Bulgaristan’da Asimilasyon Davasına Zaman Aşımı

<<“Irktaş ve dindaşlar!..

Mal ve yurt kolay ele geçmez. Aba ve ecdadından kalan sevgili yurdunuzun kıymetini biliniz. Bunlar elden çıktıktan sonra tekrar ele geçmez. Son pişmanlık fayda etmez…

Hicret etmek düğüne gitmek değil, ateşten gömlektir, afettir.>>

Sofya’da çıkan Rehber gazetesinde yer alan 1930 tarihli “Hicret mi Felaket mi?” başlıklı bir makaleden E. Büyükelçi Bilal Şimşir tarafından alıntılanan bu metin, Bulgaristan Türklerinin makus talihi göçün en anlamlı özeti olsa gerek. Dönemin entelektüelleri, Bulgaristan topraklarının Türklerin de yurdu olduğunu ve bırakılıp gidilmemesi gerektiğini savunuyordu. Ancak Türk azınlığın, kendilerine yapılan zulümlerden dolayı gitmeye mecbur bırakıldıkları hem Türkiye’de hem Bulgaristan’da yayınlanan gazetelerde çeşitli haberlerle yer alıyordu.

1923-39 yılları arasında 198.000’den fazla Bulgaristan Türkü, Türkiye’ye göç etti. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda özerklik kazanan Bulgaristan Prensliği döneminden bu yana ise beş büyük göç dalgası yaşandı ve toplamda 2 milyon civarında kişi Türkiye’ye muhacir olarak geldi. Bunlar arasında en büyük ve yoğun göç dalgası 1989’da gerçekleşti. Yaklaşık üç aylık süre zarfında 360.000’den fazla Bulgaristan Türkü “turistik geziye gönderilme” adı altında sınır dışı edildi. Öncesinde ise yaklaşık 5 yıl boyunca yürütülen resmi asimilasyon politikasına tabi tutulmuşlardı.

Devlet Eliyle Zorla Asimilasyon ve 1989 Göçü

Günümüzde araştırmacıların bilgisine sunulan Komünist Parti’nin en üst karar alma birimi olan Politbüro arşiv belgelerine göre, 1984 yılı sonlarından itibaren Türklere yönelik yürütülen ve “yeniden doğuş süreci” olarak adlandırılan asimilasyon politikası kapsamında alınacak tedbirlerin bir kısmı şu şekilde sıralanmıştır:

1- Türk isimlerinin Slav isimlerle değiştirilmesi,

2- Kamusal alanlarda Türkçe konuşulmasının yasaklanması,

3- Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerdeki ailelerin alınarak, Bulgarların çoğunlukta yaşadığı bölgelere yerleştirilmesi,

4- İslam dini ile ilgili tüm özgürlüklerin kısıtlanması,

5- Türkçe eğitim kurumlarının ve Kur’an kurslarının kapatılması,

6- Alınan kararlara uymayanların para ve hapis cezasına tabi tutulması.

17 Nisan 1986’da yeniden doğuş sürecinin gerçekleşmesine yaptıkları katkıdan dolayı İçişleri Bakanlığı’ndaki yöneticiler ve üst düzey subaylardan oluşan 179 kişiye, Todor Jivkov tarafından bizzat kendi eliyle devlet nişanı verildi.

Yaklaşık beş yıl boyunca devam eden baskılar ve Türk azınlığın gösterdiği direniş, 1989 yılı başlarından itibaren dünya kamuoyunda da duyulmaya başlandı. Jivkov yönetimi Türklerin asimile edilmesinde istenilen başarının elde edilemediğini görünce, ikinci aşamaya geçerek zorunlu göç politikasını uygulamaya koydu. 29 Mayıs 1989’da Bulgaristan Ulusal Radyosu’ndan yapılan bir açıklama ile sınırların açıldığı ve isteyen herkes için Bulgaristan dışına çıkmanın serbest olduğu duyuruldu. Böylece gerek iç gerek dış kamuoyunda zorunlu göç “gönüllü gidiş” olarak gösterilmeye çalışıldı.

Nitekim göçün ilk aşamasında, 7.000’den fazla kişi, normal bir seyahate gidermişçesine yanlarına sadece 30 kilo eşya almalarına izin verilerek evlerinden jandarma ve asker eşliğinde zorla çıkartılıp 24 saat içerisinde sınır dışı edildi. Aynı haneye mensup kişilerden bazıları gönderilirken bazılarına çıkış izni verilmedi ve aileler parçalandı. İkinci aşamada, vize alarak yollara düşen Türkler, Kapıkule sınır kapısında kilometrelerce uzunlukta kuyruklar oluşturdu. Üç aylık süre zarfında 360.000’den fazla Bulgaristan Türkü, Türkiye’ye giriş yaptı.

Asimilasyon Davasında Zaman Aşımı

Bulgaristan, 10 Kasım 1989’da Jivkov yönetimine parti içi bir darbeyle son verilmesi ve ardından demokrasiye geçiş ile birlikte asimilasyon politikası ve zorunlu göçün etkilerini silmeye çalıştı. 29 Aralık 1989’da Komünist Parti Politbürosu tarafından zorla isim değiştirme kampanyasının yanlışlığına ve Türklerin haklarının iade edilmesine dair kararlar yayınladı. Ulusal Meclis, 15 Ocak 1990’da totaliter rejimin politikalarını kınayan bir bildiri kabul etti. Ardından 1990’lar boyunca aralıklarla kanunlar çıkartılarak Türklerin vatandaşlık hakları geri verildi.

31 Ocak 1991’de, Komünist dönemde Türklere karşı uygulanan asimilasyon politikasının sorumlularının yargılanması amacıyla bir dava da açıldı. Yıllarca delil yetersizliğinden ve Türkiye’ye göç etmiş olan mağdurların ifadelerine ulaşılamıyor olmasından karara bağlanamayan dava, geçtiğimiz ay (18 Temmuz 2012’de) zaman aşımına uğradı. İtirazlar sonrasında mahkeme geçen hafta zaman aşımı süresini sözde uzatarak üç ay ertelenmesine karar verdi. Oysa 11 Ocak 2012’de Bulgaristan Ulusal Meclisi’nde kabul edilen “Bulgaristan Müslümanlarına Karşı Uygulanan Zorla Asimilasyon Sürecinin Kınanmasına İlişkin Bildiri” iki ülkedeki pek çok kişiyi sevindirmiş, diplomatik düzeyde önemli bir iyi niyet göstergesi olarak değerlendirilmiş ve olumlu gelişmelerin yaşanacağına dair beklentiyi arttırmıştı.

Üstelik bildirinin son maddesi “Bulgar adaleti ve Bulgaristan Cumhuriyeti Başsavcısı’nı, sözde ‘Soya Dönüş Süreci’nin suçlularına karşı başlatılan davanın sonuçlandırılması için her türlü çabayı sarf etmeye çağırıyoruz. Bunun üzerinin zaman aşımı ile örtülmeye çalışılması, bu suçu gerçek suçlulardan tüm Bulgar halkı üzerine yıkmaktadır.” cümlesi ile bitiyordu. Aradan geçen yedi ay sonra, asimilasyon dava dosyasının zaman aşımı ile kapatılmaya çalışılması oldukça vahim bir çelişkidir.

Bulgaristan Geçmişiyle Hesaplaşmalı

Bugüne kadar Bulgaristan resmi makamları çeşitli platformlarda birçok kez özür diledi. 29 Temmuz 1997’de Ankara’ya gelen Bulgaristan Cumhurbaşkanı Petar Stoyanov’un, TBMM Genel Kurulu’na hitaben yaptığı konuşmada “Komünist rejim döneminde, Türklerin adlarının değiştirilmesi, yakın tarihimizin en utanç verici sayfalarından biriydi” dedi. 5-6 Kasım 1998’de İstanbul ve Bursa’ya ziyaretlerde bulunan Başbakan İvan Kostov, muhacirlere hitaben özür içeren bir konuşma yaptı. Nisan 2006’da ise Başbakan ve Bulgaristan Sosyalist Partisi lideri Sergey Stanişev bu kez Sofya’da düzenlenen HÖH Kongresi’nde özür diledi. Son olarak 11 Ocak 2012’de Bulgaristan Ulusal Meclisi tarafından asimilasyon sürecini “etnik temizlik” olarak kabul eden ve 1989 zorunlu göçünü kınayan bildiri kabul edildi. Ayrıca bugüne kadar ülkede, asimilasyon politikasını eleştiren on yedi civarında kitap basıldı.

Ancak atılan adımlar, özür dilenmesi ve kınama bildirisi yayınlanmasından öteye geçemedi. Tüm bunlar meselenin sadece ahlaki boyutunu oluşturuyor. Oysa Bulgaristan’ın geçmişiyle hesaplaşmasının diğer boyutları da var. Bunlardan en önemlisi cezai kovuşturmalar. Ne yazık ki bugüne kadar ülkede hiçbir görevli yargılanıp cezalandırılmadı. Üstelik 1986’da devlet nişanı alanların isim listesinin bulunuyor olmasına rağmen…

Hesaplaşmanın bir başka boyutu ise, çeşitli AB ülkeleri tarafından kabul edilmiş olan, totaliter/komünist yapılarla doğrudan bağlantılı kişilerin üst düzey kamu görevleri üstlenmelerinin yasaklanması, diğer bir ifadeyle “temizlik kanunu” (lustration law) olarak da bilinen yasanın Bulgaristan’da da kabul edilmesidir. Nitekim zamanında asimilasyon sürecini sessizlik içerisinde izleyenler ve bu suça bizzat iştirak edenler, cezalandırılmak bir yana devletin üst kademelerinde görevlere atandılar.

Dolayısıyla Bulgaristan’ın kat etmesi gereken daha uzun bir mesafe söz konusu. Atılan adımlar iyi niyet göstergesi açısından şüphesiz önemli gelişmelerdir. Ancak AB üyesi ve çağdaş devletler siteminin bir parçası olan Bulgaristan’dan beklentiler çok daha fazladır. Uluslararası hukuka göre insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamına giren asimilasyon gibi bir meselede zaman aşımı kriteri uygulamak sadece Bulgaristan demokrasisine gölge düşürmekle kalmaz aynı zamanda sahiplendiği Avrupalı değerler sisteminden dışlanmasına da zemin hazırlar.

Muzaffer KUTLAY

USAK AB Araştırmaları Merkezi

Balkanlar Uzmanı

Kaynak: USAK

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...