Orijinal Metnin Linki: amp.economist.com/by-invitation/2021/08/25/henry-kissinger-on-why-america-failed-in-afghanistan
By Invitation
Amerikan gücünün geleceği
Bir ülkeyi modern demokrasiye dönüştürmek mümkün değildir ama yaratıcı diplomasi ve güç, terörizmin üstesinden gelebilir.
25 Ağustos 2021
Henry Kissinger
TALİBAN’ın Afganistan’ın kontrolünü ele alması, ülkenin dört bir yanında mahsur kalan on binlerce Amerikalı, müttefik ve Afgan’ın ülkeden çıkarılmasını öncelikli odak noktası haline getirmiştir. Bizim acil önceliğimiz ise İnsanların kurtarılması olmalıdır. Bununla birlikte, daha temel sorun ise Amerika’nın müttefiklerle veya 20 yıldır yapılan fedakârlıkta doğrudan yer alan insanları etraflıca uyarmadan veya onlarla istişare yapmadan nasıl çekilme kararı alıp hareket ettiği ve neden Afganistan’ın tam kontrolü veya tamamen geri çekilme arasında yapılması gereken bir seçimin halka sunulduğudur.
Bunun altında yatan bir sorun, Vietnam’dan Irak’a kadar olan isyan bastırma çabalarımızı engellemiştir. ABD ordusu hayatını, prestijini riske attığında ve buna diğer ülkeleri dahil ettiğinde, bunu stratejik ve siyasi hedeflerin bir bileşimi temelinde yapmalıdır. Stratejik hedefler, uğruna savaştığımız koşulları netleştirmek için; siyasi hedefler ise hem ilgili ülke içinde hem de uluslararası alanda sonucu sürdürmek için yönetim çerçevesini tanımlamak olmalıdır.
Amerika Birleşik Devletleri, ulaşılabilir hedefleri tanımlayamadığı ve bunları Amerikan siyasi süreci tarafından sürdürülebilir bir şekilde birleştiremediği için kontrgerilla çabalarında kendisini parçalamıştır. Askeri hedefler çok mutlak ve ulaşılmaz, siyasi hedefler ise çok soyut ve anlaşılması zor olmuştur. Bunları birbirine bağlayamama, Amerika’yı tanımlanabilir uç noktaları olmayan çatışmalara sokmuş ve dahili olarak bir iç tartışmalar bataklığında müşterek niyetin zamanla kaybolmasına neden olmuştur.
Afganistan’a, Amerika’ya yönelik olarak Taliban kontrolündeki Afganistan’dan başlatılan El Kaide saldırısına yanıt olarak geniş bir halk desteğiyle girilmişti. Gerçekleştirilen ilk askeri eylem son derece başarılı olmuştu. Taliban esasında Pakistan’daki sığınaklarda hayatta kalmış ve bazı Pakistanlı yetkililerin yardımıyla Afganistan’da bir ayaklanma gerçekleştirmiştir.
Ancak Taliban ülkeden kaçarken stratejik odağımızı kaybettik. Terör üslerinin yeniden kurulmasının yalnızca Afganistan’ın demokratik kurumlara ve anayasal olarak yönetilen bir hükümete sahip modern bir devlete dönüştürülmesiyle engellenebileceğine kendimizi inandırdık. Böyle bir girişimin Amerikan siyasi süreçleriyle uzlaştırılabilecek bir takvimi olamaz. 2010’da askeri birlik artışına yanıt olarak bir köşe yazısında, cihatçı olmayan Afganları bile tüm çabaya karşı çevirecek kadar uzun ve rahatsız edici bir sürece karşı uyardım.
Çünkü Afganistan hiçbir zaman modern bir devlet olmamıştır. Devlet olmak ortak bir yükümlülük duygusu ve otoritenin merkezileşmesini gerektirir. Birçok element açısından zengin olan Afgan toprağı bunlardan yoksundur. Afganistan’da, hükümet iradesinin ülke genelinde aynı şekilde yürüdüğü modern bir demokratik devlet inşa etmek, uzun yıllar, aslında on yıllar süren bir zaman dilimini gerektirmektedir; bu ise ülkenin coğrafi ve etno-dinsel özüne aykırıdır. Afganistan’ı her şeyden önce terörist ağlar için çekici bir üs haline getiren şey tam olarak Afganistan’ın kırılganlığı, erişilemezliği ve merkezi otoritenin yokluğudur.
Müstakil bir Afgan varlığının tarihi 18. yüzyıla uzansa da Afgan halkları her zaman merkezileşmeye şiddetle karşı çıkmıştır. Afganistan’daki siyasi ve özellikle askeri konsolidasyon, temel olarak feodal bir yapıda, belirleyici güç simsarlarının klan savunma güçlerinin organizatörleri olduğu etnik ve klan hatlarının yolundan gitmiştir. Tipik olarak birbirleriyle gizli bir çatışma içinde olan bu savaş ağaları, öncelikle bazı dış güçler- örneğin Afganistan’ı 1839’da istila eden İngiliz ordusu ve 1979’da işgal eden Sovyet silahlı kuvvetleri gibi- merkezileşme ve tutarlılık dayatmaya çalıştığında geniş koalisyonlarda birleşirler.
Hem İngilizlerin 1842’de sadece tek bir Avrupalının ölümden veya tutsaklıktan kurtulduğu Kabil’den geri çekilmesi hem de Sovyetlerin 1989’da Afganistan’dan önemli ölçüde çekilmesi, klanlar arasındaki bu tür geçici seferberlikten kaynaklanmıştır. Afgan halkının kendileri için savaşmaya istekli olmadığı şeklindeki çağdaş argüman tarih tarafından desteklenmemektedir. Onlar klanları ve kabile özerkliği için vahşi savaşçılar olmuşlardır.
Zaman içinde savaş, yerli Amerikan desteğinin giderek zayıfladığı önceki kontrgerilla operasyonlarının aşırılık özelliğini almıştır. Taliban üslerinin imhası esasen başarılı olmuş, ancak savaşın parçaladığı bir ülkede ulus inşası mevcut askeri gücü önemli miktarda sindirmiştir. Taliban kontrol altına alınabilir ancak ortadan kaldırılamaz. Ve tanıdık olmayan hükümet biçimlerinin ülkeye tanıtılması, siyasi bağlılığı zayıflatmış ve zaten yaygın olan yolsuzluğu artırmıştır.
Böylece Afganistan önceki Amerikan iç çatışma modellerinin izinden gitti. Tartışmanın kontrgerilla tarafının ilerleme olarak tanımladığı şeyi, siyasi tarafı felaket olarak değerlendirdi. Her iki tarafın birbirini takip eden yönetimleri sırasında iki grup birbirini felç etme eğilimindeydi. Bunun bir örneği, 2009 yılında Afganistan’daki asker artışını 18 ay içinde geri çekmeye başlayacaklarına dair eşzamanlı bir duyuruyla birleştirme kararıdır.
Ulaşılabilir hedefleri birleştiren akla yatkın bir alternatif göz ardı edilmişti. Kontrgerilla, Taliban’ın yok edilmesinden ziyade çevrelenmesine indirgenebilirdi. Ve siyasi-diplomatik rota, Afgan gerçekliğinin özel yönlerinden birini keşfetmiş olabilir: ülkenin komşuları- birbirleriyle ve bazen bize karşı düşman olsalar bile- Afganistan’ın terörist potansiyeli tarafından derinden tehdit altında hissediyorlar.
Bazı ortak kontrgerilla çabalarını koordine etmek mümkün olabilir miydi? Elbette Hindistan, Çin, Rusya ve Pakistan’ın çoğu zaman farklı çıkarları vardır. Yaratıcı bir diplomasi, Afganistan’da terörizmin üstesinden gelmek için ortak önlemleri ayrıştırmış olabilirdi. Bu strateji, Britanya’nın Orta Doğu’da Hindistan’a yönelik toprak yaklaşımını bir yüzyıl boyunca çıkarlarını savunmak için kalıcı hazırlık ile fakat kalıcı üsler olmaksızın geçici bölgesel destekçilerle nasıl savunduğudur.
Ancak bu alternatif hiçbir zaman tetkik edilmedi. Savaşa karşı kampanya yürüten Başkanlar Donald Trump ve Joe Biden, 20 yıl önce kökünü kazımaya kendimizi adadığımız Taliban ile barış görüşmeleri yaptılar ve müttefikleri yardıma çağırdılar. Bunlar şimdi Biden yönetimi tarafından koşulsuz Amerikan geri çekilmesi anlamına gelen şeyle doruğa ulaştı.
Evrimi tanımlamak duygusuzluğu ve hepsinden öte, geri çekilme kararının aniliğini ortadan kaldırmaz. Amerika, kapasitesi ve tarihi değerleri nedeniyle uluslararası düzenin kilit bir bileşeni olmaktan kurtulamaz. Geri çekilerek bundan kaçınamaz. Kendi kendini büyüten ve her zamankinden daha sofistike bir teknolojiye sahip ülkeler tarafından geliştirilen ve desteklenen terörizmle nasıl mücadele edileceği, sınırlandırılacağı ve üstesinden nasıl gelineceği küresel bir zorluk olmaya devam edecektir. Buna, orantılı bir diplomasi ile yaratabileceğimiz uluslararası yapı ile birlikte ulusal stratejik çıkarlar tarafından karşı konulmalıdır.
Yakın gelecekte, diğer bölgelerde yeni resmi taahhütlerde bulunmak gibi, bu kendi kendine yol açan gerilemeyi dengelemek için hiçbir dramatik stratejik hareketin mevcut olmadığını kabul etmeliyiz. Amerikan aceleciliği müttefikler arasında hayal kırıklığı yaratacak, düşmanları cesaretlendirecek ve gözlemciler arasında kafa karışıklığı yaratacaktır.
Biden yönetimi henüz erken aşamalarında. Bu, yurt içi ve yurt dışı ihtiyaçlara uygun kapsamlı bir strateji geliştirme ve sürdürme olanağına sahip olmalıdır. Demokrasiler, hiziplerin çatışması içinde gelişir. Uzlaşmalarıyla büyüklüğe ulaşırlar.
Henry Kissinger, eski bir Amerikan dışişleri bakanı ve ulusal güvenlik danışmanıdır.
Çeviri: Büşra Özyüksel
European Studies o-Staj Koordinatörü
Son Düzenleme: Oğuz Kaan Özalp
TUİÇ Akademi Birimi Koordinatörü