Bu yazı, Ivana Stradner’in Foreign Affairs için kaleme aldığı “Russia is Playing With Fire in the Balkans: How Putin’s Power Play Threatens Europe” başlıklı makalesinden alınmıştır. Yazının aslını aşağıdaki bağlantıdan bulabilirsiniz.
https://www.foreignaffairs.com/articles/russian-federation/2021-12-27/russia-playing-fire-balkans
Bu yıl, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kanlı çatışması olan Yugoslav Savaşları’nın başlamasının 30. yıldönümü. Balkan devletleri, savaşların hemen ardından NATO ve Avrupa Birliği ile demokratik yönetişim ve bütünleşme yolunda ilerlemiş olsa da Batı’nın sürekli ihmali, son yıllarda dramatik bir gerilemeye katkıda bulunmuştur. Şimdi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, fırsatı değerlendirip, eski Yugoslav devletlerini NATO ve Avrupa Birliği’ni zayıflatmak için bir sonraki savaş alanı olarak kullanıyor.
Putin’in Balkanları eşiğe itme çabaları, Rusya’yı küresel bir güç komisyoncusu olarak yeniden kurma misyonunun bir parçası. Kremlin’in Kafkasya’daki stratejisine benzer şekilde, Balkanlar’daki hedefi, kendisini bölgesel tek arabulucu ve güvenlik garantörü olarak konumlandırabilmesi için gerilimi artırmakta. Aynı zamanda ne NATO’nun, ne de AB ve üyelerinin Balkan ülkelerinin hiçbiri için güvenilir ortaklar olmadığını göstermeyi amaçlıyor. Moskova, Ukrayna sınırına yakın askeri yığınağına devam ederken, Balkanlar’daki nüfuz kampanyası Batı’ya meydan okumak için başka bir tiyatro görevi görüyor. Batı’daki birçokları için Putin’in stratejisi şaşırtıcı. Bu analistler Balkanları jeopolitik olarak durgun bir su gibi görüyorlar; Rusya’nın bölgeye müdahale ederek ne kazanacağını anlamıyorlar. Carnegie Moskova Merkezi direktörünün belirttiği gibi, “Balkanlar, Rusya-Batı çatışmasında ana savaş alanı değil.”
Ancak, Balkanlar bu kadar kolay gözden çıkarılmamalı. Rusya, bölgeyi Avrupa’nın zayıf göbeği olarak görüyor; orada artan etkisi, stratejik askeri varlıklarını büyük bir ABD üssünün yakınına yerleştirmesine izin vermekle tehdit ederken, Adriyatik Denizi’ne de erişim izni vermeyi vadediyor. Putin’in daha büyük amacı, Avrupa’daki güç dengesini Moskova’nın avantajına çevirmek ve Balkanlar bu stratejinin bir parçası gibi görünüyor. Moskova, etnik gerilimi alevlendirmek ve protestoları teşvik etmek için bilgi operasyonları başlattı, silah anlaşmalarını güçlendirdi, kritik enerji altyapılarına yerleşti ve Rus Ortodoks Kilisesi ile Sırp Ortodoks Kilisesi arasındaki uzun süredir devam eden dini ve kültürel bağları bölgede avantajına kullandı.
Rusya’nın müdahalelerine AB’nin zayıf tepkisi, büyük ölçüde yardımcı oldu. Balkanları AB entegrasyonuna hazırlamak için harcanan onca yıla ve milyarlarca avroya rağmen, çaba gösterilmedi. AB, 2013’te Hırvatistan’ı bünyesine katmasından bu yana genişlemedi ve “Batı Balkanlar” için altı üyeye (Arnavutluk, Bosna, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Sırbistan) verilen üyelik vaatlerine rağmen, tüm görüşmeler dondu. Brexit, COVID-19 pandemisi, aşırı sağ grupların yükselişi ve Avrupa’nın göçmen krizi gibi çeşitli zorluklarla gölgelenen genişleme, süresiz olarak askıya alınmış gibi görünüyor. Bu başarısızlık, Balkanları Putin için açık bir hedef haline getirdi.
1990’lardaki son Balkan krizi sırasında, Rusya askeri müdahalede bulunamayacak kadar zayıftı. Bunun yerine, 1999’daki Kosova savaşından sonra 2003’te çekilmeye karar verdiği bir barışı koruma misyonuyla kendini sınırladı. Ancak o zamanlarda bile, Rus hükümetinin NATO’nun Doğu Avrupa’ya yayılmasını önemli bir ulusal güvenlik tehdidi olarak gördüğüne şüphe yok. Şimdi, Rusya’nın nispeten daha güçlü ekonomisi ve ordusuyla, Kremlin, eski Yugoslav devletlerini hedef alarak NATO’nun ilerlemesini geri çekme fırsatını görüyor. Balkanlar’da son savaş patlak verdiğinde, Batı Avrupa direksiyon başında uyuyordu – ancak bu sefer bölgeyi görmezden gelemeyecek kadar büyük riskler var.
Kibrit Kutusu Balkanlar (The Balkan Tinderbox)
Balkan ülkelerindeki yaygın yolsuzluk, Moskova’nın hedeflerini ilerletmek için kullandığı çatlakları ortaya çıkardı. 1990’lardan sonra eski Yugoslav devletleri sosyalizmden serbest piyasa ekonomilerine geçerken, kleptokrasi ve yasadışı özelleştirme kök saldı. Freedom House’a göre, Batı Balkan ülkelerinin tümü kısmen özgür duruma geri dönüyor. Putin, bölge liderlerinin seçilmesinde rol oynayarak ekonomik, etnik ve dini grupları Balkan toplumlarına çekmek için yolsuzluğu kullanıyor.
Sırbistan, Kremlin’in Balkanlar hedefinde kilit bir oyuncu olarak hareket ediyor. Hem hükümet hem de kilise, yüzyıllar boyunca paylaşılan dini ve kültürel bağların yanı sıra Sırbistan ve Rusya’nın çağdaş Batılı güçlerden karşılıklı izolasyonu ile desteklenen Moskova’ya bağlılığı sürdürüyor. Sırp hükümeti, tüm Sırpları ortak bir kültürel çerçeve altında birleştirmek için tasarlanmış bir “Sırp dünyası” – Putin’in “Rus Dünyası”nın Balkan versiyonu – yaratılması çağrısında bulundu. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, bölgedeki kaos, kendisini 2022’deki yeniden seçim kampanyası öncesinde istikrar için bir güç olarak tanımlamasına izin verdiği ölçüde, Rusya’nın müdahalesinden daha acil stratejik çıkarlara sahip. Seçimlerin lehlerine sonuçlanmasını sağlamak için Sırbistan ve Rusya geçtiğimiz günlerde Batı’dan gelen kitlesel protestolara ve “renkli devrimlere” karşı mücadele etmek için birlikte çalışma sözü verdi.
Rusya, Sırp ordusuna cömert bir destek vererek Sırp sadakatine karşılık veriyor. 2018’den bu yana, Sırbistan’ın savunma bütçesi neredeyse iki katına çıktı ve tüm Balkan ülkelerini savunmayla ilgili harcamalarda yönlendirdi. ABD’nin Sırbistan’a yaptırım tehdidine rağmen Moskova, askeri tatbikat için 2019’da Sırbistan’a S-400 füze sistemi gönderdi. Kremlin, Sırbistan’ın Pantsir-S1M hava savunma sistemleri tedarik etmesine izin vererek bu yıl bahsi daha da artırdı. Sırbistan ayrıca, Kosova’daki ana NATO üssü olan Camp Bondsteel’e yakın bir yerde istihbarat toplama kurumu olarak hizmet veren, Ruslar tarafından yönetilen bir “insani merkez”e de ev sahipliği yapıyor.
Moskova, Batı ile güvenlik bağlarını güçlendirmeye çalışan Balkan ülkelerini açıkça tehdit etti. Kuzey Makedonya’nın NATO üyeliğine ilişkin 2018 referandumunu raydan çıkarmaya çalıştı ve Büyükelçisi, NATO ile Rusya arasındaki gerilimin artması durumunda ülkeyi “meşru bir hedef” ilan etti (ülke 2020’de NATO’ya üye oldu). Komşu Karadağ’da Moskova, NATO’ya katılmaya yönelik başarılı tekliften hemen önce 2016’da açık bir darbeyi destekledi.
“Putin, Rusya’yı küresel bir güç komisyoncusu olarak yeniden kurma görevinde.”
Rusya, Balkanlar’da dinin çatışmaları alevlendirmede her zaman etkili olduğunu çok iyi anlıyor. Kremlin Karadağ’da, farklı Karadağ ve Sırp ulusal kimlikleri kavramını karalayan ve Moskova adına siyasete müdahale eden Sırp Ortodoks Kilisesi aracılığıyla Rus yanlısı politikaları destekliyor. Rusya, kilise aracılığıyla çalışarak geçen yıl kitlesel protestoları hızlandırdı ve işbirlikçi olmayan bir hükümeti Rus yanlısı bir liderlikle değiştirdi.
Balkanlar’ın en patlayıcı kibrit kutuları ise Kosova ve Bosna-Hersek’tir. Kosova’nın nüfusu yüzde 90’dan fazla etnik Arnavut olmasına rağmen, Sırplar ülkeyi Sırp Ortodoks Kilisesi’nin en kutsal yerlerinden bazılarını içeren atalarının anavatanı olarak görüyor. 1990’ların başında farklı dini ve etnik gruplar arasındaki gerilimlerden bir iç savaşın patlak vermesi gibi, Kremlin şimdi Ortodoks Kilisesi’ni ülkeyi ve daha geniş bölgeyi istikrarsızlaştırmak için kullanıyor. Rusya Ortodoks Kilisesi, son zamanlarda Kosova ile Sırbistan arasında artan gerilimin ardından “Kosova’daki Hıristiyan tapınaklarının kaderi” konusundaki endişelerini dile getirerek dini yerler konusunda tekrar eden anlaşmazlıkları tırmandırdı.
Moskova ayrıca, Kosova’nın Sırbistan’dan bağımsızlığının Birleşmiş Milletler tarafından diplomatik olarak tanınmasının Rusya’nın onayı olmadan imkânsız olacağını da açıkça belirtti. Putin, Batı kanadının, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasını tanımasının, diğer bölgelerin tek taraflı bağımsızlık ilanlarını meşrulaştıran bir emsal oluşturduğunu öne sürerek, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesini haklı çıkarmak için sık sık Kosova’ya atıfta bulunuyor.
Brüksel, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump’ın 2020 Washington Anlaşması’nın ihtilaftaki temel meselelerde önemli bir ilerleme sağlayamaması gibi, Sırbistan’ın Kosova’yı tanıması yönünde ilerleme kaydedemedi. Kosova’da konuşlanmış NATO barış gücü KFOR da benzer şekilde istikrarı korumak için mücadele etti. Eylül ayında, tartışmalı Kosova-Sırbistan sınırı mevzusu, Sırp plakalı araçların Kosova’ya girmesine yönelik yasak üzerine protestolarda patlak verdi. Bu, Sırplar tarafından bir abluka ve hava gücü gösterisi ile Kosova polis güçlerinin sınıra konuşlandırılmasıyla sonuçlandı. Tahmin edilebileceği gibi, Rusya olayı KFOR ile alay ederek ve AB’yi iki ülke arasında devam eden gerilimlerde yetersiz arabuluculuğunu yapmaya çağırarak izledi.
Bosna-Hersek’te ise 1995’te savaşı sona erdiren Dayton Barış Anlaşması bir krizle karşı karşıya. Ülke, Boşnak, Sırp ve Hırvat toplulukları arasındaki bölünmeler tarafından yönlendirilmeye devam ediyor ve Rusya bu ayrılıkları kendi lehine kullanmakta. Mart ayında Rusya, Bosna’nın NATO’ya katılması halinde misilleme yapmakla tehdit etmişti. Bu arada Bosna’nın üçlü cumhurbaşkanlığının Sırp üyesi Milorad Dodik, ülkeyi oluşturan iki taraftan biri olan Sırp Cumhuriyeti’nin Bosna’dan ayrılacağı tehdidinde bulundu. Aralık ayında, Sırp Cumhuriyeti Ulusal Meclisi, Bosnalı Sırpların Bosna ordusu, güvenlik hizmetleri, vergi sistemi ve yargı dâhil olmak üzere devlet düzeyindeki kurumlardan çekilme prosedürünün başlatılması lehinde oy kullandı. Sırp Cumhuriyeti’ne ek olarak, Kremlin, Bosnalı Hırvat milliyetçilerini Bosna-Hersek’te başka bir varlığın yaratılması amacıyla baskı yapmaları için destekliyor. Bosna’daki uluslararası yüksek temsilci Christian Schmidt, Kasım ayında “daha fazla bölünme ve çatışma ihtimalinin çok gerçek olduğunu” söylediğinde alarm seslerini yükseltti.
Putin’i Durdurmak
Batılı güçlerin, Rusya’nın Balkanlar’a müdahalesinin kendi çıkarları için oluşturduğu tehdidin farkına varmasının tam zamanıdır. Burada, bir ons önlem, bir kilo tedavi değerindedir. Ve ellerinde birkaç seçenek var. NATO bölgeye yeniden odaklanmalı ve gerilimlerin tırmanmasına öncelik vermeli. Rus dezenformasyon kampanyaları ve diğer bilgi operasyonları ile mücadele etmek için 2019 yılında Karadağ’da yaptığı gibi Karşı Hibrit Destek Ekibini Balkanlar’a göndermelidir. NATO üyeleri ayrıca, risk altındaki bölgelerin kontrolden çıkmasını önlemek için kuzeydoğu Brcko Bölgesi gibi stratejik alanlarda barışı koruma misyonları konuşlandırarak, Bosna’daki Rus müdahalesine karşı koymak için bir “istekliler koalisyonu” örgütlemelidir. Bu güç, Bosna’da barış ve güvenliği korumakla görevli, ancak Rusya ve Çin’in veto yetkisine sahip olduğu BM Güvenlik Konseyi’nde görev süresinin uzatılması gereken AB liderliğindeki barışı koruma gücüne (EUFOR) destek olabilir. ABD Başkanı Joe Biden de haziran ayında Batı Balkanlar’ın istikrarını tehdit edenlere yaptırım uygulanması için bir yürütme emri imzaladı; AB bu çabalara katılmalıdır.
“Rusya, Balkanları Avrupa’nın yumuşak göbeği olarak görüyor.”
Macaristan ve diğer birkaç Avrupa NATO ülkesi, Rusya’nın örgütteki vekilleri olarak hizmet ettiği için, tüm NATO üyelerinin Balkanları desteklemesi beklenemez. Öte yandan, Birleşik Krallık krizin ciddiyetini kavramış görünüyor. Birleşik Krallık Batı Balkanlar’da istikrarı sürdürme sözü verdi ve Rusya’yı bölgede “stratejik bir hata” yapmaması konusunda uyardı. Londra, bölgedeki Rus müdahalesine karşı mücadele etmek isteyenlerin koalisyonuna liderlik ederek bu sözleri eyleme dönüştürmek için çalışmalıdır.
En önemlisi NATO, Bosna’nın ve Kosova’nın NATO’ya katılımını hızlandırmalıdır. Bunu yapmak, Kremlin’in Balkanlar’daki operasyonlarının maliyetini artıracaktır. Rusya, NATO’nun genişlemesine şiddetle karşı çıkmışken, şimdi Ukrayna krizi süresince NATO’nun Doğu Avrupa’daki askeri faaliyetlerini durduracağına dair yasal olarak bağlayıcı bir garanti talep ediyor. Bosna ve Kosova’yı entegre etmek, Balkanlar’ın Moskova’ya karşı kendi başlarının çaresine bakmasına izin verilmeyeceği ve NATO’nun geleceğini Putin’in belirlemeyeceği mesajını verecektir.
Yugoslav savaşlarının başlangıcında veya I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında olduğu gibi, dünyayı Balkanlar’ın önemine ikna etmek zor olabilir. 1990’larda Avrupa ülkeleri krize yeterli aciliyetle yanıt verememiş ve ABD devreye girmek zorunda kalmıştı. Ancak bu sefer içe dönen ve muhtemelen müdahale etmesi muhtemel olmayan taraf ABD’dir. Dolayısıyla yük muhtemelen AB’nin üzerinde olacaktır. Burada Avrupa’nın istikrarı ve AB ile NATO ittifakının devam eden canlılığı söz konusudur.
Çeviren: Dilara Nesrin BULUT