Bu yazı, Steven A. Cook’un Foreign Policy’de yazmış olduğu, 1 Ekim 2021 tarihli “Erdogan Might Be Too Sick to Keep Leading Turkey” makalesinden çevrilmiştir. Yazının aslını şu bağlantıdan bulabilirsiniz.
https://foreignpolicy.com/2021/10/01/erdogan-sick-lead-turkey/
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın hasta olduğuna dair kanıtlar artıyor ve bu ülke siyaseti için kötü bir haber olabilir.
2019’dan bu yana Türkiye uzmanları, gazeteciler ve anketörler, 2023’te yapılması planlanan Türkiye genel seçimlerini izliyor. Bunun nedeni muhtemelen, 2019 yerel seçimlerinde, İstanbul da dâhil olmak üzere Türkiye’nin önemli nüfus merkezlerinde iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) belediye başkan adaylarının küçük düşürücü yenilgiler yaşamasıdır. Seçimlerden bu yana düzenli olarak yapılan anketler, AKP’nin Türkiye’deki siyasi kurumlar ve medya üzerindeki kontrolü elinde tutmasına rağmen popülaritesinin zayıfladığını ortaya koyuyor.
Erdoğan gerçekten – çoğu insanın düşündüğünün aksine – 2023’ten de önce savunmasız kalabilir. Erdoğan’ın yeniden seçilmek için aday olamayacak kadar hasta olabileceğine dair işaretler bulunuyor.
Bazı zamanlarda ise Erdoğan oldukça zayıf görünüyor. Bu görüntülere paralel olarak, Cumhurbaşkanı’nın sağlığı hakkında söylentiler de var: Artan unutkanlık, nefes alma sorunları, kafa karışıklığı ve kusma gibi. Yine aynı söylentilere göre, Cumhurbaşkanı çevresindeki doktor sayısını artırdı, basın açıklamalarını azalttı ve halka açık etkinliklerden önce oldukça fazla miktarda ağrı kesici kullanıyor. Son aylarda Türk liderin pek de iyi görünmediği bir dizi video ortaya çıktı. İçlerinden birkaçı net olmamakla birlikte, videoların tümü ele alındığında Erdoğan’ın sağlığı hakkında bazı bariz soruları gündeme getiriyor. Örneğin bir videoda, başkanın bir dizi merdiveni çıkmaya çalışırken eşinin yardımına ihtiyacı var gibi görünüyor. Bir diğer videoda ise, Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mozolesi olan Anıtkabir’de ayaklarını sürüyor ve yürümekte güçlük çekiyor gibi duruyor. Ve geçtiğimiz Temmuz’da büyük ilgi gören bir videoda Erdoğan, televizyonda parti üyelerine bayram selamı verirken soluğu kesilmiş ve sözleri tamamlayamaz bir görüntü sergiliyor.
Tabii ki bu söylentiler çoğunlukla Türkiye dışındaki veya Cumhurbaşkanı’nın yakın çevresinden birkaç adım ötedeki kişiler tarafından tekrarlanıyor, bu nedenle Erdoğan’ın ölümünün yaklaştığı iddiaları boş laf olabilir. Sonuçta Erdoğan diğer videolarda gayet iyi görünüyor. 26 Eylül’de Face the Nation’da göründüğünde belki eskisi kadar dinç gözükmüyordu ama kendisi 67 yaşında -yaşlı değil ama genç de değil- ve 18 yıldan fazla bir süredir iktidarda.
Özellikle iddiaları yayan kişi bir doktor değilse, uzaktan tıbbi kararlar vermek asla iyi bir fikir değildir. Ama bir an için yargıyı askıya alalım ve bir düşünce deneyi yapalım: Ya Erdoğan oldukça hastaysa? Ya hastalık ya da ölüm nedeniyle 2023’te yeniden seçilemezse ne olacak?
Anayasa’nın 106. maddesine göre, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, (45 gün içinde) seçim yapılıp yeni Cumhurbaşkanı yemin edene kadar Erdoğan’ın sahip olduğu sorumluluk ve yetkileri üstlenecek. Bu oldukça basit ve standart prosedür. Türkiye analistleri uzun zamandır Erdoğan sonrası bir Türkiye’de, AKP’nin Türkiye’nin önde gelen muhalif politikacılarından herhangi birinin kazanabileceği rekabetçi bir seçime giden yolu açacak şekilde ayrılacağını varsaydılar. Belki de bu kişi eski AKP Başbakanı’nı (iki kez) mağlup ederek İstanbul Belediye Başkanı olan Ekrem İmamoğlu olabilir. İmamoğlu’nun Ankara’daki mevkidaşı Mansur Yavaş da zorlu bir politikacı. Bir de sağlamlığıyla tanınan İyi Parti’nin lideri Meral Akşener var.
İmamoğlu, Yavaş veya Akşener’in Türkiye’nin bir sonraki cumhurbaşkanı olacağına dair makul senaryolar da bulunuyor, ancak zaferlerinin altında yatan varsayım, Erdoğan’dan sonra, sözde normal siyasete dönüş. Bu mümkün, ancak şüpheci davranmak için de bazı nedenler var. Birincisi, Erdoğan’ın AKP aracılığıyla Türkiye’nin siyasi kurumlarının çukurunu kazması veya kurumları kendi iradesine göre eğip bükmesidir. Bu bağlamda 45 günde yapılacak bir seçimin özgür ve adil olacağını hayal etmek zor. İkincisi ve daha da önemlisi, Erdoğan’ın yirmi yıllık görev süresi boyunca AKP’nin yakın çevresindeki insanların çoğu zaman şüpheli araçlar ve uygulamalar yoluyla zengin ve güçlü hale gelmesi. Yetkililerin, iş adamlarının, medya şahsiyetlerinin ve diğerlerinin, kendilerini demokratik siyasetin belirsizliğine teslim ederek kazançlarını bu kadar kolay riske atmaları pek olası görünmüyor.
Bu koşullar altında, Erdoğan sonrası bir Türkiye’yi, belki de olağanüstü hal adı altında başka bir güçlü adamın yönetebileceği ihtimali düşünülmeye değer. Türkiye’de, Erdoğan’ın yanı sıra, daha güçlü isimler arasında istihbarat şefi Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da var. Üçü arasında Akar liderliği üstlenmek için en uygun konumda görünüyor. Fidan, Türkler tarafından çok iyi biliniyor ama o daha çok Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) kapalı kapıları ardında faaliyet gösteriyor. Soylu’nun ismi ise, Sedat Peker adlı bir Türk mafyasının son aylarda yayınladığı bir dizi Youtube videosunda yolsuzluk ve organize suçla ilişkili olduğunu öne sürmesinin ardından oldukça hasar gördü.
Akar’ın Fidan ve Soylu’ya karşı ikisinin de boy ölçüşemeyeceği bir avantajı var: silahlı kuvvetler. Analistler, 2003 ve 2004’teki reformların silahlı kuvvetleri sivil kontrol altına almasından bu yana ordunun Türk siyasetindeki rolünü göz ardı etme eğiliminde. Çok sayıda Türk’ün, siyasi görüşü ne olursa olsun, askeri vesayet sistemine dönüşü reddettiği 2016’daki başarısız darbe, subayların müteakip tasfiyeleriyle birleştiğinde, komutanların siyasette rol oynama iradesini kırmış gibi görünüyordu. Yine de darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanı ve daha sonra Milli Savunma Bakanı olan Akar, Temmuz 2016’dan sonra silahlı kuvvetlerin yeniden şekillenmesinde merkezi bir rol oynadı ve bu da orduyu Akar’ı desteklemek için yeniden siyasi bir rol oynayacak konuma getirebilir.
O zamandan bu yana geçen beş yıl içinde, bakan Akar, yüzlerce general ve daha da yüksek oranda astsubay da dâhil olmak üzere, subayların yüzde 65’inin çevrede bir yere atanmasından sorumlu oldu. Türk ordusunun kendisini siyasetin üzerinde şekillendirdiği, ancak yine de Kemalist sistemi korumak için müdahale etme görevini sürdürdüğü günlerde, bunun pek önemi olmayabilirdi. AKP iktidarının erken döneminde uygulanmaya başlandığı gibi, ordu kurallar, yönetmelikler ve kararnamelerle sivillere tabi kılınmış olsaydı, Akar’ın saflar içindeki etkisi sorun olmayabilirdi. Ancak görünen o ki subaylar sivillere tabiyken, bu siyasi kurumlar aracılığıyla değil, sadakat yoluyla oluyor. Askerler rütbelerini ve nüfuzlarını iki sivile borçlular: Akar ve Erdoğan. Başkan elden ayaktan düşerse veya hayatını kaybederse, bu Akar’ı çok güçlü bir konuma getirir.
Washington’da bazıları Savunma Bakanı Akar’a bakıp “Tamam, o kadar da kötü görünmüyor. Bize pragmatik geliyor. Onunla iş yapabiliriz.” diyebilir. Bu mantıksız bir tutum değil ama kimse Akar’ın ABD’ye dost olmasını beklememeli. Akar ideolojik olarak Erdoğan ile benzer bir yerden geliyor. Bakan ayrıca aşırı milliyetçi, Batı karşıtı bir grup subayla ortak bir davaya sahip.
Bu grup, NATO komutanlıklarında deneyim kazanan ve Avrupa’da ve/veya Amerika Birleşik Devletleri’nde önemli zaman geçirmiş olan subayları cezalandırmak için -ya tartışmalı din adamı Fethullah Gülen’le bağlantılı oldukları iddiasıyla hapse atarak ya da sorumlu oldukları pozisyonlardan uzak tutarak- bir araya geldi. Akar ayrıca, 2020 yazında Ankara’yı kendi NATO müttefikleri Yunanistan ve Fransa ile karşı karşıya getiren Türkiye’nin Akdeniz’e dair saldırgan tutumundan doğrudan sorumluydu. Savunma Bakanı için Erdoğan’ın siyasi becerisine ve karizmasına yaklaşmak zor olurdu, ancak subaylarının çoğunluğunun sadakatiyle, en azından başlangıçta, buna gerek kalmayacaktı.
Elbette Erdoğan’ın gerçek durumunu veya yerine kimin geçebileceğini bilmenin bir yolu yok, ancak analistler ve hükümet yetkilileri, Erdoğan’ın 2023 seçimlerine gireceğini varsayarak bu konuda hiçbir hizmette bulunmuyorlar. Eğer Erdoğan 2023 seçimlerine giremezse, Türkiye siyaseti statükoya benzer bir şeye dönebilir, AKP’deki çatlaklar muhalefete fırsatlar sunabilir, ülke daha istikrarsız hale gelebilir veya başka şeyler olabilir. Yıllarca dış politika camiası Mısır’ın Hüsnü Mübarek’ten sonra ya oğlu Cemal Mübarek’e ya da istihbarat şefi Ömer Süleyman’a geçeceğini hayal etti. Sonuçta, bu iki seçenek de olmadı. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın kötüye gittiğine dair işaretleri görmezden gelmek ve işlerin yoluna gireceğine dair olan ümide karşı umut beslemek daha da büyük bir hata olur.
ÇEVİREN: Dilara Nesrin BULUT