Bu yazı, Tom Wetzel’in Current Affairs dergisine vermiş olduğu “How Do We Overcome Capitalism?” başlıklı röportajdan çevrilmiştir. Yazının aslına aşağıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz.
How Do We Overcome Capitalism?
Tom Wetzel, planlı bir sosyalist ekonominin nasıl görüneceğini ve sosyalizmi gerçeğe dönüştürmek için ihtiyacımız olan stratejiyi açıklıyor.
Tom Wetzel’in Overcoming Capitalism: Strategy for the Working Class in 21st Century (Kapitalizmin Üstesinden Gelmek: 21. Yüzyılda İşçi Sınıfı İçin Strateji) adlı kitabı hem kapitalizmin temel sol eleştirileri üzerine bir başlangıç hem de yeni bir ekonomik sistem oluşturmak için bir el kitabı niteliğinde. Wetzel sömürü, israf ve çevresel yıkımın neden kapitalist modelin yapısının birer parçası olduğunu açık ve anlaşılır bir dille açıkladıktan sonra olası alternatif ekonomik yapıları inceliyor ve bunlara nasıl ulaşabileceğimizi gösteriyor. “Seçim siyasetinin rolü nedir?”, “Nasıl sendikalara ihtiyacımız var?” ve “Marksizm-Leninizm tarihi bize hangi dersleri öğretti?” gibi önemli sorular soruyor.
Wetzel, en iyi özgürlükçü sosyalist gelenekte, yalnızca çağdaş kapitalist ekonomideki tahakküm ve hiyerarşiyi değil, aynı zamanda sosyalizmi otoriter kurumlar aracılığıyla getirme girişimlerini de eleştiriyor. Demokrasinin önemini ve neden yaptığımız her şeyde bize rehberlik etmesi gerektiğini açıklıyor. Overcoming Capitalism (Kapitalizmin Üstesinden Gelmek) on yılı aşkın bir araştırmanın ürünü ve sol literatüre önemli bir katkı. Wetzel, fikirlerinin temel noktalarını açıklamak üzere Current Affairs Baş Editörü Nathan J. Robinson ile konuşmak için Current Affairs podcast’ine katıldı. Bu söyleşi, dilbilgisi ve anlaşılırlık açısından düzenlenmiş ve kısaltılmıştır.
ROBINSON
Kitabınız günümüz için kapitalizm karşıtı politika ve strateji üzerine bir başlangıç niteliğinde. Robin Hahnel tanıtım yazısında şöyle diyor: “Sade bir dille yazılmış, sol jargondan arınmış, sağduyu ve nüanslarla dolu. Wetzel adeta bir cevher yaratmış.” Heyecanlıyım çünkü yıllardır bu kitabın gelişimini takip ediyordum. Tebrik ederim. Kitap tam anlamıyla bir başyapıt.
WETZEL
Teşekkür ederim.
ROBINSON
Kitap birkaç bölümden oluşuyor. İlk bölüm kapitalizmin temel eleştirisini ortaya koyuyor. Sonra strateji kısmı var. Nasıl etkili bir solcu olabileceğimizi ve kapitalizmin üstesinden nasıl gelebileceğimizi anlatıyorsunuz. Kitabınız akademik olmayan bir kitle için yazılmış. Okur-yazar olan herkes bu kitabı okuyup keyif alabilmeli. Kapitalizmde bir sorun görmediklerini söyleyen insanlarla karşılaştığınızda, onları sol eleştirinin argümanına ikna etmeye nasıl başlıyorsunuz? Kitapta ortaya koyduğunuz stratejiyi gerekli kılan kapitalizmin temel sorununun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
WETZEL
Genellikle, kapitalizmin en temel yapısı olan sınıf baskısı ve sömürüsü ile başlarım. İşçi sınıfı, kendi geçim kaynaklarına sahip olmayan insanlardır. İşverenlerden iş aramak zorunda bırakılıyoruz ve bu otokratik, işletmeci rejimlere boyun eğmek zorundayız. Yaptığımız iş üzerinde hiçbir söz hakkımız yok. Dolayısıyla kendi yeteneklerimizin nasıl kullanılacağı konusunda bile kendi kendimizi yönetmemiz engelleniyor. Yönetimle olan ilişki, doğası gereği zora dayalı bir ilişkidir. Herhangi bir şeye karşı çıkarsanız, sizi kovmakla ya da rütbenizi düşürmekle tehdit edebilirler. İşte kapitalizmin dayandığı temel sınıf baskısı ilişkisi budur.
ROBINSON
Sınıf, başlamak için en mantıklı yer. Az sayıda insan sermayenin sahibi ve emirleri de onlar veriyor; çok daha fazla sayıda insan ise emirleri yerine getirmek zorunda ve çalışmak ya da açlıktan ölmek arasında bir seçim yapmak durumunda bırakılıyor. Bir de kapitalizmin ürettiği şeyler açısından makroekonomik bir yönü var. Örneğin, kapitalizm tüketim için talep üretir ve insanlara ihtiyaç duydukları şeyleri vermeden büyük miktarda atık üretir ve ekolojik yıkıma sebep olur. Dolayısıyla, hem işyeri içindeki ilişkiler var hem de kapitalist ekonominin ürettikleri var.
WETZEL
Doğru. Kitapta “Maliyet Yansıması” adlı bir bölüm var. Kapitalizmin doğasında olan özelliklerden biri, kapitalistlerin kâr elde etmek için üretim maliyetlerini diğer insanlara – hava ve su kirliliği yoluyla işçilere ve toplumlara – yüklemeleridir. Bu durum, biriken etkilere ve küresel ısınma krizine yol açmıştır. Kapitalistler, doğayı adeta bedava bir musluk olarak kullanmaktadır. Mecbur bırakılmadıkça çevre konusunda endişelenmezler. Bu da kapitalizmin üstesinden gelmemiz gereken bir başka yapısal kusurudur.
ROBINSON
“Irksal eşitsizlik” üzerine bir bölümünüz var. Irksal eşitsizlik ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi nasıl kavramsallaştırmalıyız?
WETZEL
Irksal eşitsizlik kapitalizmin bir özelliğidir. Amerikan kapitalizmi en başından beri ırkçı ve ataerkil bir karaktere sahip olmuştur. Bazı gruplar ırksal olarak aşağı görülüyor ve bu yüzden devletin ya da yönetimin onlara diğerlerinden daha kötü davranması sorun teşkil etmez. Bu durum, kapitalizm için avantajlıdır çünkü daha az fırsata erişimi olan insan havuzları yaratır. Firmalar, onlara daha düşük ücretler ödeyerek ve daha kötü davranarak onları sömürebilir. Bu, aynı zamanda nüfusun farklı alt grupları arasında ırksallaştırılmış bir hınç duygusu yaratır ve bu da işçi sınıfının sendikalarda bir araya gelerek kapitalist sınıfa karşı mücadele etmek için siyasi ittifaklar kurmasını zorlaştırır. Irkçılık ve ırksal bölünmeler, işçi sınıfının genel toplumsal müzakere gücünü azaltır ve bu da daha düşük ücretlere ve daha kötü sosyal haklara yol açar. Örneğin, ABD‘de evrensel sağlık sistemimiz yok. Buna karşı çıkan bazı beyaz gruplar var çünkü bu insanların kamu yardımı almasını istemiyorlar. Irkçılık da bunun bir parçası.
ROBINSON
Alternatifler hakkında düşünelim. Kapitalizm karşıtlığı ile yeni tanışan biriyle kahve içiyorsanız ve onun aklını başından alıyorsanız – hayatları boyunca sahip oldukları çeşitli varsayımları sorguluyor ve toplumsal dünyanın sabit özellikleri olarak kabul ettikleri ya da kanıksadıkları şeylerin değiştirilebileceğini öne sürüyorsanız – alternatif vizyonumuza rehberlik etmek için nereden başlarsınız? Adaleti sağlamak için ne tür bir ekonomi yaratmamız gerek?
WETZEL
Ben doğal adalet ilkeleri olarak adlandırdığım iki ilkeye başvuruyorum. Çünkü bunların insan doğasından kaynaklandığını düşünüyorum. Birincisi, insanların kendilerini etkileyen kararlar üzerinde kontrol sahibi olmaları gerektiği ilkesidir. Bu, işçilerin emek sürecini, kendi işlerini ve işyerlerini iş birliği içinde, kolektif olarak kendi kendilerine yönetebilmeleri gerektiği anlamına gelir. Özyönetim, sosyal kurumların yeniden inşası için genel bir ilkedir. İnsanlar kendi kararlarını verebilir ve başkalarıyla iş birliği yapabilir; bu insani bir yetenektir. Diğer ilke ise potansiyelinizi geliştirmek, becerilerinizi geliştirmek ve yeteneklerinizi korumak için kaynaklara eşit erişim dediğim prensiptir. Bu da ücretsiz sağlık hizmeti, eğitim ve benzeri imkânlar anlamına geliyor. Bunlar temel ilkeler olacaktır. Tüm bunlar bizi sosyalist ekonomi vizyonumuza götürür.
ROBINSON
Bu iki ilke çok ama çok kullanışlı. Şu anda var olan toplum ve kurumlar hakkında düşünebilir ve bu ilkeleri gerçeğe dönüştürmek için yapmamız gereken değişiklikleri hayal edebiliriz. Bu ilkeleri kullanarak sol kurumları ve grupları analiz etmeye başladığımızda, bu tür değişiklikleri aramanın daha az ve daha çok demokratik yolları olduğunu görebiliriz.
WETZEL
Evet, bu doğru. Kitapta çeşitli radikal sol stratejileri tartışıyorum. Israrla ortaya çıkan sorunlardan biri de en tepede bürokratik bir katman oluşması. Bu da sıradan insanların karar alma süreçlerini kontrol etmelerini ve katılımlarını engellemektedir. Örneğin, seçim sosyalizminin sorunlarından biri, profesyonel politikacılar ve parti aygıtıyla bu bürokratik parti makinelerini inşa etme eğilimi olmuştur. Bunlar kendi çıkarlarını geliştirirler ve bu çıkarlar işçi sınıfı tabanının çıkarlarıyla aynı olmak zorunda değildir. Aynı sorun sendikalar için de geçerlidir. AFL-CIO [American Federation of Labor and Congress of Industrial Organizations (Amerika İş Federasyonu ve Sanayi Organizasyonları Kongresi)] sendikalarının çoğu zaman içinde giderek merkezileşmiş ve bürokratikleşmiş; güç, ücretli memurların ve personelin elinde toplanmıştır. Bu durum, söz konusu sendikaların tabandan gelen üyelerinin kontrolünü fiilen engellemektedir. Bunların her ikisi de bürokratik katman olarak adlandırdığım şeyin örnekleridir. Tarihsel olarak bu, sol kanadın çabalarında önemli bir sorun olmuştur.
ROBINSON
Leninizm üzerine bir bölümünüz var. Özgürlükçü sosyalist gelenekten geliyorsunuz. Merkeziyetçi ya da bürokratik sosyalizmin sadık bir eleştirmenisiniz. Yirminci yüzyıl boyunca sosyalizmin Marksist-Leninist versiyonu hâkim unsur oldu; otoriter eğilimleri nedeniyle sağ tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Ancak kitapta ortaya koyduğunuz otoriter sosyalizme yönelik güçlü bir sol eleştiri var. Bunun insanlara neden cazip geldiğini ve neden buna direnmemiz gerektiğini açıklar mısınız?
WETZEL
Burada üç bileşen var. Birincisi, militanlara, aktivist insanlara dayanan bir siyasi örgüt kurmaya yönelik vurgu. Buna sözüm ona öncülük deniyor. Bu fikir kendi başına bir sorun teşkil etmez. Sorun şu soruyu sorduğunuzda ortaya çıkıyor: Leninist örgütün rolü nedir? Onların anlayışı, devletin kontrolünü ele geçirmeleri ve devlet üzerindeki kontrolü tekellerine almaları ve ardından devleti kendi sosyalizm anlayışlarını uygulamak için kullanmaları gerektiğidir. Bu da kapitalizmde olduğu gibi, işçilerin tâbi olduğu bir yönetim bürokrasisi yarattığınız, merkezileştirilmiş kamulaştırılmış bir ekonomi ile sonuçlanıyor. Dolayısıyla sosyalizmin başarması gereken temel meseleyi, yani işçi sınıfının ezilen bir sınıf ya da tâbi bir sınıf olmaktan kurtulmasını başaramaz. Bir partinin devlet üzerinde kontrolü ele geçirmesi ve ardından ekonomiyi kendi elinde merkezileştirmesine dayanan tüm yaklaşım, bu fikri tamamen çiğniyor. 1920’lerdeki sendikalistler Leninizmi ve komünist hareketi tam da bu nedenle eleştirdiler. Geriye dönüp baktığımızda, eleştirilerinin çeşitli komünist rejimlerin tarihi tarafından haklı çıkarıldığını söyleyebiliriz.
ROBINSON
Kendilerini demokratik sosyalistler olarak nitelendiren bazı kişiler, sorunun devlet gücünü ele geçirmek ve kullanmak isteyen sosyalistlerde değil, demokratik seçimler yoluyla hesap verebilirliğin olmamasında yattığını söylüyorlar. Sanırım Jacobin‘de okuduğunuz bakış açısı muhtemelen bu. Burada merkezi bir devlete karşıtlık söz konusu değil; örneğin kapitalist bir ekonomiyi tamamen yeşil bir ekonomiye dönüştürecek olursanız, işleri halletmek için güçlü bir devlete ihtiyacınız olduğunu hissedersiniz. Kaynakları hareket ettirebilmek ve insanlara ne yapmaları gerektiğini söyleyebilmek için devletin gücüne ihtiyacınız var. Ancak devleti mesul tutabiliriz. Leninizm ve Stalinizm ile ilgili sorun, devletin ne yaptığına dair halk katkısının ortadan kaldırılmasıydı. Ama anladığım kadarıyla siz bu perspektifi reddediyorsunuz ya da gerçekten güçlü bir merkezi aygıtın ortaya çıkmasından kaynaklanan sorunlara yeterince duyarlı olmadığını söylüyorsunuz?
WETZEL
Evet. Sorun, devletin halk denetiminden ayrı olmasıdır. Politikacıların seçilmesi, sıradan halk kitlelerine politikaların ne olacağı konusunda etkili bir kontrol sağlamaz. Örneğin, ABD’nin bir oligarşi olduğunu söyleyen iki sosyal bilimcinin yaptığı bir çalışma vardı. Popüler olan politikalar, elitlerin çıkarlarına ters düşüyorsa uygulanmıyor. Yani sınıf baskısının yapısı devletin içine yerleştirilmiştir. Kamu sektörü çalışanlarının devlet yönetimi karşısındaki ikincil konumuna bakın. Bu, kapitalist şirketlerde bulduğunuz sınıf egemenliği ilişkisinin aynısıdır. Ekolojik sorunlarla ilgili olarak devletin kullanılmasının çözüm olacağını düşünmüyorum çünkü kirletmeye devam etmekte çıkarı olan çıkar gruplarının potansiyel denetleyici zapt sorunu var. Ekolojik maliyetlerin otomatik olarak dikkate alınmasını sağlayacak farklı bir ekonomik sisteme ihtiyacınız var. Ve bence bunu yapabilmenin tek yolu, bölgelerdeki ve şehirlerdeki halk kitleleri tarafından katılımcı bir demokratik kontrol seviyesine sahip olmanızdır. Kirliliğe maruz kalan insanların başkalarının çevreyi kirletmesini engelleme gücüne sahip olması gerekir. Oysa oy kullanmak insanlara yeterli gücü vermiyor.
ROBINSON
Solda yeterince tartışılmayan ilginç bir nokta da, akla gelebilecek en hiyerarşik, zorlayıcı kurumun ne olduğunu düşünürsek, bunun muhtemelen ordu olduğudur, değil mi? Muhtemelen devletin bir kolu olan ve size ölmenizi emredebilen ordudur. Askere alınabilirsiniz. Bu işin en uç kısmı. Tabii ki sıradan bir askerin katılımcı bir demokraside rol alabileceğinden bahsetmek neredeyse saçma çünkü ordu doğası gereği hiyerarşik bir kurum. Ancak sizin de belirttiğiniz gibi, eğer bir ortamda katılım eksikliği hakkında bir eleştiri yapıyorsak, bunu sadece kâr amacı güden şirketlere değil, her sektöre uygulayabiliriz. Örneğin, öğretmenlerin kendi müfredatlarını belirleyememesine ne demeli?
WETZEL
Bu doğru. Evet. Devlete ve onun çeşitli bileşenlerine baktığınızda da aynı sorunu yaşarsınız. Kamu sektörü çalışanları, toplu taşıma çalışanları ve eğitim çalışanları kendi işleri üzerinde söz sahibi olamıyorlar. Kendi kendini yönetmenin sosyal kurumların yeniden inşası açısından ne anlama geldiğini düşünürsek, bence bunun iki yönü var. İş üzerinde öz-yönetim ve üretim sisteminin etkileri üzerinde nüfusun öz-yönetimi. İşte bu noktada konuyu kirliliğin giderilmesi meselesine geri getiriyorum. Toplumun içinde de katılımcı demokrasiye sahip olmalısınız. Bu aynı zamanda ne tür kamu hizmetlerine sahip olmak istediğinize dair plan ve önerileri geliştirmek gibi konular için de geçerlidir. Bu hizmetleri talep eden nüfusun, bu hizmetlere ilişkin planların hazırlanmasına doğrudan katılabilmesi gerekir.
ROBINSON
Sol örgütlenmenin pek çok farklı modelini eleştiriyorsunuz. Sendikaları eleştiriyorsunuz; demokratik merkeziyetçiliği ve Leninizmi eleştiriyorsunuz, piyasa sosyalizmini eleştiriyorsunuz. İnsanlar şöyle düşünmeye başlayabilir: Tamam, peki, hedeflediğimiz model nedir? Bu bürokratik katmanı ortadan kaldıran ve gerçek bir katılım yaratan başarılı örnekler nelerdir? Özgün katılımcı demokratik kurumlar olarak gördüğünüz oluşumların tarihsel örnekleri var mı?
WETZEL
1930’lardaki İspanyol Devrimi’nden bazı örnekler vereceğim. İspanya’da insanlar sanayilerin kontrolünü çok büyük ölçekte ele geçirdiler. Bu, önceki on yıllar zarfında kurulan kendi kendini yöneten bir tür sendikalist örgütlenme sayesinde gerçekleşti. İşçiler devrimci bir ortamda yapmaları gerekenleri kendi aralarında tartışmışlardı. Ve işyerlerini ele geçirmeleri gerektiği sonucuna vardılar. Sadece birbirleriyle rekabet eden izole işyerlerine sahip değillerdi. Tüm endüstrilerin varlıklarını birleştirerek, endüstriyel federasyon dedikleri ve tüm bir endüstriyi kontrol eden bir yapı oluşturdular. Örneğin, sağlık sektöründe ilaç fabrikalarını devraldılar ve ücretsiz klinikler kurdular. Demiryolu endüstrisinde, demiryollarını birleştirdiler. Tüm mobilya endüstrisini birleştirdiler. Bunu pek çok farklı sektörde yaptılar.
Katalonya ekonomisinin yüzde 80’i ve Valencia’nın yüzde 70’i bu şekildeydi. Bunlar İspanya’nın en sanayileşmiş iki bölgesiydi. Tüm ekonomileri ele geçirildi ve yeniden organize edildi. Eksiksiz değildi ve bazı hatalar yaptılar. İstedikleri kadar ileriye gidemediler çünkü devletin yerini alamadılar. Fikirleri, tüm bu çeşitli endüstriyel federasyonları, mahalle meclisleri ve işyeri meclisleri gibi şeyleri de içeren bir tür dağıtılmış demokratik planlı ekonomiye bağlamaktı. Ancak ekonomiyi doğrudan işçi gücü temelinde yeniden inşa etme yönünde uzun bir yol kat ettiler. İşyerlerinde meclisleri vardı. Dolayısıyla bu çok önemli bir olumlu örnek.
ROBINSON
Günümüz ABD’sinde kendini sosyalist olarak tanımlayan bir hareket yeniden canlanmış durumda yahut sosyalizme uzun zamandır olmadığı kadar büyük bir ilgi var. Bu kısmen Bernie Sanders’ın kampanyaları ve DSA’nın [Democratic Socialists of America (Amerika’nın Demokrat Sosyalistleri)] büyümesi ile gerçekleşti. Kitabınız strateji hakkında. Bernie’den Alexandria Ocasio-Cortex’e ve DSA’ya kadar çağdaş sosyalistlerin bazı taktiklerinin bir çıkmaza doğru gittiğini düşünüyor musunuz? Sınıfsız bir toplum için aynı değerleri ve aynı özlemleri paylaşıyor olsak bile, şu anda elimizdeki hareketlerle istediğimiz sonuçları elde edebilecek miyiz?
WETZEL
Bu, sosyalizme seçim yoluyla ulaşma sorununa geri dönüyor. Avrupa‘daki sosyalist ve komünist partilere bakarsanız, profesyonel politikacılardan oluşan bürokratik katmanlar oluşturma eğiliminde olduklarını görürsünüz. Ve bu politikacıların kendi çıkarları söz konusuydu. Avrupa deneyimine bakarsanız, bu liderler zaman içinde taleplerini ılımlı hale getirdiler çünkü yeniden seçilmek istiyorlardı; orta sınıf oylarını kaybetmek istemiyorlardı. Ve genellikle işçilerin doğrudan eylemlerine ve işyerindeki militanlığa karşı çıktılar.
Örneğin İsveç‘te Sosyal Demokratlar bazı sektörlerde grevleri yasaklamaya çalıştılar, örneğin bağımsız bir sendikanın olduğu kıyı sektöründe. Eğer stratejiniz oy almaksa bu tür sorunlarla karşılaşırsınız. İşçi sınıfının bazı kesimlerinin seçimlere bir fark yaratma yolu olarak bakması kaçınılmazdır. Bu yüzden insanların oy kullanmaması gerektiğini söylemiyorum. İnsanların bunu neden yaptığını anlıyorum. Sadece toplumu değiştirmek açısından sosyalist aktivistlerin odaklanması gereken şeyin, doğrudan işçiler tarafından kontrol edilen sendikalar kurmak gibi doğrudan mücadeleler inşa etmek olduğunu söylüyorum. JKF8 deposundan Justine Medina ile röportaj yaptınız. Bu harika bir örnek. Bağımsız bir sendika kurdular. Ve şimdi seçimlere başlıyorlar. Bu, kitabımda söylediğim bazı şeyleri haklı çıkarıyor. Sendikalar kurmamız gerekiyor. Gitmemiz gereken yön bu.
ROBINSON
Ülkedeki başlıca sendikalar Amazon’da örgütlenmek istediler ama başarılı olamadılar. Bir de bu bağımsız sendika meselesi var. Justine, sendikanın işçiler tarafından yönetildiğinden, dışarıdan bir yapılanma olmadığından ve sendika bürokrasisi tarafından uzaktan yönlendirilmediğinden emin olduklarından bahsetti. Bu da başarılı olma ihtimallerini artırdı. Amazon, diğer bazı durumlarda olduğu gibi işçilere bunun dışarıdan bir organizasyon olduğunu söyleyemedi. Tamamen tabana dayanıyordu. Ayrıca depodaki insanların sendikaya yatırım yaptıklarını hissetmelerini sağladı. Bu onların kendi isteklerinin gerçek bir ifadesiydi. Bu anlamda, bahsettiğiniz ilkeleri somutlaştırıyordu.
WETZEL
Doğru. Bu çok önemli bir örnek. Benim önerdiğim türden bir stratejiyi haklı çıkarıyor. Bu, üzerinde çalışmamız gereken türden bir şey. Bu tür doğrudan işçi kontrolündeki işyerlerini ve bu tür kendi kendini yöneten bağımsız sendikaları inşa etmek için çalışmalıyız. Ve eğer bunu daha fazla noktada daha büyük ölçekte inşa edebilirsek, belki de bunları bir araya getirebiliriz.
ROBINSON
Eğer işyeri ve sendikalar merkezi mücadele alanıysa, solcuların inşa etmesi gereken başka tür örgütler var mıdır? Eğer sol örgütlenme seçimlerle ilgili değilse, merkez neresidir?
WETZEL
İşyerleri merkezidir. Eğer işçi sınıfı ileride kendine daha fazla güvenecekse, bu işyeri örgütlenmesi yoluyla gerçekleşecektir. Bu tür bir örgütlenme, üretimi durdurma becerisine dayanır. Ancak elbette başka mücadele alanları da var. İki yıl önce, pandemiden önce, Los Angeles’ta bir kira grevi dalgası vardı. Kiracı sendikaları orada önemli bir rol oynadı. Yani önemli mücadeleler veren başka tür kitle örgütleri de var. Irkçı polis şiddetine karşı yürütülen harekete bakın. Bir de çevresel adalet/iklim ve işçi hareketi arasındaki ilişki var. Bu tür bağlantıların kurulması gerekiyor.
ROBINSON
Kapitalist olmayan, piyasa ekonomisi olmayan bir ekonominin nasıl işleyebileceğinden bahseder misiniz? Bunu daha iyi anlayabilmemiz için kitabınızdan bir ya da iki vurgu yapabilirsiniz.
WETZEL
Kitapta ortaya koymaya çalıştığım şey, karar alma mekanizmasının nerede gerçekleştiği açısından dağıtılmış planlı bir ekonomi fikri. İşçiler kendi işyerlerini yönetir ve sektörler arasında koordinasyon içinde üretimi belirlerler. Kendi kendini yönetmenin diğer bir alanı da ekonominin genel nüfus içindeki sıradan insan kitlelerine karşı hesap verebilirliğidir. Kamu malları ve hizmetleri, barınma, ekolojik koruma ve benzerlerini planlamak için mahalle meclisleri ve mahallelerden gelen delegelerden oluşan şehir çapında kongreler gibi şeylere ihtiyacınız olacaktır. İhtiyacınız olan şey, her şeyi birbirine bağlamanın bir yoludur. Piyasa ekonomisinde şirketler ve tüketiciler arasındaki ilişkinin fiyatlar üzerinden ayarlandığını kabul ediyoruz. Fiyat burada aynı şekilde işlemeyecektir. Bunun yerine, ifade edilen talebe ve her bir sektörün üretim planlarına dayalı olarak fiyatları belirleyen tüm çeşitli toplum kuruluşları ve işyerlerinden oluşan bir tür federe sosyal düzenlemeye sahip olmanız gerekir. Başka bir deyişle, planlı bir sosyalist ekonomide fiyatları belirlerken arz ve talebin ne olacağını dikkate almanız gerekir.
Bu bir piyasa ekonomisi değildir. Bahsettiğim ekonomide para, sermaye işlevi görmez. Tek tek hanelerin, toplulukların ve işyeri gruplarının aldığı planlama kararlarını yansıtan bir fiyat sistemi olacaktır. Temel olarak Robin Hahnel’in katılımcı planlama fikirlerinden faydalanıyorum. Kendisi Democratic Economic Planning (Demokratik Ekonomik Planlama) adlı büyük eserini yeni yayınladı. Onun bazı fikirlerini kullanıyorum ve ayrıca bazı daha farklı fikirlerim de var.
ROBINSON
Onlarca yıldır solcusunuz. Yazarlık ve aktivistlik yaptınız. Yeni Sol’un, Reagancılık’ın ve neoliberalizmin yükselişine ve çöküşüne tanık oldunuz. Bu neslin gençleri arasında sol siyasetin yeniden canlanışını gördünüz. Kitapta ortaya koyduğunuz yolun başarılabileceğine dair hala umutlu olmasaydınız bu kitabı yazmazdınız sanırım. Önerilerinizin radikalliğini ve sol siyasetin yıllar içindeki başarısızlıklarını göz önünde bulundurarak, burada ortaya koyduğunuz şeylerin gerçekten uygulanabilir olduğuna neden inandığınızdan bahseder misiniz?
WETZEL
Kapitalizmin son derece vahşi bir biçimi altında yaşamımızı sürdürüyoruz. Bu ülkedeki işçi sınıfının nesnel koşullarına bakarsanız – son 50 yıldaki iş yoğunlaşması, uygun fiyatlı konut bulma zorluğu açısından – bu koşullar ayaklanmaları destekliyor. Staten Island’daki Amazon ayaklanması, neler olabileceğine dair sadece bir örnek. İşverenlerin şu anda çalışan bulmakta zorlandığını düşünürseniz, bence işçilerin bundan geliştirebilecekleri potansiyel bir baskı unsuru var. Ayrıca, eleştirdiğim önceki sol stratejilerin birçoğu tarihin akışı tarafından zayıflatıldı. Marksizm-Leninizm artık daha önceki dönemlerde sahip olduğu türden bir desteğe sahip değil. Komünist Parti tarafından yönetilen çeşitli ülkelerde yaşanan gerçekler nedeniyle büyük ölçüde itibarını yitirdiğini düşünüyorum. Nesnel çalışma koşulları ve süregelen ekolojik kriz nedeniyle, sınıf oluşumu sürecini destekleyen bir döneme girdiğimizi düşünüyorum.
ROBINSON
“Sınıf oluşumu” terimini tanımlayabilir misiniz?
WETZEL
İşçi sınıfı kendiliğinden kapitalizmden kurtulma kapasitesine, yeteneğine ya da gücüne sahip değildir. Dolayısıyla, işçi sınıfı insanlarının daha iyi ve daha güçlü örgütler kurdukları ve bunu yaparken de daha fazla güven duygusu geliştirdikleri bir süreç olmalıdır. İnsanlar bir şeyleri değiştirebileceklerini, ırk ve cinsiyet ayrımlarının üstesinden gelebileceklerini düşünmeye başlarlar. Bu da sınıf oluşumu sürecidir. İşçi sınıfının kendisini daha birleşik bir güce, sisteme karşı koyacak fiili ve potansiyel gücü geliştiren toplumsal bir güce dönüştürmesi gerekiyor. Ve bence bu uzun bir süreç. Bunun kendini göstermesi zaman alacaktır. İnsanlar başarılı örgütlenme çabalarına girdiklerinde bu gerçekleşir. Bir sınıf bilinci ve bir şeyleri değiştirme potansiyeli geliştirirler.
Çeviri: Derya AZER
Editör: Ayşenur ALİŞİROĞLU