Cisr El Şukur ve Hama Katliamları: Suriye Rejimi Ne Yapmak İstiyor?
Mart ayında Suriye’de başlayan rejim karşıtı hareket Ramazan ayının başında Hama’da yüz binlerce kişinin gösteriler düzenlemesi ile farklı bir aşamaya taşınmıştır. Esad’ın gösterilerden hemen sonra Hama Valisini görevden almasından kısa bir süre sonra da Suriye hükümetinin bölgeye askeri hareket düzenleme emri vermesi krizin barışçıl yöntemlerle değil aksine askeri yöntemlerle ve güç kullanılarak bastırılacağının işaretlerini vermiştir. Daha önce Der’a’da, Şam’da ve Humus gibi yerlerde uygulanan yöntemler bu kez Hama’da bir kez daha uygulanmaya konacaktı. Ancak Hama’yı diğer yerleşim birimlerinden ayıran temel özellik, son 29-30 yıldır Hama’nın askeri kuşatma altında tutulmasıydı. Dolayısıyla rejim, askerin ve istihbaratın sürekli etkin olduğu Hama’da yüz binlerce insanın nasıl gösteri düzenlediği sorusuna cevap veremediği gibi, sorunu doğrudan askeri bir müdahale ile bir kez daha çözmeye yönelmesi hiç beklenmeyen iç ve dış tepkilere yol açacaktır.
Esad ailesinin 1970’de Suriye’de iktidarı ele geçirmesine en sert tepki Sünni Arap kökenli kesimlerden gelmiştir. 1966 darbesi ile askeri komutanlıkları denetim altına alan azınlıkların 1970’te devlet yönetimini de ele geçirmesinden sonra Suriye’deki azınlık yönetimine karşı güçlü bir Sünni muhalefet başlamıştı. 1970’lerin başından itibaren toplu gösteriler ve silahlı karşı koymalar şeklinde kendini gösteren muhalefet 1980’li yıllara gelindiğinde rejimi ciddi şekilde tehdit edecek bir seviyeye ulaşmıştı. Bu dönemde bir yandan rejimin gösterilere müdahalesi sonucu yüzlerce insan yaşamını yitirirken birçok üst düzey azınlık mensubu da düzenlenen suikastlar sonucu öldürülmüştü. Sünni kesimin özellikle vurguladığı nokta yönetimin Suriye’de azınlığı oluşturan grupların eline geçmiş olmasıydı. Bu nedenle muhalefet doğrudan Alevi gruplara yöneltildi.[1]
Bu dönemde Cumhurbaşkanı Hafız Esad halkın yönetimine bağlılığını sağlayabilmek için bir dizi reform girişimi başlatmıştı. Cumhurbaşkanı Esad, Halk Konseyi’ni kurarak, halkın belli temsilciler aracılığıyla hükümet politikaları içinde temsil edilmesini sağlamaya çalışmıştı. Özellikle Suriye rejiminin 1976’da Lübnan’da Müslümanlara karşı Hıristiyanları desteklemesinden kaynaklanan eleştirileri ortadan kaldırmak için Sünni liderleri de danışma kurulu içine alarak, Lübnan’la ilgili kararlarda Sünni politikacıların da sorumluluk almalarını sağlamaya çalışmıştır. Hafız Esad, halkı yönetime ortak ederek ve iktidarın tek elden yönetilmediği imajını yaratarak bir anlamda Suriye’yi tek başına yönetmediğini ve Sünni kesimlerin de Suriye politikasında etkili olduğunu göstermeye çalışmıştı. Ancak, Esad devlet üzerinde tam kontrolü kurduktan sonra, hem 1973’te kurulan Halk Konseyinde hem de 1975-1976 Lübnan iç savaşında oluşturduğu 3’lü danışma yöntemiyle, son kararı hep kendisi vermekteydi. 1984’te kardeşi Rıfat ile iktidar mücadelesi başladığında, El-Esad kardeşini rejimi yıkmakla suçlarken şöyle demekteydi:
“Sen rejimi yıkmak istiyorsun..İşte ben buradayım…Ben rejimim…’’[2]
Cisr El Şukur ve Hama Olayları: Tarih Tekerrür Mü Etmekte?
Müslüman Arap Sünnilerin bulunduğu şehirlerde iktidar karşıtı halk gösterilerini 1980’lerinde başında kitle gösterilerine dönüşmeye de yaşanmaktaydı. Açıkçası muhalefetin özellikle Hama, Şam, Halep bağlı Cisr El Şukur gibi Sünni Müslümanların bulunduğu şehirlerde destek bulmasının ana nedeni, bu şehirlerin güçlü Sünni ailelerinin bir zamanlar Suriye politikasında önemli roller oynamalarından kaynaklanmaktaydı. 1960’ların ilk yarısına kadar azınlıkların iktidarı ele geçirmesine kadar Şamlı, Halepli, Hamalı politikacılar Suriye’nin politikasına yön veren insanlardı. Bunların Baas iktidarı ile birlikte iktidardan uzaklaştırılmalarıyla birlikte Sünni muhalefet başladı ve kısa süre bu bölgelerde önemli ölçüde destek sağlandı. Bu bölgelerde muhalefeti yürüten kesimler tarafından vurgulanan ana tema Suriye yönetiminin Alevi karakteriydi. 1980’lere gelindiğinde ise Suriye yönetimi muhalefete karşı daha sert önlemler kullanmaya başlıyordu. [3]
1980’lere gelindiğinde rejim karşıtı gösteriler her yerde artmış bulunmaktaydı. Mart 1980’de Cisr El Şukur’da Baas karşıtı bir gösteri düzenlendi. Gösteri kısa sürede genişledi ve ilçedeki Baas binaları ve resmi kuruluşlar hedef haline geldi. Bu gelişmeler üzerine Esad rejimi bölgeye askeri birlikler göndererek gösterileri bastırmaya yöneldi. Ordunun müdahalesi sonucu en az 200 sivilin yaşamını yitirdiği belirtildi.[4] Bu olaydan hemen sonra rejim karşıtı güçler Halep’te toplanmaya başladılar. Suriye rejiminin Ağustos’ta Halep’e düzenlediği saldırıda birçok Sünni sivil yaşamını yitirdi. Suriye rejimi kitle gösterilerine karşı Ordu birliklerini devreye sokmuş ve bu yöntemle rejime karşı gelen yerleşim birimlerini topluca cezalandırma yoluna gitmiş olmaktaydı. Suriye’deki azınlık yönetimi, kendi iktidarına karşı yönelmiş olan Sünni muhalefete karşı en son Şubat 1982’de Hama’da kapsamlı bir saldırı başlattı. Yaklaşık 12,000 asker, tank ve helikopter eşliğinde başlayan saldırılar karşısında çeşitli kaynaklara göre 10.000 ile 30.000 arasında çoğu sivil hayatını kaybetmiştir.[5] Kısacası Suriye’deki azınlık yönetimi, kendisine karşı gelişen Sünni Arap muhalefetini en son 1982’de Hama’yıda topluca cezalandırma yoluna giderek bastırmaya çalışmıştı. Ancak Hama’da uygulanan yöntemler, Suriye’de cemaatler arası ilişkilerin barışçıl bir hal alacağı anlamını taşımıyordu. Bununla birlikte uygulanan toplu cezalandırma yöntemi Sünni Arap muhalefetinin ağır bir darbe almasına ve sinmesine yol açarken Alevi ve Sünni mezhepleri arasındaki ilişki her zamankinden çok daha ağır bir darbe almış olmaktaydı.
Sonuç olarak, Cisr El Şukur ve son olarak Hama olaylarından sonra o gün için Sünni muhalefet etkisini yitirmiş gözükse de, bu yanıltıcı bir tabloydu. Çünkü baskıcı diktatörlüklerde halkın ne istediğini veya diğer bir deyişle rejimin denetimini kaybetmesi sonucunda halkın nasıl davranacağını, önceden tahmin etmek zordur. Ancak, Suriyeli Sünnilerin, yönetimin sertlik politikalarından kaynaklanan bir korku içinde olduğu ve bu nedenle de 2011’e kadar Esad yönetimine karşı kitle gösterileri düzenlemedikleri görülmektedir.
Suriye Yönetimi Nereye Gidiyor?
Der’a’da, Humus’ta, Şam’a bağlı yerleşim birimlerinde, Banyas, Lazkiye, Cisr El Şukur ve son olarak Hama’da Ordu güçlerinin kitle gösterilene sert müdahalesini rejimin bir kez daha 1970 ve 1980’lerde uyguladığı stratejiye geri döndüğünü göstermektedir. Hafız Esad döneminde rejim karşıtı gösterilerin bastırılmasında Ordu birlikleri doğrudan devreye sokulmuştu ve yapılan sert müdahaleler sonucunda gösterilerin bastırılması sağlanmıştı. Diğer bir deyişle imha ve korku politikalarıyla rejim karşıtı muhalefet kontrol altına alınmıştı. Nitekim günümüzde de Suriye’nin değişik bölgelerinde yaşanan olaylar rejimin eskiden uyguladığı ve başarı elde ettiği taktiği bir kez daha uygulamaya koymaya başladığının açık işaretlerini vermektedir. Bu aşamadan sonra hayata geçirilecek reformların temel anlamı ise rejimin daha da güçlendirilmesi anlamına gelecektir.
Ancak Beşşar Esad yönetiminin eski yöntemleri kullanırken göz ardı ettiği durum günümüz koşullarının 1980’lerin koşullarından farklı olduğudur. Uluslararası kamuoyunun gözü önünde gerçekleşen katliamlara eskiden olduğu gibi sessiz kalınacağını iddia etmek gerçekçi değildir. ABD, AB ve Türkiye gibi birçok ülke Esad yönetimine karşı sert uyarılarda bulunurken en son Suriye’nin BM’deki koruyucusu konumundaki Rusya gibi ülkelerin de politikalarını gözden geçirmekte oldukları yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır. BM Güvenlik Konseyi üyelerinin Hama olaylarından sonra bir kez daha toplandığı bir dönemde Genel Sekreter Ban Ki Moon yaptığı açıklamada Esad’ın tüm insanlığını kaybettiği suçlaması yapmıştı. Genel Sekreter, Suriye krizinin başlamasından sonra Esad ile sürekli görüştüğünü ve tavsiyelerde bulunduğunu ancak bunların dikkate alınmadığını, Hama’daki olaylardan sonra da Esad’ın insan haklarının uluslar arası hukukun koruma altın olduğunu ve Esad’ın da işlenen suçlardan dolayı sorumlu olduğunu ifade etmiştir.[6] Her ne kadar BM Güvenlik Konseyi Hama olaylarından sonra Suriye’ye karşı alınacak yeni karar tasarısı üzerinde uzlaşamamışsa da, katliamların devam etmesi durumunda BM üyelerinin de politikalarını değiştirmek zorunda kalacağını düşünebiliriz.
Sonuç olarak, Beşşar Esad yönetiminin Suriye’deki rejim krizini çözmek için uygulamaya koyduğu politikanın babası Hafız Esad’ın döneminde uygulanan ve başarı elde edilen “güç ile muhalefeti sindirme politikası” olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Suriye rejiminin neden Ordu’yu sivil gösterilerin bastırılmasında kullandığı sorusunun cevabı 1970 ve 1980’lerin başında Suriye’de yaşanan olaylarda bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda, Suriye’de bir reform beklentisi içinde olmak gerçekçi olmadığı gibi reformlar uygulanabilir de değildir. Çünkü Suriye’de reform demek bir anlamda rejiminin barışçıl ve demokratik bir şekilde el değiştirmesine razı olmak anlamına gelmektedir. Ancak Şam rejimi demokratik ve barışçıl bir dönüşümü kabul etmediği gibi bu yöndeki tüm iç ve dış taleplere karşı da sert önlemlere başvurabileceğini göstermektedir. Mart ayından itibaren yaşananlar Suriye yönetiminin askeri yöntemlerle muhalefeti bastırmaya ve sindirmeye çalışacağını göstermektedir. Ancak bu kez Esad yönetiminin iç ve dış koşulların farklı olduğunu geç de olsa anlayacağını temenni ederiz.
Yazının İngilizcesi için tıklayınız…
Doç. Dr. Veysel Ayhan
ORSAM Ortadoğu Danışmanı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynak: ORSAM
[1] Cleveland, op. cit., s.362
[2] Khalil, Abu, “Asad”, Third World Quarterly, Cilt:12, Sayı:2, 1990, s. 6 (pp.1-20)
[3]Bkz., Maoddel, Mansoor, Class, Politics and Ideology in the Iranian Revolution, Columbia University Press, New York, 1993, ss. 190-195
[4] Kılınç Ramazan, “Esad Sonrası Suriye’de Değişim İmkanı”, Stratejik Analiz, Cit: 1, Sayı: 3, Temmuz 2000, s .5.
[5] Kedourie, op. cit., s.335.
[6] http://www.thenational.ae/news/worldwide/middle-east/un-chief-says-assad-has-lost-all-humanity-as-killings-continue-in-syria