Çağdaş Balkan Siyaseti

Çağdaş Balkan Siyaseti: Devletler, Halklar, Parçalanma ve Bütünleşme, Murat Necip ARMAN ve Nazif MANDACI, Seçkin Yayıncılık, 2014 (2. Baskı)

 

Giriş

Soğuk Savaş Dönemi, Balkanlar tarihi için bir miladın başlangıcı olmuştur. 1990’ların başından günümüze kadar olan dönemde Balkanların zaman içinde tarihsel, kültürel, siyasal ve ekonomik yapısındaki değişimler görülmektedir. Bu dönem Avrupalıların Balkanları Avrupa’nın bir parçası görmekten ziyade bir arka bahçe olarak gördüklerinin altı çizilmelidir. Balkanlar; Avrupalıların hafızasında daima şiddet, çatışma ve parçalanmışlık ile yer almıştır. Bu nedenle Avrupa entegrasyon süreci ile birlikte Avrupa Birliği (AB) menşeli dökümanlarda Balkan yerine Güneydoğu Avrupa kavramının kullanımı tercih edilmiştir. Bu çalışma ise Balkan ülkelerinin siyasi, sosyal ve ekonomik süreçlerini ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Ek olarak çalışma, NATO ve AB ülkelerinin siyasi ilişkilerini de açıklamaktadır.

 

  1. Yunanistan

Helen Cumhuriyeti (Eliniki Dimokratia), yani Yunanistan 1830’da bağımsızlığını kazanmıştır. Başkenti Atina’dır. Ülke, bağımsızlığı kazandıktan sonraki dönemlerde ülke içi siyasi krizlerle boğuşmaktaydı. Kral Otto’ nun başa gelmesiyle ordu yeniden yapılandı ve Yunan gençleri arasında halkın milli duygularını uyandıracak Megali İdea projesini hayata geçirme çabası içine girdiler. Ülkenin demokrasiye geçiş süreçleri beraberinde siyasi dönüşümün ekonomik problemlerine de yol açmıştır. Ekonomik istikrarsızlık ve mali sorunlar ülke siyasetini olumsuz etkilemiş ve on kez hükümet değişikliği yaşanmıştır. Altyapı proje finansmanı ve dış borçların ödenmesi Yunanistan siyasetinin öncelikli konuları haline gelmiştir. 1930 dönemi İtalya ve Bulgaristan tehditleri de birleşince Yunanistan, Türkiye ile yakın ilişkiler içerisine girmiş ve Balkan Paktı ile bölge güvenliğini kurumsal bir yapıya oturmayı planlamıştır. 1950 sonrası dönemde Yunanistan hem iç hem dış politikasında Batı’ya bağımlılığının yolunu açarken 1990’lara kadar milliyetçi muhafazakâr çevrelerde tutulmuştur. Bu süreçlerde Yunanistan, Kıbrıs ve Ege sorunlarında Türkiye ile çeşitli krizler ve dalgalanmalar yaşamış ve Avrupa’yı dış politika konularında etkin kullanmıştır. 1981’den bu yana AB ilişkilerinde ekonomi ve dış politika boyutu da ele alınmalıdır. Ekonomik açıdan bakacak olursak Ortak Tarım Politikası’na geçiş, Yunanistan’ın görece avantajlı olduğu tarım sektörüne büyük darbe vururken; korumacılığın kaldırılması sanayisini de rekabete açık hale getirmiştir. Fakat ekonomi Yunanistan’ı 2001 yılı itibariyle yeniden raydan çıkaracak ve 2008 küresel krizinden sonra tarihin en sıkıntılı dönemine sokacaktır. Yunanistan’ın dış politika ve güvenlik politikası alanındaki girişimlerinde üç temel faktör bulunmaktadır: Birincisi 1990’dan sonra güvenlik algısı, ikincisi 1996’ya kadar süren Yugoslavya Krizi, üçüncüsü ise Türkiye ile olan ikili problemlerdir. Türkiye ile gerçekleşen krizlerden biri 1997 Kıbrıs sorunu, diğeri de 1999 Öcalan’ın yakalanmasıdır. Günümüzde ise Yunanistan ve Türkiye arasında Doğu Akdeniz krizi yaşanmaktadır. Yunan Hükümeti bu krizi Avrupa Birliği’ne taşımış ve Türkiye’ye karşı yaptırımlar uygulanmasını istemiştir. Bu durumlar Avrupa ve Yunanistan’ın geleceğini kaygı verici bir duruma getirmiştir.

 

  1. Bulgaristan Cumhuriyeti

Bu bölümde Bulgaristan’ın NATO (2004), AB (2007) ve Türkiye ile ilişkilerini ele alacağız. Bulgaristan’ın Balkan yarımadasına Asya’dan göç eden kavimlerden olduğu yönünde yaygın bir kanı bulunmaktadır. Bu nedenle Bulgarların Türk kökenli bir kavim olup olmadığı hala tartışılmaktadır. Beş yüz yılı aşkın hâkimiyetten sonra Bulgaristan, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı özerklik kazanmış ve tam bağımsızlığına 1908 yılında kavuşmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda ülke sosyalist sistemin etkisine girmiştir. Bu durum Bulgaristan’ın dış politikasında değişimler yaratmıştır. Siyasal açıdan bakıldığında ülke, SSCB etkisi altındadır; ekonomik açıdan bakıldığında ise Dünya Petrol Krizi,  uluslararası rekabete dayanamayacak kadar kalitesiz ürün üretimi gibi olumsuz değişimlerden etkilenmiştir. Bulgaristan’ın AB ilişkilerini incelerken meydana gelen önemli bir olay da Kosova Krizi’dir. Ülkenin Türkiye ile ilişkilerine damga vuran olay ise Bulgaristan’daki Türk azınlığına yönelik asimilasyon politikaları olmuştur. Son dönemde gelişen ticari ilişkilerin iki devlet arasındaki sorun alanlarını yok etmese bile sorun konularını dile getirme noktasında bir gerilemeye neden olduğu gözlemlenmektedir.

 

 

  1. Arnavutluk Cumhuriyeti

Arnavutluk Cumhuriyeti, Balkanların nüfus açıdan en homojen devletlerinden birisidir. Ayrıca Avrupa kıtasının genç nüfus açısından da en dikkat çekici ülkesidir. Bu ülke de diğer Balkan uluslar gibi Fransız Devrimi’nden etkilenmiştir. Arnavutluk tarihi için önemli rol oynayan üç isim şunlardır: Sami Frasheri, Naim Frasheri ve İsmail Qemali. 1912’de İsmail Qemali geçiçi hükümetin başına geçmiştir. Çok zor şartlar altında kurulan yeni hükümetin temel hedefi toprak bütünlüğünün korunması ve bağımsızlığının devletlerce tanınması olmuştur. Bir taraftan Balkan komşuları diğer devletlerin Arnavutluk topraklarını işgal girişimlerine engel olurken; diğer taraftan Avrupa devletleri yeni bir krizi önlemeye çalışmışlardır. 1918 Aralık ayında İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerle diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Arnavut davasının sempati kazanmasında özellikle Fan Noli’nin etkisi olmuştur. Arnavut hükümeti komünizm sonrası demokrasiye geçiş sürecinde ekonomik ve politik reform süreçlerini de ilerletmiştir. Bu çerçevede Arnavutluk’un 1990 yılından itibaren günümüze dış politikalarına ve bu ülkede demokrasiye geçiş sürecindeki diğer devlet veya uluslararası örgütlerin rolüne de yer verilmiştir. SSCB’nin dağılması da demokratikleşme önündeki engeli de kaldırmıştır. Son olarak Türkiye ile ilişkilerine değinecek olursak Arnavutların gözünde genel geçer olumlu bir Türk imajı bulunduğunu söylemek çok da kolay değildir. Balkanlardaki milliyetçi hareketler, ulusal kimliği bir öteki yaratarak inşa etme yoluna gitmişlerdir. Fakat her şeye rağmen 1990 senesinden sonra Arnavutluk-Türkiye ilişkileri için yeni bir dönem başlamıştır. Bu iki ulus arasında ortak tarih ve kültür bilinci olması ilişkilerinin canlı olmasını da sağlamaktadır

 

  1. Romanya Cumhuriyeti

Romanya, hukukun üstünlüğü ilkesi ile idare edilen demokratik ve sosyal bir devlettir. 19 Eylül 1857’de Boğdan’da ve 26 Eylül 1857’de Eflak’ta yapılan seçimlerle iki eyalet birleşme kararı almış ve Romanya adı altında birleşmişlerdir. Balkan siyasetinin ve tarihinin önemli aktörlerinden Kazıklı Voyvoda’nın, Nicolae Lorga’nın, Nicolae Ceausescu’nun, Gheorghe Hagi‘nin ülkesidir. Ülke, Soğuk Savaş’ın en dramatik bitişlerine ev sahipliği yapmıştır. Romanya, bugün AB’ nin Karadeniz’e kıyısı olan iki üyesinden ve geçmişte olduğu gibi Balkanlar siyasetinin önemli aktörlerinden biridir. Dış politikasına etkisinde siyasal ve ekonomik iç hayatının istikrarlı olduğu söylenemez ancak Milletler Cemiyeti bünyesinde barışın korunması, silahsızlanma, küçük ittifak, Balkan Antantı ve Sovyetlerle diplomatik ilişkiler gibi bağlantıları kurmuştur. Ülkedeki siyasi yapı yeniden oluşturulurken ulusal kimliğinin inşasına dair girişimler de olmuştur. 1990’lı yıllara girilirken Romanya ekonomisi, bölgesindeki en iyi ekonomilerden birisi haline gelmiştir. Ancak 1990’ların ortasında Doğu Avrupa’nın en kötü ekonomilerinden birisi olmuştur. 2008 Ekonomik Krizi’nden de oldukça etkilenmiştir. Bu da işsizlik sorunlarına yol açmıştır. Fakat 2011 yılında ekonomisi tekrar canlanmaya başlamıştır. Dış politika hedefinde ise NATO ve AB üyeliklerini sağlamak, siyasi ve ekonomik kurumlarda yer almak ve toplum ve sermayeyle entegrasyon olmuştur. Türkiye ile ilişkilerine değinecek olursak da ülke, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan politik bir mirastır. İki devlet arasında 1933’te Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalanmıştır. Daha sonra ise Şubat 1934’te Balkan Antantı imzalanmıştır. Bu anlaşmalarla Balkan dayanışması sağlanmıştır. Ayrıca Romanya, Türkiye’nin öncülük ettiği Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün kurucu üyesidir. Ek olarak Romanya’nın Montreux Sözleşmesi‘nin taraflarından birisi olduğu unutulmamalıdır.

 

  1. Sırbistan Cumhuriyeti

Sırbistan’da Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşanan gelişmeleri değerlendirebilmek için Sırpların siyasi tarihlerindeki dönüm noktalarının ve travmaların anlaşılması ön şart niteliğindedir. Bu çerçevede Doğu-Batı ayrımı, Sırpların Ortodokslaşma süreci, 1839 Kosova Savaşı ile başlayan geleneksel mağduriyet–kurbanlık inancı, 500 yıllık Osmanlı hâkimiyeti, Balkan Savaşları, Yugoslavizm fikri, Nazi işgali ve özellikle Tito önderliğindeki Sosyalist Yugoslavya içerisinde yaşanan incelenmesi gereken temel köşe taşlarıdır. Türkiye, Sırbistan’ı Balkanların barış ve istikrarı için kilit bir ülke olarak tanımlamaktadır. Akabinde Sırp ve Türk Cumhurbaşkanları arasında sıcak ilişkiler kurulmuştur ve dışişleri bakanları da her ay düzenli olarak görüşmektedir. Bunlara ilaveten 2009’da iki ülke arasında bir serbest ticaret anlaşması imzalanmış olması ekonomik ilişkilerin de geleceğini göstermektedir.

 

  1. Karadağ Cumhuriyeti

Karadağ, 20. yüzyılın son on yılında ve 21. yüzyılın ilk yıllarına kadar değişik isimler altında devamlılığını sürdürmüştür. 2006 yılında Sırbistan’dan ayrılan bu devlet, uzun zamandır özlediği bağımsızlığına kavuşmuştur. Bağımsızlıktan sonra pek çok ilerleme gösteren Karadağ, 2010 yılında Avrupa Birliği’ne resmi adaylık statüsü kazandı. Karadağ; hukukun üstünlüğüne dayalı, uygar, demokratik, sosyal adaleti savunan ve ekolojik bir devlettir. NATO ile olan ilişkileri oldukça hızlı ilerlemiş, ülke savunma konusunda ve Barış İçin Ortaklık ve Üyelik Eylem Planı çerçevesinde önemli reform ve gelişmeler kaydetmiştir. Tam üyelik, dış politikasının öncelikli konularından birisi olarak belirlenmiştir. AB ile olan ilişkileri ise diğer Batı Balkan devletlerine kıyasla daha geç başlamıştır. 2001 İstikrar ve Ortaklık Süreci aracılığıyla ilk ilişkilerini kurmuştur. Ardından 2008’de tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve 2011’de adaylık statüsünü kazandıktan sonra 2012’de müzakerelere başlamıştır. Diğer önemli ilişkileri ise Türkiye ile olmuştur. İlk tarihi diplomatik ilişkileri prenslik döneminde Osmanlı İmparatorluğu’na dayanmaktadır ve dostane ilişkileri Balkan Savaşları’na kadar sürmüştür. Birçok alanda hızlı bir şekilde ilişkileri güçlenmiş ve gelişmiştir.

 

  1. Bosna – Hersek

Batı ile Doğu Roma İmparatorluğu’nu ayıran sınırın bu küçük ülkeden geçmesi Bosna topraklarının stratejik önemini çok eski tarihlere götürmektedir. Batılı devletlerin eliyle oluşturulan suni siyasi yapıyla, yine onların kontrolünde Avrupa Birliği’ne (potansiyel aday olarak) ve NATO’ya üyelik yolunda aksaklıklar yaşanmıştır. Batı’nın barış projesi başarısızlıkla sonuçlanırsa Bosna topraklarında günümüzde hala tam anlamı ile çözüme kavuşturulamayan sorunlar tüm dünyayı içine alan bir girdaba dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Bosna–Hersek, Dayton Antlaşması’nın imzalanmasının ardından uluslararası toplumun saygın bir üyesi olmak üzere çok yönlü girişimlere başlamıştır. Savaş sonrası istikrarın sağlanması maksadıyla ülkede tesis edilen kontrol azaldıkça başta AB ve NATO olmak üzere uluslararası toplum, Bosna’ya daha fazla inisiyatif alması için yardım ve tavsiyeler vermiştir. NATO ve AB gibi uluslararası örgütler ile işbirliklerinden başka, Bosna’nın doğrudan üyesi olduğu veya gözlemci statüsünde bulunduğu çok sayıda organizasyon da bulunmaktadır. Bosna’nın bir diğer önemli ilişkisi de Türkiye ile olmuştur. Türkiye, Bosna’yı hem tarihi bir dost ve müttefik hem de Türkiye’nin Avrupa’ya açılan bir kapısı olarak görmektedir. Üçlü mekanizmalar şeklinde üst düzey ziyaretler gerçekleşmektedir. Dayton Barış Antlaşması’nın imzalanmasının üzerinden günümüze kadar geçen 20 yıla yakın sürede sağlanan yapay barışın pek uzun süreceği söylenemez. Hedeflere ulaşmada AB ve NATO üyeliği yetersiz kalmaktadır. Batılı güçlerin tasarladığı federasyon yapısının işlevselliğine yönelik eleştiriler de giderek artmaktadır.

 

  1. Hırvatistan Cumhuriyeti

Hırvatistan, Adriyatik Denizi’nin doğu kıyısında kuzey-güney yönlü uzanan bir devlettir. Orta çağlardan bu yana Sobor ismindeki parlamentosu olmak üzere pek çok kurumunu muhafaza etmeyi başarmış, ancak Yugoslavizm nedeniyle Sırp ve Sloven yani Karadağlıları oluşturan halklarla egemenliği paylaşmıştır. Ülke, 8 Ekim 1991’de bağımsızlığını elde etmiştir. Dayton Antlaşması ile ülkede hızlı bir liberalizasyon başlarken 2005 yılında AB ilişkileri açısından önemli bir yıl olmuştur. Bu yıl içinde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması yürürlüğe girmiştir. 2013 yılında ise Hırvatistan AB’ye üye olmuştur ve NATO üyeliğinde yolu açılmıştır. Bağımsızlıktan sonraki ilk devlet başkanı olan Tudjman ölümü sonrası, demokratik kurumların gelişiminde hızlı bir ilerleme olmuştur. Parlamenter sisteme geçilmesi de ekonomi ve demokrasinin gelişmesine katkı sunmuştur. Ülke de ekonominin hızlı bir biçimde liberalizasyonunu sağlamıştır. Hırvatistan için bir başka önemli dönem ise Tito dönemidir. Bu dönem, Hırvat ulusal kimliği açısından aşındırıcı bir dönem olmuştur. Ivica Račan başkanlığı dönemi ise diğer yandan Batı ile olan ilişkilerin iyileştiği bir dönem oldu. Dış ilişkiler açısından Almanya’nın Hırvatistan’ın BM ye Kabul edilmesinde önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Almanya tarafından tanınması Yugoslavya’nın parçalanmasının mihenk taşlarından biridir ve uluslararası politikada kendisine önemli bir hami bulunduğunu hissettirmiştir. Ülkenin bağımsızlığını tanıyan ilk devletlerden biri de Türkiye’dir. Bağımsızlıktan hemen sonra Ticaret ve Ekonomi İşbirliği Anlaşmaları imzalanmış ve olumlu ilişkiler sergilenmiştir. Siyasi açıdan bakılacak olursa Brüksel Zirvesi ise iki ülkenin kaderlerinin birleştiği bir öneme sahiptir.

 

  1. Makedonya

Makedonya, 19. yüzyılın sonlarından itibaren bölgesel güçlerin irredentist emellerinin birbiriyle kesiştiği bir çatışma fayı haline gelmiştir. Ülkenin fiziksel boyutuyla kıyas kabul etmeyen stratejik bir önemi vardır. Makedonya’nın geçmişine bakıldığında ise Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı gibi Doğu Akdeniz’i derinden etkileyen büyük medeniyetlerin etkisi altında geliştiği görülmektedir. 1990’ların başından 2000’li yılların başına kadar sancılı bir süreç geçirmiştir. Ülke, yine aynı dönem çok partili hayata geçme kararı almıştır. Genel olarak Batı ile Makedonya Cumhuriyeti arasındaki ilişkilere bakıldığında ise birbirini izleyen üç dönem ve de üç farklı stratejiden bahsetmek mümkündür. Birinci dönem, bağımsızlığını ilan ettiği 1991’den 1995’e kadar sürmektedir. İkinci dönem, AB ve ABD ile çatışmaların önlenmeye çalışıldığı bir süreci kapsar. Bu süreçte Makedonya güvenliğini tehdit edecek durumlardan kaçınılmıştır. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerle ilişkiler kurulmuştur. Diğer önemli bir dönem ise ülkenin Türkiye ile olan ilişkileridir. Türkiye, Makedonya Cumhuriyetini deklare ettiği adıyla tanıyan ilk grup devlet arasındadır. Makedonya, Türkiye’nin önemli ticaret partneri ve transit bölge olarak jeostratejik önemi olan bir ülkedir. Ayrıca Makedonya’nın güvenliği Türk Devleti açısından burada yaşayan Türk azınlık nedeniyle de hayati bir öneme sahiptir. Tüm bunlara ek olarak, ülkenin dini ritüelleri folklorik zenginliğinin bir parçası olarak görülmüştür. Türkiye, Makedonya’nın NATO ve AB üyeliğini desteklemektedir. Son dönemde iki ülke arasında özellikle kültürel ilişkiler alanında sıkı bir işbirliği sürecine girilmiştir. Osmanlı tarihi eserlerinin onarılması ve turizme kazandırılması açısından Makedonya’ya önemli katkılar da yapmaktadır.

 

  1. Kosova Cumhuriyeti

Kosova, hem Sırpların hem de Arnavutların birbirleriyle çelişen tarihsel iddialarına konu olmuştur. Fransız Devrimi sonrasında ise Balkanlardaki Slav ulusları, Osmanlı yönetimine karşı milliyetçi taleplerini açıkça ortaya koymaya başlamışlardır. Bu durum Osmanlı’nın Balkan topraklarında bağımsızlıklarına kavuşan yeni devletlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Kosova’ya cumhuriyet statüsü tanınmasının asıl nedeni ise pratikteki politik nedenlerdir. Ancak 1974 Anayasası’nın kabulüyle özerk statüsünde iyileştirmeler yapılmıştır. Kosova, kendi anayasasıyla bir devletin sahip olduğu temel unsurları elde etmiştir. Bağımsızlık sonrası dönemde Kosova; anayasa, istihbarat teşkilatı, hafif silahlı bir savunma gücü, milli marş, bayrak ve pasaport gibi bağımsız bir devlet olmanın gerekliliklerini ve sembollerini oluşturmuştur. Devlet olma durumunu etkileyen bir başka önemli sorun ise bağımsız Kosova Cumhuriyeti’nin uluslararası toplum tarafından tanınmasıdır. En önemli ortak çıkar AB vizyonu çerçevesinde insan ve topluluk hakları, demokrasi ve ekonomik gelişmenin gerçekleştirilmesidir. Bu yöndeki çabalar, Kosova’nın 2006’da AB’nin İstikrar ve Ortaklık sürecine dahil edilmesiyle başlamıştır. Bir Avrupa perspektifi sağlamak için kendi ulusal mevzuatını AB mevzuatı ile uyumlu hale getirme çabalarına girilmiştir. 2009’dan itibaren yüksek düzeyli diyalog toplantıları başlamıştır. Bu görüşmelerdeki öncelikli konular şunlardır: Sırbistan ile ilgili yapıcı işbirliği, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunması, yolsuzluk ve organize suça karşı mücadele ve demokratik yönetimin sağlanması. Kıbrıs, Yunanistan, İspanya, Slovakya ve Romanya dışındaki AB üyesi ülkeler Kosova’nın bağımsızlığını tanımış olsalar da bu beş AB üyesi ülke devletin tanımama kararı almış olması Kosova’nın AB ile ilişkilerde açık bir vizyonun geliştirilmemesine yol açmıştır. Türkiye siyasi, kültürel ve coğrafi olarak bir Balkan ülkesidir ve bu bölgedeki gelişmelerden yakından etkilenmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgeye yönelik politikasını etkileyen önemli gelişmelerden birisi de Kosova sorunu olmuştur. Yugoslavya’nın toprak bütünlüğü içerisinde çözüm bulunmasını istemiştir. Türk dış politikası açısından önemli konulardan bir tanesi de Kosova’da bulunan Türk azınlığın statü meselesidir. Bu nedenle Türkiye, Kosova konusunda çok taraflı hareket etme tercihinde bulunmuştur. Kosova’nın tanınması AB ve ABD’nin önde gelen ülkeleri ile ilişkilerini de etkileyecektir. Genel anlamda Kosovalı yetkililer, ülkelerinin bağımsızlığı ve gelişimi için Türkiye’nin desteğini ararken Türkiye’nin Kosova’nın iç işlerine karışılmasını istememektedir.

 

Sonuç

Balkanlar, yüzyılın eskitemediği bir coğrafya olarak kabul edilmektedir. Bu bölgenin üç farklı kültürü birbirinden ayıran fay hatları ile bölündüğü görülmektedir. Genel olarak bakıldığında Balkanların bir modernleşme çizgisinde ilerlediği kabul edilmelidir. Bununla birlikte, modernleşmenin tek tip olmadığını ve Avrupa modelinin evrenselliğinin kuşkulu olduğunu belirten görüşler dikkate alındığında Balkanlar açısından net bir resim çizmek zorlaşır. Aslında AB’nin Balkanlardaki rolü ileriye yönelik projeksiyonların ortaya konmasını olağanüstü derecede kolaylaştırmıştır. Soğuk Savaş sonrası Türkiye ve Balkanlar coğrafyasının 1990’larda yaşadıkları siyasal ve toplumsal dönüşüm, Transatlantik entegrasyon süreçlerini de etkilemektedir.

 

DİDEM ŞİMŞEK

Balkan Çalışmaları Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

Previous article
Next article

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...