Özet
Bireyler, yaşamlarının neredeyse her noktasında olduğu gibi çalışma hayatlarında da ırk, din, dil, etnik köken, engellilik, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim gibi doğuştan veya sonradan sahip olunan özellikler sebebiyle ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Kadınların iş hayatına yoğun bir biçimde dahil olmaya başlamaları ile beraber toplumsal cinsiyet ayrımcılığının görünümü de artmıştır. Bu çalışmanın amacı, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın işe alımlarda ve çalışma hayatındaki görünümünü incelemektir. Araştırma boyunca ayrımcılık, ayrımcılığın tarihçesi ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık konularına değinildikten sonra işe alım süreçlerinde ve çalışma hayatında kadına yönelik toplumsal cinsiyet ayrımcılığından bahsedilecektir. İşe alım süreçlerinde ve çalışma yaşamında toplumsal cinsiyete yönelik ayrımcılık konulu birçok çalışma kaleme alınmıştır. Çoğunlukla ayrı ayrı incelenen ve belirli alanlar üzerinden vaka ve anket uygulamalarıyla desteklenen bu çalışma konularını daha kapsayıcı olması amacıyla birlikte ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Çalışma Hayatı, İşe Alım Süreci, Toplumsal Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık, Kadın, Ayrımcılık
Gender-Based Discrimination Against Women In The Working Life
Abstract
Individuals are exposed to discrimination in their working lives, as in almost every point of their lives, due to congenital or acquired characteristics such as race, religion, language, ethnic origin, disability, gender or sexual orientation. The appearance of gender discrimination has increased as women are increasingly involved in business life. The aim of this study is to examine the appearance of gender-based discrimination against women in recruitment and working life. Throughout the research, after addressing discrimination and gender-based discrimination issues, gender discrimination against women in recruitment processes and
working life will be mentioned. Many studies on gender-based discrimination in recruitment processes and working life have been written. These study topics, which are mostly examined separately and supported by case and questionnaire applications, will be discussed together in order to be more inclusive.
Keywords: Gender Discrimination, Working Life, Recruitment Porcess, Woman, Discrimination
GİRİŞ
Tarih boyunca kadınların rolleri özel alan içinde tanımlanmış ve kadınlar çalışma hayatının dışında tutulmuşlardır. Bu süreç boyunca da çalışma hayatı ve işyerleri erkeklerin varlıklarını gösterdikleri alanlar olarak görülmüştür (Yılmaz ve Çetinel, 2019, s.983). Bu doğrultuda da günümüzde kadın iş yaşamında konumlandırılırken ikincilleştirilmekte ve toplumsal cinsiyete dayalı olarak adaletsiz ve eşit olmayan davranış ve uygulamalarla karşılaşmaktadır. Toplumsal cinsiyet kalıplarına dayalı olarak kadın ve erkekler üzerine konumlandırılmış roller işe alım süreçlerinde ve çalışma hayatında işveren tarafından bir belirleyici olmaktadır. Bunun en belirgin örneklerinden biri bazı ilanlarda özellikle kadın ve erkek çalışan istendiğinin belirtilmesi, işlerin kadın işi ve erkek işi olarak birbirinden ayrılmasıdır. İşe alım süreçlerinden önce bile kadınlar ve erkekler meslek seçimlerine bağlı olarak bölüm tercihlerinde üzerlerinde bir baskı hissedebilmektedirler ve toplum tarafından istemedikleri halde yönlendirilebilmektedirler. İş hayatında ise işe alım, terfi, işten çıkarılma ya da ücret konularında da toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıkla karşılaşılmaktadır.
Doğdukları andan itibaren insanlar kendilerini biyolojik cinsiyet tanımlaması altında belli bir cinsiyet grubuna dahil edilmiş olarak buluyorlar. Sonrasında da toplumsal cinsiyet tanımlamasıyla sahip olmaları gereken özellikler, aile içindeki konumları, görev ve sorumlulukları ya da yapabilecekleri ve yapamayacakları işler belirleniyor. Bunların doğrultusunda toplumsal cinsiyete dayalı bir ayrımcılık oluşuyor ve bu ayrımcılık çalışma hayatında da kişileri olumsuz olarak etkiliyor. Erkeklerinde toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa maruz kaldığını göz ardı etmemekle birlikte çalışmamda, bu ayrımcılıktan daha yoğun ve olumsuz bir şekilde kadınlar etkilendiğinden dolayı özellikle bu cinsiyet grubunun üzerinde durulacaktır.
1. Ayrımcılık ve Ayrımcılığın Oluşumu
İnsanlar hayatları boyunca birçok sebepten ötürü ayrımcılığa maruz kalabilmektedirler. Cinsiyet, ırk, din, dil, boy, fizik ya da kilo gibi farklılıklar ayrımcılık faktörü olarak görülmekte ve insan yaşamında avantaj ve dezavantaj oluşturabilmektedir (Çelik ve Altuntaş, 2017, s. 91). Bu doğrultuda ayrımcılık, bir kişinin sahip olduğu bir özellikten dolayı mağdur edilmesi olarak tanımlanmaktadır (Oğan ve Wolff, 2020, s.219). Bir diğer ifadeyle de ayrımcılık, bireyin doğuştan ya da sonradan sahip olduğu özellikler sebebiyle toplumda eşit olmayan davranış ve uygulamalarla karşılaşmasıdır. Hukuksal açıdan incelendiğinde hukuken eşit olan bireylere, geçerli bir sebep bulunmamasına rağmen bir hak veya yükümlülükle alakalı olarak isteyerek veya istemeyerek eşit davranılmaması durumu olarak tanımlanan ayrımcılık kavramı, sosyolojik açıdan incelendiğinde ise bireye, gruba ya da grubun üyelerine yönelik önyargılardan kaynaklanan olumsuz tutum ve davranışlar şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrımcılığın oluşabilmesi için öncelikle hiyerarşik bir toplum örgütlenmesinin varlığı söz konusu olmalı ve bu hiyerarşik örgütlenmenin hem aşağısında hem de yukarısında bulunan insanlar açısından meşrulaştırılabilmesi için ayrımcı söylem ve ifadelerin varlığı gerekmektedir. Böylelikle dil aracılığı ile ayrımcılık yaygınlaşmakta ve doğal kabul edilmektedir. Buna ek olarak ayrımcılık sorunu, ayrımcılığa uğrayan gruplara yönelik ortaya çıkan önyargılar, kalıp yargılar, çeşitli medya ve iletişim kanallarında olay ve haberlerin işleniş şekilleri vasıtasıyla da pekiştirilmektedir. Söz konusu kalıp yargılar bireyleri bireysel niteliklerinden uzaklaştırmakta ve grubun tüm üyelerini aynılaştırarak damgalamaktadır. Böylelikle de bu kalıp yargılara maruz kalan gruplar toplumda kendileri için belirlenmiş olan sınırların dışına çıkmak istediklerinde ayrımcılığa maruz kalmaktadır (Erikli, 2020, s. 42).
2. Bir Ayrımcılık Türü Olarak Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı
Kadın ve erkek için sosyal olarak oluşturulmuş ve öğrenilmiş davranış ve rolleri ifade etmekte olan toplumsal cinsiyet kavramı, biyolojik farklılıklardan ziyade kadınlar ve erkekler için hangi davranışların uygun olduğuna, her iki cinsiyet grubunun hangi haklara, kaynaklara veya güce ne derecede sahip olduğuna ya da olması gerektiğine ilişkin toplumsal beklentileri içermektedir (Utma, 2019, s. 46). Başka bir deyişle toplumsal cinsiyet, biyolojinin kodladığı maddi bedenlere manevi anlamlar yüklenmesiyle onların kültürel olarak tanımlanması ve ayrılmasıdır. Kadın ve erkeği, kadınlık erkeklik olarak adlandırılan statü ve roller ile bağdaştırmaktır (Bingöl, 2014, s. 108). Kadına ve erkeğe yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri ve sorumlulukları bu iki cinsiyet grubu arasında ayrımcılığa ve eşitsizliğe neden olmaktadır (Türeli ve Dolmacı, 2013, s. 85).
Sanayi süreci ile birlikte ortaya çıkan işbölümü ile yakından alakalı olan toplumsal cinsiyet kavramına göre kadın ve erkeğin toplumsal rollerinin katı bir şekilde birbirinden ayrıldığı toplumlarda kadının rolü evlenmek, çocuk doğurmak ve ev işlerini yapmak şeklinde görülmektedir. Kadının ev içindeki çocukların, engelli ve yaşlı bireylerin “ücretsiz” bakım hizmetlerini ve günlük bakım işlerini yerine getirme yükümlülüğü altında olduğu düşünülmektedir. Erkeğin ise evin geçimini sağlamasıyla aile içi işbölümü gerçekleşmiş olmaktadır (Erikli, 2020, s.41). Ataerkil toplumlarda kadına toplumsal yapı tarafından yüklenen en önemli görevin analık ve eşlik olması sebebiyle kadın eğitim ve çalışma imkanlarından daha az yararlanmakta, meslek tercih olanakları sınırlanmakta, çalışma yaşamında erkekler ile eşit hak ve koşullara sahip olamamaktadırlar (Utma, 2019, s.47).
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının tanımlanmasında cinsiyet farklılığının toplumsal yapı ile kurduğu ilişki önemli bir husustur ve bu kavram toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile yakından alakalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramı ile ifade edilebileceği üzere kadınların fırsat ve kaynaklara erişimi hususunda bir eşitsizlik söz konusudur ve bu eşitsizliklerin bireylerin zihinlerinde “doğru bir gerçeklik” olarak algılanması toplumsal cinsiyet ayrımcılığına sebep olmaktadır (Erikli, 2020, s.41).
3. İşe alımlarda ve Çalışma Hayatında Kadına Yönelik Toplumsal Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık
Çalışma yaşamında kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, bireyin kişisel yetenek veya iş performansından ziyade kadın ya da erkek olmasıyla alakalı olarak yapılan değerlendirme ve uygulamalarla ilişkilidir (Türeli ve Dolmacı, 2013, s. 86). Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı çalışma hayatında işgücüne katılımda eşitsizlik, ücret eşitsizliği, meslekte yükselme ve terfi imkanları açısından eşitsizlik gibi şekillerde ortaya çıkmaktadır ve bu eşitsizlikler çoğunlukla kadınların çalışma hayatında etkisini göstermektedir (Erikli, 2020, s.41). Kent yaşamında kayıt dışı çalıştırılma, ücret eşitsizliği, cinsel taciz, mobbing, fırsat eşitsizliği, kırsal çalışma hayatında ise ataerkil aile yapısında cinsiyet ayrımcılığı, bağ, bahçe ve tarla işlerinde ağır çalışma koşullarına maruz bırakılma, eğitim seviyesinde geride kalma toplumsal cinsiyete dayalı olarak kadına yapılan ayrımcılıklara örnektir (Türeli ve Dolmacı, 2013, s.86).
İş yerinde cinsiyet ayrımcılığının en önemli işaretlerinden biri, yapılacak işin kadın işi ve erkek işi olarak bir ayrıma tabi tutulması ve iş başvuru formlarının adayların bu özellikleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmesidir. Kadınların işgücü piyasasında olumsuz şartlarını ve ikincil konumlarını yansıtan ayrımcı uygulamalar bulunmaktadır. Kadınlar çalışma hayatında işe alınma, ücretlendirilme, yükseltilme ve işten çıkarılma gibi konularda ayrımcı uygulamalarla karşılaşmalarının yanında kolay vazgeçilen, sosyal güvenceden yoksun ve sendikal örgütlenmesi zayıf işgücü olarak görülmektedirler (Alparslan, Bozkurt, Özgöz, 2015, s. 67). İşe alım süreçlerinde öncelikli olarak kadının aile ilişkisi göz önünde bulundurulmakta, evli ve çocuklu olmasının yapacağı işi etkileyeceği düşünüldüğünden bu süreçte dikkat edilen önemli bir faktör olmaktadır. Bunun sonucunda günümüzde kadının bekar ve genç olması işe alım sürecini kolaylaştırmakta iken evli kadınlar için aynı durum söz konusu değildir (Alparslan, Bozkurt, Özgöz, 2015, s.70).
Geçmişten günümüze işgücü piyasasına dahil olan kadın sayısında büyük oranda artış yaşanmasına rağmen kadının çalışma hayatına katıldıktan sonra kariyer ilerlemesinde aynı oranda yükseliş gerçekleşememiştir. Dünyada kadın nüfusu toplumun neredeyse yarısını oluşturmakla birlikte, çalışma hayatında kadınların yönetsel pozisyonlarda erkekler ile aynı seviyede yer alamadığı görülmektedir. Toplumsal yaşamda iş tanımlarının ve iş koşullarının genel olarak erkek ağırlıklı belirlenmiş olması ve kadının çalışma hayatında ikincil konuma itilmesi üst yönetim kademelerinde yer alamamasına neden olmuştur. Özellikle kadından beklenen geleneksel rol nedeniyle kadının psikolojik olarak ailesi ve kariyeri arasında kalması kariyeri açısından ilerlemesini güçleştirmektedir. Kadının toplumdaki konumunun öncelikli olarak eş ve anne olarak belirlenmesi ile kadınlar cinsiyetlerinden dolayı, bazı durumlarda kendi seçimi ile bazı durumlarda ise toplumsal baskı sonucu yönetsel pozisyonlara gelememektedirler (Utma, 2019, s.45). Genel olarak işverenler de, kadın çalışanların çalışma hayatında geçici olarak yer aldıkları, aile içinde sorumlulukları bulunması ve çocuk sahibi olabilecekleri düşüncelerinden dolayı üst kademelere getirilmemeleri ve terfi ettirilmemeleri yönünde görüşlere sahiptirler. Bakıldığında günümüzde pek çok büyük işletme, belli bir seviyede sorumluluk isteyen statülere kadın istihdam etme konusunda, kadınların hamilelik ve annelik ile alakalı psikolojik durumları gerekçe gösterilerek kadınlara yüklenmiş belli roller üzerinden ayrımcılık uygulamaktadır (Alparslan, Bozkurt, Özgöz, 2015, ss.69-70).
Toplumsal cinsiyete dayalı olarak kadınlara yönelik ayrımcılığın yoğun olarak görüldüğü çalışma yaşamında kadınlar güvencesiz, kayıt dışı sektörlerde çalıştırılmaktadırlar. Bununla birlikte ekonominin daralma gösterdiği dönemlerde, erkek ve kadınların çalıştığı sektörlerde öncelikli olarak işten çıkarılan kesim kadın çalışanlardan oluşmaktadır. Bu duruma gerekçe olarak ise, erkeklerin “evin reisi” konumlarından dolayı ailenin geçimini sürdürmekle yükümlü oldukları öne sürülmektedir. Aynı zamanda kadınlar ucuz işgücü olarak tercih edilmelerinin yanında esnek çalışma uygulamalarına da maruz bırakılmaktadır (Yılmaz, 2018, s. 66). Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılımı kentsel bölgelerde, kırsal bölgelere kıyasla daha düşüktür. Bunun sebebi ise kentlerde “ev kadını” sıfatıyla çalışma hayatının dışında tutulan kadınların kırsal alanlarda “ücretsiz aile işçisi” olarak işgücüne dahil edilmeleridir (Karabıyık, 2012, s.236). Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre kadın çalışanların kayıt dışı çalışması daha olası bir durumdur. Bu konuda kadınların kayıt dışı çalışmasını tetikleyen etkenlerden biri köyden kente göç süreci sayılabilir. Kayıtlı iş imkanı yakalayamayan kadınlar kentte geçimlerini idame ettirebilmek amacıyla mecburen kayıt dışı işlerde çalışmak durumunda kalmışlardır. İşverenlerin çoğunluğu da işyerlerinde düşük maliyetli kadın çalışanları tercih etmekte ve kayıt dışı çalışan kadınların temel hukuksal haklarından yararlanmaları konusunda yoksun bırakmışlardır. İşgücü piyasasında işsizlik durumundan daha yoğun olarak etkilenen gruplar arasında kadınlar önemli bir yerde bulunmaktadır (Yılmaz, 2018, s. 68-69). Bu noktada kadınların görüldüğü konum ve kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet ayrımcılığının boyutları göz önüne çıkmaktadır. Çalışmayan ya da “ücretsiz işgücü“ olarak görülen kadınlar kendilerine ait gelirlerinin olmaması sebebiyle ekonomik bağımsızlıklarını sağlayamamakta ve karşı karşıya kaldıkları aile içi şiddet ve taciz, ekonomik şiddet, erken evlenme ve erken doğum gibi durumlar karşısında dezavantajlı konumda bulunmaktadırlar. Çalışma hayatında yaşanan kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık kadının tüm hayatında bir belirleyici olabilmekte ve başka ayrımcılık ve eşitsizliklerin oluşmasına sebebiyet vermektedir (Karabıyık, 2012, s. 240). Bunun yanında çalışma hayatında erkeklere atfedilmiş acımasız, saldırgan, kararlı gibi tanımlamalara karşın kadınlara yönelik aciz, zayıf, duygularının kurbanı tanımlamaları toplumsal cinsiyet ayrımcılığının oluşmasına katkı sağlamaktadır (Türeli ve Dolmacı, 2013, s. 87).
Kadına yönelik toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, kendi içinde cinsel ayrımcılığı da barındırmakta ve günümüzde pek çok kadın bu ayrımcılık türüne maruz kalmaktadır. Bu ayrımcılık çalışma hayatında gerçekleştiğinde, cinsel ayrımcılığa maruz kaldığını fark eden bazı kadınlar, çoğunlukla yasal yollara nadir olarak ve isteksizce başvurmaktadırlar. Bunun nedenleri finansal kaynaklarının olmamasının yanında ailevi sorumluluklarının olması sebebiyle böyle bir davanın içinde bulunmak istememeleri ve işini kaybetme korkularıdır. Bu durumda kadınlar çoğu zaman çalışma hayatlarını sonlandırmakta ya da olumsuz etkilerine rağmen çalışmaya devam etmektedirler. İki cinsiyet grubu arasındaki ayrımcılık tutumları ile alakalı yapılan çalışmalar eşitsizliğin ne derece yüksek ve güçlü olduğunu göstermektedir. Bu doğrultuda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, ayrımcılığının, kadının ikincilleştirilmesinin fark edilmesi ve bu sorunların çözümü için gerekenlerin belirlenip uygulanmaya başlanması gerekmektedir (Türeli ve Dolmacı, 2013, s. 87).
Toplumsal yapılanmanın kadınların daha fazla eğitim olanaklarına ulaşabilmesi, varlıklarının farkında olmaya başlaması ve hizmet sektörü başta olmak üzere diğer sektörlerde de iş olanaklarına ulaşabilmeleri gibi değişimler geçirmesi ile birlikte kadınlara yeni ve farklı roller kazandırılmıştır. Bu değişimlerin yanında toplumsal alandaki varlığı halen süren geleneksel davranışlar ve düşünceler, kadınların ev içinde kalmaya devam ederek çalışma hayatına katılımları konusunda engel oluşturabilmektedir. Bu geleneksel davranış ve düşünceler toplumda kadının yerini ev içi olarak sınırlamakta ve kadınların iş hayatına dahil olma isteği üzerine çatışmaların çıkmasına neden olabilmektedir. Bu içsel çatışmaların yanında kadınlar çalışma hayatında ikincilleştirilmekte ve erkeklerle benzer işleri yaptıkları takdirde bile eşit işe eşit ücret alamamakta ve daha düşük ücrete maruz bırakılmaktadırlar (Yılmaz, 2018, ss. 64-65). Türkiye’de 2019 yılı verilerine göre kadınlar tüm eğitim düzeylerinde erkeklerden daha düşük ücret almışlar ve cinsiyete dayalı ücrete kadınların aleyhine gerçekleşmiştir (TÜİK, 2020).
Kadınların, hem eğitim ve meslek edinmedeki fırsat eşitsizliği sebepli insan sermayesi farklılıkları, hem de ayrımcı uygulamalar nedeniyle çalışma yaşamında erkeklerin gerisinde olması, hayatın diğer alanlarında aktif bir şekilde var olmalarını engelleyen koşullar yaratmaktadır (Çakır, 2008, ss.42). Bu fırsat eşitsizliğine olanak sağlayan bir sebep de kadınların ev dışında çalışma kararı alırken ev işlerinin aksama ihtimalini, çocukların ve yaşlıların bakımını ve çalışma saatleri dışındaki vaktinin evdeki işleri yetiştirme konusunda yeterli olup olmadığını düşünmek zorunda olmasıdır. Türkiye’de bu durumun en açık kanıtlarından biri TÜİK verilerine göre kadın eğitim ve istihdam oranıdır (Karatepe ve Arıbaş, 2015, ss. 9).
Türkiye açısından çalışma hayatında yaşanan ayrımcılık durumu değerlendirmek gerekirse de, Türkiye’de kadınların işgücü piyasasına dahil edilmeleri Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri bir sorun olarak var olmuştur. Bu tarihi süreç değerlendirildiğinde kadınların çalışma hayatına katılım oranları düşüklüğünün en belirgin nedenlerinden biri toplumsal cinsiyet temelli iş bölümüdür (Karabıyık, 2012, s.237). Cinsiyet temelli işbölümünün bir neticesi olarak kadınlar çoğunlukla “kadına uygun” olarak nitelenen düşük statülü nitelik ihtiyacı olmayan işlerle çalışma hayatına katılmak zorunda bırakılmışlardır. (Karabıyık, 2012, s.243).
TÜİK verilerine de bu ayrımcılık yansımaktadır. Kadın istihdamının sektörel dağılımı tarım, sanayi ve hizmet sektörleri açısından değerlendirildiğinde kadınların çalışma hayatına en çok dahil olduğu sektör hizmet sektörüdür (Yılmaz, 2018, s. 71). Bunun sebebi ise hizmet sektöründeki iş olanaklarından bazılarının ev odaklı işler olması ve ”kadınlara uygun alanlar” olarak toplumsal kabul görmesi olabilmektedir (Karabıyık, 2012, s. 242).
4. Kadınların Çalışma Hayatına İlişkin Hukuki Düzenlemeler
Kadınların sahip oldukları haklar, eğitim seviyeleri, çalışma hayatına katılım oranları ve öteki etkenler toplumların gelişmişlik seviyesinin göstergesi olarak görülmektedir. Sanayi devrimi sonrasında çalışma yaşamına daha fazla dahil olmaya başlayan kadınların hakları ve çalışma koşulları ile alakalı düzenlemeler yapılması ilk olarak batı ülkelerinde gerçekleşmiştir. Sonrasında uluslararası sözleşmeler ile başta fırsat ve muamele eşitliği ve çeşitli ayrımcılıkların önlenmesi amaçlanmış; taraf ülkeler için yükümlülükler öngörülmüştür. Kadınların yasal hakları olan hamilelik ve doğum izinleri, çocuk emzirme süreleri ve diğer koruyucu haklar işveren tarafından çoğunlukla olumlu karşılanmamakta ve bu durum kadın istihdamını olumsuz olarak etkilemektedir. Dezavantajlı gruplar arasında sayılan kadınların, çalışma hayatına yönelik düzenlenen hukuki düzenlemelerle sağlanan hakları hukuki koruma amacı gütmektedir (Hüseyinli ve Yiğit, 2017, ss. 280-281). Çalışma yaşamında yaşanan kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıkların önlenmesi amacı ile yapılan hukuki düzenlemelerin varlığına rağmen halen işyerlerindeki belirsiz durumun devam etmesi konu ile alakalı uygulama sorunlarının olduğunu göstermektedir (Oğan ve Wolff, 2020, s. 220).
SONUÇ
İşe alım süreçlerinde ve çalışma hayatında karşılaşılan toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık uygulamaları irdelendiğinde bulunulan yer, dönemin şartları ya da diğer faktörlere göre değişim gösterebilen toplumsal cinsiyet kavramı önemli bir etkendir. Bu kavram üzerinden kadınlar ve erkekler iki gruba ayrılmakta ve belli özelliklere sahip oldukları düşüncesiyle hareket edilmektedir. Erkeklerin kamusal alanda, iş hayatında yer alması ve buna bağlı olarak eve ekmek götüren konumda olması gerektiği düşünülürken, kadınlar özel alanla yani evle sınırlandırılmıştır. Bununla birlikte ev içi emekleri ücret kazancı sağlamadığından önemsenmemektedir. Kadınların gelir getirici işlerde çalıştıkları durumlarda bile cinsiyetçi işbölümü temelinde ev ve bakım işlerini onların yapması beklenmektedir. Erkeklerin bu işlerin paylaşımı konusunda sorumluluk üstlenmesi ise genel olarak söz konusu değildir (Yılmaz, 2018, s. 65). Ev ve bakım işlerinin kadının göreviymiş gibi davranılmasının yanında kutsallaştırılan annelik kavramı üzerinden de ebeveynlik sadece kadına yüklenmektedir. Tüm bu durumlar göz önünde bulundurulduğunda hem kadına yüklenen görevler ve sorumluluklar hem de toplum baskısı sonucunda kadının iş hayatına dahil olma süreci ve çalışma hayatını devam ettirebilmesi zorlaşmaktadır.
Çoğunlukla kadınların yaptıkları gelir sağlayıcı işler ev ekonomisine yardım şeklinde ifade edilmekte, yani pek de önemsenmemektedir. Bazı meslek grupları için kadın işi ve erkek işi ayrımı bulunmaktadır. Bu işleri yerine getirebilmek için sahip olunması gereken nitelikler tek bir cinsiyete atfedilmekte, öteki cinsin ise bu özelliklerden yoksun olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca kadınların evleninceye kadar geçici olarak çalışacağı fikri, kadınların ailevi sorumluluklarından dolayı işlerine yeterli önemi gösteremeyeceklerinin ya da kadınlarla özdeşleştirilmiş annelik halinin çalışmaya engel olacağının düşünülmesi çalışma hayatına dahil olmalarında bir dezavantaj oluşturmakta ve işe giriş esnasında ayrımcılık sebebi olmaktadır. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının bir diğer ürünü de eşit işe eşit ücret verilmemesi, yapılan iş aynı olsa bile kadın ve erkek çalışanlarda farklı ücretlendirmeye gidilmesidir (Alparslan, Bozkurt, Özgöz, 2015, s. 67). Gerek işe alım sürecindeki mülakatlar esnasında bekar kadın adaylara sorulan “Yakında evlenmeyi düşünüyor musunuz?” ya da evli kadın adaylara sorulan “Çocuk sahibi olmayı düşünüyor musunuz?” benzeri sorular, gerekse çalışma hayatında iki cinsiyet grubuna da aynı şekilde muamele gösterilmemesi, eşit olarak görülmemeleri ve aynı işi yaptıkları takdirde bile erkeklerle aynı ücreti alamamaları toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığı göz önüne koymaktadır. Bu hususta işe alım süreçlerinin yönetilmesinde büyük bir rol oynayan insan kaynakları departmanı çalışanlarının bu konu hakkında duyarlı ve bilinçli olması da hiçbir kadının ayrımcılığa maruz kalmaması için önem arz etmektedir.
CEREN ŞAHİN
Toplumsal Cinsiyet Staj Programı
KAYNAKÇA
Alparslan, M.H., Çetinkaya Bozkurt, Ö., Özgöz, A. (2015). İşletmelerde Cinsiyet Ayrımcılığı ve Kadın Çalışanların Sorunu. MAKÜ İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 2(3), 66- 81.
Bingöl, O. (2014). Toplumsal Cinsiyet Olgusu ve Türkiye’de Kadınlık. KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 16(1), 108-114.
Çakır, Ö. (2008). Türkiye’de Kadının Çalışma Hayatından Dışlanması. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, (31), 25-47.
Çelik, A. ve Altuntaş, V. (2017). İşgören Bulma ve Seçiminde Cinsiyet Ayrımcılığının Etkisi: İzmir’deki A Grubu Seyahat Acentalarına Yönelik Bir Araştırma. Seyahat ve Otel İşletmeciliği Dergisi, 14(1), 90-107.
Erikli, S. (2020). Çalışma Yaşamında Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığının Görünümü. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2(1), 39-60.
Hüseyinli, N. ve Yiğit, Y. (2017). İş Hukuku’nda Kadın Çalışanların Korunmasına İlişkin Hukuki Düzenlemeler. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 25(2), 279-328.
Karabıyık, İ. (2012). Türkiye’de Çalışma Hayatında Kadın İstihdamı. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 32(1), 231-260.
Karatepe, S. ve Arıbaş, N.N. (2015). İş Hayatında Kadın Yöneticilere İlişkin Cinsiyet Ayrımcılığı: Türkiye İçin Bir Değerlendirme. Yasama Dergisi, (31), 7-23.
Oğan, E. ve Wolff, R.A. (2020). Kamusal Alanda Kadın Ayrımcılığı. Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 9(4), 218-235.
TÜİK (2020, Mart). İstatistiklerle Kadın,2019 [Basın bülteni]. Erişim adresi https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Kadin-2019-33732.
Türeli, N. ve Dolmacı, N. (2013). İş Yaşamında Kadın Çalışana Yönelik Ayrımcı Bakış Açısı ve Mobbing Üzerine Ampirik Bir Çalışma. Ekonomi ve Yönetim Araştırmaları Dergisi, 2(2), 83-104.
Utma, S. (2019). Kadına Yönelik Cinsiyet Ayrımcılığı ve Cam Tavan Sendromu. Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 11(1), 44-58.
Yılmaz, S. (2018). Türkiye’de Kadınların Çalışma Hayatındaki Yeri ve Sosyal Güvenlik Hukuku Düzenlemeleri. Sosyal Çalışma Dergisi, 2(2), 63-80.
Yılmaz, S. ve Çetinel, E. (2019). İş Alanlarında Cinsiyet Ayrımcılığı: Türkiye’de İnşaat Mühendisliği İlanları Üzerine Bir Araştırma. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9(18), 975-989.