Liderlerin BM Genel Sekreterinin katılımı ile Cenevre’de yapacakları üçüncü üçlü görüşmebir dönüm noktası olacak görünümde.
Rum lider Hristofyas’ın dışında, ilgili ilgisiz her kes, bu görüşmelerin yıllarca daha süremeyeceği görüşünde.
Özellikle BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı AleksanderDowner’in, sık sık “BM Kıbrıs’a çözüm getirmek için çok para ve zaman harcadı. Hiçbir sonuç çıkmamasına izin vermeyeceğiz” sözleri, bu konuda BM Genel Merkezinde hakim olan görüşü ortaya koyuyor.
Rumlar ısrarla takvim ve hakemlik kabul etmiyoruz diyor ama gözüken o ki, hem takvim var hem de hakem.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon fiilen hakemlik yapıyor.
Takvimin son günü de belli, 30 Haziran 2012.
Kıbrıs konusu ile ilgili tüm başaktörler Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığını devir alacağı 1 Temmuz 2012’ye kadar Kıbrıs sorununun çözülmesi gerektiği düşüncesinde.
Ama çözülemezse ne olacağını söyleyen hiç kimse yok.
24 Nisan 2004 tarihinde gerçekleştirilen Annan Planı Referandumu öncesinde yapılan açıklamalarda, Referandumdan “Evet” çıkarsa ne olacağı vardı ama Rumlar “hayır” derse ve bu nedenle de Annan Planı kabul edilmezse ne olacağı yoktu.
Nitekim referandumda Rumların neredeyse üçte ikisi “Hayır” oyu kullandı ve hiç bir yaptırıma tabi olmadılar, herhangi bir ceza da görmediler. Tam tersine bir hafta sonra da AB üyesi oldular.
Beşte üçten biraz fazla bir oyla “Evet” diyen bizler ise yaşama aynı tas aynı hamam devam etmek zorunda bırakıldık. Ne ambargolar kaldırıldı, ne de dünya ile bağımız oluştu.
Bu sefer aynı olmamalı.
Görüşmeler çıkmaza girdiği takdirde veya görüşmeler Rumlar tarafından her zaman olduğu gibi çıkmaza sürüklendiği ve 30 Haziran 2012 tarihine kadar herhangi bir çözüme ulaşılamadığı takdirde, Kıbrıslı Türklerin ve soykırıma uğradıkları halde uzun yıllar verilen mücadeleden sonra kurdukları “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin statüsünün ne olacağı açık olarak ortaya konmalı ve belirtilmelidir.
Müzakerelerin yıllarca süremeyeceği gibi, Kıbrıs Türk Halkının da yıllarca dünyadan izole adilmiş bir şekilde ambargolar altında yaşamaya devam ettirilmesi, insan haklarına uygun bir davranış olmayacaktır.
BM Güvenlik Konseyi 18 Kasım 1983 tarihinde almış olduğu 541 numaralı karar ile Kıbrıs Türk Halkını bağımsızlığını ilan etti diye, dünyada terör estiren bir çok devlet ile aynı sınıfa koymak hatasını yapmıştır.
KKTC ne terörist bir devlettir, ne de Rumlara soykırım uygulamış bir siyasi varlıktır. Tam tersine 1963 yılında kara papaz Makarios tarafından atılan ilk kurşunla kan gölüne dönen Kıbrıs adasına barışın gelmesine büyük katkı koymuş hukuksal bir yapıdır. 20 Temmuz 1974’den sonra Kıbrıs adasında Rumlar ile Türkler arasında hiçbir silahlı çatışma olmamıştır.
Kıbrıslı Türkler adada barış istemektedirler ve adaya barışın gelmesi içinde her girişime hazırdırlar.
Bu nedenle de Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu ve ekibi, Cenevre’ye, Kıbrıs’ın iki bölgeli,siyasi eşitliği olan iki toplumlu ve eşit statüde iki kurucu devletten oluşan bir federasyon olarak yeniden birleşmesi amacı ile gitmektedir.
Bütün çalışmaları bu doğrultudadır.
Cumhurbaşkanında ve ekibinde “Çözüm arzusu” bulunmaktadır ve bundan dolayı da çantalarında “çözüme zorlayıcı öneriler” ile Cenevre’de masaya oturacaklardır.
Rumların da yapıcı ve ilerleyici önerilerle masaya oturmaları ve adaya kalıcı bir çözümün gelmesini gerçekten istemeleri durumunda, 7 Temmuz Cenevre görüşmesinin barışa giden prosedürün başlangıç noktası olmaması için hiçbir neden yoktur.
Prof.Dr.Ata ATUN