Biden yönetiminin seçilmesi şüphesiz tüm dünyada yankı bulmuştur. Council of Councils’in (CFR) bu seçime dair dünyanın farklı yerlerinden uzman görüşleri derlemesinin çevirisini görüşlerinize sunuyoruz. Makalenin orjinal adı: Biden and The World: Global Perspectives on the U.S. Presidential Election
Fonteh Akum – İcra Direktörü Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (Güney Afrika)
ABD’nin Yeni Diplomatik Yapılanmasında Afrika İçin Fırsatlar
Amerikalılar ayrımcı bir şov adamı yerine tecrübeli bir devlet ismi ve devamlılık yerine de değişimi seçerken dünya, öngörülebilir çok taraflı ve diplomatik kazançlar elde etmeye çalışmaktadır. Seçilmiş Başkan Joe Biden, çok taraflılık ve diplomasiye yabancı olmamakla birlikte, uzun süren kariyeri onu ABD dış politikasının merkezine yerleştirmiştir.
Yurtiçi ve yurtdışında birbiriyle birleşen sorunlar göz önüne alındığında, ABD’nin kanıta dayalı politikaya, tutarlılığa ve sistematik eyleme geri dönmesi gerekmektedir. Bunun için de çetin bir dış politikanın yeniden başlatılması gereklidir.
ABD 2017’den beri, küresel çok taraflılığa karşı -Birleşmiş Milletlerin yetmiş beş yıldır karşılaşmış olduğu- en kuvvetli saldırıya liderlik etmektedir. ABD’nin Paris Anlaşması ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı gibi büyük anlaşmalardan çekilmesi, belirsizliği ve sürekli değişimi teşvik etmiştir.
Ancak bu yakında değişebilir. Biden, çok taraflılığa ve kurallara dayalı uluslararası bir sisteme saygılı görünmektedir. Amerika’nın örnek bir ülke olması gerektiğine inanmaktadır. Küresel bir salgının zemininde Dünya Sağlık Örgütü ile çalışmak, enfeksiyonu önlemek ve bir COVID-19 aşısı üretme yarışını hızlandırmak için olumlu sinyaller gönderecektir.
Afrika ile ilişkileri yeniden kurmak için bu kıtayı Çin ile bir rekabet alanı olarak kullanmak yerine Afrika’nın potansiyeline ve zorluklarına odaklanmak için bir yöntem değişikliği gerekmektedir. Biden demokratik yönetişimi sürdürebilmek için, eski Başkan Barack Obama’nın Afrika Birliği’ni destekleme mirasını sahiplenebilir. Cezayir ve Sudan’daki kırılgan geçişlerin ardından, buralarda yönetişimi iyileştirmeye ve sivil iktidar değişimi sürecine ortak olmak için açık bir fırsat bulunmaktadır.
Terörle yapılan mücadele, Sahel, Çad Gölü Havzası ve Somali’de yapıcı sonuçlar doğurmuş ancak terörist grupları tümüyle ortadan kaldırmamıştır. Washington’ın Afrika devletlerine verdiği terörle mücadele desteğinin yeniden değerlendirilmesi, daha kapsamlı yaklaşımlara öncelik verebilir.
Büyük Etiyopya Rönesans Barajı anlaşmazlığında eşitlik ilkeleri ve uluslararası hukuktan yararlanarak tarafsız bir arabuluculuk sağlandığı takdirde, bu durum ilgili tüm taraflar için çift taraflı kazanç şeklinde sonuçlanacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri muhtemelen yeni diplomatik yapılanmasını hızlandıracak müttefikler bulacak, ancak aynı zamanda Orta Doğu’dan Doğu Akdeniz’e kadar her yıl devam eden ve ortaya çıkan sorunlara sürdürülebilir çözümler üretme konusunda çok ciddi zorluklarla karşılaşacaktır. Bununla birlikte, dünya yeni bir başlangıç için hazırdır.
Ricardo Alcaro – Araştırma Koordinatörü ve Küresel Aktörler Programı Başkanı, Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü (İtalya)
Avrupa’nın ABD Desteğiyle Daha Fazla Özerklik Sağlama Şansı
Başkan Donald J. Trump’ın yeniden seçilememesi, birkaç bölgeyi Avrupa’dan daha fazla etkileyecektir. Başkan Trump’ın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü gibi ittifakların Amerika Birleşik Devletleri’ne fayda sağlayacağından kuşku duyması ve Avrupa entegrasyonunu küçümseyen tavırlar sergilemesi, AB ülkelerini -özellikle Almanya’yı- “ABD’den yararlananlara’’ yönelik tiratlarının hedefi haline getirdi.
Joe Biden yönetiminde tüm bunlar ne kadar farklı olacaktır? Elbette yüzey biraz süreklilik gösterecektir. Biden yönetimi Çin’e karşı yine geri adım atmayacaktır, Rusya’ya karşı bu konuda daha da istekli olacak ve İran’ı kontrol altında tutmak için de henüz açık olmayan diplomatik kanalları tercih edecektir. Buradaki temel fark ise, Biden’in transatlantik ittifakını canlandırmaya ve tüm bu konularda AB ile iş ilişkisi kurmaya yatırım yapacak olmasıdır. Avrupa’dan gelen mallara gümrük tarifeleri uygulama konusunda daha az istekli olacak ve Avrupa kurumlarına sınır ötesi yaptırımlar uygulamasından kaçınacaktır. Ayrıca, özellikle iklim değişikliği ve küresel ekonomik yönetişimi olmak üzere çok taraflılık çabalarında Avrupalılarla yeniden bağlantıyı güçlendirecektir. Son olarak, Avrupalıların savunmaya daha fazla harcama yapması için baskı yapacak, ancak- Trump’ın aksine- Biden, Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliği içindeki kaynakları birleştirme girişimlerine olumlu bakacaktır.
Paradoksal olarak, Avrupa için ana risk yine Avrupa’nın kendi içerisindedir, çünkü Avrupalılar, Amerika’nın yenilenen transatlantik taahhüdünü eski lider-takipçi ilişkisinin bir yeniden düzenlemesi olarak yorumlamak isteyeceklerdir. Ancak bu, COVID-19’un her şeyi mahvettiği ve giderek ABD-Çin rekabeti ile daha fazla şekillenen bir dünyada sürdürülebilir değildir.
Biden yönetimi, Avrupalılara karşılıklı güçlendirici dinamikler olarak stratejik özerklik ve transatlantik iş birliğini sürdürmek için tarihi bir fırsat sunacaktır. Avrupalılar bu şansı en iyi şekilde değerlendirmiş ve kendi gelecekleri için daha fazla sorumluluk almış olacaktır. Bunu diğer ABD başkanları, bu kadar hızlı gerçekleştiremeyebilir.
Steven Blockmans – Avrupa Çalışmaları Merkezi (Belçika)
Biden Demokrasilere Yeni Dengeyi Getirebilir
Demokrasi, dünyanın pek çok yerinde kabuğuna çekilmiş durumdadır. Freedom House ve diğer gözlemci grupların raporları, seçilmiş otoriter yönetimlerle birlikte demokratik özgürlüğün giderek azaldığını göstermektedir. Popülizm ve pandeminin birleşimi, 2. Dünya Savaşı sonrası düzeni düşüşe geçirmiştir. Biden yönetimin başa gelmesi, kuvvetler dengesini güçlendirip küreselleşmeyi yeniden yükselişe geçirebilir.
İç zorluklarla geçen ABD seçimlerine dair bütün şüphelere rağmen ülke demokrasisi ayakta kalmıştır. Bu sonuç başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer demokratlara öncülük edebilir. Son gelişmeler şunu gösteriyor ki demokratik yollarla seçilen liderler çoğunluk oylarını anayasal sınırları aşmak, görünürde adil seçimlerle kendilerini yeniden kazandırmak için kullanmaktadırlar. Biden yönetimi radikal muhafazakârlık tarafından yavaşlatılmış olsa bile ABD’nin illiberal demokrasilere karşı uluslararası rolü ve baskısını hissettirecek ittifakların güçlenmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu Avrupa Birliği için iyi bir haber olmakla birlikte bölge içinde otoriter eğilimlerin yıpratıcı etkilerini azaltacaktır.
Aynı zamanda Avrupalılar bu transatlantik ilişkilerin mevcut duruma geri döndüreceklerine dair kendilerini kandırmamaları gerekir. Her şey bir yana “America First” düsturu yerinde durmaktadır. Biden’ın başkanlık sözlerinde yeşil enerji yatırımlarına ağırlık vereceği, eğitim ve yeni ticaret anlaşmalarına ağırlık vereceği bulunmaktadır. Biden yönetimi, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi çok taraflı kurumlarla birlikte ABD’nin konumunu güçlendirecektir. Bu Donald Trump’ın tek taraflı uygulamalarından sonra vakit alacak olsa bile dünya düzeninde buna dair inanışı yeniden uyandıracaktır.
Jose Otavio Bordon – Uluslararası İlişkiler Arjantin Konseyi Yardımcı Başkanı (Arjantin)
Biden’ın Başkanlığı: Çok taraflılığın ve Ulusal Uzlaşmanın Zorluğu
Joe Biden’ın son seçim zaferi ABD’nin ulusal birliğe odaklanan daha dengeli bir hükümet geliştirmesini sağlayabilir. Bu durum dünyanın geri kalanı için bölgesel ve küresel zorluklarda müttefiklerle ve dost hükümetlerle çalışma konusunda daha fazla isteklilik anlamına gelebilir.
ABD’nin Çin ile olan rekabeti dış politikanın kritik bir parçası olmaya devam edecektir. Güvenlik rekabeti devam edecek olsa da, Biden yönetimi muhtemelen ticari ve çevre konularında bir taahhüt ve uzlaşma stratejisi uygulamaya çalışacaktır. Her iki ülke de, ortak çıkarları ilgilendiren konularda bir miktar gelecek istikrar etmeye çalışmalıdır.
Biden yönetiminin aynı zamanda ABD’nin Latin Amerika ilişkilerini de geliştirmesi beklenmektedir. Biden, Barack Obama yönetiminde ABD-Küba diyaloğunun ayrılmaz bir parçasıydı. Biden’ın Dışişleri Bakanlığı iyi bir komşu olma eğilimine geri dönebilir. Ayrıca Avrupalı ortaklarıyla Venezuela’daki insani ve demokratik krizi çözmek için de yapıcı bir rol oynayabilir.
Trump’ın Latin Amerika hakkında görüşleri; ticaret, göç ve Çin politikalarıyla iç içe geçti. Biden yönetimi, Çin’in bölgede artan önemi hakkında endişelenecek fakat daha müreffeh bir bölge sağlamak, siyasal yolsuzluk, insan hakları ve çevre konusunda elverişli bir bölge gündemi oluşturmak için mevcut tüm siyasi araçları kullanacaktır.
Biden aynı zamanda çok taraflı sistemi güçlendirme arzusunu da açıkça ifade etmiştir. Yine de yapısal ve yerel kısıtlamalar güvenlik politikası değişikliklerinin minimum düzeyde olduğu anlamına gelebilir. En son teknolojiye sahip bir ordunun Biden’ın stratejisinin temel unsurlarından olup olmadığı bilinmemektedir.
ABD’nin ticari ve çevre politikalarındaki değişiklikler hızlı bir şekilde ortaya çıkmayacaktır. Önceki statükonun altüst olması, gelecekteki idarenin, Çin ve diğer küresel ticaret ve finans ortaklarıyla daha iyi bir anlaşma yapılmasına olanak tanıyacaktır.
Peki Biden liberal bir liderliği küresel rekabet gücü çerçevesinde nasıl uygulayacak? Başlıca karşılaşacağı zorluklar ise çevresel kısıtlamaların gölgesindeki enerji rekabeti, otokratik hükümetler konusunda artan endişeler ve zayıf ülkeler üzerinde meşrutiyet kazanabilme kabiliyetidir.
Biden, salgın ekonomik iyileşme ve zehirli siyasi ortam konusunda zor kararlarla karşı karşıyadır. Geçişin belirsizliği, yönetimi sekteye uğratabilir.
Slawomir Debski – Uluslararası İlişkiler Polonya Enstitüsü Yöneticisi (Polonya)
Biden Orta Avrupa’yı, Orta Avrupa’da Biden’ı Tanıyor
Joe Biden’ın Amerika Birleşik Devletleri’nin kırk altıncı başkanı olarak seçilmesi, ABD-Avrupa stratejik ilişkileri ve Polonya-ABD münasebetleri için iyi bir haber. ABD’nin Kuzey Atlantik Savunma Paktı’ndan (NATO) geri çekilme ve Avrupa’yla olan bağlarını koparma tehdidi bundan böyle transatlantik ilişkilere bağlı kalmayacak ve Polonya güvenlik politikasını kurumsal bir krizden kurtaracaktır.
Biden, politik mirasını da beraberinde getirmektedir: Almanya’nın yeniden birleşmesi, tek parça ve özgür bir Avrupa’nın inşası, NATO’nun sınırlarını genişletme ve ABD’nin Orta ve Doğu Avrupa ile olan bağlarını güçlendirmesi, Biden’ın kişisel müdahalelerindendir. 17 Eylül 2009 yılı olan Polonya’ya karşı Sovyet saldırısının yıldönümünde Barrack Obama yönetimi, Polonya ve Çek topraklarında kurulacak olan ABD’nin füze-karşıtı savunma sistemi anlaşmasından taraflara herhangi bir uyarı dahi vermeden geri çekilmişti. Biden, bozulan ABD-Polonya ilişkilerini düzeltmek için derhal Varşova’ya gelmişti. Polonya’da bir ABD Hava Kuvvetleri müfrezesinin kalıcı olarak konuşlandırılması gerektiğini öneren ilk kişi de Biden’dı. ABD’nin Polonya ve NATO’nun doğu kanadındaki varlığını artırmayı hedeflediği politikası, Polonya’da daima farklı görüşteki partiler tarafından destek görmüştür.
Yeni gelen Biden yönetimi, uluslararası hukuka uyumu güçlendirmek için çaba gösterecektir. Polonya ve Avrupa Birliği’nin geri kalanı, istenilen müttefikler olacaktır. Polonya, Trump yönetimi altında Kırım’ın ilhakının transatlantik tarafından tanınmadığını doğrulamak için Dışişleri Bakanlığı ve Millî Güvenlik Konseyi’yle beraber çalışmıştı. Ayrıca Polonya, diğer AB ülkeleriyle birlikte İsrail’deki büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımayı reddetmiş ve İsrail’in tek taraflı olarak Golan Tepeleri’ni kendi topraklarına dahil etmesini tanımamıştır. Son olarak dünya artık, yasadışı toprak ihlâlleriyle alakalı olarak tutarlı bir ABD politikasına güvenebilecektir.
Biden yönetimi, Amerikan politikasına kökten bir değişiklik getirecektir. Hem Joe Biden’ın temsil etmiş olduğu, Soğuk Savaş’ın sonunu gören nesil tarafından politikaları etkilenen son jenerasyon, hem de Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in temsil ettiği demokratik değerlerin ve fikirlerin küresel zaferinin çağında erişkin politik yaşamına dahil olan ilk jenerasyon seçilmiş oldu. Bu, Amerikalı yeni nesil politikacılara; transatlantik ilişkilere, NATO’ya ve demokratik topluma bağlılık fikrini, aşılamak için son bir fırsattır. Polonya bu önemli hususta kesinlikle bir müttefik olacaktır.
Yasushi Kudo – The Genron NPO Düşünce Kuruluşu Başkanı (Japonya)
Uluslararası İş Birliğini Yenilemek
Japonya’daki birçok insan, 2020 ABD başkanlık seçimlerinin, demokrasi anlayışının bir testi olduğuna inanıyor.
Joe Biden’ın zaferi, Japon hükümetini bazı hayal kırıklıklarından kurtaracaktır. Geçen birkaç yılda Tokyo’nun diplomatik çabaları, eski Başbakan Shinzo Abe ile Donald J. Trump arasındaki kişisel ilişkiyle desteklenmişti. Lakin mevcut Japon hükümetindeki hiç kimse, Başkan Trump’la aynı istikamette çalışacak yeterliliğe sahip değildi. Seçim sonucu bu açmazın önüne geçiyor. Eski Başkan Yardımcısı Biden’ın seçilmesi dikkate alındığında, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin, uluslararası iş birliği teşebbüslerini canlandırmak için birlikte çalışabilme şansı çok yüksek gözüküyor. Birincisi Biden, çok taraflı iş birliğini desteklemektedir. Birinci kadar önemli ikinci konu ise, Genron NPO tarafından eylül ayında yapılan yakın tarihli bir ankette, Japon halkının yüzde 70’den fazlasının küresel ayrılıktan ziyade uluslararası işbirliğini destekleyen görüşü savunduğunu ortaya koymasıdır.
Buna ek olarak Japonya’nın serbest ticaret, bulaşıcı hastalıklar ve iklim değişikliği ile ilgili konularda Biden yönetimini desteklemesi yüksek bir olasılıktır. Biden yönetiminin, Trump döneminde ayrılmış olduğu Trans-Pasifik Ortaklığına geri dönme kararı, son yıllarda gidilen istikameti değiştirmeye yardımcı olacaktır. Ayrıca Biden yönetimi, ABD-Japon ittifakını, küresel özgürlük ve demokrasi değerleri üzerine kurulu bir birliktelik olarak güçlendirecek ve aynı zamanda kurallara dayalı küresel liberal düzenin korunmasına yardımcı olacaktır.
Fyodor Lukyanov – Savunma ve Dış Politika Konseyi Başkanı (Rusya)
ABD Değerler Algısı ve Etik Çoğulculuğun Uzlaştırılması-
Biden başkanlığı, Birleşik Devletler’in kendisini değişen dünyaya adapte ettiği bir deneyin sonraki aşamasında başlayacak. Trump yönetimi, Soğuk Savaş sonrası dünyaya hakim olan söylemleri gözden geçirmek için ilk aşamada güçlü ve hatta kaba bir söylem ile idame ettirdi. Bu durum, büyük ölçüde olumsuz tepkilere neden oldu.
Biden yönetiminin, olumsuzlukları gidermek adına, daha yumuşak ve uzlaştırıcı yaklaşımlar kullanarak düzeltmesi gerekecektir. Yine de küresel liderlik kavramının yeniden nasıl yorumlanacağı ikilemi devam etmektedir. Bu ikilem, ABD siyasi düşüncesinin kaçınılmaz bir parçası gibi görünüyor ama parçalanmış ve evrenselcilikten uzaklaşan dünyaya adapte edilmesi gerekmektedir. İkinci eğilim düzeltilebilir ancak uzun vadede tersine döndürülmesi mümkün olarak görülmemektedir. Çünkü birbirine bağlı ancak daha az küreselleşmiş ve daha çeşitli bir dünya ortaya çıkmaya başlamaktadır.
Bugün dünyadaki belirsizliklere bakıldığında ABD’nin daha aktif katılımı birkaç sektörde olumlu olacak ve şüphesiz diğer uluslararası aktörler tarafından memnuniyetle karşılanacaktır. Ortak fayda ve çeşitli kişisel çıkarlar arasında dengeye ulaşılması gereken bir alan, iklim değişikliğidir. Stratejik istikrar, ABD’nin vazgeçilmez olduğu başka bir alandır çünkü bu istikrarı korumanın ve güçlendirmenin yeni modeli, çok merkezli bir dünya için zorunludur.
Önümüzdeki yıllarda ABD yönetimi için temel zorluk, Amerikan değerler algısına yönelik güçlü bağlılığı, uluslararası ilişkilerin bir sonraki dönemini şekillendirecek olan etik çoğulculuk ile uzlaştırmak ve yönetmektir. Küresel liderlik kavramı, sorunun nasıl ele alınması gerektiğine dair bir rehber değil, çeşitli çıkarlar arasında aracılık ve ılımlılık anlamına gelecektir.
Rohinton Medhora – Uluslararası Yönetişim Yenilik Merkezi (Kanada)
Daha Eşit Ama Yine de Kısıtlı, Çok Taraflı Bir Sistem
Pek çoğumuz Trump’ın süslü sözlerini ya da uluslararası ittifak ve sözleşmeleri göz ardı etmesini aramayacağız. Yine de, Trump ulusal ya da uluslararası düzlemde bu siyasi ortamı kendi başına yaratmamıştır. Kendisi bu siyasi ortamın bir ürünü olmakla birlikte buna bir dinamik kazandırmıştır. Seçimi kaybeden aday olsa da yine de yüzde 48 oranında bir halk oyu yakalamıştır. Yönetimi yakın zamanda tarihe karışacak olsa da, mevcut küresel ortam ve onun temelini oluşturan eğilimler varlığını sürdürmektedir. Özellikle Birleşik Devletlerde ve Batı Avrupa’da büyük kitleler kendilerini bugünkü küreselleşmenin mağduru olarak görmekte ve buna içerlemektedirler. Birçok ülkede iktidarlarını koruyan otoriter, popülist hükümetler, bu ve diğer nedenleri kullanarak yabancı düşmanlığını meşrulaştırmaktadır. Makine öğrenimi ve otomasyonla halihazırda yaygınlaşan, üretimin ülke içine taşıyan ve çevreye baskı yapmadan ekonomik büyümeyi amaçlayan politikalar COVID-19 ile sağlamlaşmış ve Çin’in yükselen gücüne rakip olmuştur.
Biden geleneksel ve dışa dönük bir dış politika benimsemiştir. Çevre yönetimini vurgulayan Paris Anlaşması, Kanada petrolünü ABD pazarına taşıyacak olan Keystone XL boru hattının onayının iptali anlamına da gelebilir.
Biden yönetimi, Birleşik Devletleri Trans-Pasifik Ortaklıklara -Trans-Pasifik Ortaklık için Kapsamlı ve İlerici Anlaşma (CPTPP)- orijinal anlaşmada bulunan ve küçük ülkelerin inovasyon destekleme kapasitelerini kısıtlayan bazı maddelerin tekrardan yürürlüğe girmesi şartı ile, tekrar dahil edebilir. Büyük teknoloji firmalarının yönlendirdiği ABD çıkarları, çift taraflı ve çok taraflı ticaret anlaşmalarıyla avantajı içeriye döndürme konusunda yumuşayacak gibi gözükmemektedir.
Birleşik Devletler, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) gibi ittifaklara ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi çok taraflı kurumlara geçtiğimiz dört yılda verdiğinden çok daha fazla değer verecektir. Fakat Birleşik Devletler ve başka yerlerde mevcut olan uluslararasıcılığa olan kayıtsızlık göz önüne alındığında, bu dostane söylemin anlamı çok da belirgin değil. Bu, Kanada gibi küçük, açık bir ekonomi için, kısıtlı olsa da, daha eşit yetkilere dayalı bir sistemden elde edilen kazanımları, önemli ikili konulardaki kayıplara karşı dengelemek anlamına gelebilir. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, gerek ikili ilişkiler gerek çok taraflı süreçlerde mevcut oyunun kuralları ve küresel istikrarın alternatifleri geride bırakması bakımından, bu olumlu bir gelişme sayılabilir.
Ong Keng Yong
Yönetici Başkan Vekili, S. Rajaratnam Okulu – Uluslararası Çalışmalar (Singapur)
ABD-ASEAN Stratejik Ortaklığında Süregelen Sorunlar
Güneydoğu Asya ve bölgedeki örgütleri, Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN), Başkan Donald J. Trump’ın çoğu zaman ilgisi dahilinde değildi. Başkan, ASEAN konularıyla ilgilenme ya da ASEAN devletleriyle tartışma konusunda ülke içinde bir baskı görmedi. Güneydoğu Asya, Trump’ın büyük oyunları içinde tamamen önemsizdi ve başkanlığın ikinci dönemi kazandığı takdirde öyle olmaya devam edecekti.
Yine de Seçilmiş Başkan Joe Biden’ın zaferi, ne ABD’nin Güneydoğu Asya’ya verdiği stratejik önemi ne de ASEAN liderleriyle daha yakın ilişkileri garanti etmektedir. Çin, özellikle denizcilik alanında bölge hakimiyeti için uğraşmayı ve ASEAN liderlerinin ABD koruması altında baskıcı Çin’in dengelemek için birlikte oluşturdukları hassas çerçeveyi zayıflatmayı sürdürecektir.
Birleşik Devletlerden gelen söylem, oluşturacakları Çin politikasının iki partinin de desteğini alacağı yönünde. Üstelik, Biden’in kişisel karakteri Asyalı mevkidaşları için daha makul. Ayrıca Biden’in hem daha kurumsal hem de bölgedeki müttefik ve dostlarla uzun süredir devam eden ilişkileri bozma konusunda daha az istekli olduğu da söylenmektedir. Aynı zamanda, Güney Çin Denizi ve Hint Okyanusu başta olmak üzere, Çin’in Güneydoğu Asya’daki hamleleri, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve onun Hint-Pasifik’teki müttefiklerinin uzun vadeli stratejik çıkarları göz önüne alındığında özel bir kaygı ile gözlemlenmektedir. Demokrat Parti’nin otoriterlik olarak algıladığı politikalara karşı tavizsiz tutumu ve ASEAN üyesi bazı devletlerdeki ordunun rolü, Biden yönetimi Beyaz Saray’a yerleştiğinde Güneydoğu Asya’daki huzursuzluğu gün yüzüne çıkarabilir.
Öyle ki, bir sonraki ABD Başkanı’nın kim olacağından bağımsız, daha içine dönük bir Amerika ve daha agresif bir Çin ile belirlenen mevcut stratejik ortam, ABD-ASEAN stratejik ortaklığının ilerletilmesinde kayda değer sorunlar yaratacaktır.
Sam Roggeveen – Uluslararası Güvenlik Programı Yöneticisi, Lowy Enstitüsü (Avustralya)
ABD’nin Göreceli Gerilemesi Devam Edecek
Avustralya siyasi sınıfının ABD siyasetine yönelik takıntısı, Donald J. Trump başkanlığında eşi görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. Avustralya medyasında yer alan ABD başkanlık seçimiyle ilgili haberler, medyanın altında kaldığı mali baskı göz önünde bulundurulduğunda tamamen abartılıydı.
Bu takıntı kısmen Trump’ın -kendi tarzında- büyüleyici bir kişiliğe sahip olmasıyla açıklanabilir. Eğer kafanızı çevirirseniz, olağanüstü bir şey kaçırabilirsiniz. Bununla birlikte, Avustralya’da ABD siyasetinin büyüyen profili, Amerika’nın Avustralya meselelerini etkileme kapasitesiyle doğrudan çelişkili haldedir. Avustralyalı politikacılar, gazeteciler ve yorumcular, Asya’da Avustralya’ya her zaman iyi hizmet eden baskın bir ABD varlığını ve iki devlet arasındaki ittifakı sürdürmek istiyor gibi görünmekteler. Başkan Joe Biden göreve geldikten sonra bile Amerika Birleşik Devletleri’nin göreceli gerilemesinin devam edeceği şeklindeki basit gerçeği kabul etmekte isteksizler.
“Göreceli” kelimesi vurgulanmayı hak etmektedir. Amerika, dünyadaki en kabiliyetli orduyla büyük bir güç olmaya devam edecektir. Aynı zamanda çok geniş buluş rezervlerine ve genç, büyüyen bir nüfusa sahiptir. ABD toplumunda iddia edilen, derinleşen bölünmelerle ilgili ahlaki panik geçecektir.
Ancak Avustralya için kaçınılmaz gerçek, Çin’in ABD’nin yapabileceğinden daha hızlı büyümeye devam edecek olmasıdır. Yakında Avusturalya, ABD’nin gayri safi yurtiçi hasılasını geride bırakarak dünyadaki en büyük ekonomi haline gelebilir ve bu büyüklükteki hiçbir ülke, rakibi yakın çevresine hakim olurken seyirci kalmaz. Bu bağlamda Çin de liderlik etmek isteyebilir.
Kurallara dayalı düzeni korumak ve Pekin’in liderlik eğilimine direnmekle ilgili gururlu retoriklerine karşın, Amerika Birleşik Devletleri baskın konumunu korumak için hiç ortak bir çaba göstermedi. Biden, Amerika’nın Asya’daki tartışmasız üstünlüğünü yeniden tesis etmek için gereken türden büyük askeri kuvvetlendirmeye yönelik bir eğilim göstermiyor. Ve neden yapsın ki? Çin ile rekabet, Soğuk Savaş’tan daha maliyetli olacak ve belirsiz faydalar sağlayacaktır. En iyi ihtimalle, Amerika Birleşik Devletleri Çin’e karşı etkili bir denge ağırlığı olabilir ve Canberra, Washington’u böyle yeniden tanımlanmış bir role teşvik etmelidir.
Luis Rubio – Meksika Dış İlişkiler Konseyi Başkanı (Meksika)
Trump Mahmurluğu
ABD’nin kurucu ataları, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir demokrasi değil, bir cumhuriyet olacağını açıkça belirtmişlerdir. Bu ayrım, Amerikan seçimlerindeki en tartışmalı unsurlardan biri haline geldi ve tüm dünyada, özellikle kırılgan demokrasilerde ve Trump’a yakın otoriterlerin önderlik ettiği ülkelerde, alay konusu haline gelmiştir. Medya Biden’ı kazanan ilan etse de Trump tehlikeli bir belirsizlik yaratarak bunu kabul etmemiştir. Seçim beklenenden çok daha yakın zamanda ispatlanmış ve uzun vadeli başlıca sonucu Amerika’nın yurt dışındaki en büyük varlığının, yumuşak gücün, daha fazla erozyona uğraması olacaktır. Son on yılda ABD, demokrasinin, liberal değerlerin ve piyasa ekonomisinin destekçisi, politikacılar onları istismar ederken ve Trump onları zayıflatırken imajını ve kurumlarını boşa harcamıştır.
Az sayıda ülke Trump’ın retoriğinden ve eylemlerinden Meksika kadar darbe almıştır. Trump, 2016 yılında Amerikan zararları için “Meksikalı tecavüzcüler“i suçlama kampanyası stratejisiyle başlayarak, Meksika’nın ekonomik olarak büyümesinde hayati bir faktör olan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nda (NAFTA) değişiklikler yapmak için zorlamaya gitmiştir. Ekonomik etkileşim için kurallar oluşturmasına rağmen, NAFTA’nın değerini baltalayan yeni bir anlaşma üretmiştir: yatırımcılar için yasal ve politik kesinliktedir. Dört yıl daha benzer politikaların devamı olasılığı cazip değildir.
Şimdi ile Biden’ın 20 Ocak’taki göreve başlayışı arasında ne kadar hasar verileceği, Amerika Birleşik Devletleri’nin geleceği açısından çok önemli olacak. Burada söz konusu, neredeyse kesin olarak Trump’ın geleneğe uymayı reddetmesiyle sınanacak olan Amerikan kurumlarının gücü olacaktır. Benjamin Franklin “Bir cumhuriyet, eğer elinde tutabilirsen.” demiştir. Dünya, bazı yerlerden kötü niyetle, ancak çoğunlukla ABD’nin bir kez daha demokrasinin ve kurumsal gücün parlayan bir ışığı olacağını ümit ederek izliyor olacaktır.
Abdulaziz Sager – Körfez Araştırma Merkezi Başkanı (Suudi Arabistan)
Körfezin Ekonomik Refah ve İstikrarini İlerletme
Körfez bölgesi ülkeleri, Joe Biden’ın başkanlık seçimi zaferinin ardından Amerika Birleşik Devletleri ile güçlü ilişkilere sahip olmaya devam edeceklerinden eminler ve halihazırda tebriklerini gönderdiler.
Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri, Beyaz Saray’daki siyasi partiden bağımsız olarak onlarca yıldır güçlü siyasi ve ekonomik bağlarını sürdürüyor. Aynı zamanda bu yıl, Başkan Franklin Delano Roosevelt ile Kral Abdülaziz arasında resmi ABD-Suudi ilişkilerini başlatan toplantının yetmiş beşinci yıldönümüdür. Körfezin ve Orta Doğu’nun istikrarı ve güvenliği için Biden yönetiminin bu ortaklığı ilerletmeye öncelik vermeye devam etmesi kaçınılmaz. Böyle bir çaba, İsrail-Filistin çatışmasına iki devletli bir çözüm için baskı yapma, İran’a füze programını ve bölgedeki askeri müdahaleciliğini ve yayılmacılığını sona erdirme taahhüdü vermesi için baskı yapma ihtiyacını içeriyor. Biden, İran’la nükleer programı konusunda yeniden müzakerelere girmeyi seçerse, nihai amaç bölgenin askeri nükleer silahlardan arındırılması olmalıdır.
Dahası, Biden’ın bölgedeki dış politikası, Yemen’deki Başkan Abed Rabbo Mansour Hadi’nin hükümeti gibi, yalnızca bölgedeki uluslararası kabul görmüş meşru hükümetlerle çalışarak hukuk ve düzeni desteklemelidir. Şiddet yanlısı devlet dışı aktörlere – özellikle Irak, Lübnan, Libya, Suriye ve Yemen’de – bir platform verilmesi, egemen hükümetlere zarar verecektir. Son olarak, Biden’ın dış politikası, terörle mücadele ve enerji konusunda işbirliği yapmaya, bölgedeki ülkelerle ticareti ve yatırımı derinleştirmeye devam etmelidir. Bu alanlarda şimdiden birçok başarı elde edildi. Joe Biden bu başarıları güçlendirerek ve genişleterek, Körfez’in ve Orta Doğu’nun ekonomik refahını ve istikrarını daha da ilerletme fırsatına sahiptir.
Elizabeth Sidiropoulos – Güney Afrika Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Baş Yöneticisi (Güney Afrika)
Öngörülebilirliği, Güveni ve Güvenilirliği Yeniden İnşa Etmek
Dünyanın birçok bölgesi, Amerika’daki başkanlık seçimlerinin sona ermesiyle birlikte, Joe Biden’ın kazanan olmasından dolayı Amerika’da oluşabilecek daha sakin ve uygar bir ortam oluşması açısından oldukça rahatladı. Ancak, geçtiğimiz son dört yıldaki öngörülemezlik ve kargaşa ortamı kolaylıkla ortadan kaldırılamayacaktır. Amerika’nın itibarı ciddi bir hasar almış, güven ortadan kaldırılmış ve Amerika hakkındaki kötü algıların bazıları doğrulanmıştır. Neyse ki, dünya bu duruma göz yummadı.
Amerikan’ın yeni başkanı seçilen Biden’ın önünde Amerika’nın itibar sermayesini yeniden tesis etmek, ittifakları ve ortaklıkları yeniden kurmak ve muhtemelen ABD’yi çok taraflı sistemin garantörlerinden biri olarak eski durumuna getirmek gibi muazzam bir görevi bulunmaktadır. Bu bağlamda, düzeni tekrardan sağlayabilmek adına paralel hatlarda eş zamanlı eylemler gerekli olacaktır.
İlk olarak, yerel düzende, Biden COVID-19 salgınını kontrol etmesi, ırkçılığa karşı bir önlem alması ve Amerikan kurumlarının bütünlüğünü yeniden tasdik etmesi gerekmektedir çünkü iç düzendeki uyum ve refah, Biden’ın yurt dışındaki etki ve yumuşak gücü açısından ciddi bir önem taşımaktadır. İkinci olarak, uluslararası cephede, Biden yönetimi Dünya Sağlık Örgütü gibi çok taraflı organlarla yeniden ilişki kurmalı ve Paris Anlaşması’na yeniden katılmalıdır. Dahası, Biden yönetimi ilk yüz gününde yalnızca Avrupa ve Doğu Asya’daki müttefiklere değil, aynı zamanda Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki diğer önemli bölgesel ortaklara da üst düzey bir siyasi düzeyde diplomatik erişim sağlamalıdır. Bu ülkelerin hiçbiri, sadece daha çok taraflı bir zihniyete sahip olan bir ABD yönetimi devreye girdi diye, son dört yılda yaşanan küresel yönetişim sorunlarının biteceğine inanmamaktadır. Ancak güveni, güvenilirliği ve öngörülebilirliği yeniden inşa etmek, küresel kurumların kendilerinin reforma ihtiyacı olsa bile, daha fazla uluslararası işbirliği için elzem olacaktır. Bu noktada, dünyanın istikrarlı, öngörülebilir bir Amerika Birleşik Devletleri’ne ihtiyacı var, tıpkı Amerika’nın gelişmek için daha öngörülebilir, istikrarlı bir dünyaya ihtiyacı olduğu gibi.
Johannes Thimm – Amerika Araştırma Birimi, Uluslararası ve Güvenlik İlişkileri Alman Enstitüsü (Almanya)
Çok Taraflılık Zor İş
Alman halkının çoğu ve Almanya liderleri, Joe Biden’ın son ABD başkanlık seçimlerindeki zafer haberine olumlu yönde tepkilerde bulundu. Avrupa’nın büyük bir kısmı, başkan seçilen Biden’ın müttefiklerle yeniden ilişki kurma ve Paris Anlaşması ve Dünya Sağlık Örgütü gibi çok taraflı forumlara dönme planlarını desteklemektedir.
Ancak, ABD’nin güvenilir bir aktör görüntüsü, farklı yönetimler altında sert yönde değişen dış politika çehresi nedeniyle oldukça zarar gördü. Son 20 yılın 12 yılı, çok taraflı işbirliğine derinden şüpheyle bakan başkanlar Beyaz Saray’ı “işgal” etti. Şimdi bile, seçilen Biden yönetimi, uluslararası dürtülerini paylaşmayan ve çok taraflı işbirliğini düşünmeyen bir kongre ile mücadele etmek durumunda kalacak. Amerikan seçmenler, geçmişle kıyaslandığında, uluslararası taahhütlerde daha az destekçi oldukları görülmektedir. Dahası, Washington’ın uluslararası örgütlere ve müttefiklere karşı uygulamış olduğu gündelik yaptırımlar önemli ortaklar arasındaki güvene zarar vermiştir.
ABD’deki liderlik geçmişe kıyasla, şu an oldukça çekişmeli bir konumda yer almaktadır. Uluslararası kulvarda Çin nüfuz kazanmaya devam ederken, öte yandan Rusya ve Türkiye gibi “hasis” rejimlerin sık sık askeri kulvarlarda diğer ülkelerin işlerine karışmaya devam etmişlerdir. Yine de, salgınları kontrol etmekten iklim değişikliğiyle mücadeleye kadar dünyanın en acil sorunlarıyla uğraşmak, farklı ilkelere sahip olabilecek hükümetlerle çalışmayı gerektirir.
Hızlı çözümler birer efsanelerdir. Yeni bir başkan için, bir sonraki yönetim tarafından kolayca geri alınabilecek bir yürütme eylemi yoluyla çok taraflı bir faaliyet telaşına girmesi bir şeydir. Bu, iklim değişikliğiyle mücadele gibi konularda başlangıçta gerekli olabilir, çünkü dünyanın zamanı azalıyor. Ancak, yürütme eylemi başlı başına bir strateji olamaz. Özellikle ABD’nin gücünün azaldığı şu dönemde, uluslararası işbirliğinin gerekliliğini ABD kamuoyunun kabul etmesi oldukça önemlidir. Birleşmiş Milletler ve BM’ye bağlı özelleştirilmiş kuruluşları, birçok sorunlarına rağmen, amaçlarını geride bırakmamışlardır ve bu BM reformu, yalnızca ABD’nin dış işlerindeki çıkarlarına hizmet etmek için var olan bir uzantısı haline dönüştürmek anlamına gelemez. Tıpkı Amerika’nın denetim ve denge sistemi gibi, çok taraflı işbirliği uzlaşmayı gerektirir. Uluslararası kuruluşlar, ancak üye devletlerinin çoğundan yararlanırlarsa hayatta kalırlar.
Amos Yadlin – Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü Yöneticisi (İsrail)
Ari Heistein – Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü Araştırmacısı ve Yönetici Ekibi Lideri (İsrail)
Yeniden Dengelenmiş bir ABD Orta Doğu Politikası Beklentisi
ABD’de yakın zamanda yapılan seçimin ışığında, Orta Doğu’daki uluslararası işbirliğinin ilerlemesi açısından seçilen başkan Joe Biden’ın ne gibi adımlar atacağı dikkate değerdir. Biden’ın beklenen Orta Doğu politikasının 3 temel hususu aslında Washington’da derinlemesine bölünmüş iki partinin anlaşmasına tabidir. Birincisi, sözde bitmeyen savaşları sona erdirerek ve yeni çatışmalardan kaçınarak bölgedeki ABD askeri varlığını azaltma arzusudur. İkincisi, İran’daki tehlikeli rejimin nükleer silah elde etmesine izin verilmemesi gerektiği kanaatidir. Üçüncüsü Körfez’den çıkan enerji akışını sağlama inancı, artık ABD’nin çıkarları açısından hayati bir önem taşımamaktadır. Bu ilkelere ek olarak, bölgedeki ABD politikasının daha fazla diplomasi ve daha fazla yük paylaşımını içerecek şekilde yeniden çalışılması gerektiği sonucudur.
Bununla birlikte, Birleşik Devletler’in maliyetli çatışmalarda sonsuza kadar çıkmaza girmesine gerek yoktur. Aynı zamanda bölgeyi aceleyle tamamen terk etmekten ve arkasında bir güç boşluğu bırakmaktan kaçınmalıdır.
Washington’un ortaklarıyla yeni ilişkiler kurmaya çalışarak Amerikan yanlısı bölgesel güvenlik mimarisini güçlendirme çabalarını üstelediği bir orta yol mümkündür. Örneğin: 2020 Abraham Anlaşmasını Suudi Arabistan gibi ülkeleri içerecek şekilde genişletmek, müttefikler arasında devam eden kavgalara, özellikle Katar ve Arap Dörtlüsü arasındaki sürtüşmeye aracılık etmek, ve İsrail ile Filistinliler arasında olanlar da dahil ancak bununla sınırlı olmamak üzere, acil ve kapsamlı kararların alınmadığı durumlarda müttefikleri ilgilendiren devam eden çatışmalardan kaynaklanan zararı sınırlamak gibi adımlar atılabilmesi mümkündür. Bazı durumlarda, Washington, bu hedeflere ulaşma çabalarının karşılıklı olarak güçlendirici olduğunu görebilir, örneğin, İsrail’in gelecekte iki devletli çözümünü koruyan ve daha da tehlikeli bir tek devlet gerçekliğine kaymasını önleyen adımları karşılığında İsrail ve Arap devletleri arasında normalleşmeyi teşvik etmeye devam etmek, Washington açısından güçlendirici bir durum olarak görülebilir.
Selim Yenel – Küresel İlişkiler Forumu Başkanı (Türkiye)
Dünya Yıprandı, Sıfırlanmaya İhtiyacı Var
COVID-19 salgını ve Başkan Donald J. Trump dünyayı ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’ni bitap düşürdü. Dürüst olmak gerekirse, tüm söylemlere rağmen ABD dış politikasında son dört yılda dramatik değişimler görülmemiştir. Başkan Trump, ondan önce başlamış olan süreçleri, kendine özgün bir tarz ile hızlandırmıştır.
Küresel düzen yetmiş beş yıl önce ortaya çıktı, görünüşte özgecil görünümüne rağmen, aslında ABD hâkimiyetini sürdürmüştür. Bununla beraber, üzerinden on yıllar geçerken, ABD gittikçe uluslararası örgütlerle arası açıldı, finansal katkılarını geri çekti veya ABD’nin veya batı öncülüğünü takip etmeyen bu kuruluşlardan çekilmeye karar verdi. Bu kuruluşlar zamanla ABD için alakasız bir hale gelmiştir.
ABD öncülüğü, çoktan komünizm tehdidinin sona ermesiyle yavaşça ortadan kalkmaya başlamıştı. Dünya şu an bir lider eksikliği duruma gelmektedir. Pandemi bu durumu ortaya çıkarmaktadır.
Biden yönetimi başlangıçta Amerika Birleşik Devletleri’nin geleneksel rolünün izini sürmek için çaba gösterebilir. Biden tarafından yapılabilecek acil değişiklikler, kurallara dayalı çok taraflı bir sistemin yeniden oluşturulmasını içerebilir. Biden şüphesiz kutuplaşmış bir toplumu iyileştirmeye öncelik verecektir. Dış politika açısından da öngörülebilir politikalar sağlayacak bir Birleşik Devletler’e olan güveni yeniden tesis etmesi gerekecektir.
Bununla birlikte, uluslararası sistemin sıfırlanması gerekmektedir. Sadece ulusların değil, aynı zamanda özel kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının da dâhil edilmesi gerekmektedir. Dünya değişti ve akabinde birçok ülkenin uluslararası düzeni takip etmekten kaçındığı bölgesel tımarlıklar yarattı. Bu, bazı bölgesel güçlerin saldırgan politikalarını cezasız bir şekilde sürdürmelerine yol açar. Yeni bir sistem daha adil ve sürdürülebilir bir fikir birliği gerektirir. En önemlisi, bir kez daha işbirliği ve işbirliğine ihtiyaç olduğuna inanmaktır. Bu, Biden yönetimi için nihai sınav olacak.
Yu Tiejun – Pekin Üniversitesi, Uluslararası ve Stratejik Çalışmalar Enstitüsü Yardımcı Başkanı
ABD-Çin Stratejik Rekabeti Kontrol Altında Tutma
Pasifik’in batı tarafında, birçok Çinli, Biden’ı sahneye çıkaran uzun, heyecan verici ve yorucu seçim sürecini yakından takip etti. Trump yönetimi altında ABD-Çin ilişkileri eşi görülmemiş bir şekilde zarar gördü. Trump’ın görevden ayrılmasıyla birlikte, Biden ABD-Çin ilişkisine neler kazandırabilecek?
Pandemiyle mücadele, ekonomiyi canlandırma ve sosyal, etnik ve siyasal çözülmeleri düzenleme gibi iç sorunların acil olması nedeniyle, bir uluslararası gündem Biden’ın öncelikleri arasında yer almayabilir. Dahası, iki partili ABD’nin Çin’i stratejik bir rakip olarak fikir birliğine ulaşması ışığında, ABD’nin Çin politikasında olası bir değişiklik için hem motivasyon hem de potansiyel sınırlı olduğu görülmektedir.
Bununla birlikte, Biden, seçimden sonraki süreçte, yalnızca iki ülke için değil, aynı zamanda dünya için de hayati önem taşıyan ABD-Çin ilişkilerini iyileştirme fırsatına sahip olacaktır. ABD-Çin işbirliği olmadan Birleşmiş Milletler, DTÖ ve WHO gibi uluslararası kurumlar çalışamaz; iklim değişikliği, COVID-19, finansal sistem istikrarı ve nükleer silahlanma gibi ulus-ötesi zorluklar yönetilemez ve Afganistan, İran ve Kuzey Kore’de bölgesel güvenlik sorunlarını koordine etmek de daha zor bir hale gelecektir. Görünüşte hızlanan bir güç kayması, abartılı bir ideolojik rekabet, ekonomik karşılıklı bağımlılığın ve teknolojik yeniliğin güvenlikleştirilmesi, kamuoyunun aşağı doğru bir sarmalının ve artan psikolojik kaygının hepsi stratejik rakibe katkıda bulunmaktadır. Biden daha öngörülebilir ve rasyonel olarak görülmesi ve milli güvenlik ekibi muhtemelen daha profesyonel olması bu ikili ilişkiler için iyi bir haber niteliği taşımaktadır. Ancak liberal ideolojiyi, insan haklarını ve demokratik barış teorisini ihraç etme konusundaki tartışmalı politika tercihi, ikili ilişkilerin dalgalanmalarını oldukça artırabilir. Geleneksel devlet sağduyu idaresi, güvence ve kendini sınırlama hala gereklidir. Eğer ABD-Çin stratejik rekabeti kaçınılmazsa, her iki tarafın da onu kontrol altında ve doğru yolda tutması ve mümkün olduğunca işbirliği yapması gerekmektedir.