22 Ocak Çarşamba günü Suriye’nin geleceğine yön verme noktasında önemli bir dönüm noktası olması beklenen Cenevre Görüşmeleri’nin ikincisi, BM gözetiminde ve ABD ile Rusya’nın liderliğinde gerçekleştirilecek. Suriye’de süregelen iç savaşın başından bu yana birçok aktör sürece müdahil olmuştur. Ne var ki, bu ülkedeki iç savaşın sona erebilmesi için ABD ile Rusya’nın siyasal bir uzlaşıya varmaları gerektiği her daim en önemli gerçeklik olarak kendisini göstermiştir. Türkiye, İran, Katar, Suudi Arabistan, Mısır, Fransa gibi ülkeler de 3 yıla yaklaşan iç savaş bağlamında çeşitli zamanlarda ve farklı gruplar eliyle Suriye krizine müdahil olmuştur. Ne var ki, bu aktörlerin genel olarak Ortadoğu, özelde de Suriye’deki süreci yönlendirebilecek bir diplomatik, askeri ve siyasal güçleri olmadığı için, meselenin dönüp dolaşıp yine ABD-Rusya mutabakatına eklemleneceği gayet net bir şekilde görünüyordu ve öyle de olmuştur denilebilir. Ne var ki, Cenevre’de düzenlenecek müzakerelerin başarıya ulaşma şansı çok yüksek değildir.
Her şeyden önce, savaşan tarafların birbirlerine olan yaklaşımları, toplumsal kimliğe dayalı güvenlikleştirmeler eliyle kutuplaşmayı güçlendiren bir görünüm arz etmektedir. Sünniler ile Nusayriler arasındaki mezhepsel farklılığın Esad rejimi eliyle toplumsal/siyasal bir kutuplaşmaya dönüştürülmesi ve Sünniler içerisindeki radikal grupların, bu farklılığı ve kutuplaşmayı kendi lehlerine kullanarak varlıklarını ispat çabası içerisine girmeleri, anlaşmazlığın ve çatışmanın siyasal yönünü toplumsal manada meşrulaştıran/konsolide eden bir yapı yaratmıştır. Bu nedenle, Cenevre Görüşmeleri esnasında tarihsel/toplumsal anlamda çok güçlü olan bu kutuplaşmanın ve anlaşmazlığın aşılabilmesi pek de mümkün görünmemektedir.
Suriye Ordusu’nun, son dönemde, Özgür Suriye Ordusu ve bileşenlerinin kontrolünde olan bölgelere doğru hızla ilerliyor oluşu da görüşmeler esnasında gündeme gelecektir. Nitekim bu durumu ön plana sürecek ve muhalefetin kaybetmek üzere olduğunu ifade edecek olan Esad Yönetimi’nin, müzakerelerin başarıya ulaşabilmesi yönünde çok da fazla çaba göstermek istemeyebileceği ortadadır. Nitekim Suriye Ulusal Uzlaşı Bakanı Ali Haydar’ın, “Cenevre Görüşmeleri’nden bir şey beklemeyin, Suriye’de çözüm için askeri yöntemlerden başka çare yoktur ve Suriye Ordusu çözüm yolunda hızla ilerlemektedir” anlamına gelen açıklamaları da Esad yönetiminin elini taşın altına koyma yönünde fazla çaba harcamayacağını kanıtlamaktadır.
Cenevre Görüşmeleri’nin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açabilecek en önemli nedenlerden biri de Suriye muhalefeti içerisindeki bölünmüşlüktür. Nitekim Cenevre’ye katılacak muhalefet temsilcileri ile cephede savaşan muhalifler arasında neredeyse hiçbir bağlantı kalmamıştır. Cephede mücadele eden muhalif güçler, Suriye muhalefetinin çatı örgütü olarak bilinen ve Ahmed El-Jarba’nın önderliğindeki Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (Suriye Ulusal Koalisyonu) üyelerini, kendilerini temsil etmekten uzak “salon adamları” olarak görmektedir. Aynı zamanda bu koalisyon içerisinde de ciddi tartışmalar yaşanmakta ve bu örgütün temsil kabiliyeti gün geçtikçe azalmaktadır. ABD ve Batılı ülkelerin baskısı sonucu Suriye Ulusal Koalisyonu’nun Cenevre-II’ye katılma kararı almış olmasına karşın (yapılan oylamada 58 evet, 14 hayır ve 2 çekimser oy verildi), bu koalisyonun en önemli parçaları olan ve George Sabra’nın liderliğini yaptığı Suriye Ulusal Konseyi ile yine bu koalisyonun bir parçası olan ve cephede savaşan Özgür Suriye Ordusu Cenevre-II görüşmelerine temsilci göndermeyeceklerini açıklamışlardır. Bu iki aktörün Suriye Ulusal Koalisyonu ile ters düşmüş olmasının en önemli nedeni, Esad rejimi ile masaya oturmak istememeleridir. Yani muhalefet içerisinde Esad yönetimini muhatap alma/almama yönünde ciddi bir anlaşmazlık oluşmuştur. Kendi içerisinde dahi bu tarz ayrışmalar ve anlaşmazlıklar yaşayan Suriye Ulusal Koalisyonu’nun, Cenevre-II’de alınan kararları cephede savaşan Özgür Suriye Ordusu’na ve toplumsal anlamda oldukça güçlü olan Suriye Ulusal Konseyi’ne kabul ettirme şansı oldukça düşük olacaktır. Esad rejimi ile bağlantıları olmakla suçlanan ve sol görüşlü parti/gruplardan oluşan Ulusal Koordinasyon Komitesi ve özellikle Suriye’nin kuzeyinde, Halep civarında konuşlanmış radikal dinci örgütlerin oluşturduğu İslami Cephe de Cenevre-II görüşmelerine katılmayacaklarını ve burada alınan kararların kendilerini bağlamayacağını bildirmiştir. Bu ahvalde, büyük bir bölümü Suudi Arabistan ve Katar bağlantılı isimlerden oluşan ve Batılı ülkelerle çok yakın ilişkiler kurmuş Suriye Ulusal Koalisyonu’nun Cenevre-II görüşmelerine katılması ve bağlayıcı kararlar alması, sembolik bir girişimden öteye gitmeyecek gibi görünmektedir.
Cenevre-II görüşmelerinde anlaşmazlık yaratacak hususlardan biri de Suriyeli Kürtlerin durumu olacaktır. Zira kendilerini Suriye muhalefetinin çatı örgütüne bağlamayan kendi öz yönetimlerini ilan ederek bağımsız hareket etmeye başlayan PYD liderliğindeki Kürtlerin Cenevre’ye katılıp katılmayacakları henüz belli değildir. Ne Rusya ne de ABD’nin, Kürtlerin bağımsız bir şekilde bu görüşmelere katılmasından yana olmadığını söyleyebiliriz. Zira Kürtler bu tavırlarını sürdürdükçe, Esad ile Sünnilerin ağırlıkta olduğu Suriye muhalefeti arasındaki müzakerelere paralel olarak, her iki tarafın Kürtlerle olan ilişkileri ve muhtemel anlaşmazlıkları da masaya gelecektir. Bu durum, müzakerelerin iyice içinden çıkılmaz bir hal almasına, çok parçalı bir yapıya evrilmesine ve toplumsal/siyasal/askeri çatışmanın dozunun artmasına neden olabilecektir.
El Kaide türevi örgütler El Nusra ve Irak-Şam İslam Devleti (ISİD)’in Suriye’nin kuzeyinde artan etkinliği de Cenevre-II müzakerelerinde ele alınması gereken bir başka husustur. Nitekim bu örgütlerin Suriye muhalefeti ile hemen hiçbir bağları yoktur. Hatta muhalefetin en önemli askeri örgütlenmesi olan Özgür Suriye Ordusu’na karşı savaşmaktadırlar. Bu örgütler, aynı zamanda Suriye’nin kuzeyinde özerk bir yapı yaratmaya çalışan Kürtler (PYD/YPG) ile de savaşmaktadır. Türkiye ve Irak için de ciddi bir tehdit haline gelmiş olan bu örgütlerin varlığı, Cenevre’deki görüşmeler ekseninde muhalefet ile Esad yönetimini aynı paydada buluşturacak belki de tek mesele olarak görülmektedir. Ne var ki, uluslararası bir şebekenin bir parçası olarak arz-ı endam eden bu örgütlerle mücadele oldukça zor ve uzun soluklu bir mücadeleye işaret etmektedir. Cenevre’de bu konuyla ilgili yalnızca iyi dilekler bildirilebilir.
Cenevre-II görüşmeleri ile ilgili bir başka olumsuzluk da bölgesel konjonktürün etkisi olacaktır. Nitekim Esad rejiminin en önemli destekçisi olan ve görüşmeler çerçevesinde mutlaka masada olması gereken İran’ın, Cenevre’ye katılıp katılmayacağı belirsizdir. Muhtemelen de katılmayacaktır. Zira ABD ve Batılı aktörler, Esad yönetimine doğrudan destek veren İran’ın sürece katkı sağlayamayacağına inanmaktadır. Rusya da İran’ın müzakerelere katılmasını arzulamasına karşın, bu konuda fazla ileri gitmemektedir. Açıkçası, hem İran hem de Rusya, bu konuda izlenecek olumsuz tavrın, İran’ın nükleer programına ilişkin anlaşmayı olumsuz etkilemesinden endişe etmektedir. Bu bağlamda, her iki aktör de Cenevre-II görüşmelerine İran’ın katılması konusunu fazlaca gündeme getirmemeyi tercih etmektedir. Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın Suriye Ordusu’na verdikleri destek göz önünde bulundurulduğunda, İran’ın masada olmasının, zaten çok kırılgan bir yapıya sahip olan Suriye muhalefetini olumsuz yönde etkilemesinden endişe edilmektedir. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi Suriye muhalefetinin en önemli destekçisi konumundaki ülkeler ise Cenevre-II görüşmelerine “kerhen” destek vermektedir. Nitekim her üç aktör de Esad yönetiminin devrilmesini ve Suriye’de Sünni ağırlıklı bir yönetimin oluşmasını arzulamakta, bu yönde askeri bir müdahalenin gerçekleştirilmesini istemektedir. İran ile Suudi Arabistan arasındaki Suriye’ye de yansıyan bölgesel rekabet, bu anlamda göz önünde bulundurulması gereken önemli bir faktördür.
Mısır ve Libya’daki gelişmeleri göz önünde bulundurursak, Arap Baharı’nın ciddi bir başarı öyküsü olarak görülemeyeceği ortadadır. Suriye ise bu başarısızlığın doruk noktasına ulaştığı en önemli örnek konumundadır. Rusya ile ABD’nin, Suriye özelinde çatışan çıkarlarını belli bir uyum çerçevesinde uzlaşıya kavuşturmak ve artık kendilerine de zarar vermeye başlamış olan iç savaşa bir son verebilmek için öngördükleri Cenevre-II görüşmeleri, gerek Esad rejiminin kayıtsızlığı, gerekse de Suriye muhalefeti içerisindeki dağınıklık/anlaşmazlık nedeniyle, muhtemelen büyük bir başarı öyküsü olmayacaktır. Batılı aktörler ve ABD, mevcut pozisyonlarını korudukları müddetçe, iç savaşın Esad yönetimi lehine bir görünüm arz etmesi, ancak kayda değer bir süre daha devam etmesi beklenmelidir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü