Çalışma Hayatında Kadına Yönelik Toplumsal Cinsiyete Dayalı  Ayrımcılık

 

Özet

Bireyler, yaşamlarının neredeyse her noktasında olduğu gibi çalışma hayatlarında da ırk,  din, dil, etnik köken, engellilik, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim gibi doğuştan veya sonradan sahip olunan özellikler sebebiyle ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Kadınların iş  hayatına yoğun bir biçimde dahil olmaya başlamaları ile beraber toplumsal cinsiyet  ayrımcılığının görünümü de artmıştır. Bu çalışmanın amacı, toplumsal cinsiyete dayalı  ayrımcılığın işe alımlarda ve çalışma hayatındaki görünümünü incelemektir. Araştırma  boyunca ayrımcılık, ayrımcılığın tarihçesi ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık konularına  değinildikten sonra işe alım süreçlerinde ve çalışma hayatında kadına yönelik toplumsal  cinsiyet ayrımcılığından bahsedilecektir. İşe alım süreçlerinde ve çalışma yaşamında toplumsal  cinsiyete yönelik ayrımcılık konulu birçok çalışma kaleme alınmıştır. Çoğunlukla ayrı ayrı  incelenen ve belirli alanlar üzerinden vaka ve anket uygulamalarıyla desteklenen bu çalışma  konularını daha kapsayıcı olması amacıyla birlikte ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Çalışma Hayatı, İşe Alım Süreci, Toplumsal Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık, Kadın, Ayrımcılık

 

Gender-Based Discrimination Against Women In The Working  Life

 

Abstract

Individuals are exposed to discrimination in their working lives, as in almost every point  of their lives, due to congenital or acquired characteristics such as race, religion, language,  ethnic origin, disability, gender or sexual orientation. The appearance of gender discrimination  has increased as women are increasingly involved in business life. The aim of this study is to  examine the appearance of gender-based discrimination against women in recruitment and  working life. Throughout the research, after addressing discrimination and gender-based  discrimination issues, gender discrimination against women in recruitment processes and

working life will be mentioned. Many studies on gender-based discrimination in recruitment  processes and working life have been written. These study topics, which are mostly examined  separately and supported by case and questionnaire applications, will be discussed together in  order to be more inclusive.

Keywords: Gender Discrimination, Working Life, Recruitment Porcess, Woman,  Discrimination

 

GİRİŞ

Tarih boyunca kadınların rolleri özel alan içinde tanımlanmış ve kadınlar çalışma  hayatının dışında tutulmuşlardır. Bu süreç boyunca da çalışma hayatı ve işyerleri erkeklerin  varlıklarını gösterdikleri alanlar olarak görülmüştür (Yılmaz ve Çetinel, 2019, s.983). Bu  doğrultuda da günümüzde kadın iş yaşamında konumlandırılırken ikincilleştirilmekte ve  toplumsal cinsiyete dayalı olarak adaletsiz ve eşit olmayan davranış ve uygulamalarla  karşılaşmaktadır. Toplumsal cinsiyet kalıplarına dayalı olarak kadın ve erkekler üzerine  konumlandırılmış roller işe alım süreçlerinde ve çalışma hayatında işveren tarafından bir  belirleyici olmaktadır. Bunun en belirgin örneklerinden biri bazı ilanlarda özellikle kadın ve  erkek çalışan istendiğinin belirtilmesi, işlerin kadın işi ve erkek işi olarak birbirinden  ayrılmasıdır. İşe alım süreçlerinden önce bile kadınlar ve erkekler meslek seçimlerine bağlı  olarak bölüm tercihlerinde üzerlerinde bir baskı hissedebilmektedirler ve toplum tarafından  istemedikleri halde yönlendirilebilmektedirler. İş hayatında ise işe alım, terfi, işten çıkarılma ya da  ücret konularında da toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıkla karşılaşılmaktadır. 

Doğdukları andan itibaren insanlar kendilerini biyolojik cinsiyet tanımlaması altında belli  bir cinsiyet grubuna dahil edilmiş olarak buluyorlar. Sonrasında da toplumsal cinsiyet  tanımlamasıyla sahip olmaları gereken özellikler, aile içindeki konumları, görev ve  sorumlulukları ya da yapabilecekleri ve yapamayacakları işler belirleniyor. Bunların  doğrultusunda toplumsal cinsiyete dayalı bir ayrımcılık oluşuyor ve bu ayrımcılık çalışma  hayatında da kişileri olumsuz olarak etkiliyor. Erkeklerinde toplumsal cinsiyete dayalı  ayrımcılığa maruz kaldığını göz ardı etmemekle birlikte çalışmamda, bu ayrımcılıktan daha  yoğun ve olumsuz bir şekilde kadınlar etkilendiğinden dolayı özellikle bu cinsiyet grubunun  üzerinde durulacaktır.

 

1. Ayrımcılık ve Ayrımcılığın Oluşumu

İnsanlar hayatları boyunca birçok sebepten ötürü ayrımcılığa maruz kalabilmektedirler.  Cinsiyet, ırk, din, dil, boy, fizik ya da kilo gibi farklılıklar ayrımcılık faktörü olarak görülmekte  ve insan yaşamında avantaj ve dezavantaj oluşturabilmektedir (Çelik ve Altuntaş, 2017, s. 91). Bu doğrultuda ayrımcılık, bir kişinin sahip olduğu bir özellikten dolayı mağdur edilmesi olarak  tanımlanmaktadır (Oğan ve Wolff, 2020, s.219). Bir diğer ifadeyle de ayrımcılık, bireyin  doğuştan ya da sonradan sahip olduğu özellikler sebebiyle toplumda eşit olmayan davranış ve  uygulamalarla karşılaşmasıdır. Hukuksal açıdan incelendiğinde hukuken eşit olan bireylere,  geçerli bir sebep bulunmamasına rağmen bir hak veya yükümlülükle alakalı olarak isteyerek  veya istemeyerek eşit davranılmaması durumu olarak tanımlanan ayrımcılık kavramı,  sosyolojik açıdan incelendiğinde ise bireye, gruba ya da grubun üyelerine yönelik  önyargılardan kaynaklanan olumsuz tutum ve davranışlar şeklinde tanımlanmaktadır.  Ayrımcılığın oluşabilmesi için öncelikle hiyerarşik bir toplum örgütlenmesinin varlığı söz  konusu olmalı ve bu hiyerarşik örgütlenmenin hem aşağısında hem de yukarısında bulunan  insanlar açısından meşrulaştırılabilmesi için ayrımcı söylem ve ifadelerin varlığı  gerekmektedir. Böylelikle dil aracılığı ile ayrımcılık yaygınlaşmakta ve doğal kabul  edilmektedir. Buna ek olarak ayrımcılık sorunu, ayrımcılığa uğrayan gruplara yönelik ortaya  çıkan önyargılar, kalıp yargılar, çeşitli medya ve iletişim kanallarında olay ve haberlerin işleniş  şekilleri vasıtasıyla da pekiştirilmektedir. Söz konusu kalıp yargılar bireyleri bireysel  niteliklerinden uzaklaştırmakta ve grubun tüm üyelerini aynılaştırarak damgalamaktadır.  Böylelikle de bu kalıp yargılara maruz kalan gruplar toplumda kendileri için belirlenmiş olan  sınırların dışına çıkmak istediklerinde ayrımcılığa maruz kalmaktadır (Erikli, 2020, s. 42).

 

2. Bir Ayrımcılık Türü Olarak Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı

Kadın ve erkek için sosyal olarak oluşturulmuş ve öğrenilmiş davranış ve rolleri ifade  etmekte olan toplumsal cinsiyet kavramı, biyolojik farklılıklardan ziyade kadınlar ve erkekler  için hangi davranışların uygun olduğuna, her iki cinsiyet grubunun hangi haklara, kaynaklara  veya güce ne derecede sahip olduğuna ya da olması gerektiğine ilişkin toplumsal beklentileri  içermektedir (Utma, 2019, s. 46). Başka bir deyişle toplumsal cinsiyet, biyolojinin kodladığı  maddi bedenlere manevi anlamlar yüklenmesiyle onların kültürel olarak tanımlanması ve  ayrılmasıdır. Kadın ve erkeği, kadınlık erkeklik olarak adlandırılan statü ve roller ile  bağdaştırmaktır (Bingöl, 2014, s. 108). Kadına ve erkeğe yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri ve sorumlulukları bu iki cinsiyet grubu arasında ayrımcılığa ve eşitsizliğe neden olmaktadır (Türeli  ve Dolmacı, 2013,  s. 85).

Sanayi süreci ile birlikte ortaya çıkan işbölümü ile yakından alakalı olan toplumsal  cinsiyet kavramına göre kadın ve erkeğin toplumsal rollerinin katı bir şekilde birbirinden  ayrıldığı toplumlarda kadının rolü evlenmek, çocuk doğurmak ve ev işlerini yapmak şeklinde  görülmektedir. Kadının ev içindeki çocukların, engelli ve yaşlı bireylerin “ücretsiz” bakım  hizmetlerini ve günlük bakım işlerini yerine getirme yükümlülüğü altında olduğu  düşünülmektedir. Erkeğin ise evin geçimini sağlamasıyla aile içi işbölümü gerçekleşmiş  olmaktadır (Erikli, 2020, s.41). Ataerkil toplumlarda kadına toplumsal yapı tarafından yüklenen  en önemli görevin analık ve eşlik olması sebebiyle kadın eğitim ve çalışma imkanlarından daha  az yararlanmakta, meslek tercih olanakları sınırlanmakta, çalışma yaşamında erkekler ile eşit  hak ve koşullara sahip olamamaktadırlar (Utma, 2019, s.47).

Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının tanımlanmasında cinsiyet farklılığının toplumsal yapı  ile kurduğu ilişki önemli bir husustur ve bu kavram toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile yakından  alakalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramı ile ifade edilebileceği üzere kadınların fırsat  ve kaynaklara erişimi hususunda bir eşitsizlik söz konusudur ve bu eşitsizliklerin bireylerin  zihinlerinde “doğru bir gerçeklik” olarak algılanması toplumsal cinsiyet ayrımcılığına sebep  olmaktadır (Erikli, 2020, s.41).

 

3. İşe alımlarda ve Çalışma Hayatında Kadına Yönelik Toplumsal Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık

Çalışma yaşamında kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, bireyin kişisel  yetenek veya iş performansından ziyade kadın ya da erkek olmasıyla alakalı olarak yapılan  değerlendirme ve uygulamalarla ilişkilidir (Türeli ve Dolmacı, 2013, s. 86). Toplumsal cinsiyet  ayrımcılığı çalışma hayatında işgücüne katılımda eşitsizlik, ücret eşitsizliği, meslekte yükselme  ve terfi imkanları açısından eşitsizlik gibi şekillerde ortaya çıkmaktadır ve bu eşitsizlikler  çoğunlukla kadınların çalışma hayatında etkisini göstermektedir (Erikli, 2020, s.41). Kent  yaşamında kayıt dışı çalıştırılma, ücret eşitsizliği, cinsel taciz, mobbing, fırsat eşitsizliği, kırsal  çalışma hayatında ise ataerkil aile yapısında cinsiyet ayrımcılığı, bağ, bahçe ve tarla işlerinde ağır çalışma koşullarına maruz bırakılma, eğitim seviyesinde geride kalma toplumsal cinsiyete  dayalı olarak kadına yapılan ayrımcılıklara örnektir (Türeli ve Dolmacı, 2013, s.86).

İş yerinde cinsiyet ayrımcılığının en önemli işaretlerinden biri, yapılacak işin kadın işi ve  erkek işi olarak bir ayrıma tabi tutulması ve iş başvuru formlarının adayların bu özellikleri göz  önünde bulundurularak değerlendirilmesidir. Kadınların işgücü piyasasında olumsuz şartlarını  ve ikincil konumlarını yansıtan ayrımcı uygulamalar bulunmaktadır. Kadınlar çalışma  hayatında işe alınma, ücretlendirilme, yükseltilme ve işten çıkarılma gibi konularda ayrımcı  uygulamalarla karşılaşmalarının yanında kolay vazgeçilen, sosyal güvenceden yoksun ve  sendikal örgütlenmesi zayıf işgücü olarak görülmektedirler (Alparslan, Bozkurt, Özgöz, 2015,  s. 67). İşe alım süreçlerinde öncelikli olarak kadının aile ilişkisi göz önünde bulundurulmakta,  evli ve çocuklu olmasının yapacağı işi etkileyeceği düşünüldüğünden bu süreçte dikkat edilen  önemli bir faktör olmaktadır. Bunun sonucunda günümüzde kadının bekar ve genç olması işe  alım sürecini kolaylaştırmakta iken evli kadınlar için aynı durum söz konusu değildir  (Alparslan, Bozkurt, Özgöz, 2015, s.70). 

Geçmişten günümüze işgücü piyasasına dahil olan kadın sayısında büyük oranda artış  yaşanmasına rağmen kadının çalışma hayatına katıldıktan sonra kariyer ilerlemesinde aynı  oranda yükseliş gerçekleşememiştir. Dünyada kadın nüfusu toplumun neredeyse yarısını  oluşturmakla birlikte, çalışma hayatında kadınların yönetsel pozisyonlarda erkekler ile aynı  seviyede yer alamadığı görülmektedir. Toplumsal yaşamda iş tanımlarının ve iş koşullarının  genel olarak erkek ağırlıklı belirlenmiş olması ve kadının çalışma hayatında ikincil konuma  itilmesi üst yönetim kademelerinde yer alamamasına neden olmuştur. Özellikle kadından  beklenen geleneksel rol nedeniyle kadının psikolojik olarak ailesi ve kariyeri arasında kalması  kariyeri açısından ilerlemesini güçleştirmektedir. Kadının toplumdaki konumunun öncelikli  olarak eş ve anne olarak belirlenmesi ile kadınlar cinsiyetlerinden dolayı, bazı durumlarda kendi  seçimi ile bazı durumlarda ise toplumsal baskı sonucu yönetsel pozisyonlara gelememektedirler  (Utma, 2019, s.45). Genel olarak işverenler de, kadın çalışanların çalışma hayatında geçici olarak  yer aldıkları, aile içinde sorumlulukları bulunması ve çocuk sahibi olabilecekleri  düşüncelerinden dolayı üst kademelere getirilmemeleri ve terfi ettirilmemeleri yönünde  görüşlere sahiptirler. Bakıldığında günümüzde pek çok büyük işletme, belli bir seviyede  sorumluluk isteyen statülere kadın istihdam etme konusunda, kadınların hamilelik ve annelik  ile alakalı psikolojik durumları gerekçe gösterilerek kadınlara yüklenmiş belli roller üzerinden  ayrımcılık uygulamaktadır (Alparslan, Bozkurt, Özgöz, 2015, ss.69-70).

Toplumsal cinsiyete dayalı olarak kadınlara yönelik ayrımcılığın yoğun olarak görüldüğü  çalışma yaşamında kadınlar güvencesiz, kayıt dışı sektörlerde çalıştırılmaktadırlar. Bununla  birlikte ekonominin daralma gösterdiği dönemlerde, erkek ve kadınların çalıştığı sektörlerde öncelikli olarak işten çıkarılan kesim kadın çalışanlardan oluşmaktadır. Bu duruma gerekçe  olarak ise, erkeklerin “evin reisi” konumlarından dolayı ailenin geçimini sürdürmekle yükümlü  oldukları öne sürülmektedir. Aynı zamanda kadınlar ucuz işgücü olarak tercih edilmelerinin  yanında esnek çalışma uygulamalarına da maruz bırakılmaktadır (Yılmaz, 2018, s. 66).  Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılımı kentsel bölgelerde, kırsal bölgelere  kıyasla daha düşüktür. Bunun sebebi ise kentlerde “ev kadını” sıfatıyla çalışma  hayatının dışında tutulan kadınların kırsal alanlarda “ücretsiz aile işçisi” olarak işgücüne dahil  edilmeleridir (Karabıyık, 2012, s.236). Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre kadın  çalışanların kayıt dışı çalışması daha olası bir durumdur. Bu konuda kadınların kayıt dışı  çalışmasını tetikleyen etkenlerden biri köyden kente göç süreci sayılabilir. Kayıtlı iş imkanı  yakalayamayan kadınlar kentte geçimlerini idame ettirebilmek amacıyla mecburen kayıt dışı  işlerde çalışmak durumunda kalmışlardır. İşverenlerin çoğunluğu da işyerlerinde düşük  maliyetli kadın çalışanları tercih etmekte ve kayıt dışı çalışan kadınların temel hukuksal  haklarından yararlanmaları konusunda yoksun bırakmışlardır. İşgücü piyasasında işsizlik  durumundan daha yoğun olarak etkilenen gruplar arasında kadınlar önemli bir yerde  bulunmaktadır (Yılmaz, 2018, s. 68-69). Bu noktada kadınların görüldüğü konum ve kadınlara  yönelik toplumsal cinsiyet ayrımcılığının boyutları göz önüne çıkmaktadır. Çalışmayan ya da  “ücretsiz işgücü“ olarak görülen kadınlar kendilerine ait gelirlerinin olmaması sebebiyle  ekonomik bağımsızlıklarını sağlayamamakta ve karşı karşıya kaldıkları aile içi şiddet ve taciz,  ekonomik şiddet, erken evlenme ve erken doğum gibi durumlar karşısında dezavantajlı  konumda bulunmaktadırlar. Çalışma hayatında yaşanan kadına yönelik toplumsal cinsiyete  dayalı ayrımcılık kadının tüm hayatında bir belirleyici olabilmekte ve başka ayrımcılık ve  eşitsizliklerin oluşmasına sebebiyet vermektedir (Karabıyık, 2012, s. 240). Bunun yanında  çalışma hayatında erkeklere atfedilmiş acımasız, saldırgan, kararlı gibi tanımlamalara karşın  kadınlara yönelik aciz, zayıf, duygularının kurbanı tanımlamaları toplumsal cinsiyet  ayrımcılığının oluşmasına katkı sağlamaktadır (Türeli ve Dolmacı, 2013, s. 87).

Kadına yönelik toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, kendi içinde cinsel ayrımcılığı da  barındırmakta ve günümüzde pek çok kadın bu ayrımcılık türüne maruz kalmaktadır. Bu  ayrımcılık çalışma hayatında gerçekleştiğinde, cinsel ayrımcılığa maruz kaldığını fark eden  bazı kadınlar, çoğunlukla yasal yollara nadir olarak ve isteksizce başvurmaktadırlar. Bunun  nedenleri finansal kaynaklarının olmamasının yanında ailevi sorumluluklarının olması  sebebiyle böyle bir davanın içinde bulunmak istememeleri ve işini kaybetme korkularıdır. Bu  durumda kadınlar çoğu zaman çalışma hayatlarını sonlandırmakta ya da olumsuz etkilerine rağmen çalışmaya devam etmektedirler. İki cinsiyet grubu arasındaki ayrımcılık tutumları ile  alakalı yapılan çalışmalar eşitsizliğin ne derece yüksek ve güçlü olduğunu göstermektedir. Bu  doğrultuda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, ayrımcılığının, kadının ikincilleştirilmesinin fark  edilmesi ve bu sorunların çözümü için gerekenlerin belirlenip uygulanmaya başlanması  gerekmektedir (Türeli ve Dolmacı, 2013, s. 87).

Toplumsal yapılanmanın kadınların daha fazla eğitim olanaklarına ulaşabilmesi,  varlıklarının farkında olmaya başlaması ve hizmet sektörü başta olmak üzere diğer sektörlerde  de iş olanaklarına ulaşabilmeleri gibi değişimler geçirmesi ile birlikte kadınlara yeni ve farklı  roller kazandırılmıştır. Bu değişimlerin yanında toplumsal alandaki varlığı halen süren  geleneksel davranışlar ve düşünceler, kadınların ev içinde kalmaya devam ederek çalışma  hayatına katılımları konusunda engel oluşturabilmektedir. Bu geleneksel davranış ve  düşünceler toplumda kadının yerini ev içi olarak sınırlamakta ve kadınların iş hayatına dahil  olma isteği üzerine çatışmaların çıkmasına neden olabilmektedir. Bu içsel çatışmaların yanında  kadınlar çalışma hayatında ikincilleştirilmekte ve erkeklerle benzer işleri yaptıkları takdirde  bile eşit işe eşit ücret alamamakta ve daha düşük ücrete maruz bırakılmaktadırlar (Yılmaz,  2018, ss. 64-65). Türkiye’de 2019 yılı verilerine göre kadınlar tüm eğitim düzeylerinde  erkeklerden daha düşük ücret almışlar ve cinsiyete dayalı ücrete kadınların aleyhine  gerçekleşmiştir (TÜİK, 2020).

Kadınların, hem eğitim ve meslek edinmedeki fırsat eşitsizliği sebepli insan sermayesi  farklılıkları, hem de ayrımcı uygulamalar nedeniyle çalışma yaşamında erkeklerin gerisinde  olması, hayatın diğer alanlarında aktif bir şekilde var olmalarını engelleyen koşullar  yaratmaktadır (Çakır, 2008, ss.42). Bu fırsat eşitsizliğine olanak sağlayan bir sebep de kadınların  ev dışında çalışma kararı alırken ev işlerinin aksama ihtimalini, çocukların ve yaşlıların  bakımını ve çalışma saatleri dışındaki vaktinin evdeki işleri yetiştirme konusunda yeterli olup  olmadığını düşünmek zorunda olmasıdır. Türkiye’de bu durumun en açık kanıtlarından biri  TÜİK verilerine göre kadın eğitim ve istihdam oranıdır (Karatepe ve Arıbaş, 2015, ss. 9).

Türkiye açısından çalışma hayatında yaşanan ayrımcılık durumu değerlendirmek  gerekirse de, Türkiye’de kadınların işgücü piyasasına dahil edilmeleri Cumhuriyet’in ilk  yıllarından beri bir sorun olarak var olmuştur. Bu tarihi süreç değerlendirildiğinde kadınların  çalışma hayatına katılım oranları düşüklüğünün en belirgin nedenlerinden biri toplumsal  cinsiyet temelli iş bölümüdür (Karabıyık, 2012, s.237). Cinsiyet temelli işbölümünün bir neticesi  olarak kadınlar çoğunlukla “kadına uygun” olarak nitelenen düşük statülü nitelik ihtiyacı  olmayan işlerle çalışma hayatına katılmak zorunda bırakılmışlardır. (Karabıyık, 2012, s.243).

TÜİK verilerine de bu ayrımcılık yansımaktadır. Kadın istihdamının sektörel dağılımı  tarım, sanayi ve hizmet sektörleri açısından değerlendirildiğinde kadınların çalışma hayatına en  çok dahil olduğu sektör hizmet sektörüdür (Yılmaz, 2018, s. 71). Bunun sebebi ise hizmet  sektöründeki iş olanaklarından bazılarının ev odaklı işler olması ve ”kadınlara uygun alanlar”  olarak toplumsal kabul görmesi olabilmektedir (Karabıyık, 2012, s. 242).

 

4. Kadınların Çalışma Hayatına İlişkin Hukuki Düzenlemeler

Kadınların sahip oldukları haklar, eğitim seviyeleri, çalışma hayatına katılım oranları ve  öteki etkenler toplumların gelişmişlik seviyesinin göstergesi olarak görülmektedir. Sanayi  devrimi sonrasında çalışma yaşamına daha fazla dahil olmaya başlayan kadınların hakları ve  çalışma koşulları ile alakalı düzenlemeler yapılması ilk olarak batı ülkelerinde gerçekleşmiştir.  Sonrasında uluslararası sözleşmeler ile başta fırsat ve muamele eşitliği ve çeşitli ayrımcılıkların  önlenmesi amaçlanmış; taraf ülkeler için yükümlülükler öngörülmüştür. Kadınların yasal  hakları olan hamilelik ve doğum izinleri, çocuk emzirme süreleri ve diğer koruyucu haklar  işveren tarafından çoğunlukla olumlu karşılanmamakta ve bu durum kadın istihdamını olumsuz olarak etkilemektedir. Dezavantajlı gruplar arasında sayılan kadınların, çalışma hayatına  yönelik düzenlenen hukuki düzenlemelerle sağlanan hakları hukuki koruma amacı gütmektedir (Hüseyinli ve Yiğit, 2017, ss. 280-281). Çalışma yaşamında yaşanan kadına yönelik toplumsal  cinsiyete dayalı ayrımcılıkların önlenmesi amacı ile yapılan hukuki düzenlemelerin varlığına  rağmen halen işyerlerindeki belirsiz durumun devam etmesi konu ile alakalı uygulama  sorunlarının olduğunu göstermektedir (Oğan ve Wolff, 2020, s. 220).

 

SONUÇ 

İşe alım süreçlerinde ve çalışma hayatında karşılaşılan toplumsal cinsiyete dayalı  ayrımcılık uygulamaları irdelendiğinde bulunulan yer, dönemin şartları ya da diğer faktörlere  göre değişim gösterebilen toplumsal cinsiyet kavramı önemli bir etkendir. Bu kavram üzerinden  kadınlar ve erkekler iki gruba ayrılmakta ve belli özelliklere sahip oldukları düşüncesiyle  hareket edilmektedir. Erkeklerin kamusal alanda, iş hayatında yer alması ve buna bağlı olarak  eve ekmek götüren konumda olması gerektiği düşünülürken, kadınlar özel alanla yani evle sınırlandırılmıştır. Bununla birlikte ev içi emekleri ücret kazancı sağlamadığından  önemsenmemektedir. Kadınların gelir getirici işlerde çalıştıkları durumlarda bile cinsiyetçi  işbölümü temelinde ev ve bakım işlerini onların yapması beklenmektedir. Erkeklerin bu işlerin  paylaşımı konusunda sorumluluk üstlenmesi ise genel olarak söz konusu değildir (Yılmaz,  2018, s. 65). Ev ve bakım işlerinin kadının göreviymiş gibi davranılmasının yanında  kutsallaştırılan annelik kavramı üzerinden de ebeveynlik sadece kadına yüklenmektedir. Tüm  bu durumlar göz önünde bulundurulduğunda hem kadına yüklenen görevler ve sorumluluklar  hem de toplum baskısı sonucunda kadının iş hayatına dahil olma süreci ve çalışma hayatını devam ettirebilmesi zorlaşmaktadır.

Çoğunlukla kadınların yaptıkları gelir sağlayıcı işler ev ekonomisine yardım şeklinde  ifade edilmekte, yani pek de önemsenmemektedir. Bazı meslek grupları için kadın işi ve erkek  işi ayrımı bulunmaktadır. Bu işleri yerine getirebilmek için sahip olunması gereken nitelikler  tek bir cinsiyete atfedilmekte, öteki cinsin ise bu özelliklerden yoksun olduğu varsayılmaktadır.  Ayrıca kadınların evleninceye kadar geçici olarak çalışacağı fikri, kadınların ailevi  sorumluluklarından dolayı işlerine yeterli önemi gösteremeyeceklerinin ya da kadınlarla  özdeşleştirilmiş annelik halinin çalışmaya engel olacağının düşünülmesi çalışma hayatına dahil  olmalarında bir dezavantaj oluşturmakta ve işe giriş esnasında ayrımcılık sebebi olmaktadır.  Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının bir diğer ürünü de eşit işe eşit ücret verilmemesi, yapılan iş  aynı olsa bile kadın ve erkek çalışanlarda farklı ücretlendirmeye gidilmesidir (Alparslan,  Bozkurt, Özgöz, 2015, s. 67). Gerek işe alım sürecindeki mülakatlar esnasında bekar kadın  adaylara sorulan “Yakında evlenmeyi düşünüyor musunuz?” ya da evli kadın adaylara sorulan  “Çocuk sahibi olmayı düşünüyor musunuz?” benzeri sorular, gerekse çalışma hayatında iki  cinsiyet grubuna da aynı şekilde muamele gösterilmemesi, eşit olarak görülmemeleri ve aynı  işi yaptıkları takdirde bile erkeklerle aynı ücreti alamamaları toplumsal cinsiyete dayalı  ayrımcılığı göz önüne koymaktadır. Bu hususta işe alım süreçlerinin yönetilmesinde büyük bir rol oynayan insan kaynakları departmanı çalışanlarının bu konu hakkında duyarlı ve bilinçli  olması da hiçbir kadının ayrımcılığa maruz kalmaması için önem arz etmektedir.

 

CEREN ŞAHİN 

Toplumsal Cinsiyet Staj Programı

 

KAYNAKÇA

Alparslan, M.H., Çetinkaya Bozkurt, Ö., Özgöz, A. (2015). İşletmelerde Cinsiyet  Ayrımcılığı ve Kadın Çalışanların Sorunu. MAKÜ İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 2(3), 66- 81.

Bingöl, O. (2014). Toplumsal Cinsiyet Olgusu ve Türkiye’de Kadınlık. KMÜ Sosyal ve  Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 16(1), 108-114.

Çakır, Ö. (2008). Türkiye’de Kadının Çalışma Hayatından Dışlanması. Erciyes  Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, (31), 25-47.

Çelik, A. ve Altuntaş, V. (2017). İşgören Bulma ve Seçiminde Cinsiyet Ayrımcılığının  Etkisi: İzmir’deki A Grubu Seyahat Acentalarına Yönelik Bir Araştırma. Seyahat ve Otel  İşletmeciliği Dergisi, 14(1), 90-107.

Erikli, S. (2020). Çalışma Yaşamında Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığının Görünümü.  Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2(1), 39-60.

Hüseyinli, N. ve Yiğit, Y. (2017). İş Hukuku’nda Kadın Çalışanların Korunmasına İlişkin  Hukuki Düzenlemeler. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 25(2), 279-328.

Karabıyık, İ. (2012). Türkiye’de Çalışma Hayatında Kadın İstihdamı. Marmara  Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 32(1), 231-260.

Karatepe, S. ve Arıbaş, N.N. (2015). İş Hayatında Kadın Yöneticilere İlişkin Cinsiyet  Ayrımcılığı: Türkiye İçin Bir Değerlendirme. Yasama Dergisi, (31), 7-23.

Oğan, E. ve Wolff, R.A. (2020). Kamusal Alanda Kadın Ayrımcılığı. Sosyal Bilimler  Araştırma Dergisi, 9(4), 218-235.

TÜİK (2020, Mart). İstatistiklerle Kadın,2019 [Basın bülteni]. Erişim adresi  https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Kadin-2019-33732.

Türeli, N. ve Dolmacı, N. (2013). İş Yaşamında Kadın Çalışana Yönelik Ayrımcı Bakış  Açısı ve Mobbing Üzerine Ampirik Bir Çalışma. Ekonomi ve Yönetim Araştırmaları Dergisi,  2(2), 83-104.

Utma, S. (2019). Kadına Yönelik Cinsiyet Ayrımcılığı ve Cam Tavan Sendromu. Sosyal  ve Beşeri Bilimler Dergisi, 11(1), 44-58.

Yılmaz, S. (2018). Türkiye’de Kadınların Çalışma Hayatındaki Yeri ve Sosyal Güvenlik  Hukuku Düzenlemeleri. Sosyal Çalışma Dergisi, 2(2), 63-80.

Yılmaz, S. ve Çetinel, E. (2019). İş Alanlarında Cinsiyet Ayrımcılığı: Türkiye’de İnşaat  Mühendisliği İlanları Üzerine Bir Araştırma. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü  Dergisi, 9(18), 975-989.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...