İç savaşı durduran ve kan dökülmesini engelleyen, ancak, toplumlar arası gerginliği merkezi bir otoritenin oluşumunu ve siyasal istikrarı imkansız kılacak yönetimsel düzenlemeler eliyle donduran Dayton Antlaşması ile yaratılan Bosna-Hersek’te halk yedinci kez sandık başına gitti. Üçlü devlet başkanlığı konseyi üyelerinin yanı sıra hem federe birimlerde hem kantonlarda hem de entitelerde yer alan parlamento üyelerinin belirlenmesini sağlayacak olan seçimler, olaysız bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Ancak Bosna-Hersek vatandaşlarının önemli bir bölümünün gerek seçim öncesi, gerekse de sonrası yaptıkları değerlendirmeler, ülkenin içerisine sürüklendiği siyasal ve ekonomik kriz ortamından mevcut sistemi meşrulaştıracak ve bu sistemin devamlılığını sağlayacak seçimler eliyle çıkılmasını mümkün görmediklerini açıkça betimlemektedir. Bu bağlamda, Bosna’da düzenlenen seçimleri “umudun yansıması” olarak görmek pek de mümkün olmamaktadır.
Halkın yönetimsel işleyişe ilişkin olumsuz yaklaşımı seçimlere katılım oranının %54 düzeyinde kalmış olmasından da rahatlıkla anlaşılabilir. Boşnak, Hırvat ya da Sırp fark etmeksizin tüm Bosnalılar, seçim sonuçlarıyla herhangi bir şeyin değişmeyeceğini düşündüklerinden sandığa gitmeyi istememiş, gidenler de “Bosna-Hersek vatandaşlığı” ekseninde değil de kendi etnik kimliklerini meşrulaştırabilme anlamında tercihlerde bulunmuşlardır. Nitekim Bosna-Hersek’te etkin konumda olan tüm partiler ve aktörler siyasal sistemin işleyişine, ekonomik ve sosyal sorunlara ve ülkenin geleceğine ilişkin tercihleriyle değil etnik ve hatta dinsel kimliklerine ne kadar bağlı olduklarına referansla siyaset yapmaktadır. Bu bağlamda, Bosna’daki siyasal işleyişin etnik bir anlamlandırmayı yansıtan, konsolide eden ve ülke içindeki toplumsal/siyasal ayrımları meşrulaştıran bir araç olarak görülmelidir. Boşnakların ve Hırvatların Bosna-Hersek Federasyonu adıyla bir federe birim içerisine sıkıştırıldığı, bu federe birim içerisinde Boşnak ve Hırvat etnik kimliğine referansla kurgulanmış çok sayıda alt yönetimsel birimin (kanton) ve hükümetin var olduğu, Sırpların ülke topraklarının neredeyse yarısını kontrolü altında tutan Bosna Sırp Cumhuriyeti adında görünüşte “federe” ancak fiilen neredeyse “bağımsız” bir yönetim içerisinde yaşadıkları, Brcko bölgesinin “özerk” bir yönetime sahip olduğu ve birisi “federal parlamento” olmak üzere onlarca parlamento, yüzlerce bakan, binlerce parlamenterin bulunduğu, devlet başkanlığının dahi “başkanlık konseyi üyesi” 3 isim tarafından dönüşümlü olarak yerine getirildiği Bosna-Hersek’te bu koşullar altında siyasetin bir çözüm yolu olabilmesi mümkün değildir.
%54’lük katılım oranının dahi bir başarı olarak görülmesi gereken seçimler, 2014 başında görülen ve halkın işsizlik, yoksulluk ve yaygın bir görünüm arz eden yolsuzluklara karşı tepkilerini yansıttıkları “sokak gösterilerinin” ardından düzenlenmesi bakımından önemlidir. Başkent Saraybosna’nın yanı sıra Mostar, Banja Luka ve daha birçok şehirde düzenlenen sokak gösterileri, işsizliğin Avrupa’nın en yüksek düzeyine eriştiği (%44), genç işsiz oranının çok daha yüksek olduğu ve ekonomik/siyasal/sosyal reformlar yapma hususunda neredeyse hiçbir olumlu eylemin görülmediği bir ülke için doğal bir sonuç olarak görülebilir. Ne var ki, bu rahatsızlık, aynı zamanda, Sırplar ve Hırvatların ülkenin toprak bütünlüğünü ortadan kaldıracak ya da Hırvatların “Bosna Hırvat Cumhuriyeti” kurulması taleplerini dillendirmeye başlamalarında da görüldüğü üzere mevcut yönetimsel karmaşaya yeni sorunların eklemlenmesine de neden olabilecek sonuçlar doğurabilecektir. Mevcut konjonktürde, Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğünü savunan tek kesimin Boşnaklar olduğu ve özellikle Bosnalı Sırpların, “Kosova” örneğini takip ederek Bosna-Hersek’ten ayrılmak istedikleri de göz önünde bulundurulduğunda seçimlerin çok kritik bir dönemde düzenlendiği söylenebilir.
Bosna-Hersek, AB ve NATO üyesi olmayı hedefleyen bir ülkedir. Bu bağlamda, AB’nin Batı Balkanlar entegrasyonu içerisinde yer alması gerektiği belirtilmektedir. Ne var ki, ülkedeki mevcut toplumsal/siyasal bölünmüşük ve bu bölünmüşlüğün reform iradesini tamamıyla ortadan kaldıran niteliği, üyelik hedefini öngörülemez bir sürece eklemlemektedir. Ülkenin içerisine sürüklendiği bu karmaşa ve belirsizlik ortamı, Bosna ekonomisinin ihtiyaç duyduğu yabancı yatırımların gelmesini de imkansız hale getirmektedir. Dikkat edilirse, Bosna’ya yapılan yatırımlar daha çok ülkede yaşayan gruplar ile etnik, dinsel, tarihsel yakınlığa sahip ülkeler tarafından gerçekleştirilmektedir. Türkiye de bu ülkelerden biri olarak görülebilir.
Yapılan seçimler sonucunda üçlü başkanlık konseyi üyeliklerine Boşnaklar adına SDA (Demokratik Eylem Partisi) lideri ve Aliya Izzetbegovic’in oğlu ve Türkiye’nin de desteğine sahip Bakir Izzetbegovic, Sırplar adına daha önce Bosna Sırp Cumhuriyeti başbakanlığı da yapmış ve Bosna-Hersek Dışişleri Bakanlığı koltuğunda da oturmuş, Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin üçüncü büyük partisi olup merkez sağda yer alan Demokratik İlerleme Partisi lideri Mladen Ivanic ile Hırvatlar adına da Mostar doğumlu bir Mühendislik Profesörü olan ve Bosnalı Hırvatların en büyük partisi olan, merkez sağda yer alan Hırvat Demokratik Birliği Bosna-Hersek lideri Dragan Covic seçilmiştir. Ivanic ve Covic’in, seçimlerdeki rakipleri Martin Raguz, Zivko Budimir (Covic’in rakipleri, Zeljka Cvijanovic (Ivanic’in rakibi) oranla daha liberal ve mevcut sorunların çözümü hususunda elini taşın altına koymaya daha hazır isimler oldukları söylenebilir. Ancak Sırpların ve Hırvatların Bosna-Hersek’e olan siyasal bağlılıklarının bu seçimlerden etkilendiği söylenemez.
Parlamento seçimlerinde en çok oyu Aliya Izzetbegovic’in partisi olarak bilinen ve Boşnaklar açısından “devlet partisi” olarak görülen SDA (Demokratik Eylem Partisi) almıştır. Bosna Sırp Cumhuriyeti lideri Milorad Dodik’in liderliğini yaptığı Sırp milliyetçisi ve ayrılıkçı Bağımsız Sosyal Demokratlar İttifakı (SNSD) ile yine radikal Sırp milliyetçisi olan Sırp Demokrat Partisi ise oylarını korumuştur. Üçlü başkanlık konseyinin eski üyesi Hırvat asıllı Zeljko Komsic tarafından 2012 yılında kurulan ve hem Hırvatlar hem de Boşnaklardan oy alan sosyal demokrat Demokratik Cephe ise çok iyi bir çıkış yakalamıştır. Dnevni Avaz gazetesi başta olmak üzere 10’dan fazla gazete/dergiye ile TV Alfa isimli bir televizyon kanalına sahip milyarder işadamı Boşnak asıllı Fahrudin Radoncic’in kurduğu Bosna-Hersek’in Geleceği için Birlik Partisi ise Demokratik Eylem Partisi’nin ardından Boşnak kökenlilerin en çok oy verdiği parti olmuştur. Nitekim eski asker Sefer Halilovic’in başında bulunduğu, Boşnak milliyetçisi Bosna-Hersek Vatansever Partisi istediği oy oranına ulaşamamıştır. Sosyal Demokrat Parti oy kaybına uğrarken, Hırvat milliyetçiliğine yaslanan HDZ (Hırvat Demokratik Birliği Bosna-Hersek), HKDU (Hırvat Hıristiyan Demokrat Partisi) ile HSP (Hırvatların Hakları Bosna-Hersek) arasındaki ittifak da oy oranını korumuştur.
Bosna-Hersek, etnik kimliklere vurgu yapılarak kurgulanmış olan mevcut yönetimsel sınırları ve siyasal anlayışı her daim krizlerle anılmaya mahkumdur. Zira Dayton Antlaşması’nın iç savaşı bitirebilme adına uygulama alanına koyduğu tedbirler kanı durdurmuş ancak farklı toplumları kendilerine ait görece homojen yönetimsel birimler içerisine yer yerleştirerek etnik kimliğin araçsallaştırılmasına dayalı “güvenlik toplulukları” oluşturmuştur. Bu gerçeklik ortada iken, mevcut sistemi meşrulaştırmaya çalışmaktan başla bir işlevi olmayan seçimlerin bir çözüm yolu olarak görülebilmesi mümkün değildir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü