Özet
1960’da kadın hareketleriyle birlikte kendini göstermeye başlayan feminist psikoterapi, geleneksel psikoterapi yöntemlerine karşı çıkarak kadınların, ataerkil düzenin ve toplumun onlara dayattığı cinsiyet rolleri içinde kendilerini ifade edemediğini, bu sebeple günlük hayatlarında yaşadıkları sorunların psikolojik sıkıntılarının asıl sebebinin toplum olduğunu savundu. Feminist psikoterapi başlangıçta orta sınıf, eğitimli beyaz kadınların sorunlarıyla ilgileniyor olsa da sonrasına beyaz olmayan kadınların sorunlarına da çözüm aramaya başladı. Beyaz olmayan kadınların yaşadığı sorunların toplumsal cinsiyet rolleri içinde baskılanmanın ötesinde, ırkçılığın baskıcılığından da kaynaklanabileceğini göz önünde bulundurarak terapi yöntemleri geliştirildi. Son olarak da, sadece kadınların sıkıntılarına değil kadın erkek fark etmeksizin toplum içindeki tüm bireylerin toplum baskısından kaynaklanan sıkıntılarına çözüm aramak amacıyla kapsamını genişletti. Feminist terapi günümüzde kendini geliştirmeye ve kapsayıcılığını arttırmaya devam etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Feminizm, Feminist Psikoterapi, Toplumsal Cinsiyet, Afrikalı Amerikalı kadınlar
Abstract
Feminist psychotherapy, which started to manifest itself with women’s movements in 1960, opposed traditional psychotherapy methods and argued that women could not express themselves within the gender roles imposed on them by the patriarchal order and society; therefore, the main reason for the psychological problems they experience in their daily lives is society. Even though, feminist psychotherapy initially dealt with the problems of middle-class, educated white women, it later began to seek solutions for the problems of women of color. Considering that the problems experienced by women of color can be caused by the oppression of racism beyond being oppressed within gender roles, therapy methods were developed. Finally, it expanded its scope in order to seek solutions not only to the problems of women but also to the problems of all individuals in society, regardless of their gender. Feminist therapy continues to improve and increase its inclusiveness today.
Keywords: Feminism, Feminist Psychotherapy, Gender, African American Women
Giriş
1960’larda Batı’da başlayan ikinci dalga feminizm, kadınların kendi üzerlerindeki baskıya karşı çıktıkları ve sosyal eşitsizliğe meydan okudukları bir dönemdi. Kadınların kurtuluş hareketi, kadınların dünyadaki rolü hakkındaki sosyal, politik ve kültürel inançları değiştirmeye çalıştı. Algılanan ataerkil, ırkçı toplum yerine, karşılıklı saygı ve işbirliği üzerine kurulmuş eşitlikçi bir toplum, güç ve kaynakların eşit dağılımı ve kadınlarla erkekler arasında paylaşılan sorumluluk kavramsallaştırıldı (Kravetz & Marecek, 2001). Bu dönemde çeşitli feminist gruplar oluştu. Bunlardan biri, kadınların baskıya uğramasının temel sebebini cinsiyetçilik olarak gören ve çözümü kadın-erkek eşitliğini sağlayacak politikalar gelişilerek sağlanabileceğine inanan liberal feministlerdi (Worell, & Johnson, 2001). Diğeri, kadınların baskılanmasını ataerkil toplum yapısına, güç dağılımındaki eşitsizliğe dayandıran ve eşitliğin ataerkilliğin tamamen yok edilerek sağlanacağına inanan radikal feministlerdi (Worell, & Remer, 2003). Bir diğeri, baskılanmanın sebebinin hem toplumsal cinsiyet rolleri hem de sosyoekonomik sınıflar olduğunu savunan ve sosyal ekonomik sistemde yapılacak köklü değişimin bunu sonlandıracağına inanan sosyal feministlerdi (Sturdivant, 1980). Sonuncusu ise kadınlarının baskılanmasının sebebinin kadınların güçlerinin farkına varılmaması olduğunu vurgulayan ve değişimin topluma kadınlara atfedilen özellikler aşılanmasıyla gerçekleşeceğine inanan kültürel feministlerdi (Worell, & Remer, 2003). Bu gruplar kendi aralarında farklı görüşlere sahip olsalar da ortak özellikleri kadınların yaşadıklarını ve deneyimlerini ön planda tutmaları ve sosyal bir değişimin gerekliliğinin farkında olmalarıydı (Crawford, & Unger, 2004).
1. İkinci Dalga Feminizm ve Psikoterapiye Etkileri
Feminist psikoterapinin başlangıcı 1960’larda Batı’daki ikinci dalga feminizmin başlangıcıyla birlikte gerçekleşti (Evans, Kindace, & Seen, 2011). Feminizmin bu ayrılan kolları feminist psikoterapinin oluşmasına da öncelik etti. Diğer birçok psikoterapi ekollerinin aksine, feminist psikoterapinin oluşumu politika ve sosyal olaylarla doğrudan ilgiliydi. İkinci dalga feminizmle özdeşleşen kişisel olan politiktir söylemi kendi psikoloji alanında da gösterdi. Bu durum, bireylerin hayatlarında yaşadıkları deneyimlerin politikadan etkilendiğini ve toplumun değerlerini oluşturmada etkisi olduğunu görmelerine sebep oldu.
1960’da feminist terapilerin ilgilendiği alanlar arasında farkındalık arttırma grupları, şiddete maruz kalan kadınlar için sığınma evleri ve tecavüze karşı mücadele hareketi yer alıyordu çünkü hem şiddet gören kadınlar için sığınma evleri hem de tecavüz önleme hareketi kadına yönelik erkek şiddetini büyük bir sosyal sorun olarak gördü (Worell & Johnson, 2001). Buna ek olarak, herhangi bir hiyerarşiye sahip olmayan farkındalık yükseltme gruplarında kadınlar kendileri gibi aynı sorunları yaşayan ve aynı endişelere sahip olan diğer kadınları görme ve deneyimlerini paylaşma fırsatı buldular (Worell & Remer, 2003). Bu etkileşim sonucunda yaşadıkları sorunların temel sebebinin kendileriyle ilgili bir problem olmadığını gördüler ve sorunların kendilerinden kaynaklanmadığını farkında vardılar. Farkındalık artırma gruplarının oluşturulmasındaki temel amaç gruplardaki kadınların ruh sağlıklarının iyileştirilmesi olmasa da, bir araya gelmek ve sorunları tartışmak onlara psikolojik olarak da iyi geldi. Ancak farkındalık yükseltme gruplarının bireye psikolojik olarak iyi gelme etkisi olduğunu gözlemleseler de bu grupları psikoterapi grupları olarak değerlendirmediler (Sturdivant, 1980). Bunun sebebi ise, terapiye giden kişilerin hasta bireyler olarak kabul edilmesi ve terapinin ise bu hasta kişilerin hastalıklarının düzeltilmesi için gerekli olduğunun düşünülmesiydi. Ancak onlara göre, hasta olan farkındalık oluşturma gruplarındaki kadınlar değil, onların yaşadığı sorunlara sebep olan toplumdu. Bu sebeple, düzeltilmesi gereken de toplumun kendisiydi. Bu düzetme ise köklü bir toplumsal değişimle mümkün olacaktı. Farkındalık yükseltme grupları her ne kadar terapi yapma kaygısıyla oluşturulmuş olmasa da terapinin geleneksel varsayımlarına meydan okumuş oldu.
2. Feminist Psikoterapi
Feminist psikoterapi, kadınlara yüklenen toplumsal cinsiyet rollerinin kadınların psikolojik problemlerinin altında yatan asıl sebep olduğu temel düşüncesiyle ortaya çıkmış bir psikoterapi yöntemidir. Kimilerine göre feminist psikoterapi başlı başına ayrı bir terapiden çok, diğer psikoterapi ekolleriyle birlikte uygulanabilecek bir felsefe olarak da görülmektedir (Evans, Kincade, Marbley, & Seem, 2005).
Çağdaş feminist terapistler, toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet rollerinin tüm bireylerin yaşamlarının önemli unsurları olduğunu ve birçok çağdaş kurumun temelini oluşturduğunu kabul etmektedir. Onlara göre, kalıcı bireysel değişim ve büyüme için toplumsal değişim gerekmektedir. Esnek olmayan ve çoğu zaman bilinçsiz toplumsal cinsiyet rolleri içinde, insanların yaşadığı deneyimlere ve hem bireyler hem de kültürler için duygusal sağlığı etkilemek amacıyla sosyal değişim ihtiyacına odaklanılır. Feminist psikoterapide, sosyal değişim olmadan kalıcı bir bireysel değişim yoktur. Danışanlar, sosyal, politik ve kültürel bağlamlarının içindedir. Bu sebeple, gerçek ve kalıcı psikolojik değişim, bu bağlamlardaki sorunları ve bireysel sorunları ele almalıdır (Evans vd., 2005).
Geleneksel psikoterapinin yaklaşımı genel olarak kadınların yaşadıkları sıkıntıların kişisel olduğu ve bu sıkıntıların yalnızca bir uzman tarafından giderebileceği yönündeydi (Greenspan, 1993). Buna ek olarak, geleneksel psikoterapiler kadınlarda görülen semptomların patolojik olduğunu varsayma eğilimi göstermekteydi (Worell, & Remer, 2003). Bu sebeple ilk feminist terapistler, yapılan çalışmaları ataerkil düşünce tarzından etkilenmiş olarak gördüler ve geleneksel yaklaşımdan kaçındılar (Evans vd., 2005). Geleneksel psikoterapinin aksine feminist terapi, bu semptomları bireyde var olan bir sıkıntı belirtisi, bireyin yaşam deneyimlerini ve yaşadığı baskıyla başa çıkmak için kullandığı stratejileri aktarmaya çalışması olarak anlamlandırdı (Worell, & Remer, 2003). Geleneksel terapilerde terapistler daha çok problemin bireyin kendisinden kaynaklandığını gösteren danışanlarına kişilik bozukluğu tanısı koyarken, feminist terapistler bunu reddederek bireyin karşılaştığı travmatik olayların onun belirli semptomlar göstermesine sebep olduğunu kabul eden travma sonrası stres bozukluğu tanısı koymayı tercih etti (Robinson, 1994).
3. Erkekler için Feminist Psikoterapi
Feminist terapi, 1960’ların kadın hareketinden doğmuş ve başlangıçta önyargılı, ataerkil bir toplumda kadınların toplumsal cinsiyetlerinden doğan kaygılarına odaklanmış olsa da, feminist terapinin çalışmaları erkeklerin toplumsal cinsiyetlerinden doğan kaygılarını dikkate almaktadır. Bu feminist terapi biçimleri, hem kadınların hem de erkeklerin cinsiyet temelli bir bağlamda yaşadığını ve erkek cinsiyet rollerinin de sorunlu olabileceğini kabul etmektedir (Levant, 1996). Feminist psikoterapi, geleneksel terapi yöntemlerini anlayabilmek ve yeniden yapılandırabilmek için kültürü de göz önünde bulundurarak cinsiyete dayalı olmayan yollar geliştirmeye odaklanmaktadır (Sharf, 2015). Çünkü Evans vd. (2011)’e göre feminist terapinin odaklandığı temel nokta cinsiyeti fark etmeksizin, bireyin kendine uyguladığı ya da ona uygulanan baskıyı ortadan kaldırmaktır.
Başlangıçta erkekler de feminist terapinin erkekler ‘kadın’ olmadığı için onlara uygun olmadığını, bunun yerine, eşcinsel erkekler daha çok ‘kadın’ gibi oldukları için onlar için daha uygun olacağını ve feminist terapinin erkekleri kadınlara daha çok benzetmeye yardımcı olacağını düşündüler (Brown, 1988). Ancak bu düşüncelerin hepsi sadece eril düşünce etrafında şekillendi. Eril düşünce ise toplumda var olan bütün erkeklerin sesini içinde bulunduran bir düşünce sistemi olmaktan ve erkeklerin gerçek yaşanmış ve çeşitli deneyimlerini yansıtmaktan ziyade, toplumdaki sosyal güce sahip olan baskın erkekliğin kuralcı sesini yansıtmaktaydı (Addis & Mahalik, 2003). Bu durumda, eril düşünce temelinde şekillenmiş psikoterapilerde, tanı koyma ve tedavi süreçleri kadınlara olduğu kadar erkeklere de zarar vermekteydi. Bu sebeple, erkekleri bütün ve tek bir grup olarak görmek yerine farkı erkek gruplarının temsil ettiği erkekleri de görmek ve onların toplumsal cinsiyete yaklaşımını, bu yaklaşımın zihinsel sağlıklarına etkilerini göz önünde bulundurmak önemliydi.
Feminist psikoterapi erkeklerle birçok farklı alanda çalışmıştır. Örneğin, erkek bireyler, özellikle cinsiyet rolleri üzerinden kendilerini tanımlamışlarsa, yaşadıkları psikolojik rahatsızlıklar için psikolojik bir yardım isteme ve terapiye başvurma konusunda rahatsızlık ve isteksizlik yaşayabilmektedir. Hali hazırda yaşadıkları psikolojik rahatsızlığın üzerine de ek olarak bir rahatsızlık hissetmeleri sonucunda (çifte tehlike olarak tanımlanır) yardım aramaktan vazgeçme eğiminde olabilmektedirler. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet farkındalığı kazandırarak bireylerin toplumun kendilerine verdiği roller çerçevesinde hayatlarını şekillendirdiğini fark ettirmek terapi sırasında önemli bir adımdır (Addis & Mahalik, 2003).
Feminist psikoterapide erkeklerle çalışılan bir başka kavram ise cinsiyet rolü gerginliği paradigmasıdır (Pleck, 1995). Bu paradigmaya göre, bazı durumlarda toplumun bireyden beklediği cinsiyet rollerine uygun davranışlar ve kişinin kendine ait gerçekte olan davranışları arasında fark oluşmaktadır. Psikolojik problemler ve varoluşsal acılar bu fark ortaya çıktığında oluşmaktadır. Pollack’a (1998) göre erkek çocuklarının ya da geç erkek yetişkinlerin sosyalleşme sürecinde uyması beklenen davranış normları, onların benlik duygusuna zarar vermektedir. Örneğin, toplumun kendilerine biçtiği rolleri reddeden erkek çocuklarının sözlü ve fiziksel taciz, mağduriyet, tecrit ve kendilik algılarının yaralanması dahil olmak üzere çeşitli derecelerde reddedilme ve ötekileştirme yaşadığı gözlemlenmiştir (Ballou, Hill & West, 2008). Bu sebeple, cinsiyet rolü gerginliği paradigması, erkekliğin temel bir doğasını reddetmekte ve bunun yerine, erkeksi cinsiyet rollerinin toplumsal olarak basmakalıp yargılardan ve normlardan inşa edildiğini, bunun da erkek bireyler için kişisel ve toplumsal sorunlar oluşturacağını savunmaktadır. Feminist psikoterapide psikoterapistler, cinsiyet rolü gerginliği yaşayan erkek danışanlarıyla cinsiyet rolleri ve iktidar analizleri üzerine çalışırlar.
4. Afrikalı Amerikalı Kadınlar ve Feminist Psikoterapi
Kadın hareketinde kadınların kendilerini ezilen ve baskı altında olarak gözlemleyen bir grup olarak bilinci, büyük çoğunluğu beyaz, eğitimli ve üst veya orta sınıf olan ayrıcalıklı kadınlar arasından ortaya çıktı (Worell & Johnson, 2001). Ancak, kendilerini kadın hareketine dahil eden bu beyaz kadınların çalışmaları baskı altındaki Afrikalı Amerikalı kadınları kapsamadı. Öte yandan, Afrikalı Amerikalı kadınlar da feminizm hareketinin içinde yer almak için büyük istek duymadılar. Çünkü geçen yüzyıllarda köleliğin ve ırkçılığın baskıcı, acımasız ve şiddet içeren doğası sebebiyle, hem kadın hem de erkek Afrikalı Amerikalı kadın hareketi içinde bahsedilen baskıyı ve cinsiyetçiliği asgari öneme sahip bir faktör olarak gördü. Beyaz feminist hareket erkekleri dışlıyor gibi görünse de, beyaz olmayan kadınlar beyaz olmayan erkekleri sadece müttefik olarak değil, aynı zamanda ırkçılığın baskısına karşı mücadelede liderler olarak da gördüler (Espin, 1990). Beyaz olmayan kadın ve erkeklerin düşüncesi Afrikan Amerikan ailesinin ve topluluğunun hayatta kalmasının birincil olduğu yönündeydi (Evans vd., 2005). Bunlara ek olarak, beyaz olmayan kadınlarda feminist bilincin beyaz kadınlar kadar erken gelişmemesinin sebepleri arasında beyaz kadınların onlara açık bir şekilde gösterdiği ırkçı tutumlar, Siyahi erkeklerin özgürleşmesi gerektiğine olan inançları ve Siyahi Kilisesinin ırkçılığa cinsiyetçilikten daha çok önem vermesinin etkisi yer almaktaydı (Stone, 1979).
Beyaz kadınların liberal, radikal, sosyal ve kültürel feminizm gibi farklı feminizm grupları altında toplanmaları gibi, beyaz olmayan Afrikalı Amerikalı kadınlar da savundukları feminist düşünceleri kadıncılık (womanism) kavramıyla özdeşleştirdiler (Evans vd., 2005). Beyaz kadınların yaşadıkları ve hayat deneyimlerinin, beyaz olmayan kadınların yaşadıklarını kapsayamayacağını ve bu yüzden bir genelleme yapılmasının doğru olmadığı görüşünde oldular (Worell, & Remer, 2003). Beyaz kadınların toplumsal cinsiyeti asıl problem olarak görmesinin aksine beyaz olmayan kadınlar kadınların baskıya uğramasının temelinde kurumsal ırkçılığın yer aldığını savundular ve beyaz olmayan erkekleri kendilerini baskı altında tutan kişiler olarak değil kendileriyle birlikte ırkçılığın baskıcılığına maruz kalan kişiler olarak gördüler. Gerçek özgürleşmenin beyaz ayrımcılığı ortadan kalkığında ve beyaz olmayan diğer insanların da kültürlerine ve değerlerine saygı duyulduğunda gerçekleşeceğini düşünmekteydiler. Evan vd., (2005)’ e göre beyaz olmayan kadınların kadıncılık (womanism) kavramını kullanmayı tercih etmelerinin bir sebebi de bu kelimenin içinde erkek (man) kelimesinin de geçiyor oluşu olabilir. Böylece baskılanmayı ve ayrımcılığı toplumdaki bütün bireylere atfetmiş oldular. Onlar, kadınların kadınsı niteliklerini ve güçlerini överken, kadın ve erkek tüm insanların hayatta kalmasını ve bütünlüğünü teşvik ettiler.
1990 yıllarına doğru modern feminist hareket, feminist terapinin çoğunluk kültürünü temsil eden kadınların sorunlarının ötesine geçmesini sağlayarak, ırk, etnik köken ve sınıfla ilgili konuları ele almasına yardımcı oldu (Espin, 1990). Beyaz olmayan bireyler de feminist psikoterapiden faydalanmaya başladılar. Feminist psikoterapiler, psikolojik ve sosyal problemlerle ilgilenmektedir. Danışanların günlük olaylarla başa çıkmak için becerilerini arttırma, danışanın kişinin davranışlarının dünyadaki olayları nasıl etkileyebileceğiyle ilgili iç görüsünü arttırma ve bireyin duygu ve davranışlarının sorumluluğunu alma cesareti göstermesine yardımcı olma gibi amaçlar taşımaktadır (Solomon, 1982). Beyaz olmayan Afrikalı Amerikalı kadınların karşılaştıkları sorunların ve yaşadıkları sıkıntıların temel sebebi çoğunlukla toplumda deneyimledikleri olumsuz değerlendirmelerin sonucunda güçsüzlük hissine kapılmalarıdır. Bu sebeple, beyaz olmayan kadınlarla çalışırken etkili bir terapi gerçekleştirebilmek amacıyla asıl odak noktası kadını güçlendirmek olmalıdır. Solomon (1982)’ e göre, bireyi güçlendirmek onun öz saygısını kazanmasına destek olarak, temel sosyal kaynakları elde edebilmek için kişiler arası ilişkileri etkili bir şekilde kullanmasına yardımcı olarak ve hayatının kontrolünü kendi eline alabilecek beceri ve bilgiye sahip olmasını sağlayarak gerçekleştirilmektedir. Beyaz olmayan kadınların bireysel ve grup olarak güçlendirilmesi onların psikolojik olarak iyileşmesini sağlamaktadır. Bunu yaparken, feminist terapide psikoterapist, beyaz olmayan kadınların cinsiyetçiliğin ve ırkçılığın zararlı etkisini fark etmesini sağlar, etnik azınlık olma statülerinin onlara dayattığı olumsuz duygularla başa çıkmalarına yardımcı olur, kendilerini problemlerini çözmede aktif katılımcılar olarak görmeleri için çalışır, onların dış çevrede kendilerine dayatılan normlar ile kendi gerçeklikleri arasındaki ilişkiyi fark etmelerini sağlar ve son olarak da toplumun tepkilerini değiştirebilme fırsatı yakalayacağı zamanları görmesine yardım eder (Espin, 1993).
Sonuç
İkinci dalga feminizm farklı birçok alanı etkilediği gibi psikolojiyi de etkilemiş ve psikoterapi yöntemlerine farkı bir bakış açısı kazandırmıştır. Başlangıçta feminist psikoterapi, sadece beyaz kadınların çevresinde şekillense ve onların faydalanması için imkan tanınmış olsa da zamanla toplumun bütün bireylerine açık hale gelebilmiştir. Çoğunlukla cinsiyetçi bir tutuma sahip olan geleneksel terapi yöntemlerine karşı çıkan feminist psikoterapi, bireyin yaşadığı sorunların bir çoğunun toplumun bireylere yüklediği roller ve bireylerin bu roller içinde sıkışıp kalarak baskılanmış hissetmeleridir. Bu sebeple feminist psikoterapistler, bireye farkındalık kazandırmak ve bireyi sorunlarıyla başa çıkabilecek düzeye getirmek için çalışırlar.
20. yüzyılda kadınlar, öncelikle ataerkil bakış açısının kendi problemlerine ve deneyimlerine olumsuz etkilerini görmelerine başlamış olsalar da, 21. Yüzyılda, kadın ya da erkek fark etmeksizin ataerkil düşüncenin tüm toplumsal cinsiyetlere olan etkisini ve baskısını fark etmek önemlidir. Feminizmin 21. yüzyılda erkeklerin feminizmden tüm cinsiyetlerin faydalanması gerektiği gibi yararlanmasına izin verilmelidir. Toplum içinde var olan her bir erkek bireyin kendi erkekliğini yeniden tanımlama ve kendilerini baskın erkekliğin gerektirdiğinin ötesinde görebilme hakkı vardır (Kahn, 2010). Başlangıçta erkeklerin feminist psikoterapiden korkularının aksine, feminist terapi erkekleri daha ‘kadın’ gibi yapmaya çalışmamaktadır. Aksine, feminist terapi kadın ya da erkek fark etmeksizin her bireyin kendini inşa etmesi için yargılamayan ve destekleyici bir ortam sağlamaktadır. Bunun yanı sıra, eril erkeklik normlarını benimsemiş erkekler için ise kendi erkeklik tanımlarının aslında baskın erkeklik tarafından kısıtlandığını görmelerine ve erkekliklerini bu ataerkil ilişkiye bağlı olmayan şekillerde anlamalarına ve tanımlamalarına yardımcı olmak gerekmektedir.
Feminist terapi 21. yüzyıla girerken, beyaz olmayan kadınların sadece danışan olarak değil, aynı zamanda kuramcı, araştırmacı, psikoterapist ve eğitimci olarak da dışarıda bırakılmaması ve dışlanmaması büyük önem taşımaktadır (Evans vd., 2005). Beyaz olmayan kadınların danışmanlıkta etnik kökenleri sebebiyle baskı altında kalmaması ve ezilmemesi, bunun yerine feminist psikoterapi ile güçlendirilmesini sağlamak için büyük çaba sarf etmek önemlidir. Oluşturulan teorilerin ve terapilerin kültürel, politik, ırksal ve toplumsal cinsiyete duyarlı ve saygılı olması, toplum içinde herkesi kapsayacak şekilde ve her bireye özgü olacak şekilde olması gerekmektedir.
Ne yazık ki, günümüzde hala baskıya maruz kalan birey sayısı az değil. Buna rağmen kaydedilen gelişmeler de yok sayılamayacak kadar fazla. Bu sebeple feminizm ve feminizmin dahil olduğu her alan çalışmalarına duraksamadan devam etmek durumunadır. Feminist psikoterapi de kendini geliştirmeye farklılıkları ayrımcılığa dönüştürmeden kapsayıcılığını arttırarak devam edecektir.
Betül ÇAKAR
Feminizm Okumaları Stajyeri
KAYNAKÇA
Addis, M. E., & Mahalik, J. R. (2003). Men, masculinity, and the contexts of help seeking. American Psychologist, 58(1), 5–14. https://doi.org/10.1037/0003-066X.58.1.5
Ballou, M., Hill, M., & West, C. (2008). Putting it all together: Application. In M. Ballou, M. Hill, & C. West (Eds.), Feminist therapy theory and practice (pp. 151–163). New York: Springer Publishing Company.
Brown, L. S. (1988). Feminist therapy with lesbians and gay men. In M. A. Dutton-Douglas & L. E. A. Walker (Eds.), Developments in clinical psychology. Feminist psychotherapies: Integration of therapeutic and feminist systems (p. 206–227). Ablex Publishing.
Crawford, M., & Unger, R. (2004). Women and gender: A feminist psychology (4th ed.). McGraw-Hill.
Espin, O. M. (1990). Feminist approaches. In L. Comas-Diaz & B. Greene (Eds.), Women of color: Integrating ethnic and gender identities in psychotherapy (pp. 265–286). New York: Guilford Press.
Espin, O. M. (1993). Feminist therapy: Not for or by White Women Only. The Counseling Psychologist, 21(1), 103-108. doi:10.1177/0011000093211005
Evans, K. M., Kincade, E. A., Marbley, A. F., & Seem, S. R. (2005). Feminism and Feminist Therapy: Lessons from the Past and Hopes for the Future. Journal of Counseling & Development, 83(3), 269–277. https://doi.org/10.1002/j.1556-6678.2005.tb00342.x
Evans, K. M., Kincade, E. A., & Seem, S. R. (2011). Feminist therapy: roots and branches. In Introduction to feminist therapy: Strategies for social and individual change (pp. 1-12). SAGE Publications, Inc., https://www.doi.org/10.4135/9781483387109.n1
Greenspan, M. (1993). A new approach to women & therapy (2nd ed.). Human Services Institute; Tab Books.
Kahn, J. S. (2010). Feminist therapy for men: Challenging assumptions and moving forward. Women & Therapy, 34(1-2), 59-76. doi:10.1080/02703149.2011.532458
Kravetz, D., & Marecek, J. (2001). The feminist movement. In J. Worell (Ed.), Encyclopedia of women and gender: Sex similarities and differences and the impact of society on gender (pp. 457–468). New York: Academic Press.
Levant, R. F. (1996). The new psychology of men. Professional Psychology: Research and Practice, 27(3), 259–265. https://doi.org/10.1037/0735-7028.27.3.259
Pleck, J. (1995). The gender role strain paradigm: An update. In R. F. Levant & W. S. Pollack (Eds.), A new psychology of men (pp. 11– 32). New York: Basic Books.
Pollack, W. (1998). Real boys: Rescuing our sons from the myths of boyhood. New York: Holt.
Robinson, D. A. (1994). Therapy with women: Empirical validation of a clinical expertise. University of Kentucky.
Sharf, R. S. (2015). Theories of psychotherapy & counseling: Concepts and cases. Cengage Learning.
Solomon, B. B. (1 982). The delivery of mental health services to Afro-American individuals and families: Translating theory into practice. In B. A. Bass, G. J. Wyatt, & G. J. Powell (Eds.), The Afro-American family: Assessment, treatment, and research issues. New York: Grune & Stratton.
Stone, P. T. (1979). Feminist consciousness and Black women. In J. Freeman (Ed.), A feminist perspective (2nd ed., pp. 575–588). Palo Alto, CA: Mayfield.
Sturdivant, S. (1980). Therapy with women: A feminist philosophy of treatment (Vol. 2). Editions Mardaga.
Worell, J., & Johnson, D. M. (2001). Feminist approaches to psychotherapy. In J. Worell (Ed.), Encyclopedia of women and gender: Sex similarities and differences and the impact of society on gender (pp. 425–437). New York: Academic Press.
Worell, J., & Remer, P. (2003). Feminist perspectives in therapy: Empowering diverse women (2nd ed.). John Wiley & Sons Inc.