Yunanistan’dan sonra Türkiye’nin Balkanlar’daki bir diğer komşusu Bulgaristan da bugünlerde toplumsal bir karmaşa içerisine sürüklenmiş durumdadır. Büyük çaplı bir ekonomik kriz yaşayan ve iflas bayrağını çekmek üzere olan Yunanistan’ın aksine Bulgaristan’daki sorun etno-kültürel ve dinsel bir nitelik taşımakta ve hâkim çoğunluk ile azınlıklar arasındaki toplumsal ve kültürel ayrım çizgilerinin üzerinden ilerlemektedir. 23 Eylül 2011’de Bulgaristan’ın en büyük ikinci şehri olan Plovdiv (Filibe)’e bağlı bir kasaba olan Katunitsa’da gerçekleşen bir ölümlü trafik kazası, Bulgaristan gibi farklı etnik ve dinsel unsurları bünyesinde bulunduran bir ülkede bir kazanın dahi nelere yol açabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim Roman kökenli bir Bulgar vatandaşının 19 yaşındaki bir Bulgar gencine çarparak ölümüne neden olması, etnik gerilimin bir anda yükselmesine neden olmuş ve hâkim çoğunluk olan Bulgarlar, Romanlar ve Türklere karşı tedhiş hareketlerine yönelmiştir.
Olayların fitilini ateşleyen trafik kazasına karışan Roman kökenli Bulgar vatandaşı, Katunitsa Kasabası’nı kontrolü altında tutan Roman kökenli mafya lideri Kiril Raşkov’ın adamlarından biridir. Kurduğu organize suç şebekesi ile Katunitsa halkına yıllardan bu yana rahat yüzü vermeyen Raşkov’a karşı birikmiş olan kin, bu trafik kazası ile patlama noktasına gelmiş ve insanlar sokaklara dökülerek Raşkov’a tepkilerini gösterme çabası içerisine girmişlerdir. Ne var ki, bu noktada işler kontrolden çıkmış ve bir mafya liderine karşı tepki niteliği taşıması beklenen gösteriler, milliyetçi Bulgarların kontrolüne girmiş ve yabancı düşmanlığı ekseninde şekillenmeye başlamıştır. Katunitsa gibi küçük bir kasabada lokal bir asayiş olayı olarak ortaya çıkmış olan bu gelişmenin, daha sonra bütün Bulgaristan’a yayılması ve büyük şehirlerde Türkler ve Romanlara karşı nefret gösterilerine dönüşmesi, Bulgar toplumunda ciddi bir gerginliğin ve yabancı düşmanlığının oluştuğunu göstermektedir.
Bulgaristan Nüfusu’nun %85’ini etnik Bulgarlar oluşturmasına karşın, nüfusun yaklaşık %10’unu Türkler, %4,5 kadarını da Romanlar oluşturmaktadır. Hatta Romanların nüfusunun belirtilen oranın çok daha üzerinde olduğuna dair tespitler de yapılmaktadır. Hem Türkler, hem de Romanlar Bulgaristan’ın hemen her bölgesinde bulunmalarına karşın aralarında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Her şeyden önce, Türklerin parlamentoda kendilerini temsil eden ve daha önce iktidar ortağı da olmuş Hak ve Özgürlükler Hareketi adlı bir siyasal partileri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Bulgar Türkleri, kendilerini temsil edecek çok sayıda sivil toplum inisiyatifi oluşturmuşlar ve iş dünyasının içerisinde de yer almaya başlamışlardır. Soğuk Savaş’ın son döneminde Todor Jivkov tarafından kendilerine uygulanan inkâr ve asimilasyon politikalarının sona ermesinin ardından Bulgaristan Türkleri, Türkiye ile bağlarını da güçlendirerek Bulgaristan’ın muteber vatandaşları haline gelmişlerdir. Bu gelişimin yaşanmasında Bulgaristan ile Türkiye arasında gelişen ikili ilişkilerin de büyük payı vardır. Bulgaristan Türkleri, Bulgaristan’ın bütünlüğüne ve toplum düzenine zarar verecek eylemlerden kaçınmakta ve eğitim seviyelerini yükselterek Bulgar toplumuna eklemlenme çabası içerisine girmektedirler. Roman kökenli Bulgar vatandaşları ise, içe kapanık, suça meyilli, eğitimsiz ve Bulgar toplumundan kendilerini soyutlama eğilimi içerisindedirler. Bunun yanı sıra, Romanların kendilerini temsil eden siyasi bir temsilcilerinin olmadığını ve sorunlarını dile getirecek temsilciler çıkarma yönünde pek de çaba göstermediklerini de belirtelim. 2007’den bu yana AB üyesi olan Bulgaristan, AB’nin de yoğun baskısı ve desteği ile Romanlara ilişkin çeşitli iş ve eğitim programları başlatmış olmasına karşın, bu programlardan istenen sonuç alınamamıştır. Bunun en önemli nedeni ise, Romanların, bu programlara gereken ilgiyi göstermemeleri olmuştur. Bugün itibarıyla Romanların, Bulgar toplumundan kendilerini soyutlayarak ve gettolaşarak yaşadıkları söylenebilir. Eğitimsiz ve işsiz oldukları için suç örgütleri oluşturmaya ya da bu örgütlere katılmaya oldukça yatkın olan Roman kökenliler, Katunitsa Olayı’nda olduğu üzere toplumun geneline ilişkin çok ciddi asayiş sorunları da yaratabilmektedirler.
Ne var ki, Katunitsa’da gerçekleşen trafik kazasının ardından ortaya çıkan durum oldukça vahim bir tabloya işaret etmektedir. Romanların yarattığı asayiş sorunları genel olarak ciddi bir problem yaratmaktadır, ancak, Bulgarların bir trafik kazasından yola çıkarak ülkede yaşayan tüm etnik ve dini grupları töhmet altında bırakacak açıklamalar yapmaları ve bu gruplara ait evleri, işyerlerini, ibadethaneleri, vb. yakıp yıkmaları AB üyesi bir ülke için kabul edilemez bir tutumdur. Bu gösteriler ve tedhiş eylemleri esnasında Türklerin evlerine, işyerlerine ve camilerine de birtakım saldırılar düzenlenmiştir. Hatta aşırı milliyetçilerin sloganlarından biri de “Türkleri kılıçtan geçirelim” şeklindedir. Bu durum, Bulgar toplumunun birtakım rahatsızlıklardan muzdarip olduğunu ve bu rahatsızlığın aşırı milliyetçilik şeklinde yansıtıldığını gösteriyor. Avrupa’da artan yabancı düşmanlığı ve hoşgörüsüzlük de, Bulgar toplumunun etkilendiği bir diğer gerçeklik olarak görülmelidir.
Bulgar milliyetçiliği ve yabancı düşmanlığı temelinde örgütlenen gösterilerin gerisinde, aşırı milliyetçi Volen Siderov’un liderliğini yürüttüğü ATAKA Partisi yer almaktadır. Genel siyasal anlayışını Türk düşmanlığı ekseninde kurgulamış olan bu popülist lider, Bulgaristan’ın içerisinde bulunduğu ekonomik sorunlardan da yararlanarak oy potansiyelini arttırmaktadır. Nitekim bugün itibarıyla Bulgaristan’da işsizlik %14’lere kadar ulaşırken, her beş aileden birinin aylık geliri yoksulluk sınırının da altında kalmaktadır. Hatta Bulgar Hükümeti’nin yaptığı kamu harcamalarının dengelenebilmesi için bazı memurların işten çıkarılması dahi konuşulabiliyor. Bahsettiğimiz bu ekonomik sorunlar, Romanların karıştığı asayiş olayları ve AB’nin Bulgaristan’a uyguladığı ayrımcı tedbirler ile birleştirildiğinde (Bulgaristan yolsuzluk ve örgütlü suçlarla mücadelede yetersiz kaldığı için AB tarafından Schengen Bölgesi’ne dâhil edilmedi) milliyetçilik temelinde siyaset yapan bir parti için uygun olan ortam yaratılmış olmaktadır. Volen Siderov ve partisi ATAKA da, son olaylarda da görüldüğü üzere, bu fırsatı çok iyi değerlendirmekte ve taraftarlarını arttırmaktadır. Katunitsa Olayı’nın ülkeyi karıştırdığı ve özellikle Türklerin ciddi tehditler ile karşı karşıya kaldıkları bir dönemde, 23 Ekim’de hem cumhurbaşkanlığı seçimini hem de yerel seçimleri gerçekleştirecek olan Bulgaristan’da milliyetçi ATAKA’nın oylarını arttırabileceği bir gerçekliktir. Katunitsa Olayı, en çok Volen Siderov’u memnun etmiş olsa gerektir.
Dış politikasını komşularla sorunları en aza indirmek şeklinde belirlemiş olan Türkiye, 2000’li yıllardan itibaren Bulgaristan ile siyasal anlamda ciddi bir kriz yaşamamıştır. Hatta son yıllarda iki ülke arasında ekonomik, siyasal ve kültürel anlamda bir bahar havasının yaşandığı da söylenebilir. Ne var ki, Bulgaristan Türklerinin son dönemde yaşadığı sıkıntıların giderilmesi bağlamında, Bulgaristan Türklerinin de isteğine uygun olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Bulgar Hükümeti nezdinde gerekli girişimleri yapmaları gerektiği de ortadadır. Başbakan Erdoğan, sorunun devam etmesi halinde, önümüzdeki dönemde ani bir Sofya Gezisi düzenleyerek Bulgar Hükümeti’ne gerekli mesajları verebilecektir. Böyle bir gezi, bölgesinde lider bir ülke haline gelen Türkiye’nin Bulgaristan’daki soydaşlarına vereceği bir güvence niteliğini de taşıyacaktır.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi