Bir kavram olarak caydırıcılık, bir taraf için diğer tarafın eyleme başlamadan tehdit edilmesi olarak tanımlanabilir. Dış işlerinde caydırıcılık, henüz başlamamış bir eylemi, düşmanı vazgeçirmek için üslenme stratejisi denmektedir ve bu stratejinin önemi Soğuk Savaş sırasında nükleer silahların kullanımıyla ilgili olarak askeri mahiyette artmıştır.
Uluslararası krizler ve savaşta caydırıcılık için askeri tehditlerin kullanımı, yıllarca Soğuk Savaş döneminin etkisiyle beraber güvenlik araştırma merkezlerinin konusu olmuştur. Araştırma genellikle, akılca caydırıcılık teorisinin analiz edilerek hangi şartlar altında başarılı ve başarısız olacağı hakkında konvansiyonel caydırıcılık üzerine odaklanmıştır. Ancak buna karşı tabiî ki; örgütsel (organizational deterrent) teori ve bilişsel psikoloji gibi alternatifleri de vardır.
Uluslararası güvenlikte caydırıcılık politikası, bir devlet liderinin diğer devlet liderine yönelttiği askeri misillemeye atıfta bulunarak, tehdide başvurmadan diğer devletin askeri gücünü engellemektir. Bu strateji, amacı bilinmeyen ve beklenmeyen saldırıyla karşı karşıya olmamak adına caydırma politikası ile güçlü düşmanı caydırma diye de nitelendirilebileceği gibi, hedef aslında tehdidi yürütmek değil, onu ikna edebilirlik amacındadır çünkü hedef, oluşabilecek eylemi ve kayıpları göze almıştır.
Soğuk Savaş yılları boyunca bu politikanın etkilerini çok sayıda görebiliriz. Olası savaşları önlemek için çıkan buhran ve krizler bunun en güzel örnekleri arasında yerini alabilir. Olası tehdit algısı olarak İkinci Dünya Savaşının nükleer yıkımla bitmesinin ardından iki büyük devletinde olası nükleer savaşı önlemek için anlaşmaları ve ikisinin de sayısını bilmediği kitle imha silahları bulundurmaları ve bunu bir koz olarak birbirlerine karşı sürmeleri en basitinden bir caydırıcılık politikası olarak nitelendirilebilir.
Güvenilir nükleer caydırıcılık politikasını incelediğimizde 1959 yılında Bernard Brodie’nin yaptığı “henüz kullanmayacak şekilde ancak her zaman saldırmaya hazır olmaktır’’ tanımı ile karşılaşmaktayız. Huth tarafından yapılan caydırıcılık politikasını ise iki kategoriye ayırabiliriz. İlki, devletin topraklarına karşı askeri saldırıyı önlemek ki buna direk caydırıcılık (direct deterrent) denir, diğeri ise bir devlete karşı silahlı saldırıyı önlemektir buna da (extended deterrent) genişletilmiş caydırıcılık denilmektedir.
Direk caydırıcılık, komşu devletler arasındaki toprak anlaşmazlıklarıdır, buna örnek olarak Amerika Birleşik Devletlerinin kurulurken Meksika ile yaşadığı toprak anlaşmazlıkları verilebilinir. Genişletilmiş caydırıcılık ise olayla alakalı iki devletin yanı sıra büyük devletlerinde olaya müdahale olmasıdır. Yani konuyla alakalı devletlerin yanında konuyla ilgisi bulunmayan devletlerde vardır. Örneğin; Kore Savaşı. Bu iki kategoriye bakıldığında, Huth’un, caydırıcılığı kısa dönemli tehdide karşı tepki (immediate deterrent) ve askeri karışıklığı önleme stratejisi ya da kısa dönemli tehdide uygulanacak genel caydırıcılık (general deterrent) diye de sınıflandırmış şekilde incelenebilinir.
Aslında caydırıcılık politikası sadece askeri açıdan değil aynı zamanda siyasi açıdan da kabul edilebilir olması gerekir. Askeri anlamda; olası savaşa karşı ve askeri çatışma tehdidine ya da askeri işbirliğinin yönelttiği krizlere ve devlet liderlerinin barış zamanı askeri tehditlerine karşı önlemdir.
Siyasi olarakta, savaş ve krizlerin önlenmesi caydırıcılığın tek amacı değildir. Buna ek olarak, saldırıda olan devletin potansiyel askeri ve siyasi isteklerine direnmekte bunun içine dahildir. Silahlı çatışma tehdidi altında saldıran devletin maksimum taleplerine diplomatik imtiyazlar kaçınılmazsa, bu başarılı bir caydırıcılık sayılmaz.
Başarılı bir caydırıcılığın olması için iki ana faktör vardır. Birincisi ölçülü güvenli zorlama, bu başarılı diplomasidir uluslararası ve yerli kısıtlamaları aza indirir. İkincisi ise, saldıran devletlerin saldırganlığı ancak kendi iç ekonomik ve siyasi koşulları kadar olmalıdır. Çünkü başka bir devleti caydırma politikası karşı devleti motive edebilir ve davranışlarını etkileyebilir.
Bu anlamda özetle, pazarlık gücü caydırıcılık politikasının temelidir yedekte tutulduğu zaman en başarılı halini alır. Soğuk Savaş yıllarında bu politika artık bir askeri zafer bilimi halini almıştır. Ölçülülük ve bu konuda hangi stratejinin uygulanması gerektiği gibi konular olası savaş durumunda önemlilik arz eder.
Begüm Urgancı
TUİÇ Staj Programı