Çin Milliyetçiliği

ÇİN MİLLİYETÇİLİĞİ’NİN GELİŞİMİ:

Dünyanın kadim milletlerinden 5000 yıllık tarih ve kültüre sahip Çin, bugün dünya gündeminde en çok ilgi çeken ve takip edilen bir ülke haline geldi. Aynı topraklar üzerinde bugüne kadar devam eden Çin kültürü ve Çin milletinin doğuşu ve günümüze kadarki seyri, bundan sonraki seyrini anlama ve “millet-milliyetçilik” konusunu irdelemede etkili olacaktır.

Çin kültürü kendi kaynaklarında, “Sarı Nehir ve Uzun Nehir” arasında doğmuş, “su ve toprak” ile örgülenmiş yerleşik bir yaşayışın ve toplulukların meydana getirdiği halklar olarak tanımlanır. Bugünkü Çin’in azınlık bölgeleri dışında daha çok Orta Çin’den Sarı Deniz’e kadarki olan topraklarda, farklı bölgeler farklı isimlerle yaşayan bu topluluklar farklı beylikler altında toplanmış, zaman zaman büyük birlikler kurmuş, fakat çoğunlukla savaşır halde hayatlarına devam etmişler. Her toplumun en buhranlı zamanlarında olduğu gibi bugünkü Çin topraklarında da tarihe yön vermiş bütün dünyaca kabul gören fikirler ve felsefeler de işte bu dönemde ortaya çıkmıştır. Konfüçyüs, Laozi(Lao Tzu), Mengzı, Zhuangzı… Hepsi bu dönemin zenginlikleri ve Çin diyarının dünyaya hediyeleridir.

“Daha eski millet” yarışının zorlamalı yorumları bir kenara Çin’de ilk defa “Çin milleti” ve milliyet kavramları Çin’i ilk kez birleştiren ve ilk imparatorluğu kuran Kral Çinşı (Qingshi Huang)döneminde belirmiştir. Çin havzasındaki savaşan beylikleri tek tek bünyesine katıp ilk birleşik krallığı kuran Çinşı, özgür düşünce ve felsefe ekollerine ait tüm okulları kapatıp kitapları yaktırmış, bununla farklı düşünceleri ortadan kaldırmış, dünya düşünce mirasına önemli zararlar vermiş olsa da Çin’in millet olması ve “bir” olma olgusu adına en büyük ve ilk katkıları yapmıştır.

Farklı şekillerde yazılan hiyeroglif tarzı Çin karakterlerini standart hale getirip tek bir yazı şeklini ortaya koyan Çinşı, ağırlık ve diğer ölçü birimlerini, yol genişliklerini, hatta bölgeler arası yük taşıyan arabaların dingil genişliklerini dahi “tek” hale getirip ülkeyi “bir” hale getirmenin yollarını açmıştır. Kuzeybatı’dan gelen atlı ve savaşçı göçebe kavimlerinin istilasını önlemek adına arkasında duran halkı ilk defa büyük bir projenin altında toplayan Çinşı, aslında “Çin tarihinin en büyük projesi olan Çin Seddi’ni yapmaya başladığını ve Çin Havzası’ndaki halkları tek bir millet olma yoluna koyduğunu” bilmiyordu belki de…

İşte Çinşı’dan sonra Çin havzasındaki halklar bir millet olmuş, Seddi’n diğer tarafındaki hareketli, savaşçı kavimlere karşı kendini korumak ve birlikte doyarak yerleşik bir kültürü büyütmek için bir araya gelmiş “Çin” milleti olmuştu. Çin milletini o günden bu yana bir tutan temel kavramlar aslında bugünün Çin’inde jeopolitik ve jeostratejik öneme sahip kavramları oluşturmuştu. Bunlar:

  1. Toprakla uğraşıp yerleşik olma.
  2. Din-Laik akıl: Devletin izin verdiği temel felsefeler dışında ve bunların sınırı içinde mistik kavramlarla dini hayatı örgüleme, bunun dışında din ve inanç adına talepler içinde olmama.
  3. Dil: Farklı lehçeler ve yerel dillerde konuşulsa da tek bir yazı ile anlaşma, bu sayede dil birliğini koruma, dışarıdan gelecek yabancı etkileri minimuma indirme, tek yazının sahiplerinin yazdığı ölçüde bir şeyler okuma ve öğrenme.
  4. Merkeziyetçilik: Farklı hassasiyet ve jeopolitik öneme sahip bölgelerde farklı ayrıcalıklarla hayat sürülse bile, bir merkeze bağlı olma, nihai kararları ve sonuçları o merkezi yönetimden bekleme.

Çinşı’nın kurduğu imparatorluk fazla sürmese de, az zamanda çok işler yapmayı başarabilen bir hükümdar olarak tarihe geçti Çinşı. Devamında, farklı isimlerde farklı toplulukların kurduğu devletler Çin’in yukarıda saydığımız 4 temel hususiyetini hiçbir zaman değiştirmedi, farklı milletler Çin topraklarına hâkim olsalar da kurdukları düzenler hep bu minvalde devam etti ve aslında Çin milletinin ve milliyetçiliğinin gelişmesine katkıda bulundular. Bu çerçevede Cengiz Han tarafından kurulan Yuan Hanedanlığı bile bu işlevi üstlendi ve neticesinde kendinden sonraki ve şu anki modern Çinliler tarafından “Çinli Cengiz Han” olarak anıldı.

Daha öncesinde de yer yer geçse de günümüzdeki Çin’in Çince adı “Zhongguo-congo” yani “Orta-Merkez Ülke” tabiri 1644 sonrası kurulan Qing(Çing) Hanedanlığı döneminde en çok söylenir olmuştur. Orta Ülke; yani dünyanın göbeği, merkezi , her şeyin en dengeli olduğu ümmet-i vasatın yaşadığı ülke anlamlarına gelen ve bu şekilde kullanılan bu tabir Çin’in Modern zamanlara kadar ya da Batı istilasına kadar kendine bakışını ve kendini tanımlayışını anlamak adına çok önemlidir. “congo-orta ülke” tanımlaması, herhangi bir millet ayrımcılığı veya hak üstünlüğü olmadan “Çin” diye tanımlanan topraklarda yaşayan halkın ve devletin üstünlüğünü, yüceliğini, “kendim ve diğerleri” denkleminde diğerlerine karşı olan “üstünlük ve ihtiyaçsızlık” durumunu ifade etmek için kullanılmaktaydı.

Çin milliyetçiliğinin ilk doğduğu yıllar olarak 1840’taki Afyon Savaşları ve neticesindeki Nanjing Anlaşması sonucundaki batı istilasını sayabiliriz. Osmanlı Devlet-i Aliyesi ve Orta Ülke’nin 1922’ye kadarki birebir paralel ortak kaderinin yaşandığı ve birbirine bağlı kader gelişiminin olduğu bu yıllarda Çin ilk kez ve en büyük çapta bir medeniyet şokuna ve “benlik krizi”ne maruz kalmıştır. Avrupa’daki fikirsel ve bilimsel gelişmelerin en büyük tesirlerine-alfa tesirlerine- maruz kalan Osmanlı 18. Yüzyılın ortalarından itibaren bu süreci yaşamaktaydı. Bu tesirlerin ikincil ve üçüncül – bata ve gama- tesirlerine maruz kalan Çin ise bu süreci çok hızlı bir şekilde ve daha şok edici bir şekilde yaşamıştır. Zira Avrupa’nın en büyük düşmanı ve kendine en yakın olan rakibi Osmanlı bu tesirlere ilk ve en güçlü şekilde maruz kalan medeniyet olmuştur. Afrika ve Hindistan’daki sömürü zenginlikleri ve Osmanlı’ya olan iktidar mücadelesinde güç kazanan Batılılar bunu Çin’e yayılmakta kullanmıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşları’ndaki bölünmüşlük ve paktlaşmanın öncesinde küreselleşmenin ilk adımlarının atıldığı ve tarihte ilk defa dünyanın bir ucundaki bir gelişmenin dünyanın başka ucundaki süreci etkilediği olayların yaşandığı bu dönemle ilgili önemli bir tespit olarak diyebiliriz ki; “Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na girmesi gerçekleşmeseydi, Çin’deki Batı istilası ve saldırıları artarak devam edecek ve belki de bugünkü Çin’den söz etmek mümkün olmayacaktı.”

1840’taki 1. Afyon Savaşları ile Orta Ülke’nin kendi içinde bilindiği kadar güçlü ve mükemmel olmadığı ortaya çıkmıştır. Batılıların çok hızlı ve geniş çaptaki istilaları Çin’deki Çing Hanedanlığı topraklarındaki hâkimiyetlerini artırmış ve bir medeniyet şoku ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Çin halkı “biz” kavramını irdelemeye ve Batılılar karşısındaki yenilginin sebeplerini aramaya koyulmuştur. Çok uzun bir zaman diliminden sonra ilk kez “Çin milliyetçiliği” kavramı, bu dönemin getirisi olarak ortaya ‘belirgin’ şekilde çıkmıştır. Aslında ABD menşe’li olan Taiping Tianguo (Taiping Pasifik Tanrı Krallığı adında başlayan ayaklanma daha sonra Çin’in yarısını kaplayan Hristiyan bir devlete dönüşmüştür), sonrasında Yihetuan-Boxer- ayaklanması milliyetçi ayaklanmaların ilk örneklerini teşkil eder. Daha sonrasında Versay Anlaşmasına karşı Çin Milliyetçisi gençlerin birleşip ayaklandıkları ve daha sonra tarihe 4 Mayıs Hareketi olarak geçecek ayaklanma, yaptırımı olmuş en büyük ayaklanma konumundadır. Çin tarihinde krallık dönemini bitirip ilk cumhuriyeti kuran büyük lider “Sun Zhong Shan – Sun Yat Sen” in “San Min Zhuyi – 3 Milli Fikir-(Milliyetçilik, millet iradesi, milli yaşamla halkın hayat güvencesi)” düşüncesi ve kuralları ile ilk kez resmi ideoloji haline gelmiştir.

Bu süreçte gelişen Çin Milleti düşüncesi ve milliyetçilik anlayışı Japon Savaşı’nda kendini en üst seviyede göstermiş, milliyetçiler ve komünistler Japonlar’a karşı birlikte savaşmış, bu savaşlarda azınlık sayılan Müslüman halklar da büyük başarılar göstererek Japon istilasında önemli katkılarda bulunmuşlardır. Japonların kovulması neticesinde başlayan iç savaşı lider Mao önderliğindeki komünist halk ordusu kazanmıştır.

YAKIN DÖNEM ÇİN MİLLİYETÇİLİĞİ:

Binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan halklar 1949’da Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması ile batı karşısında yaşadığı medeniyet şokunu birazcık olsun üzerinden atıp ilk defa nefes alabilmiştir. Bu dönemden sonra Çin milliyetçiliği her kurulan yeni devlette olduğu gibi daha da hız kazanmıştır. Çin topraklarında yaşanan her büyük başarı ve büyük şahıs Çin’e ait sayılmıştır. Bu çizgide Moğol Cengiz Han’ın Anadolu’ya kadar giden işgalleri Çinli Cengiz Han’ın başarıları sayıldığı gibi, Uygurların kendinden saydığı Nasrettin Hoca’nın hikayeleri ve çizgi filmleri bile “A-fan-ti” ismiyle Çinli sayılmıştır. Hatta Türkler için bile “siz de Çinliydiniz sonradan batıya gittiniz” sözü hala çoğu Çinli tarafından kullanılmaktadır. Binlerce yılın getirdiği millet benliği ve orta ülkenin varisleri olma özelliği, komünizmin en sıkı uygulandığı yıllarda bile kendini göstermiştir. Rusya ile bu çizgide başlayan gerilmeler ve bozulan ilişkilerin, dünyada Formoza-Tayvan-‘ın Çin olarak tanınıyor olması ve bunun getirdiği sıkıntıların sıkıştırdığı Çin, 1972’de ABD başkanı Nixon ve ünlü dış politikacı yazar Kissinger’ın gizli Çin ziyaretleriyle kendine yeni bir çıkış yolu ve “ben” olma fırsatı bulmuştur. Bu ziyaretler ve arka plandaki gizli pazarlıklar neticesinde Çin açılacak ve dünya sistemine eklemlenecek, bunun neticesinde “Çin” olarak tanınacaktır.

1978’de başlayan bu Dışa Açılma Hareketi, Çin milliyetçiliği adına yeni imkânlar ve sınavları ortaya çıkarmıştır. Böyle bir açılmanın hızıyla batıya özgü demokrasi rüzgârlarının estiği ve batının buna yönelik ilk testleri uyguladığı dönemde, 1989 olayları yaşanmış, açılma hareketine “Çin benliği” kendi rengini koymuş ve açılmanın milli bir çizgide, Çin milliyetçiliğinin değişmez dört değerinden biri olan Merkez’in koyduğu referanslarla olabileceğini ifade etmiştir.

Çin Mucizesi diye tanımlanan devasa boyutlardaki ekonomik büyümenin ve serbest girişimin başladığı bu dönemde, liberal manevralarla uyuşmayan komünizm giysisini Çin, “Çin’e özgü sosyalizm” söylemi ve yapılanması ile yenilemiş, “öncelikli zenginleştirilecek sınıf” diyerek sisteme en sadık kimseleri büyük devlet işletmelerinin başına sonrada özelleştirilecek ve bugünün dev Çin markaları olacak firmaların başına getirmiştir. Daha sonrasında ülke ve eyalet çapındaki kalkınma bölgelerini hayata geçirerek özel yatırımlara kapıyı aralamış, bu yatırımları devlet plan ve stratejilerine göre yönlendirmiş ve bilgilendirmiştir. Bu sayede geriden başladığı sanayileşme maratonuna hızlı bir şekilde girmiş, Çinli yatırımcılara dünya pazarının önünü açmış, bütün dünyada Çin mallarının hâkim olması adına yeni bir milliyetçilik pompalamıştır.

90’ların sonu ve 2000’lerin başında en hızlı şekilde ilerleyen Çin sanayisi, Çin’in yükselmesinde ve devasa miktarlarda döviz rezervlerine ulaşmasında en önemli etken olmuştur. Müteşebbisleri ve çalışan sınıfı “fa zhan-kalkınma” spot cümlesi altında toplayan ve konsantre eden Çin, içeride daha müreffeh bir hayat, dışarıda daha güçlü Çinlilerin yüz akı bir devlet söylemiyle halkının milletçi duygularına hitap etmiş bu sayede 1,3 milyarlık bir nüfusu bir gaye altında toplayabilmiş ve bu gücü harekete geçirebilmiştir.

Çin’in 1978’den sonraki açılım hamlesi ve ekonomik kalkınma serüveni tamamen büyük bir başarıdır. Bugün Çin dünyanın en büyük 2. ekonomisidir, dünyanın en büyük ihracatçı ülkesidir. Çin’in Afrika’da çok büyük bir potansiyel kazandığı herkesin dikkatini çekmektedir. Ülkemizin Güney ve Güneydoğu Asya ile politikaları henüz istenilen düzeyde olmadığı için çoklarımızın dikkatini çekmese de bu bölgelerde Çin, hegemonyanın düzenini zorlayacak şekilde güçlenmiştir. Güney Amerika’daki yatırımları ve ilişkileri ise çok dikkat çekici seviyelerdedir. Orta Asya ve Rus enerji kaynaklarının Çin’e aktarımı konusunda son 5 yılda muazzam adımlar atılmış projeler hayata geçirilmiştir. Bütün bu büyük gelişmelerin ardında ucuz işçilik ve enerji maliyetlerinin çok ötesinde; “içerde sosyalist değerlere bağlı kalarak kalkınma ve harmonik-uyumlu- bir toplumla refaha ulaşma, dışarıda barışçıl yükselişle söz sahibi halkının gururu olan bir Çin” söylemi altında birleştirilmiş, milliyetçi duyguların harekete geçirildiği işçi, memur, okumuş ve köylü 1,3 milyar Çinlinin emeği ve bunları koordine eden güçlü ve milliyetçi bir devletin varlığı söz konusudur.

ÇİN MİLLİYETÇİLİĞİ VE HEGEMONYA:

Bütün bunlar olurken Çin’de ve dünyada bu milliyetçi yükselişe karşı muhalif sesler de yok değildir. Sosyal gelişme ve özgürlüklerin ekonomik gelişme sayesinde olacağını yıllarca ifade eden Çin Devleti’ne, “hala bir demokratikleşme olmuyor, hala üstünler yine üstün, halkın özgürlükleri ve demokrasi ne olacak?” diye muhalif sesler yükselten kişiler ve hareketler ortaya çıkmış hatta kimiler Nobel Barış Ödülü dahi almıştır. Bu tip sesler dünya devletlerinin Çin’e karşı olan kaygılarını artıran ve dışarıda Çin’in görüntüsünü kötü etkileyen faktörler olmaktadır. Bunun yanında Çin’deki işçi ve köylülerin Çin’deki zenginleşmeye paralel olarak kendilerinin zenginleşmediğini, zengin-fakir arası mesafenin giderek açıldığını, zenginleşmenin sadece kıyı şeridinde olduğunu ve iç bölgelere yansımadığını yüksek sesle ifade etmesi aslında içteki en ciddi seslerden bir tanesidir. Zira, bu baskı Çin’in zenginleşme ve kalkınma hareketini ve buna yönelik yatırımlarını iç bölgelere de kaydırma zorunluluğu doğurmaktadır. Bu zorunluluk Çin’in sürdürülebilir ve daha da büyüyen bir ekonomi olması zorunluluğunu doğurmakta, bu da enerji ve hammaddede dışa bağımlı olma zorunluluğunda ve büyüklüğünde olan Çin ekonomisini, dünyada farklı kaynakları kontrol etme mücadelesine itmektedir. Bugün Çin ekonomisi dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmasına karşın, ekonomik dalgalanmalara karşı halkın ve yatırımcının verdiği tepkinin çabukluğu sebebiyle de inanılmaz kırılgan bir yapıdadır. Bu sebeple devletin içte yapacağı yatırımlar ve büyümeyi istikrarlı bir şekilde devam ettirmesi bugüne kadarki büyümenin meyvelerini toplama ve devam ettirme adına da hayati önem taşımaktadır. Bu da biraz önce ifade edilen şekliyle, yeni pazarlar, yeni hammadde ve enerji kaynakları adına dünya çapında bir arayış ve mücadeleyi beraberinde getirmektedir. Bunun doğal sonucu olarak Çin, dünyada ihtiyaç duyduğu büyümeyi sürdürme adına diğer ülkelerle rekabete girmek, mücadele etmek, ekonomik olduğu kadar siyasi anlamda da mücadeleyi sürdürmek, dostlar ve düşmanlar edinmek durumundadır.

Çin’in hızlı büyümesi ve dünya kaynakları için giriştiği mücadele, dünyada var olan düzenin hegemonik güçlerini de harekete geçirmektedir. ABD’nin etki alanı ve kurduğu düzen içinde Çin’in Afrika[i], Güney Amerika[ii], Güneydoğu Asya’daki[iii] ekonomik ve siyasi girişimleri ABD’yi rahatsız etmektedir. Avrupa, insan hakları ve demokrasi söylemleriyle Çin’in iç işlerine ve azınlık bölgelerine müdahale etmekte, Çin’in enerji kaynaklarını ele geçirdiğini ve bu bölgelerde diktatöryal rejimleri desteklediğini açık ve kapalı ifade etmektedir. Nitekim Çin’deki okumuş kesimin, üniversite gençliğinin ve zenginleşmiş halkın rejime ve devlete olan bağlılıkları da bu yöndeki büyümenin milliyetçi argümanlar halinde kendilerine sunulmasıyla olmaktadır. Çin’in 1840’tan itibaren hak ettiği yerde olmadığını düşünen ve artık bunu elde edebilecek güçte olduklarını ifade eden okumuş ve zengin milliyetçiler, Çin’in dış politikada daha aktif olmasını, batılı devletlere karşı sözünü dinletebilmesini istemektedir. Oysa Çin, hegemonik güçlerin kaygılarını gidermek için 90’lardan itibaren, dünya düzenini değiştirmek adına bir girişimde olmadıklarını ve Barışçıl Yükseliş sloganıyla kendilerine yükselebilecek alanlar açmak ve hiçbir şekilde savaştan yana olmadıklarını vurgulamaktadır. 

Özelde ABD-Çin arasında zirve noktada olan bu mücadele geleceğin dünyası belirlenirken önemli etkenlerden biri olacaktır. Çin’deki yükselen milliyetçilik ve taleplerin artması ABD özelinde Batı’nın da Çin’den olan taleplerini artırmaktadır. Çin’deki öğrencilerin ve gençlerin Japon karşıtı protestolardaki sert söylemlerinin devlet tarafından destekleniyor olması ve başta gençlerin dünya çapında daha fazla söz sahibi olmayı talep ediyor oluşu, Çin devletinin bu yöndeki girişimleri hızlandıracak oluşu ABD’nin Çin hakkındaki kaygılarını güçlendirir niteliktedir.

Örneğin, Çin ABD’nin kendisine ve Barışçıl Yükselişi’ne karşı “containtmen ve angagement” kelimeleriyle ifade ettiği çevreleme kendi düzeninin kurallarına angaje etme girişiminde olduğunu söylemektedir. Malacca Boğazı’nın kontrolü, Pasifik Okyanusu’ndaki donanma kuvvetleri, Hindistan’a verdiği füze desteği, Tayvan’a verdiği destekle Çin’in ticari geçiş yollarını tuttuğunu ifade etmektedir. ABD ise, Nepal ve Darfur’da olduğu gibi ideolojik ve ekonomik kaygılarla dünyanın demokratikleşmesinde engel olan diktatör rejimlerine Çin’in destek verdiğini, atom santrallerinin sayısını açıklamadığını, yeni geliştirdiği füze sistemleri ile Çin kıyısından 1600 km ötedeki hedefleri vurabildiğini ve bunun çevre ülkelerin ve kendi donanmasının güvenliğini tehlikeye attığını, Ukrayna’dan alınan ve Türkiye boğazlarından 3 milyon turist vaadiyle geçirilen ve eğlence gemisi yapılacak diye satın alınan Varyag uçak gemisinin revize edilerek Shilang-şılan- ismiyle savaş gemisi halinde suya indirildiğini ifade etmektedir.

Acaba Robert Kagan’ın “Power changes the nations- Güç milletleri değiştirir” sözü doğru mudur? Yani Çin’in muazzam büyüklüğe gelmiş ekonomik gücü, Barışçıl Yükselişi yeni bir hegemonya hayaline çevrilir mi? Başka bir açıdan Herbert Butterfield isimli İngiliz tarihçinin “silahlanmazsanız saldırıya açık hale gelirsiniz, silahlanırsanız başkaları için tehdit haline gelirsiniz” sözündeki gerçek itibariyle Çin, ABD’nin yeni bir demokrasi ihraç pazarı haline gelir mi? Bu hale gelmemek için savunmasını güçlendirmesi ABD ve Batılılar tarafından tehdit mi sayılıyor?[iv] Çin’in açılmasının ardındaki gizli mimar ve Çin-ABD ilişkilerinin kilit adamı Henry Kissinger bu konuda iki tarafın da “antagonist” düşüncelere sahip olduğunu, yani iki tarafın da bu ilişkiyi “kesinlikle sağlanamayacak bir denge, çözülemeyecek bir ilişki” olarak görmesinden ve iki tarafın karşılıklı kaygılarından kaynaklandığını söylüyor.[v]

ABD ve Avrupa, Çin’in sadece kendi kalkınmasını ve buna yönelik ataklarına bir son vermesini, BM’deki daimi üyeliği olan 7 ülkeden biri olması sebebiyle dünya problemlerinin çözümü adına daha çok adım atması gerektiğini “China responsibility” sözleriyle talep ediyor. Çin ise, sorumlulukları yerine getirme taraftarı, ancak bunun bitmek tükenmek bilmeyen ve kalkınmasını engelleyen batı taleplerine dönüşmesinden kaygılı. Nitekim, Çin’in ABD devlet bonolarını almaya devam etmesi, ABD ve Avrupa ülkelerine büyük miktarlarda borçlar vermesi bunun bir delilidir. Fakat Çin’in bu hamleleri içte daha büyük bir milliyetçiliğe ve “Batı bize, bizim ona muhtaç olduğumuzdan daha muhtaç” görüşüne dönüşüyor; milliyetçiliği ve milliyetçi talepleri biraz daha körüklüyor.

Çin’in dünyada daha fazla söz sahibi olmasını isteyenlerin ve bu yöndeki taleplerini daha yüksek sesle çıkaranların sayısı da giderek artıyor. Çin’in bu yöndeki taleplere kayıtsız kalması, halkı bir arada tutan, liberalleşmenin getirdiği ideolojik boşluğu doldurmasını sağlayan milliyetçi söylemleri boşa çıkartacağından ötürü çok mümkün görünmüyor. Bu bağlamda son birkaç yılda yayınlanmış ve büyük kitlelere ulaşmış kitaplar arasında “zhongguo keyi shuo ‘BU’! – Çin hayır diyebilir veya Hayır Diyebilen Çin”[vi] ve “Zhongguo bu Gaoxing – Memnun Olmayan Çin[vii]” kitapları, içerdeki talebin ne seviyelere ulaştığını ve halkın bu konudaki düşüncelerini ve hayallerini algılamak adına iki önemli referans niteliğindedir.

Çin’in komünizmden boşalan ideoloji eksikliğini milliyetçilikten başka doldurabilecek çok fazla argümanı olmadığı bir gerçek. Halkın 1840’tan beri süregelmiş istila ve aşağılanmayı bitirme ve bunca kalkınma ve zenginleşmenin neticelerini dünya çapında görme isteği ise haklı bir talep. Fakat 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren ABD’nin sultasında ve sponsorluğunda devam edegelen liberalleşme ve özgürlük gibi değerlere Çin’in el atma şansı yok; üstelik bu değerlere Çin’in el sürmesi durumunda içte de büyük değişim ve reformların yaşanması gerekiyor. Bu da gösteriyor ki; Çin’in dünya çapında sunacağı bir değer veya vizyon şu an görünmüyor. Bu ise Çin’in küresel çaptaki en büyük çıkmazıdır. ABD ve Batı’nın gerek BM’de gerekse İnsan Hakları Komisyonları’ndaki ikiyüzlü tavrı ve ülkemizle olan ilişkilerde de şahit olduğumuz yanlı kararları Çin’in de güvenini kaybetmesi adına önemli sebepler arasındadır. Bu ise Çin’i yalnızlaştırmakta ve milliyetçiliğin daha da körüklenmesine sebep olmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında Çin’in milliyetçi çıkışları ve talepleri, ABD ve Batı’nın haklı-haksız kaygıları ve yanlı tavırları küresel anlamda büyük bir çıkmazı doğurmaktadır.

ABD ve Çin dünyanın en büyük iki ekonomisidir; buna Avrupa’da eklenince dünya ekonomisinin neredeyse üçte ikisini oluşturmaktadır. Küreselleşen dünyada oluşan krizlerin sadece ilgili ülkeleri etkilemediği, küresel anlamda buhranlar doğurduğu ise bir gerçektir. Batı-özelde ABD- ve Çin arasında temelde güvensizlik eksenli bu çıkmazın ve Çin’deki milliyetçi taleplerin neticesinde mücadelenin nereye kayacağını, sıcak bir mücadelenin başladığı takdirde taraflardan hangisinin mezara hangisinin komaya gireceğini şimdiden kestirebilmek çok kolay değildir. Küresel çaptaki güven bunalımlarının uluslararası kuruluşlarca bile çözülemediği açıktır. Bu bağlamda Türkiye’nin, büyüyen Türkiye’nin yeni vizyonu olarak küresel anlamda kabul gören “güven ve emniyetin temsilcisi olma” idealine hem Türkiye hem de bütün dünya ihtiyaç duymaktadır. Tarihte örneği olduğu gibi gelecekte de inşası hayal değildir…

 

Cihan UĞUR

Freelens Gözlemcisi- SHANGHAI

 


[iv] The Economist 2010 Aralık

[v] www.iht.com Ağustos

[vi] Song Qiang – Zhang Zangzang,中国可以说不 (Çin Hayır Diyebilir), Zhonghua Gongshang Lianhe Yayınları  http://en.wikipedia.org/wiki/Song_Qiang

[vii] Song Shao Jun, 中国不高兴 (Memnun Olmayan Çin), Jiangsu Halk Yaynları.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...