korumasından mahrum bırakmıştır. [8] Ayrıca Türk Devleti, Osmanlı borçlarının üçte ikilik kısmı olan yaklaşık 85 milyon altın lira faiziyle birlikte yaklaşık 107 milyon altın liralık borcu yüklenmiştir. [9]
Bu dönem içinde 1. İktisat Kongresi’nde alınan karar gereği 1925’te Aşar Vergisi kaldırılmıştır. Bütçenin önemli bir kısmını teşkil eden Aşarın kaldırılmasından sonra 1926 yılı ile birlikte Aşarın kaldırılışından doğacak açıkları kapatmak adına dolaylı vergilerde arttırıma gidilmiştir.[10]
Türkiye Cumhuriyeti Devleti prensip olarak yabancı sermayeye kapı aralasa da, Osmanlı döneminden kalma yarı sömürge işletmeleri de devletleştirmiştir. Bu uygulamalardan bazıları; 1924 yılında Haydarpaşa liman ve rıhtımı ile birlikte Haydarpaşa-Ankara, Eskişehir-Konya ve Arifiye-Adapazarı; 1928’de Mersin-Tarsus-Adana demiryolu hatları devletleştirilmiştir. Yine 1925 yılında Osmanlı döneminin ağır miraslarından tütün rejisi, 4 milyon liraya satın alınarak devletleştirilmiştir.[11]
İzmir İktisat Kongresinde gündeme getirilen bir diğer husus ise ekonomik olarak güçlü ülkelerde olduğu gibi yatırımcılara kredi sağlayacak güvenilir ulusal bir banka meydana getirme fikriydi. Gerçekten de bu dönemde ülkede bankacılık ve kredi alanında oturmuş bir sistem olmadığını gözlemleyebiliyoruz. 1924 yılı sonunda 19 ulusal, 15 yabancı banka faaliyette bulunmaktaydı. Ulusal bankalarının 12’sinin merkez dışında şubesi yoktur. Çok cüzi bir sermaye birikimi olan bu bankalar ancak yerel ölçekte faaliyet gösteren kredi kuruluşlarıydı. Açılan kredilerin %73 şubelerinin ise % 96’sı Ziraat Bankasına aitti.[12]Bu duruma bir çözüm bulmak üzere Atatürk’ün teşvikiyle Celal Bayar’ın önderliğinde 20.08.1924 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla 35 kurucu ortaklı anonim bir şirket olarak İş Bankası kurulmuştur.[13] Ayrıca bankanın görevleri arasında her türlü banka muamelesi yapmanın yanı sıra ziraat, madencilik teşebbüsleri kurmak ve iştirak etmek de vardır.
Kuruluş aşaması çok zor[14] geçen Türkiye İş Bankası, Türk bankacılık hayatının önemli bir kilometre taşı olmuştur. Banka, şeker fabrikası gibi kuruluşların meydana getirilmesi ve ülke hizmetine sunulmasını sağlamıştır. Ama dönemin genel politikası olan yap-devret ile özel sektöre aktarma açısından bir başarı elde edilememiştir. Bankanın en büyük yararı ise bir nevi bir bankacılık okulu gibi çalışması ve önemli sayıda bankacının yetişmesine öncülük etmesidir.
Takip eden yılda devlet eliyle Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. Bu bankanın kuruluş kanununda ise şu hususlara yer verilmiştir; Sanayinin kurulması için gerekli ilk unsur sermayedir, memleketimizde ise bir sermaye birikimi mevcut değildir ilerlemiş ülkelerde müteşebbislere yol gösterecek bilgi ve sermaye sağlayacak teşkilatlar bulunmaktadır. Memleketimizde ise hükümet kapısından başka bir kapı yoktur.[15] denilerek kuruluş amacı ortaya konmuştur. Bu banka 1932 yılında Sanayi ve Kredi Bankası adını almış sonra da 1933 yılında Sümerbank bünyesine alınmıştır. Bu dönemde bankacılık adına atılan adımlar ulusal bankaların sektördeki payını arttırmıştır. 1924 yılında yabancı bankaların payı % 78 iken 1924-1929 aralığında bu oran % 57’ ye kadar düşmüştür[16]
Genç Cumhuriyetin kurucu kadroları, kalkınmanın merkezine sanayi sektörünü koymuşlardır. Bunda Osmanlı döneminin tecrübeleri daha önce de belirttiğimiz gibi çok önemli rol oynamıştır. Yukarıda bahsi geçen tüm adımlar bir bakıma sanayi alt yapısının oluşması için yapılmıştır diyebiliriz. Alt yapı eksiklikleri ile mücadele eden sanayimize bir darbe de mübadele ile Yunanistan’a giden zanaatkarlarımız tarafından vurulmuştur zira milletimizin büyük çoğunluğu tarımla uğraşmaktaydı. O yıllarda sanayi için gerekli ortamın olmadığını ekonomik yapımızdan olduğu kadar, halkın uğraş alanlarından da analiz edebiliyoruz. Kurucu kadro, bankacılık sektörünün yanı sıra sanayiye zemin hazırlamak adına 1913 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun kapsamını genişletmek ve o tarihe göre uyarlamak olmuştur. 1927 yılında yeni Teşvik-i Sanayi kanunu yürürlüğe konulmuştur. Kanunun kapsamına giren bazı hususlar şunlardır;
- Uygun görülen teşebbüslere on hektara kadar karşılıksız arazi tahsil edilecektir.
- İletişim için gerekli telefon-telgraf bağlantıları ile kullanılacak motor gücünün devletçe bilâ bedel tahsisi sağlanacaktır.
- Teşebbüslere gümrük ve kazanç vergisinde bağışıklıklar yapılacaktır.
- Yıllık üretimin %10’una kadar bölümünün satışı devlet garantisindedir.
- Kamu ürünleri bu işletmelere indirimli satılacaktır.
- Nitelikli işçi gerektiğinde bunlar ülke dışından kısa süreli ve Türk işçilere aynı işi öğretmek üzere getirilebilecektir.[17]
Bu dönem sanayi kolları dağılımı ise şu şekilde kaydedilmektedir;
- Tarım sanayi (tarım ürünleri ve değirmencilik gibi) %43,59
- Dokuma sanayi %23,83
- Madencilik %22,61[18]
1927 yılı itibariyle Türkiye’de 65,245 işletme ve 265,855 çalışan bulunmaktadır.[19]Ayrıca bu dönem sanayinin istenilen büyümeye ulaşamamasının bir nedeni olarak da ithalat malları içinde sanayinin payının düşüklüğünü gösterebiliriz.1927 yılına ait 211 milyon liralık ithalatın içinde sanayinin payı 29,3 milyon TL’dir.[20]Bugünün rakamları dikkate alınırsa 1927’de tüketim malları ağırlıklı ithalatın gerçekleştirildiği görülebilir. Bunun da dış ticaret açığını arttırdığını söyleyebiliriz. Ancak tüm bu duruma rağmen küçük sanayi –işletme sayısındaki artış, Teşvik-i Sanayi Kanunu ile girişimcilerin cesaretlendirilmesi hedefine kısmen ulaştığını görebiliriz. Zira 1928 yılında 157, 1928 yılında 118 ve devamında çok sayıda küçük çaplı işletme kurulmuştur.[21]
Tarım ise dönemin en önemli sektörü olarak nitelendirilebilir. Zira dünyada yaşanan sanayileşme hareketine ayak uyduramayan Osmanlı Devleti’nin ekonomik anlamda tutunduğu sektör, tarım sektörüdür. Dolayısıyla Osmanlı mirası üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilk yıllarında ekonominin lokomotifi olarak tarım sektörü göze çarpmaktadır. Halkın %70’inden fazlası çiftçilikle uğraşmakta nüfusumuzun ise %80’i kırsal kesimde yaşamaktadır.[22]
Tarımın önündeki en büyük engellerden birinin Aşar vergisi olduğunu daha önce belirtmiştik. 1925’te aşarın kaldırılmasından sonra dönem içinde devam eden eksikliklerin başında ise nüfus yetersizliği, düşük düzeyde toprak kullanımı ve üretim tekniklerinin geriliği gelmektedir. Diğer yandan öteki iki nedeni düşük düzeyde toprak kullanımının sebebi olarak da görmemiz mümkündür. İlk etapta göze çarpmasa da bir diğer önemli eksiklik ise ulaşımın yetersizliğidir. Ulaştırma ve taşımacılıktaki bu yetersizlik tarım ürünlerinin ulusal ve uluslararası pazarlara açılmasının önünde ciddi bir engel teşkil etmiştir. Tarımımızın içinde bulunduğu durumu gördükten sonra buna ilişkin politikalarımıza baktığımızda ise tarıma büyük önem verildiğini görebiliriz. İzmir İktisat Kongresi’nin Çiftçi Grubunun Ekonomik Esasları başlığı altında yayımlanan raporunda aşağıdaki hususlara yer verilmiştir;
- Çiftçilere tarımın çeşitli alanlarını öğretecek kitap ve dergiler basmak ve ücretsiz dağıtmak
- İlk ve ikinci derece okullarda uygulamalı tarım eğitimi vermek
- Çiftlik-okullar yapılması
- Yükseköğrenim düzeyinde bir tarım okulu açmak
- Çiftçilere müteselsil(karşılıklı) kefil ile şahıs kredisi sağlanması
- Ziraat Bankası kontrolünde kurulan yardımlaşma şirketlerinin bir an evvel işe koyulması
- Çiftçilerimize hayvan hastalıkları konusunda bilgilendirici broşürler dağıtılması
- Sulama projelerinin ivedilikle uygulanması
- Memleketimizde yetişen ürünlerin ithal ürünlere karşı korunması [23]
Öte yandan ikinci Fethi Okyar hükümeti programında (27 Kasım 1924) tarıma ilişkin şu sözlere yer verilmiştir: “Memleketimizin başlıca servet kaynağı olan tarımın desteklenmesi, ürünlerimizde üretimin arttırılması, gerekli araçların çoğaltılması, hayvan ve bitkilere zararlı olan hastalıkların giderilmesi, tarım okullarımızın pratik hale getirilmesi ve sayılarının çoğaltılması emelindeyiz.”[24]
Tarıma yönelik bu politikalar çerçevesinde bakıldığında kısmi bir başarı sağlandığını görebiliriz. Özellikle savaş sonrası askerlerin arazilerine geri dönmesi, tarıma yönelik eğitime önem verilmesi, tarıma bağlı sanayiler kurulması (1926 Alpullu ve Uşak Şeker Fabrikaları), Aşarın kaldırılması bu dönemde(1923-1929) GSMH’de yaşanan %9,3’lük artış içinde tarımın payını %39,8’den %45,8’e kadar çıkarmıştır.[25]Siyasi ve sosyolojik boyutu itibariyle ayrı bir inceleme konusu olan köylünün topraklandırılması mevzusunun başarısızlığı ise dönemin en büyük eksikliği olarak sayılabilir.
Yine bu dönem içinde inceleyeceğimiz bir diğer konu da dış ticaret dengesidir. İthalat-ihracat rakamları çerçevesinde dış ticaret açığımıza baktığımızda her yıl yaklaşık 50 milyon TL civarında bir açık göze çarpmaktadır. Bu durumun başlıca sebepleri olarak da uzun süren savaşların ülkenin üretim gücünü fazlasıyla zayıflatması ve 1916 gümrük tarifelerinin yabancı malların ulusal piyasada yerli mallarına kıyasla daha avantajlı hale getirmesi olarak değerlendirebiliriz. 1923-1929 dönemi dış ticaret yapımıza baktığımızda tüketim mallarının %50 dolaylarında bir rakamla ithalatımız içinde önemli bir yer tuttuğu görülmektedir[26].
Dönemin en yüksek ticaret açığı ise 1929 yılında yaşanmıştır. Bunun nedeni, Lozan ek protokolünde yer alan gümrük tarifelerinin(1916’daki şekliyle) beş yıl uzatılması kararının bu yıl içinde sona erecek olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu engelin kalkmamasının ardından ithalat üzerine ciddi oranda vergiler koyabileceği ihtimali üzerine ithalatçılar, 1929 yılında 256 milyon TL’lik ithalat yapmışlardır. Aynı yılın ihracat rakamları ise 155 milyon TL’de kalmıştır. Dolayısıyla bu dönem 1923-1929 periyodunun en yüksek dış ticaret açığı olan 101 milyon TL’lik ticaret açığı meydana gelmiştir.
Bu dönem paramızda göreli bir istikrar gözlemlenmesine rağmen bahsi geçen ticaret açıkları gibi unsurların etkisiyle dönem sonuna doğru paramızda değer kayıpları olmuştur. Rakamlarla ifade etmek gerekirse; 1923 yılında 763 Kuruş olan İngiliz Sterlini 1928’ de 956 Kuruşa, 168 Kuruş olan ABD Doları ise 195 Kuruş’a yükselmiştir.[27]
Sayısal veriler çerçevesinde son olarak dönem içinde GSMH oranlarımıza baktığımızda; 1923 yılında; 952.6 1924 yılında; 1,203,8 1925 yılında; 1,525,6 1926 yılında; 1,650,5 1927 yılında; 1,471,2 1928 yılında; 1,632,5 1929 yılında 2,073,1 olarak kaydedilmiştir.[28]
1923-1929 aralığının, Türkiye Cumhuriyeti’nin her bakımdan en kritik yıllarıdır. Savaş sonrası yeni kurulan ülkenin siyasi durumu olduğu kadar iktisadi durumu da büyük önem arz etmektedir. Bu dönemin temel politikası; siyasi bağımsızlığın ekonomik bağımsızlık olmadan gerçekleşemeyeceği tezi üzerinedir. Lozan görüşmelerinde bu konu şiddetle savunulmuş, İzmir iktisat Kongresi’nde tüm dünyaya aynı mesaj tekrarlanmış bunun yanında ticari iş birliği için de kapı aralanmıştır. Ancak şahsi teşebbüse imkânlar tanınması ve yabancı sermayeye düşmanlık güdülmememesi bu dönemi “liberal ekonomik dönem” olarak nitelemek için bizce yeterli değildir.
Bu yaklaşımımızın başlıca sebepleri daha önce bahsettiğimiz gibi ülkede birikmiş bir sermaye olmaması, kredi kurumlarının yetersiz olması, ülkenin savaşlarda büyük güç kaybına uğraması olarak sayabiliriz. Ayrıca dönemin idarecilerinin de demeçleri bu yöndedir. İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt, İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada kurucu kadronun genel felsefesini şu şekilde açıklamıştır: “Yeni Türkiye iktisadiyatı mevcut iktisadi sistem ve siyasetlerin hiç birinin aynı olamaz. Memleketimizin iktisadi mana ve ihtiyacına iktisat tarihimizin ruhiyatına muvafık başlı başına bir iktisat siyaseti takip eylemek mecburiyetindedir. Biz iktisat tarihinde mevcut mekteplerin hiç birine mensup değiliz. Ne bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ne de sosyalist komünist veya himaye mekteplerinden değiliz. Bizim de yeni bir iktisat mektebimiz vardır, buna ben Yeni Türkiye İktisat Mektebi diyorum. İktisadi teşebbüs kısmen devlet kısmen de teşebbüs-i şahsi tarafından deruhte edilmelidir.”[29] Bu sözlerden de anladığımız üzere belirlenen yol haritası tamamen ülkenin ihtiyaçlarından doğan dengeli bir politikadır.
1930-1938 Korumacı Dönem
İzmir İktisat Kongresi ile başlayan süreç, 1929 yılına kadar sürmüştür. Kısmi dışa açık ekonomi modelinin hüküm sürdüğü bu yıllarda hedeflenen büyümenin uzağında kalınmıştır. Örneğin, sanayi işletmeleri kurma hedefiyle kurulan Sanayi ve Maadin Bankası 1932 yılında faaliyetleri son bulurken ancak Osmanlı’dan kalan dört fabrikaya sahipti.[30] Kısaca bu dönemde istenilen hızda ve oranda ilerleme kaydedilememiştir. Bu durumun yanı sıra 1929 yılında yaşanan buhran ve gümrük sınırlamalarının bu tarihte kalkıyor olması sebebiyle 1930’lu yılların başında yaşanan hazırlık döneminin ardından Türkiye Cumhuriyeti ılımlı da olsa korumacı-devletçi kalkınma devrine geçmiştir. Öncelikle devletçiliğe geçişimizin en önemli nedeni olarak gösterebileceğimiz 1929 Ekonomik Buhranı üzerinde durmayı dönemin daha iyi anlaşılması açısından elzem görüyoruz.
1929 Buhranı diyebiliriz ki; kapitalist-liberal iktisadi düzenin savaş sonrası iyimserliğinin bir faturası olmuştur. “Her arz kendi talebini yaratır” mantığı sonucu, talebin çok üstünde üretim yapan firmalar borçlarını ödeyememeye ve iflas etmeye başlamışlardır. Ülkemiz ise ham madde ihracatçısı sınai malları ithalatçısı olarak krizden çok büyük zarar görme potansiyeline sahipti. Çünkü buhran ham madde fiyatlarını sınai madde fiyatlarına nazaran daha yüksek düzeyde düşürmüştür. Nitekim ihraç ettiğimiz tarım ürünlerinde 1929-1933 döneminde %60-70 arasında düşüş yaşanırken ithal ettiğimiz ürünlerde bu düşüş %10-27 düzeyinde kalmıştır.[31] Bu dönemde açık ekonomi koşullarında devam etmenin ekonomimize vereceği zararlar öngörüldüğünden devlet ekonomide büyük bir aktör olarak sahneye çıkmıştır. Bu yıllarda ithalata sınırlamalar getirilecek, yerli malı teşvik edilecek, devlet eliyle büyüme politikası güdülecektir.
Önceki bölümde belirttiğimiz gibi dönem sonuna doğru TL değer kayıpları yaşamıştır. Krizle birlikte bu kayıpların artması üzerine ilk tedbir bu alanda alınmış; 16 Mayıs 1929 tarihli ve 1447 sayılı Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu ile 22 Şubat 1930 tarihli 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu çıkarılmıştır.[32]
Ardından C.H.F’nin 13-14 Mayıs 1931 tarihindeki kurultayında devletçilik ilkesi parti programına girmiştir. Programın ikinci kısmında “ferdi mesai ve faaliyetleri esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha eriştirmek için milletin yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde bilhassa iktisadi sahada devleti fiilen alakadar etmek mühim esaslarımızdandır.” şeklinde içeriği belirtilmiştir.[33]
Bu dönemle birlikte çokça tartışılan husus; uygulamaya konan devletçilik yapısının nasıl olacağı üzerinedir. 1932 yılı itibariyle bu konuda konuşanlar ikiye ayrılmaktadır. Birincisi öncülüğünü Bayar’ın yaptığı mutedil(ılımlı) devletçilik, diğer kesim ise İnönü’nün arkasında saf tutan müfrit(katı) devletçilik anlayışıdır. Atatürk ise bu konuya dair fikrini Afet İnan’a şöyle yazdırmıştır; “Bizim takibini muvafık gördüğümüz devletçilik fikri bütünü istihsal(üretim) ve tevzii(dağıtım) fertlerden alarak ferdi teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine bağlı komünizm gibi bir sistem değildir. Bizim takip ettiğimiz devletçilik; ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla birlikte milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde devleti fiilen alakadar etmektir.”[34] Atatürk bu dönem Bayar’ın savunduğu mutedil devletçilik sistemine yakın durmuş ve bu fikrin hayatta geçirilmesi adına 1932 yılında Bayar’ı iktisat vekilliğine getirmiştir.
Yine bu dönemde en büyük eksikliklerden biri de bir merkez parasının yokluğu ve dolayısıyla aktif bir para politikasının yürütülememesidir. Bu noktada 30.06.1930 tarihli ve 1715 sayılı yasayla ulusal ve gerçek anlamda bir Merkez Bankası kurulmuştur.[35] Bu tarih, Türk Bankacılık sektöründe önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bunun ardından 07.07.1932 tarihli ve 2064 sayılı Sanayi ve Maadin Bankası kaldırılarak yerine Sanayi ve Kredi Bankası daha sonra da bu bankanın yerine 03.06.1933 tarihli ve 2262 sayılı kanunla Sümerbank kurulmuştur. Yine 1933 yılında bir Amme Müessesesi olarak ve daha sonra adı İller Bankası’na dönüştürülen Belediyeler Bankası kurulmuştur. 14.06.1935 gün ve 2805 sayılı yasa ile madencilik alanında Etibank ve 30.11.1937 tarih ve 3295 sayılı yasa ile Denizbank’ın kurulması, 1938’de Halk Bankası’nın faaliyete geçmesiyle Türk bankacılık sistemi önemli değişme ve gelişme göstermiştir.[36] Bankacılık alanında bunlar olurken dönem içinde Devletçiliğin yerleşmesi için çok sayıda kanun çıkarılmıştır. Bunların içinde;
- Ziraat Bankası’na mübayaa ettirmek buğday hakkında kanun
- Ödünç para verme işlemleri kanunu
- Endüstriyel mamulatın maliyet ve satış fiyatlarının kontrolü ve tespiti kanunu
- Liman işletmelerinin hükümetçe işletilmesine dair kanun
- Tütün ve tütün inhisarları kanunu
MTA ve Eti bank Kanunu yer almaktadır.[37]Bu dönem içinde tarım sektörüne baktığımızda ise 1929 Ekonomik Buhranı gibi olumsuz şartlar karşısında bile ilerlemesine devam ettiğini görmekteyiz. Ancak bu ilerleme ilk döneme nazaran daha düşük seviyede seyretmiştir. Diğer yandan bu dönem uygulanan bir diğer sistem “kliring(takas)” ‘tir. 1933’te ithalat ve ihracatı canlandırmak adına uygulanan bu sistemin temel mantığı “malını alanın malını alma” ilkesidir. Bu sistemde ithalat ihracata bağlandığından ihracat teşvik edilmiş oluyordu. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti mümkün olduğu kadar bütün ülkelerle kliring anlaşması yapmaya çalışmıştır. [38]
1930-38 periyodunun en önemli uygulamaları ise 1. ve 2. Sanayi Planları’dır. Planlı ekonominin gereği olan bu kararlar, dönemin yapısı içinde uygulanmaya konmuştur. Bu kararları tetikleyen faktörler ise daha önce de belirttiğimiz gibi 1929 Ekonomik Buhranı, sermaye birikimi olmadan şahsi teşebbüsün yeterli başarıya ulaşamaması ve beklide en önemlisi o tarihlerde liberal ekonomiyi benimseyen ülkelerin yaşadığı krizden SSCB’nin planlı–devletçi ekonomi sayesinde etkilenmemiş olmasıdır.[39]Dönem içinde ABD ‘den ve Sovyetler’den gelen uzmanlarla fikir alışverişleri yapıldıktan sonra başında Bayar’ın bulunduğu Türk uzman heyetinin de hazırlıkları sonucu planlı iktisat modelinin ilk ürünü olan 1.Sanayi Planı 8 Ocak 1934 tarihinde Bakanlar Kurulu’nca onaylanmıştır. Planın esasları şu şekilde belirtilmiştir;
- Esas ham maddeleri memlekette yetişen sanayi kolları ele alınmıştır,
- Bu tesislerin kurulması büyük teknik destek ve sermayeye ihtiyaç duyduğundan kuruluşları devlet veya milli müesseselere bırakılmıştır,
- Kurulmasına karar verilen sanayimizin üretim kapasitesi, memleketin ihtiyaç ve tüketimiyle orantılıdır(kendi kendine yeterlik). [40]
Bahsi geçen maddelerden de anlaşılacağı üzere memleketin doğal zenginlikleri zemininde kendine yeten ve ithal mallara ikame olabilecek bir sanayi yapılanması amaçlanmıştır. 1.Sanayi Planı’na 31 milyon TL’lik bir bütçe ayrılmıştır.[41] Ele alınan sektörler ise şöyledir;
- Dokuma(pamuk, yünlü, kendir)
- Madencilik(demir, bakır)
- Selüloz(kâğıt, yapay ipek)
- Seramik(şişe, cam, porselen)
- Kimya(zaçyağı, klor)
Kurulması planlanan bu tesislere baktığımızda Sümerbank’a görev olarak verilen dokuma sanayi 1937 yılında üretime başlamış ve ithalat içinde dokuma sanayinin payını %26,6’dan %17,5’e kadar çekmiştir. 1940 yılı itibariyle bu alanda kurulan tesisler ise; Bursa Merinos(1938), Nazilli(1937), Kayseri(1936), Malatya(1939)’dur.[42] Ergani’de bakır konusunda ciddi bir tesisleşmeye gidilmiş ve 1937 yılında ortalama dünya bakır ton fiyatı 100 İngiliz Lirası olduğuna göre Ergani’deki bakır işletmeleri yılda 5 milyon TL dış satım geliri sağlamıştır.[43] Bu örnekler dönemin sanayileşmedeki başarısını ortaya koyarken başta hedeflenen ithal mala ikame ve dış ticaret açığını pozitife çevirme hedefine de ulaşıldığının bir kanıtıdır. Aynı dönem kurulan diğer bazı tesisler şunlardır; Bakırköy Bez Fabrikası(1934), Keçiborlu Kükürt Fabrikası(1935), Paşabahçe Cam Fabrikası(1936), Gemlik Suni İpek Fabrikası(1938), MTA(1935)
Tarımda ise 1932 yılında Ziraat Bankası bünyesinde kurulan Toprak Mahsulleri Ofisi(TMO), 1938 yılında bağımsız bir kamu kuruluşu yapılmış ve yetkileri arttırılmıştır.[44] Ayrıca gene tarıma dönük 1935’te Tarım Kredi Kooperatifleri Birlikleri ve 1937’de Zirai Kombinalar kurulmuştur. Ulaştırma alanında, TCDD yönetiminde; Ankara-Karabük-Zonguldak, Sivas-Erzincan-Erzurum, Malatya-Elazığ-Diyarbakır demir yolu hatları bu dönemde planlanmış ve uygulanmıştır.[45]
Devletçilik dönemi olarak nitelendirilen bu dönem için önemle üstünde durulan bir diğer husus da, özel sektör ve devlet arasındaki ilişkidir. Devletçiliğin uygulandığı bu aralıkta devlet ve özel sektör birbirini tamamlayıcı rol oynamıştır. Devletin giremediği yan kollara, küçük tesislere özel kesim müdahale etmiştir. Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun hala yürürlükte olduğu düşünülürse özel sektör için belli bir hareket alanı bırakıldığı kanısına varmak yanlış olmaz. Nitekim dönemin kayıtlarına baktığımız zaman 1932-1939 yılları arasında özel sektörün, cari fiyatlarla üretim değerinde 2,4 katma değerinde 3 ve gayri safi karlarında 3,2 misli artış olduğunu görmekteyiz.[46] Buradan hareketle devlet ve özel kesim arasında paralel bir büyüme olduğu, ancak 1923-1929 aralığında öncülüğün özel kesime verilmesi öngörülürken 1930-1939 arasında devletin ekonomiye şartlar gereği liderlik ettiği söylenebilir.
Beş yılda bitirilmesi öngörülen 1. Sanayi Planı’nın verimli bir çalışma sonucu 33 ayda bitmesi üzerine 2. Sanayi Planı’nın hazırlıkları beklenenden daha erken bir zamana çekilmiştir. 2. Sanayi Planı 1936 yılında hazırlanmaya başlamış ve 1938 yılında yürürlüğe girmiştir. Önceki plana göre çok daha fazla sayıda tesis hedeflenen bu planda tesislerle ilgili çok ciddi ön hazırlıklar yapılmıştır. 2. Sanayi Planı’nda stratejik sektörler; enerji, petrol, azot, deniz ürünleri ve afyon sanayi olarak ortaya çıkmıştır.[47] 112 milyon TL’lik büyük bir yatırım öngören ve kapsadığı sektörler itibariyle önem arz eden bu plan 2. Dünya Savaşı arifesinde şartlar gereği rafa kaldırılmış ve uygulanamamıştır.
Son olarak bu periyot itibariyle milli gelirdeki duruma baktığımızda ise; 1929 yılında kişi başına gelir 73 TL iken(cari fiyatlarla), 1935 yılında 82 TL, 1938 yılında 92 TL ve 1939 yılında 95 TL’dir.[48] Ayrıca 1930-1932 döneminde yıllık ortalama %3,5 1933-1939 döneminde ise %8’lik bir büyüme söz konusuyken, alınan önlemler sonucunda 1938 yılı hariç dış ticaret dengesi pozitiftir.
Sonuç ve Değerlendirme
Genç Cumhuriyet’in kurucu kadroları başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, iktisadi hayatın önemini kavramış, bu hususta gerekli analizleri yapmış ve lazım gelen kararları vermişlerdir. Ancak gerek dönemin şartlarına, gerekse de lider kadronun demeç ve uygulamalarına baktığımızda ne ilk dönemi liberal dönem ne de ikinci dönemi tam devletçi dönem olarak değerlendirebiliyoruz. İki döneminde öncülüğünü yapan sektörler farklı olsa da bu ideolojik bir alt yapının ürünü olmamış, tamamen dönemin ve ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda verilen kararlar olmuşlardır.
Mehmet Hanifi Benzer
Gazi Üniversitesi
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri
Kaynakça:
Prof. Dr. M. Akif Tural, Atatürk Devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar(1920-1938),Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 848
Prof. Dr. Mustafa Aysan, Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri, Toplumsal Dönüşüm Yayınları,6.Basım, Ocak 2000
Prof. Dr. Afet İnan, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı, Türk Tarih Kurumu Yayınları,16- sayı,14
Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları, sayı,513, 1982
Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi(1900-1960),İmge Kitabevi 1.basım 2003
Korkut Boratav, İktisat Tarihi (1908-1980), Türkiye Tarihi Seti 4.cilt
Yar. Doç. Dr. Abdülkadir Buluş, Türkiye İktisat Politikasının Tarihi Temelleri, Tablet kitabevi,1.basım 2003
Dumlupınar Üniversitesi Arş. Gör. Özer Özçelik, Güner Tuncer, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları
Doç. Dr. Nadir Eroğlu, Atatürk Dönemi İktisat Politikaları, Marmara Üniversitesi, İ.İ.B.F Dergisi, yıl 2007,cilt 23,sayı,2
Doç. Dr. Nadir Eroğlu, Atatürk Dönemi Para Politikaları, Marmara Üniversitesi, İ.İ.B.F Dergisi, yıl 2010,cilt,28,sayı 23-26
Muharrem Tünay, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı 4, cilt 2, Kasım 1985
Prof. Dr. Okan H. Aktan, Ulusal Bağımsızlık Bağlamında Atatürk’ün Ekonomi Politikası, Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergisi Cumhuriyet’in 75.Yılı Özel Sayısı
[1] Türk iktisat politikalarının tarihi temelleri Yar. Doç. Dr. Abdülkadir BULUŞ s 33
[2] Türk iktisat politikalarının tarihi temelleri Yar. Doç. Dr. Abdülkadir BULUŞ s 30
[3] İktisat Tarihi korkut BORATAV TÜRKİYE TARİHİ 4.CİLT
[4] Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri Prof.Dr.Mustafa AYSAN OCAK 2000 s-46
[5] Atatürk Döneminin Dış Ekonomik İlişkiler Politikası Doç.Dr.Nahit TÖRE Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları ve Türkiye’nin Ekonomisinin Gelişmesi Semineri Ankara Üni.siy. bil.fak. yay. 513
[6] Atatürk Dönemi Türk Mali Sistemi Prof. Dr. İsmail TÜRK Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları ve Türkiye’nin Ekonomisinin Gelişmesi Semineri Ankara Üni. Siy. Bil. Fak. Yay. 513
[7] Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları Arş Gör: Özer ÖZÇELİK, Güner TUNCER Dumlupınar Üni. İİBF Fak.
[8] Atatürk Dönemi İktisat Politikaları (1923-1938) Doç.Dr.Nadir EROĞLU Marmara Üni. İİBF Dergisi yıl:2007 CİLT XXIII Sayı:2
[9] İktisat Tarihi Korkut BORATAV TÜRKİYE TARİHİ CİLT:4 s: 312
[10] İktisat Tarihi Korkut BORATAV TÜRKİYE TARİHİ CİLT:4 s:320
[11] İktisat Tarihi Korkut BORATAV TÜRKİYE TARİHİ CİLT:4 s:315
[12] Atatürk Döneminde Para-Kredi Siyaseti ve Kurumlaşma Hareketi Doç. Dr. Gürgan ÇELEBİCAN Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları ve Türkiye’nin Ekonomisinin Gelişmesi Semineri Ankara Üni. Siy. Bil. Fak. Yay. 513 S:23
[13] Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri Prof. Dr. Mustafa AYSAN Toplumsal Dönüşüm Yay. 6. Basım Ocak 2000
[14] Celal Bayar Mustafa Aysan ile yaptığı röportajda kuruluş aşamasına dair şunları söylemiştir: “Hazin bir olaydır. Anonim bir şirket olarak kuracağız bankayı, dostluğu akrabalığı kullanarak hisse senetlerini satmaya çalışıyoruz. Hatır gönül ilişkileriyle sattık senetleri. Banka muvaffak olduktan sonra ise bunlar kendi hısım akrabalarını zengin etmek için kurmuşlar bankayı propagandası yapıldı ve bu şartlar içinde kurduk bankayı.” Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri Prof. Dr. Mustafa AYSAN
[15] Atatürk Devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar Dr. M. Akif TURAL Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. 848
[16] Türkiye Ekonomisinin Tarihi(1900-1960) Tevfik ÇAVDAR İmge kitabevi 1.baskı 2003
[17] A.g.e.
[18] A.g.e.
[19] Prof. Dr Korum, Uğur, “1923-1929 yıllarında Türkiye’de İmalat Sanayi ve Sanayi Politikaları”, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, A.Ü S.B.F Yayınları, Sayı 513,Yıl 1982.
[20] A.g.e.
[21] Dr.Tural,M.Akif,Atatürk Devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar(1920-1938),Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.848.
[22] Doç.Dr. Aruoba Çelik,”Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Türkiye’nin Tarımsal Yapısı ve Tarıma Yönelik Politikalar, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri,A.Ü S.B.F Yayınları,Sayı 513,Yıl 1982.
[23] Prof. Dr. İnan, Afet, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı, TTK Yayınları,1972
[24] A.g.e.
[25] Çavdar, Tevfik, Türkiye Ekonomisinin Tarihi(1900-1960),İmge Kitabevi,1.baskı,Yıl,2003
[26] Doç. Dr. TÖRE Nahit, Atatürk Dönemi Dış Ekonomik İlişkiler Politikası, , Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, A.Ü S.B.F Yayınları, Sayı 513,Yıl 1982.
[27] A.g.e
[28] Çavdar T. (2003). Türkiye Ekonomisinin Tarihi (1900-1960). (1. basım). İmge kitabevi.
[29] Dr. Tural M. A. (1987). Atatürk Devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar (1920-1938). Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
[30] Boratav, K. (2008). İktisat Tarihi (1908-1980). Türkiye Tarihi Seti, 4. Cilt içinde (Ed. Akşin, S.). Cem Yayınevi.
[31] Prof. Dr. Zarakolu, A. (1982). 1929-30 Dünya Ekonomik Krizi Karşısında Türk Ekonomisi ve Krizle Mücadele Tedbirleri, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları ve Türkiye’nin Ekonomisinin Gelişmesi Semineri. Ankara Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakültesi Yayınları, (513).
[32] Doç. Dr. Töre, N. (1982). Atatürk Dönemi Dış İlişkiler Politikası, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakültesi Yayınları, (513).
[33] Dr. Tural, M. Akif, Atatürk Devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar(1920-1938),Kültür ve Turizm Bakanlığı yay,848
[34] ÇAVDAR Tevfik Türkiye Ekonomisinin Tarihi(1900-1960),imge kitabevi, birinci basım 2003
[35] Doç. Dr. Çelebican, Gürgan, Atatürk Döneminde Para-Kredi Siyaseti, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, A.Ü S.B.F Yayınları, Sayı 513,Yıl 1982.s;23.
[36] Doç. Dr. Eroğlu, Nadir, Atatürk Dönemi İktisat Politikaları, Marmara Üniversitesi İ.İ.B..F Dergisi Yıl 2007,Cilt 23,Sayı 2.
[37] BORATAV Korkut, İktisat Tarihi(1908-1980), Türkiye Tarihi Seti, cilt;4.
[38] Prof. Dr. Zarakolu, Avni,1929-1930 Dünya Ekonomik Krizi karşısında Türk Ekonomisi ve Krizle mücadele tedbirleri, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, A.Ü S.B.F Yayınları, Sayı 513,Yıl 1982.s;94.
[39] Dış işleri bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birlikte Moskova’yı ziyaret eden Falih Rıfkı Atay, Yeni Rusya adlı eserinde “Halkı ve memleketi hızla batı seviyesine çekmek için aranmış bulunmuş bir ihtilalci metot “olarak nitelendirmektedir. ÇAVDAR Tevfik Türkiye Ekonomisinin Tarihi(1900-1960),imge kitabevi, birinci basım 2003, s;258
[40] Dr. Ölçen Ali Nejat,1923-1938 Dönemi 1.ve2.Sanayi Planları, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, A.Ü S.B.F Yayınları, Sayı 513,Yıl 1982.
[41] Prof. Dr. İnan Afet, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 1. Sanayi Planı, TTK Yay,1982
[42] Dr. Ölçen Ali Nejat,1923-1938 Dönemi 1.ve2.Sanayi Planları, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, A.Ü S.B.F Yayınları, Sayı 513,Yıl 1982.
[43] A.g.e
[44] A.g.e
[45] A.g.e
[46] BORATAV Korkut, İktisat Tarihi(1908-1980), Türkiye Tarihi Seti ,cilt;4
[47] Dr. Ölçen Ali Nejat,1923-1938 Dönemi 1.ve2.Sanayi Planları, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi Semineri, A.Ü S.B.F Yayınları, Sayı 513,Yıl 1982.
[48] Dr. Tural, M. Akif, Atatürk Devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar(1920-1938),Kültür ve Turizm Bakanlığı,yay,848