Bölgeselleşmeden Küreselleşmeye Türkistan

 

1991’de Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Soğuk Savaş dönemi kapanmış, dünya çift kutuplu düzenden tek kutuplu düzene geçme sancıları yaşamaya başlamıştır. Soğuk Savaş’ın bitmesinden en çok etkilenen ve güç boşluğunun en fazla ortaya çıktığı bölgelerden biri Türkistan coğrafyası olan Orta Asya’dır. Birçok coğrafi tanımlamayla birlikte Orta Asya’yı; Asya’nın denizle irtibatı olmayan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Doğu Türkistan, Afganistan’ın bir kısmı ve Güney Azerbaycan’ın bulunduğu bölge olarak adlandırabiliriz. Soğuk Savaş dönemindeki çift kutuplu sistem Orta Asya’daki iç dinamiklerin katı bloklar arasında gün yüzüne çıkmasını engellemiş ve statik bir kutuplaşma yaratmıştır. Bu bölge son dönemde Rusya’nın daha da artan etkisiyle birlikte ABD, Çin, Japonya, İran ve Hindistan gibi küresel ve bölgesel aktörlerin jeopolitik ve jeostratejik etkileşim alanı içindedir. Bundan dolayı geçişkenliklerin belirginleştiği kırılma noktaları üzerinde yer almaktadır.

19. Yüzyıl’da Rusların Güneye, İngilizlerin Hindistan üzerinden Kuzeye ilerleme çabaları Türkistan bölgesinin yayılmacılık politikasına maruz kalmasına sebep olmuştur. Rusya ve Çin’deki sosyalist rejimlerle birlikte Türkistan bölgesi sömürgeleşmenin ve paylaşımın en yoğun yaşandığı bölgelerden biri haline getirilmiştir.

Sovyetler Birliği Türkistan coğrafyasındaki halklara kimliksizleştirme politikası uygulamış, aynı kökenden olmasına rağmen coğrafi tanımlamayla Azeri, Kırgız, Kazak… diye ayırmış ve üst Sovyet kimliğini empoze etmiştir. Bu bölgedeki Türklerin, Türkiye ile bağını koparmak için Kiril alfabesini dayatmış ve Rus kültürüyle asimile etmeye çalışmıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılıp Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla birlikte bu ülke halkalarında kimlik bunalımı ortaya çıkmıştır. Mesela bir Karakalpak hem Müslüman, hem Türk, hem Özbekistan vatandaşı hem de belli bir otonomiye sahip Karakalpak topluluğundadır.1 Bu da ortaya çıkan ve derinleştirilmeye çalışılan farklılaşmayı ve kimlik bunalımını ortaya koymaktadır. Toplumdaki sosyo-kültürel oluşumu geliştirip, kimlik oluşumunu sağlayacak ve yönlendirecek aydınların eksikliği sorunun daha da derinleşmesine sebep olmuştur.

Soğuk Savaş sonrası küreselleşmenin ivme kazanmasıyla, bu bölgede bölgeselleşme refleksleri ortaya çıkmıştır. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan’ında bulunduğu Şangay İşbirliği Örgütü ve Rusya, Kazakistan, Beyaz Rusya arasındaki Gümrük Birliği bölgeselleşme girişimlerine birer örnektir.

Bağımsızlıkla, küreselleşmeyi aynı anda yaşamaya başlayan Türk cumhuriyetleri, Soğuk Savaş sonrası Orta Asya’da ortaya çıkan güç boşluğuyla ABD, Çin, Japonya, Hindistan gibi ülkelerin küresel etki alanına girmiştir. Rusya’nın 1992’de yayınladığı Dış Politika Konsepti eski Sovyet Coğrafyası ile ilgili politikalarını şu şekilde tanımlamıştır. Yeni bağımsız ülkelerle siyasi, ekonomik ve askeri işbirliğinin Bağımsız Devletler Topluluğu(BDT) çerçevesinde ve ikili ilişkiler bazında derinleştirilmesi, BDT altyapısının güçlendirilmesi, bütün yeni bağımsız devletlerde Rus vatandaşlarının haklarının korunması, BDT sınırlarının ortak korunması, BDT barış gücünün oluşturulması.2 Rusya bu bölgede tıpkı Kafkasya’da olduğu gibi iç sorunlardan beslenme ve güvenlik temelli politikalar sayesinde etkisini arttırma politikası izlemiştir. 1992’deki Tacikistan’da patlak veren olaylara Rusya’nın müdahalesi bunu kanıtlar niteliktedir. ABD ise Asya’daki güç dengeleri nedeniyle direk müdahil olamadığı için, NATO, AGİT gibi örgütler ve Türkiye gibi Orta Asya ile etnik ve kültürel bağları olan ülkeler sayesinde Türkistan coğrafyasındaki etkinliğini arttırmaya çalışmaktadır.

Türkiye Soğuk Savaş sonrası dünyada oluşacak konjonktüre en hızlı uyum sağlamaya çalışan ülkelerden biri olarak; Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü ile Hazar Havzasına, Ekonomik İşbirliği Örgütü ile Doğu ve İslam Konferansı Örgütü ile İslam ülkelerine yönelik olumlu açılımlara girişmişse de bu açılımları stratejik bir uyum içinde kullanamamıştır. Bu açılımın en yoğun gerçekleştiği bölgelerden biri Türkistan’dır.

Küreselleşmenin etkisiyle ideolojik kuşatmalara ve etno-teolojik operasyonlara maruz kalan Türk Cumhuriyetleri için tarihi ve etnik bağlarıyla Türkiye bir çıkış yolu oluşturmaktadır. 1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye için manevra alanı oluşmuştur. Türkiye etno-kültürel bağlar ve tarihsel sorumluk bağlamında bu manevra alanını kullanmak amacıyla hızlı bir şekilde bu bölgeye yönelmiştir. Fakat duygusal temayül doğrultusunda, psikolojik ön hazırlık yapılmadan, akademik ve kurumsal altyapının da yetersizliği sonucunda 1991’den sonra Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya’da izlediği politikalar net sonuçlara ulaşamamıştır. Sovyet baskısından kurtulan Türk topluluklarına hamilik rolüyle yaklaşılması da hem bu ülkeleri hem de Rusya gibi bölgesel aktörleri tedirgin etmiştir.

Bölgeselleşme ve küreselleşme ikilemi içinde kalan, küresel aktörlerin hegemonya mücadelesine ve etno-teolojik operasyonuna maruz kalan Türk devletleri için etno-kültürel bağları bulunan Türkiye birincil derece önem arz etmektedir. Türkiye Orta Asya’ya geniş ölçekli bir Avrasya stratejisi ile yaklaşmalı, NATO, Avrupa Birliği, İslam Konferansı Örgütü, G-20 gibi örgütlerle Orta Asya’daki sorunları uluslararası platforma taşıyan ülke olmalıdır. Türkiye, derin tarihi ve kültürel bağı olan Türk Cumhuriyetleri’yle olan ilişkilerini jeokültürel anlamda geliştirmelidir. İsmail Gaspıralı’nın dediği gibi: ‘’Dilde, fikirde, işte birlik’’ tam anlamıyla sağlanmalıdır. Bunun yanında jeo-kültürel bağlar rasyonalite ile birleştirilip, Türk dışı politikasında uyumlu bir şekilde yürütülmelidir.

Türk cumhuriyetlerinin siyasi sistemlerini istikrara kavuşturmakta zorluk çektiği, demokratikleşme konusunda uzun vadeli adımlar atamadığı düşünülürse, Batı ile ilişkileri sağlıklı olan bir Türkiye bu devletlerin siyasal sistemlerini rayına sokmasına ve Batı ile ekonomik entegrasyonlarını geliştirmesini sağlayacaktır. Bunun sonucunda bu bölgedeki Rus ve Çin baskısı dengelenecek ve Türkiye’yi merkez alan Türk Avrasya’sı politikası uygulanabilecektir. Türk Avrasya’sındaki Türk toplulukları arasındaki işbirliğinin artmasıyla Karabağ, Kıbrıs, Batı Trakya, Kerkük, Doğu Türkistan gibi Türk dünyasını yakından ilgilendiren sorunların çözülmesinde ilerleme kaydedilecek ve Avrasya barışı için önemli adımlar atılmış olacaktır.

 

Ümit Nazmi HAZIR

Ege Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler

 

[1] Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2009

[2] Dr. Anar Somuncuoğlu, ‘’Rusya’nın Orta Asya Güvenlik Politikası: İç Güvenlik Krizlerinde Müdahale’’ 21. Yüzyıl, Şubat 2011, sayı26

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...