Bölgesel ve Küresel Değişimin İki Aktörü: Türkiye ve Çin

1990’dan sonra Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın yıkılmasıyla birlikte dünya çift kutuplu bloktan tek kutuplu yapıya geçme sancıları yaşamıştır. Sert bloklar halindeki yapının yıkılmasıyla bölgesel güçteki devletler için manevra alanları doğmuştur. 1991 sonrası küreselleşmenin de ivme kazanmasıyla devletler açısından soru işaretleri ortaya çıkmış, birçok devlet küreselleşme olgusunun neresinde konumlanacağı konusunda belirsizlik yaşamış, bu belirsizlikler küreselleşmeye tepki niteliğinde bölgeselleşmeyi ve bölgesel işbirliğini beraberinde getirmiştir. Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Şangay İşbirliği Örgütü veya Rusya, Kazakistan, Belarus arasındaki Gümrük Birliği gibi Avrasya coğrafyasındaki örgütler buna birer örnektir.

Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ideolojik tabanlı dış politika eğilimlerinin yerini ‘’trading state’’ kavramıyla açıklayabileceğimiz ekonomik ve ticari çıkarların dış politikaya yön verdiği bir eğilim içerisine sokmuştur. Bu bağlamda Çin trading state kavramını uygulama ve Soğuk Savaş sonrası Uzak Doğu ve Orta Asya’daki güç boşluğunu doldurma konusunda oldukça başarılı bir örnek. Tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçme iddialarını, başta yarı süper güç diyebileceğimiz Çin olmak üzere Hindistan ve Japonya gibi devletlerin dünya ekonomisindeki sergiledikleri performans güçlendirmektedir. ABD süper güç olmasına rağmen Çin ve Rusya’nın Avrasya coğrafyasındaki artan etkinliğini kıramamıştır.

Türkiye’nin; 1990’dan beri yüzde yüzde 10’la hızlı bir büyüme gösteren ve küreselleşmeye ayak uydurmakla yetinmeyin, küresel ekonomiye yön verebilen Çin’i anlayabilmesi için, Çin’in tarihsel devinimini ve felsefesini kavraması gerekmektedir. Çin ekonomisinin büyümesini, çölde kalmış ve susuzluktan ölmek üzere olan bir bedevinin suya ulaşması, kana kana su içmesi, buna doymamasına ve daha fazla su özlemine benzetmek çok da abartılı olmayacaktır. Her ne kadar sosyalist bir rejim hâkim olsa da, Çin’i sosyalist mantolu kapitalist bir devlet olarak adlandırabiliriz. Ejderha soyundan gelindiğine olan inancın getirdiği güç ve çalışma ruhu ile Konfiçyüz, Budizm ve Marksizm düşüncelerinin ve felsefesinin harmanlandığı bir sistem 21. Yüzyıldaki Çin mucizesini anlamamıza katkı sağlayacaktır. Çin’in yaşadığı tarihsel süreci ve Çin toplumunu iyi analiz etmeden Türkiye’nin Çin politikası geliştirmesi ihtimal dâhilinde değildir. 21. Yüzyılın süper güç adayı olan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi ve küresel sermaye ile dünya politikalarına yön verebilen Çin, Türkiye için dikkatle izlenmesi gereken ve politika geliştirilmesi gereken bir ülke.

Türkiye’deki Çin algısına baktığımızda ilk akla gelen tarihteki ilk Türk topluluklarının Çinlilerle yaşadığı münakaşalar ve Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin yaşadıkları sorunlar akla gelmektedir. Uygur Türkleri Türkiye’nin etnik ve kültürel bağları nedeniyle tarihsel sorumluluğu içindedir ve olmalıdır da; fakat bu sorunun çözülebilmesi ve Türkiye-Çin ilişkilerinin geliştirilebilmesi için olaya çok boyutlu bakmak gerekmektedir. Çin ile Türkiye arasındaki düşük yoğunluklu istikrarsızlığın ortadan kaldırılabilmesi için bu iki ülke arasındaki algının sağlıklı bir zemine çekilmesi ve iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari göstergelerin iyi analiz edilebilmesi gerekmektedir.

Çin ve Türkiye arasında son on yıldaki ticaret hacmine baktığımız zaman Türkiye’nin aleyhine işlediğini görmekteyiz.[1] Dış ticaretteki bu dengesizliğin sona ermesi için Türkiye’nin orta ve uzun vadeli hesaplar yapması gerekmektedir. Çin tüketim alışkanlıkları, damak tadı ve ihtiyaçları farklı olan bir toplum olduğu için yatırım yapılacak alanların iyi belirlenmesi gerekiyor. Çin’deki eyaletler arası piyasa farklılıkları da iyi araştırılmalı. ‘’Çin’de Türkiye’ye ve Türk mallarına ilişkin bazı ülkelerde olduğu gibi, ilk anda tüketicinin aklına gelen olumsuz bir imaj bulunmadığı daha çok bir bilgi eksikliğinin olduğu dile getirilmektedir. Bu faktör bu ülkede yapılacak iyi hazırlanmış tanıtım ve imaj faaliyetlerinin, Türk ürünlerine ve Türkiye’ye karşı yerleşik olumsuz bir imaj bulunan ülkelerde yapılabileceklerden, çok daha fazla getiri getirmesine neden olacaktır.’’[2] Ayrıca Türkiye Uygur Türkleri aracılığıyla Çin piyasasına açılabilir. Bu aynı zamanda Doğu Türkistan bölgesinde istikrarın sağlanmasına da katkı sağlayacaktır. Her ne kadar Türkiye ile Çin arasındaki ulaşım ağı ticaret için yeterli olmasa da İpek Yolu hattı üzerinden bölge ülkelerini kapsayacak bir ticaret ağı oluşturulabilir.

Çin politikası izlemek isteyen bir Türkiye’nin Çin ve Çinceyi iyi bilen, Türkiye’ye Çin’den bakabilen uzmanlara da ihtiyacı vardır. İki ülke üniversiteleri ve sivil toplum kuruluşları arasındaki diyaloğun geliştirilmesi de ilişkilerin ivme kazanmasını sağlayacaktır.

Son dönemde yaşanan gelişmeler Çin’in Türkiye’ye olan ihtiyacının arttığını gösterir nitelikte. Çin için kilit ülkelerden biri olan Yunanistan’da ekonomik krizin çıkması ve İran’ın yalnızlaştırılması Türkiye’nin Çin için olan gerekliliğini arttırır gelişmelerdir. Ortadoğu’da çıkan olaylar da Çin’in bu bölgedeki etkinliğini azaltmaktadır. Çin, ilişki kurduğu Arap ve Afrika ülkelerinden herhangi bir siyasi reform insan hakları ya da demokrasi talebinde bulunmamakta ve yönetimlerin iç işleriyle ilgilenmemekte bunun yanında sağladığı kredi olanaklarıyla söz konusu ülkelerde liman yapımı, demiryolları, hastane ve eğitim gibi alt yapı yatırımları yapmakta ve ticaretini geliştirmektedir.[3] Fakat ‘’Arap Bahar’ı’’ olarak adlandırılan Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki gelişmeler Çin’in bu bölgelerdeki etki alanını daraltmakta ve Türkiye’nin bu gelişmeler ışığında öngörülen pozisyonu nedeniyle Çin’in bu bölgede Türkiye’ye olan ihtiyacının artacağını söyleyebiliriz.

Sonuç:

1991 sonrası çift kutuplu düzenden tek kutuplu düzene geçme sancıları yaşanırken, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde başta Çin olmak üzere, Hindistan, Japonya ve Rusya gibi devletlerin dünya ekonomisinde ve siyasetinde artan etkinliği çok kutuplu dünyaya geçiş iddialarını güçlendirmektedir. Türkiye ile Çin arasındaki uzaklık, tarihsel süreç, Çin’in yumuşak karnı -Türkiye’nin tarihsel sorumluluğu içinde olan- Doğu Türkistan meselesi iki ülke arasındaki ilişkilerin düşük yoğunluklu seyir izlemesine sebep olmuştur. Türkiye’nin Uygur Türkleri üzerinden gerçekleştireceği yatırımlar hem Çin piyasasına girmesini, hem de Doğu Türkistan bölgesinin istikrara kavuşmasını ve Uygur Türkleri ile olan ilişkilerin daha da kuvvetlenmesini sağlayacaktır.

21. Yüzyılda küresel bir aktör olma yolunda ilerleyen Çin’i bazı olumsuz koşulların bekleyeceği de göz ardı edilmemelidir. Dünya pazarlarına olan coğrafi uzaklık, düşük kalite bilinci, hiç bitmeyecek ve sınırsız olan tüketim bilincinin bu sosyalist yapıya bulaşmış olması, yüksek nüfus gibi etkenler zaman içerisinde ilerlemeyi yavaşlatabilir, halkta oluşan sınırsız tüketim talebi de gelişimi olumsuz etkileyebilir. Tüm bu gelişmeler ve ihtimaller ışığında bölgesel bir güç olma yolunda ilerlemeye çalışan Türkiye ile küresel sermayeye ve politikaya yön verebilme kapasitesi oldukça artan ve yarı süper güç olarak adlandırılan Çin’in ilişkileri geliştirme konusunda birbirlerine olan ihtiyaçlarının ileri süreçte daha da artabileceğini söyleyebiliriz. Bu hususta kamu diplomasisi, Çin piyasasına girmek isteyen Türk yatırımcıların teşvik edilmesi, AR-GE çalışmaları Türkiye için önemli birer araç teşkil etmektedir. Türkiye, Avrasya coğrafyası ile dünya siyasetinde etkili olmak istiyor ve Kıbrıs, Ermeni meselesi, PKK gibi konularda uluslararası alanda meşruluğunu arttırmak istiyorsa Çin ile olan ilişkilerini geliştirmeye ve Çin’i yakından takip etmeye çalışmalıdır. ‘Arap Baharı’ndaki gösterdiği iradeyle birlikte bölgesel bir aktör olmaya çalışan Türkiye ve küresel bir güç olan Çin arasındaki ilişkiler ilerleyen süreçte gelişme ihtiyacı duyacaktır.

 

Ümit Nazmi HAZIR

 

[1] Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret Verileri, http://www.ekonomi.gov.tr

[2] Türkiye-Çin Ekonomik ve Ticari İlişkileri, http://www.ekodialog.com/Makaleler/turk_cin_iliski.html

[3] Dr. Giray Fidan, ‘’Çin-Arap Dünyası İlişkileri: Herşey Yolundayken Bu Devrim Nereden Çıktı’’, 19 Şubat 2011

http://www.21yyte.org/tr/yazi6096-Cin_Arap_Dunyasi_Iliskileri_Hersey_Yolundayken_Bu_Devrim_Nereden_Cikti.html

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...