1980’lerin sonunda dünyada yaşanan gelişmelere paralel Balkanlar coğrafyasında da büyük dönüşümler gerçekleşmiştir. Rejim değişikliği ile demokrasiye ve serbest piyasa ekonomisine hızlı bir şekilde geçiş yapan bölge ülkeleri için özellikle ilk on yıl, gerek devlet inşa süreçlerinin tamamlanması gerekse ekonomik sistemin yeniden yapılandırılması açısından son derece sancılı geçmiştir. Bu dönemde, Avrupa-Atlantik kurumları ile bütünleşme temel hedefi doğrultusunda yüzlerini Batı’ya dönen Balkan ülkeleri, günümüzde mevcut değerler sistemindeki yeni yerlerini almışlardır. Bugün birkaçı dışında her biri NATO ve AB üyesi olmuş veya üyelik yolunda ciddi adımlarla ilerlemektedir.
Bulgaristan da istisnasız bu süreçten payına düşeni almış, bir taraftan 1997 yılında ciddi bir ekonomik krizi tecrübe ederek piyasadan, yolsuzluğa bulaşmış irrasyonel çalışan kurumları tasfiye etmiş, bir taraftan da sınırları içerisinde bulunan azınlıklara yönelik politikalarıyla önemli bir demokrasi sınavı vermiştir. Söz konusu bu geçiş döneminin en önemli özelliği ise, yaşanan tüm siyasi ve ekonomik zorluklara rağmen, Bulgaristan’da aşırı milliyetçiliğin tutunamamış olmasıdır. Bilindiği üzere, 1990’ların başında sivil toplumun mobilizasyonu “demokrasi”, “insan hakları” ve “azınlıklar için eşitlik” sloganları altında gerçekleştirilmiş; milliyetçi ve azınlık karşıtı söylemlerle siyasal alanda meydana çıkan küçük partiler Bulgar toplumunda kabul görmeyerek kısa zamanda marjinalleşip siyasi ağırlıklarını yitirmişlerdir. Ülkenin etnik çeşitliliğe sahip ve politikacılarla bazı devlet kurumlarının sıklıkla başvurdukları spekülasyonlara rağmen, geçişin ilk yıllarında Bulgaristan’daki milliyetçiliğin, diğer Balkan ülkelerinden farklı olarak, çatışma ve şiddete dönüşmemesi, uluslararası alanda da kayda değer bir başarı olarak takdirle karşılanmıştır.
Fakat özellikle 2000’li yıllardan itibaren AB üyeliği hedefi çerçevesinde Bulgar hükümetinin gerçekleştirdiği hızlı reform süreci ve azınlıklara tanınan ‘geç kalınmış’ haklardan rahatsız olan milliyetçi çevrelerin yeniden harekete geçmesiyle ülkedeki etnik barışı tehlike altına sokacak gelişmeler yaşanmaya başlanmıştır. 2005 yılında Volen Siderov önderliğinde kurulan ve Türk karşıtlığı üzerinden politika yapan ATAKA ile benzer çizgide yer alan ve 2006 yılında kurulan Boyko Borisov önderliğindeki GERB’in siyasi sahnede hızla yükselerek, 2009 seçimlerinde ülkede iktidar koltuğuna birlikte oturmaları, bunun en açık göstergesi olmuştur. Yaklaşık iki yıllık hükümetleri döneminde, bu iki liderin birlikte hareket ederek bilhassa ülkedeki Türk azınlığın temel hak ve özgürlüklerine dair kısıtlayıcı girişimleri ve Türkiye ile ilişkilerde fevri çıkışları dikkat çekmektedir. Ankara Büyükelçisinin geri çağırılması ve yaklaşık 1 yıl boyunca yerine başka birinin atanmaması, Devlet Televizyonunda Türkçe yayınların kaldırılması çabaları, Bulgaristan dışında yaşayan vatandaşların oy kullanma haklarına ilişkin hazırlanan yasa tasarısı, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı başlatılan imza kampanyası, 1925 Antlaşmasına dayanan tazminat talebi bunlardan sadece birkaçıdır. İlaveten, uzun süredir devam eden müftülük krizi halen neticelendirilmemiştir. Hükümet, Bulgaristan Müslümanlarının uluslararası anlaşmalara ve iç hukuk kurallarına uygun olarak seçilmiş olan Müftü Mustafa Hacı Aliş’i tanımamakta ısrarcıdır. Onun yerine mahkeme kararı ile atanan Nedim Gencev’i desteklemektedir.
Tüm bunlar, Bulgaristan’da son dönemde milliyetçiliğin arttığına işaret etmektedir. Öyle ki, şu ana kadar Bulgaristan siyasi tarihinde, iktidar ve ideolojisi ne olursa olsun, kişilerin temel hak ve özgürlüklerinde bu denli kısıtlama girişimlerine gidildiği görülmemiştir. Bihassa azınlıklar meselesi özelinde bakıldığında, 1990’larda demokrasiye geçişle birlikte beklenenin aksine baskı ve kısıtlamalar gün geçtikçe etkisini arttırmıştır. Son dönemde ATAKA ve GERB’in bayraktarlığında gündemden hiç düşmeyen azınlıklara yönelik katı politikalar, başta AB olmak üzere uluslararası insan hakları değerlendirme kuruluşlarının raporlarında da sürekli eleştirilmektedir. Bu durum sadece Bulgaristan için değil, azınlık haklarının korunması, temel prensiplerinin başında gelen AB için de lekeli bir sicil oluşturmaktadır.
Konuyla ilgili Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin Dostları Grubu’nun Ankara ziyaretleri kapsamında USAK’a gelen bir grup parlamenterden biri olan HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) Bulgaristan Milletvekili Sayın Metin Kazak ile geçtiğimiz yıl sonunda kısa bir söyleşi yapma imkanımız olmuştu. Bu vesileyle yazımı bu görüşmeden notlarla sonlandırmak anlamlı olacaktır.
M. Vatansever: Henüz 2005 yılında kurulmuş olmasına rağmen 2009 seçimleri sonrasında GERB’in hükümet ortağı olan ve Türk karşıtlığı üzerinden politika üreten aşırı milliyetçi ATAKA partisinin Bulgaristan siyasetindeki söz konusu yükselişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
M. Kazak: Bulgaristan siyasetinde milliyetçi partiler her zaman var olmuştur. Fakat son dönemde, küresel ekonomik krizin de etkisiyle ülkede ciddi bir ekonomik darboğazdan geçmekteyiz. İşsizlik oranları sürekli artmaktadır. Hükümet henüz ekonomik krizle ilgili kapsamlı bir politika geliştirememiştir. Böylesi bir ortamda, ATAKA başta olmak üzere milliyetçi bazı siyasi partiler söylemlerini daha da sertleştirebilmektedir.
M. Vatansever: ATAKA en son Türkiye’nin AB üyeliğinin Bulgaristan’da referanduma götürülmesi tartışmaları ile gündeme geldi. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
M. Kazak: Son dönemde bildiğiniz gibi AB ülkelerinin genelinde Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili ciddi tartışmalar yapılmaktadır. Bulgaristan da benzer bir süreçten geçmektedir. Ancak diğer taraftan bazı aşırı sağ partiler bu durumu siyasi rant olarak görmeye başlamış ve mesele üzerinden politika üretme yoluna gitmiştir. ATAKA ve VMRO bunların başında gelmektedir. VMRO, Türkiye’nin AB üyeliğinin referanduma götürülmesi konusunda, halktan 300 bin civarında imza topladı. Ardından, VMRO Başkanı Krasimir Karakaçanov hükümet yetkilileri ile bir görüşme yaptı ve bu konuyu Türkiye’ye AB üyeliği için kesin bir tarih verildikten sonra gündeme getirmelerinin daha doğru olacağı konusunda anlaşmaya vardı. Bunun üzerine ATAKA itiraz ederek, VMRO gündeme getirmiyorsa biz getiriyoruz diyerek parlamentoya taşıdı. Ancak hem iktidar hem de muhalefet bu sorunun şu an görüşülmesinin erken olduğuna inanmaktadır. O nedenle ATAKA’nın teklifi parlamentoda reddedilmiştir.
M. Vatandever: Bu durumda GERB iktidar olmanın sorumluluğunu yerine getirdi diyebilir miyiz?
M. Kazak: Evet, hem GERB hem de muhalefet bu konuyla ilgili rasyonel davranıp doğru bir adım atmıştır. Sanıyorum ki, bu konu uzun bir süre yeniden Bulgaristan parlamentosunun gündemine gelmeyecektir.
M. Vatansever: Son dönemde, Türkiye komşularıyla iyi ilişkiler geliştirme üzerine kurduğu bir dış politika anlayışıyla hareket etmektedir. Bu kapsamda, Türkiye-Bulgaristan ikili ilişkilerini, milliyetçi kesimlerin söylemlerini dışarıda tutup hükümetler düzeyinde değerlendirdiğimizde, görece olumlu seyrettiğini görmekteyiz. Referandum tartışmalarının bu anlamda ikili ilişkilere etkisi ne olmuştur?
M. Kazak: Dilerim ki etkilemez. Bulgaristan’da, her zaman, Türkiye’ye karşı, tarihsel refleksleri kuvvetli, aşırı milliyetçi bazı kesimler tarafından benzer çıkışlar olabilir. Ancak Bulgaristan devletinin genel stratejisi Türkiye’yi dost bir komşu ülke olarak görmektir. Bu anlamda Bulgaristan resmi düzeyde ve prensipte Türkiye’nin AB üyeliğini de desteklemektedir. Aynı şekilde Türkiye de 1990’larda Bulgaristan’ın NATO ve AB üyeliğini desteklemiştir. İlişkilerin bu zeminde yürütülmeye devam etmesi hem Bulgaristan hem Türkiye hem de bölgenin geleceği açısından önemli katkılar sunacaktır.
M. Vatansever: Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler.
M. Kazak: Ben teşekkür ederim.
Muzaffer Vatansever
USAK AB Araştırmaları Merkezi