“Soğuk Savaşın sonundan beri ABD Orta Doğuda dominant ve rakipsiz bir güç olma özelliğini sürdürüyor. Bu durum değişiyor. Bunun sebebi Orta Doğuya başka bir gücün girmesi değil, Arapların daha bağımsız olmaya başlaması ve dışsal bir patronu artık istememeleridir.”[1]
Asırlardır Arap dünyası dışsal güçler tarafından domine edildi. 16. yüzyıldan sonra Moğollar ve Perslerin yerini Osmanlı imparatorluğu aldı ve Arap dünyasını 400 yıl yönetti. Osmanlı İmparatorluğunun gücü azalmaya başlayınca önce Fransızlar daha sonra da İngilizler Orta Doğu ya girdi ve 1919 da Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra bölgeyi paylaştılar ve kalemle çizilen sınırlar ile kendilerine bağlı monarşiler meydana getirdiler.
Avrupa İmparatorlukları II. Dünya savaşından sonra çökünce iki süper ABD ve Sovyetler Birliği kendilerine müttefik seçip onları desteklemek ve korumak için Avrupa İmparatorluklarının yerini aldı. Soğuk Savaş sona erdikten sonra ABD’yi destekleyen Arap Devletleri refahını artırdı. ABD’yi desteklemeyen devletler de kendilerine yeni sponsorlar buldu. Örneğin Suriye İran’a yaklaştı. Her durumda ABD bölgede en etkili güç oldu ve çoğu ülke onunlar işbirliği içine girdi.
Fakat son 10 yıldır ABD bölgedeki durumunu gerek isteksizlik ve gerek kapasite yetmezliği dolayısıyla kaybetti. İsteğini kaybetti çünkü bölgedeki diktatörlerin ABD aleyhine çalışan terörist grupları desteklediğini gördü. İki savaş verdiği bitkinlik ve finansal kriz dolayısıyla da kapasitesini kaybetti. Halen daha küçük ve zengin olan durumu değişmeyen yerler de mevcut. Fareed Zakaria ya şöyle diyor:
“Zbigniew Brzezinski’nin bana dediğine göre eğer 1975 yılına geri gidersek ABD bölgedeki dört büyük güç olan İran, Mısır, Türkiye ve Suudi Arabistan ile yakın ittifak içine girdi. Bugün bu ilişkilerin tümü problemlidir çünkü ABD rejimlerle ittifak kurdu. Örneğin İran’da Şah, Mısırdaki diktatörler ve Türk Ordusu ile yakın ittifaklar kurdu ama şu anda bu bahsedilenlerin hepsi nüfuzunu kaybetti. Şu anda Washington daha modern, daha demokratik ve daha popülist bir Orta Doğu ile ittifak kurmak zorundadır.”[2]
Orta Doğunun kısa bir tarihini verdikten sonra önce Suudi Arabistan’ın kısa bir tarihini ve coğrafi konumu ve özelliklerini, nüfus, ekonomik özellikler ve siyasal yapısından bahsedeceğiz. Ardından da asıl konumuz olan Suudi Arabistan’ın Orta Doğudaki etkinliği ve dış politikası üzerinde duracağız.
Suudi Arabistan’ın Coğrafi Konumu ve Özellikleri
Suudi Arabistan 2.25 milyon km2 yüz ölçümüne sahiptir. Bu genişlik Arap Yarım Adasının yaklaşık 4/5 ine tekabül etmektedir. Körfez terminalleri vasıtası ile Asya’ya Kızıl Deniz terminalleri vasıtası ile de Afrika ve Avrupa Kıtalarına geçiş hattı durumundadır. Doğusunda Basra Körfezi, Batısında Kızıldeniz, Kuzeyinde Ürdün, Irak, Kuveyt, Güneyinde Yemen, Umman, Batısında Birleşik Arap Emirlikleri ile ortak sınırları vardır. Bahreyn’e ise 26 km.lik kara yolu ile denizden bağlıdır.[3]
Suudi Arabistan dört idari bölgeye ayrılmaktadır:
Doğu Vilayeti: Basra Körfezine kıyısı olan ve petrol kaynakları bakımından zengin olan bölgedir. Büyük petrol tesisleri bu bölgede bulunmaktadır.
Hicaz Bölgesi: Mekke, Medine, Cidde ve Yanbu’yu kapsar, Kızıl Deniz boyunca uzanan bölgedir.
Asir Bölgesi: Güneyde bulunan dağlık alanları kapsar, diğer bölgelere oranla daha fazla yağış alır, bu nedenle tarıma elverişli bir bölgedir.
Nejd Bölgesi: Ülkenin orta bölgelerini kapsar, Suud Ailesinin doğup büyüdüğü yörelerdir. Bu bölgede bulunan Riyad Şehrinin başkent olması ile bölgenin önemi daha da artmış bulunmaktadır.[4]
Ülkenin coğrafi konumu ve coğrafya özelliklerinden bahsettikten sonra şimdi de ekonomik ve sosyal yapısını tanımlamak lazımdır.
Suudi Arabistan’ın Ekonomik ve Sosyal Yapısı
1938 yılında petrolün bulunmasıyla birlikte ülkede kalkınma ve zenginlik dönemine geçiş başlamıştır. Ancak Suudi Arabistan ekonomisinde gerçek hızlı kalkınma, alt yapı ve idari yapılanmanın önemli bir değişime uğradığı 1970-1975 yılları arasındaki 1. Beş yıllık kalkınma planı döneminde gerçekleşmiştir. Bu plan döneminde hedeflenen ekonomik ve sosyal amaçların yanında, öncelikli olarak petrol dışı ekonominin güçlendirilmesi seçilmiş ve sağlanan ortalama büyüme oranı %13,4 olmuştur. 115 1974-1981 yılları arasındaki dönem Suudi Arabistan ekonomisinin en parlak dönemidir. Çünkü bu dönemde petrol fiyatlarının 1973 yılından itibaren %100 artması nedeniyle, yıllık ihracat geliri 100 milyar dolara ulaşmış ve ülkenin büyük alt yapı projelerinin önemli bir kısmı bu dönemde tamamlanmıştır.[5]
Dünya üzerindeki en büyük petrol ihracatçısı konumunda bulunan Suudi Arabistan, dünya genelindeki kanıtlanmış petrol rezervlerinin yaklaşık % 20’sine sahiptir. Suudi Arabistan bütçe gelirlerinin yaklaşık % 80’i, GSYH’nın % 45’i, Suudi Arabistan ihracatının ise % 90’ı petrole dayalıdır. Ekonomik faaliyetlerini çeşitlendirmeye ve petrole bağımlı bir ekonomik model olmanın ötesine geçmeye gayret eden Suudi Arabistan, son yıllarda başta insan sermayesi olmak üzere alt yapı yatırımlarına önem vermekte, petrol dışı sektörler ile özel sektörün ekonomideki payını ve ağırlığını artırmaya gayret etmektedir.
2010 yılı itibariyle GSYH rakamı 443,7 milyar ABD Doları olarak tahmin edilen Suudi Arabistan, G-20 üyesi olup, son yıllarda gerçekleştirdiği reformlar ve petrol gelirlerindeki artışla ekonomisini güçlendirmiştir. Sağlam döviz rezervleri ve güçlü ekonomisiyle 2009 yılındaki küresel mali krizden en az etkilenen ülkeler arasında yer alan Suudi Arabistan, başta altyapı alanındakiler olmak üzere büyük yatırım hamlelerini aksatmadan devam ettirebilmiştir.
Serbest piyasa modelini benimsemiş olan Suudi Arabistan, 2005 Aralık ayında DTÖ üyesi olmuştur. 2010 yılı rakamlarına göre 240 milyar ABD doları (206,5 milyar ABD Doları petrol ve türevlerinin ihracından elde edilen gelir) ihracat rakamına ulaşan Suudi Arabistan ekonomisi, 97 milyar ABD Doları tutarında ithalat gerçekleştirmiştir.[6]
Suudi Arabistan’ın Kısa Olarak Siyasi Tarihi
Askeri kahraman ve dini lider olarak Abdulaziz ibn Suud (1879-I953) Osmanlıları, Yemen ve Hicazdaki Haşimileri yendi. Bu başarısında İkhwan isimli Vahhabi geleneğine bağlı bir grubun önemli rolü vardı. 1932’de Birleşik Suudi Arabistan Krallığı ilan edildi. Karizmatik lider Abdülaziz İbni Suud 1953’te ölmesine rağmen politik güç onun ailesinin elinde kalmaya devam etti.[7]
Kral Abdülaziz, öldükten sonra oğulları Suud 1964; Faysal 1974; Halid 1982; Fahd 2005 yılına kadar Suudi Arabistan’ı idare etmişlerdir. Şu anda yine oğlu Kral Abdullah hem kral ve hem de hükümet başkanı olarak ülkeyi idare etmektedir. Veliahd ise üvey kardeşi Sultan’dır. Dört yıl için atanan kabinesinin önemli bakanlıkları aileden gelen isimlerden oluşmaktadır. Suudi Arabistan’da ayrıca 150 üyeden oluşan bir Meclis-i Şura bulunmaktadır. Ülke, başkent Riyad ve Mekke ve Medine ile birlikte on üç idari bölgeye ayrılmış ve her bölge de kraliyet ailesinden bir emirin idaresi altındadır. Son yıllarda belediye teşkilatlarının da kurulup, başkanlarının seçimle belirlenmesi Kral Abdullah’ın açılma ve değişim politikası olarak değerlendirilmiştir.[8]
Suudi Arabistan’ın Dış Politikası
20. yüzyılın ikinci yarısında Arabistan değer kazanmaya başladı. Petrol gelirleri 1950’lerden sonra Suudi Arabistan’ın fakir ve izole edilmiş toplumunu değiştirmeye başladı ve 1970’lerin ortalarından itibaren de bu değişim hızla arttı.1977 de petrol gelirleri 40 milyar dolar cıvarına ulaşmıştı ve bu giderek artıyordu. Birinci 5 yıllık kalkınma planı için ayrılan bütçe 250-300 milyar dolar cıvarında idi. Giderek doğalgaz ve petrolün kıtlaştığı dünyada Suudi Arabistan daha da değerli hale geldi.[9]
1920 de Mekke’nin ele geçirilmesinden sonra Suudi Arabistan İslami değerleri yüceltmeyi ve Müslüman Devletler arasındaki uyuşmazlıkları azaltmaya çalıştı. Komşu Müslüman devletlerin karşı çıkmalarına rağmen Hac yönetimini tamamen kendi kontrolü altına aldı. Petrol gelirlerinden önce Suudi Arabistan’ın en büyük geliri hac gelirleriydi. Diğer devletlere göre Suudi Arabistan’ın komşularıyla olan sorunları daha azdır. Yemen iç savaşında kömünistlere karşı krallığı desteklemiştir.
Suudi Arabistan’ın dış politikası petrol öncesi dönemde ve İngiltere’nin garantörlüğünde gelişti. Daha sonra İngiltere bu rolü ABD ye devretti çünkü II. Dünya Savaşından sonra İngiltere ekonomik zorluklar yaşamaya başladı uluslararası alandaki etkinliğini kaybetti. Bununla beraber körfez bölgesinde, ticaret alanında Anglo-Amerikan rekabeti devam etti. Suudi Arabistan’ın başlangıçtaki politikası devleti sağlamlaştırmak ve daha sonraki aşamalar halkının güvenliğini sağlamak, rejime ve petrol endüstrisine karşı hareketleri engellemek ve bunları sağlama almaktı. Bunun yanında İslami liderlik bölgede Suudi Arabistan’ın çıkarlarına hizmet etti.
Suudi Arabistan kendi hâkimiyet ve çıkarlarının yanında Araplığı da savundu fakat Mısır, Suriye ve Iraktaki gibi devrimci Arap milliyetçiliğini savunmadı. Komünizme de karşı her zaman mücadele etti.[10]
II. Dünya Savaşından sonra Suudi Arabistan’ın dış politikasında dini tutumlar ve yönetici ailenin muhafazakâr doğası etkili olmuştur. Sovyetlerin bölgede etkili olmaya başlamasına rağmen Suudi Arabistan Sovyetlerle resmi ilişki kurmamıştır. Bunun nedenini Kral Faysal 1963 te şöyle açıklamıştır: Sovyetler Birliği ile ilişkilerimiz yoktur. Bunun nedeni de aramızdaki doktrinsel uyuşmazlıktır’’. Suudi Arabistan Sovyetlerin bölgede yayılmasına sürekli olarak karşı çıkmıştır. Suudi monarşisi Siyonizm ve İsrail e de karşı çıkmıştır ve Filistin Kurtuluş Örgütüne finansal destek sağlamıştır. Suudi Arabistan’ın İsrail’e karşı olması Suudi Dış Politikasında bir ikileme neden olmuştur. Çünkü Sovyet yayılmacılığına karşı duran en etkili devlet ABD idi. Bunun yanında İsrail bölgede ABD’nin en başta gelen müttefiki idi. ABD ve Suudi Arabistan arasındaki yakın askeri, diplomatik ve ekonomik bağlar Suudilerin, ABD nin İsrail yanlısı dış politikasından kaynaklanan ABD karşıtlığından üstün geldi.
Suudi siyasi elitleri Arap milliyetçiliğini reddetti ve onun yerine İslam’ın liderliği ve ümmet anlayışını seçti. Suudi Arabistan Arap Ligine katıldı ve önemli bir parçası olmaya devam etti. Nasırcı ve Baascı fikirler olan Arapların birleşmesine de karşı çıktı. 1950 ve 1960’lı yıllarda Suudi Arabistan Mısır ı kendi hükümetlerini düşürme çabası içine girdikleri iddiasıyla suçladı. Mısırdaki sol kökenli Arap milliyetçiliğine karşı Körfez Ülkeleri ve Arap olmayan Muhafazakâr diğer Müslüman ülkelerle yakın bağlar kurmaya çalıştı. Dünya İslam Ligi 1962 de Suudi Arabistan’ın merkezliğinde ve onun öncülüğünde kuruldu. Yönetimi büyük oranda Suudilerden oluşurken finans kaynağı da yine büyük oranda Suudi Arabistan tarafından karşılandı. Çeşitli konferanslarda Müslüman ülkelere ev sahipliği yaptı; dışişleri bakanlarını ağırladı, ekonomik organizasyonlar düzenledi. Suudi Arabistan irredentist politika takip etmiyor ve komşu ülkelerin sınırları üzerinde hak iddia etmiyor. Bunu yerine komşu ülkeler üzerinde etkili olma, Dünya Müslümanlarının gözünde prestij sahibi olma ve İslami bloğa liderlik etme daha az riskli ve daha kazançlı bir politika olarak benimseniyor.[11]
1989’daki İran devrimi Suudi Arabistan için gizli bir politik rakip oldu. Suudi rejimi bir İslami enternasyonel yaratma peşinde olmasa da Pan-İslamizmi içeride meşruiyet ve dışarıda da saygınlık kazanmak için kullandı.[12]
İran devriminden sonra bölgede liderlik mücadelesi daha da kızıştı. Daha önce bölgede genelde Mısır ile Türkiye arasında yaşanan liderlik rekabeti İran İslam devriminden sonra İran’ın iddialı bir duruma gelmesi ve bölgedeki ülkelere rejim ihraç etme çabaları nedeniyle bölge ülkelerinin endişelerine neden oldu. Körfez İşbirliği Örgütü İran’ın rejim ihraç çabalarına karşı kurulmuş bir örgüttür.
Son yıllarda Türkiye’nin yükselişi, İran’ın nükleer silah üretme çabaları ve İslam’ın liderliğine soyunmak istemesi, Mısır’ın halen daha Arap dünyasına liderlik etme iddialarının yanında Suudi Arabistan da bölgenin en önemli güçlerinden birisi olmayı sürdürmektedir. İslamiyet’in doğduğu topraklara sahip olması dolayısıyla ve zengin ve büyük bir ülke olması dolayısıyla Suudi Arabistan da İslam dünyasına liderlik yarışında her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
Son yıllarda yakaladığı ekonomik büyümenin yanında, bölgesel ve küresel sorunların çözümü çabalarında aktif ve yapıcı rol oynama politikası güden Suudi Arabistan, siyasi sorun ve anlaşmazlıkların diyalog yoluyla çözümlenmesi ile barış ve istikrarın tesisi ve muhafazasına önem atfetmektedir. Uluslararası terörizmle mücadeleye aktif olarak katkıda bulunan Suudi Arabistan, aşırılıkla mücadele kapsamında dinler arası diyalog çalışmalarına da öncülük etmektedir.[13]
Suudi yöneticileri ve ileri gelenleri İran’ın yükselişinden ve ABD’nin Arabistan’ın güvenliğini sağlama yeterliliğinden ve ABD’nin bu konudaki isteksizliğinden endişe ediyor. Bahreyn’deki rahatsızlık ve petrol yataklarının bol olduğu doğu bölgesindeki nüfusun çoğunun Şii olması İran’ın bu bölgeleri kullanabileceği endişelerini artırıyor. Yükselen İran etkisi dolayısıyla Suudi Arabistan’ı zor bir 2012 yılı ve zor bir karar bekliyor: güvenliğini ABD ye emanet etmek veya İran ile sancılı bir uyum içerisine girmek. Beklentilerimiz Suudi Arabistan’ın ABD’yi seçeceği yönünde fakat ABD’nin de İran körfezinde etkin bir rol oynamayacağını göstermesi gerekiyor. Time Dergisine göre Bahreyn ağır Suudi etkisi altında kalmaya devam ediyor. İran Suudilerin cevap uğraşmak zorunda oldukları problemler çıkarıyor fakat İran Bahreyn’de Suudilerin başa çıkamayacağı bir problem yaratamaz. İran 2011 deki Şiilerin ayaklanmasını destekledi ve bu İran ile Bahreyn arasında sorunlara neden oldu. İran’ın sorunlar çıkarması Suudilerin uzun dönem uğraşmak zorunda kalacakları anlamına geliyor.[14]
İran Suudi Arabistan için her zaman bir tehdit olmuştur. İran’ın rejim ihracı çabalarına karşı kurulan Körfez İşbirliği Örgütü yanında İran’ın Şii olması ve bölgedeki Şiilere karışıklık çıkardıkları zaman destek vermesi veya bizzat karışıklık çıkarmaya cesaretlendirmesi bölge ülkelerinin olduğu kadar Suudi Arabistan’ın da büyük sıkıntılarından bir tanesidir.
Orta Doğuda tehdit algılaması üzerine yapılan bir araştırmaya göre 2010 yılında Suudi Arabistan da İran %18’lik payı ile ikinci sırada tehdit olarak algılanıyor. Birinci sırada ise bölge ortalaması %48 olan İsrail yer alıyor. İran’ın bölgede tehdit olarak algılanma oranı ise %9.
Grafikte görüldüğü gibi Suudi Arabistan’da % 40 ile İsrail birinci sırada yer alırken % 18 ile İran ikinci sırada yer alıyor.[15]
Suudi Arabistan ve Arap Baharı
Suudi Arabistan’ın Arap Baharına Yaklaşımı ve Arap Baharının Suudi Arabistan’a Etkileri:
Arap Baharı hiç şüphesiz diğer Arap ülkeleri kadar Suudi Arabistan’ı da etkilemiştir. Suudi Arabistan da diğer birçok Arap ülkesi gibi tek ailenin yönettiği ve bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlı olduğu bir ülkedir. Halkın ekonomik refah seviyesi diğer ülkelere göre genelde daha iyi olsa da bu Arap Baharının Suudi Arabistan’ı etkilememesi için yeterli bir neden değildir. Nitekim Suudi Arabistan kralı da bazı reformlar yapmaz zorunda kalmıştır veya kalacaktır.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah, belki Arap dünyasındaki en güçlü adam, en az 100 milyar dolarlık bir ekonomik ve sosyal reform paketi hazırladı ve Kaddafi nin iktidardan düşmesinin ardından bu jestlerin devam etmesi bekleniyor.[16]
87 yaşındaki Kral Abdullah iki açılım yaparak daha liberal bir yüz gösterdi. Bunlardan bir tanesi kadınların araba kullanmasıyla alakalı iken bir diğeri ise kadınların 2015 seçimlerinde konsey üyeliğine seçilebilmesi olacak.(The Guardian, Suudi Arabistan ve Arap Baharı, Sept.30,2011)
Suudi Arabistan bölgedeki ayaklanmalara karşı diktatörlere destek verdi. Tunus ve Mısır liderlerinin son dakikaya kadar arkasında durdu. Ürdün’e 1,4 milyar dolarlık yardım yaptı ve Fas’ın Suudi etkisindeki Körfez İşbirliği Örgütüne girmesini sağladı. Suudi Arabistan Bahreyn’deki Şii ayaklanmasını bastırmak için bu ülkeye asker gönderdi. Suudilerin bölgedeki etkisi artıyor ve Suudi Arabistan bölgede Türkiye, İran Mısır gibi ülkelerle rekabet ediyor fakat içteki özgürlüklerin kısıtlanması meselesi Suudi Arabistan için bir tehlike olmaya devam ediyor.[17]
Orsam’ın Suudi Arabistan Kültür Bakanı Danışmanı Abdullah Alshamri ile yaptığı bir söyleşide Suudi Arabistan ın Arap baharına yaklaşımı ve Diğer ülkelerdeki karışıklığa karşı takındığı tavır hakkında daha çok bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’daki mevcut gelişmelere, özellikle de Arap Baharı olarak adlandırılan sürece dair yaklaşımını değerlendirmesi istendiğinde şöyle cevap veriyor:
“Bildiğiniz gibi Suudi Arabistan bölgedeki önemli aktörlerden biridir. Birçok avantaja sahiptir Çok güçlü bir ekonomisi vardır, Körfez İşbirliği Konseyi üyesidir ve dâhili ve bölgesel düzeylerde istikrarın sağlanması konusunda yeteneklidir. Elbette Suudi Arabistan Arap Baharı’ndan etkilenmiştir, en başta Krallık Tunus Eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’ye sığınma hakkı vermiştir. Bu önlem pek çok devlet tarafından eleştirilmiş ve sorgulanmıştır. Fakat Suudi cephesinden “Tunus’ta barışı korumak amacıyla Zeynel Abidin’i kabul ettik” açıklaması yapılmıştır; çünkü eğer Bin Ali ülkesinde kalsaydı daha çok kan dökülebilirdi. Suudi Arabistan’ın bu konumu aynı zamanda benzer durumlara dair tarihsel Suudi pratiğini yansıtan bazı koşullarla eşleşmektedir. Bu koşullar Bin Ali’nin siyasi faaliyet yürütmesine izin verilmemesi ve ulusal ve uluslararası medya ile bağlantısının kesilmesidir. Suudilerin bu tavrı Tunus devlet başkanının kontrol altında olduğu ve siyasi açıdan aktif olamayacağı mesajını herkese iletmekteydi Krallık yetkilileri Tunus ve halkı için durumun iyiye gitmekte olduğunu düşünmekteydi. Mısır’daki devrimden sonra ise, siyasi bir zeminden hareketle Suudiler krizi gerektiği gibi yönetemediler, zira Hüsnü Mübarek’i desteklediler. Ancak birçok Suudi yetkili Mısır’daki olaylara karışmamamızı, Mübarek’ten sonra kim gelirse gelsin dostumuz olacağını ifade etti. Gene de Suudi-Mısır ilişkileri bazı geçici duraklamalar yaşadı ve Mısır ile Suudi Arabistan arasında bazı fikir ayrılıkları mevcuttu. Libya’yla ilgili olarak ise, Suudi Arabistan doğrudan müdahalede bulunmadı ancak KİK’i harekete geçirdi. Libya konusunda Suudi Arabistan’ın konumunu öncelikle Libya’nın uzak bir ülke olduğunu vurgulayan tarihsel ve coğrafi değerlendirmeler belirledi. Elbette Suudi Arabistan Yemen ile yakından ilgilenmektedir ve Devlet başkanı Ali Abdullah Salih’e destek vermiştir. Aşağı yukarı yedi ay kadar önce Yemen’deki krize ilişkin bir KİK girişimi başlatılmıştır. Ne yazık ki şimdiye değin pek bir ilerleme kaydedilmemiştir. Bana kalırsa Devlet Başkanı Abdullah bir müddet sonra siyasal sahneden çekilecek; çünkü ülkedeki durum ve siyasi koşullar kendisine karşı dönmektedir. Suriye’ye ilişkin olarak ise, Suudi Arabistan bu ülkenin rejiminin çöküşüne, Suriye’nin İsrail’e karşı özel konumu ve istikrarsızlık içindeki Irak’a coğrafi yakınlığı sebebiyle karşıydı. Suriye’deki ayaklanma konusuyla ilgilenmek konusunda Suudilerin kaygılar mevcuttu. Binlerce insanın öldürülmesi veya hapsedilmesinden sonra Suudi Arabistan Şam’daki büyükelçisini geri çekmiştir ve o tarihten bu yana son üç veya dört ay içerisinde Ürdün ve Fas’ı da KİK’e katılması için davet etmiştir. Birçok kişi bu davetlerin Arap dünyasındaki krallık sistemlerini güçlendireceğini düşünmüştü. Ürdün ile ilgili olarak baktığımızda bu normal bir durum; çünkü Ürdün bizim coğrafi ve tarihi zorunluluklarımız arasında. Fas için ise pek çok kişi KİK davetinin sadece siyasi amaçlarla ilgili olduğunu düşünüyor. Askeri ve ekonomik boyutlar göz önünde bulundurulduğunda KİK Fas’a çok uzaktır. Fas ekonomik açıdan desteklenmelidir. Son olarak son birkaç ay içerisinde Suudi Arabistan Mısır’a dört milyar dolar, Ürdün’e yaklaşık iki milyar dolar ve Yemen’e bir miktar ekonomik yardımda bulunmuştur. Bütün bu ülkeler Arap Baharı deneyimini yaşamaktadır ve ekonomik durumları bozulmuştur.”
Uluslararası alanda Suudi Arabistan’ın Bahreyn’deki rolünün eleştirilmesi ve Suudi Arabistan’ın askeri müdahalesi sorulduğunda ise Alshamri şöyle söylüyor:
“1970’den bu yana Suudi Arabistan Bahreyn ile yakından ilgilenmiştir. Tarihe baktığınızda Suudi Arabistan ve İran arasında 1965’e kadar geri giden görüşmelerde Bahreyn üzerinde bir uzlaşıya varılamamıştır. O tarihten bu yana Suudi Arabistan’ın Bahreyn’e desteğinin stratejik sebeplerden kaynaklandığı açıktır. Zira Bahreyn Suudi Arabistan kıyısından sadece 2 kilometre mesafededir ve Bahreyn’de gerçekleşebilecek herhangi bir durum mesela bir İran müdahalesi, Suudi Arabistan’ın ulusal güvenliğini etkileyecektir. Ayaklanma başladığında, Suudiler doğrudan kendi birliklerini göndermediler, daha ziyade KİK Yarımada Kalkanı çerçevesinde Suudi birlikleri Bahreyn’e gönderildi. Elbette KİK birlikleri Bahreyn halkına karşı orada bulunmamaktadırlar. Orada bulunmalarının nedeni yaşamsal ekonomik altyapının korunmasıdır. Suudi Arabistan bu adımı, esas itibariyle tarihi bir Sünni-Şii çatışması olmayan Bahreyn’e İran’ın müdahale etmesi üzerine atılmıştır. Bize göre İran, ajanları ve işbirlikçileri aracılığıyla Bahreyn hükümetini devirmek ve mevcut sistemi yıkmak istiyor. KİK kuvvetlerinin gelişinden bu yana Bahreyn’deki durum iyiye gitmiştir. Bunun da Bahreyn’deki tarafların uzlaşmasına kolaylık sağlayacağına inanıyoruz”
Sonuç
Suudi Arabistan Orta Doğuda önemli güçlerden biridir. Gerek geniş coğrafyası gerek zengin petrol yatakları ve gerekse İslamiyet’in doğduğu yer olması dolayısıyla bölgede ve dünyada saygın ülkelerden birisidir. 1932 de Suudi Arabistan Krallığı ilan edildiğinde bu ülke İngilizlerin etkisi altında kaldı. II. Dünya Savaşından sonra ve soğuk savaş boyunca da İngilizlerin eski gücünü kaybetmesi dolayısıyla ABD İngiltere’nin yerini aldı. Soğuk Savaş boyunca Suudi Arabistan Sovyet yayılmacılığına karşı ABD ile birlik hareket etti. ABD’nin İsrail’i desteklemesi dolayısıyla Suudi Arabistan da olması muhtemel bir ABD karşıtlığı da soğuk savaş dolayısıyla kısıtlı kaldı. Bu yakınlık halen devam etmektedir.
Suudi Arabistan Devrimci ve Arap Milliyetçi hareketlerine destek vermedi. Onun yerine benimsediği anlayış ümmetçilik ve İslam anlayışı oldu. 1989 İran Devriminden sonra İran’ın rejim ihraç çabaları bölge ülkeleri kadar Suudi Arabistan’ı da tedirgin etti. Buna karşı Körfez İşbirliği Örgütü kuruldu. İran Suudi Arabistan’ın bölgedeki rakiplerinden bir tanesidir. Gerek Şii rejimlere ve gruplara destek vermesi gerekse Nükleer Güç olma yolunda ilerlemesi bölge ülkelerini ve dünyayı tedirgin etmektedir.
Suudi Arabistan’ın Arap Baharına bakışı ise değişme göstermektedir. Önceleri statükodan yana olan ve mevcut liderlere destek veren Suudi Arabistan sonrasında bu politikasından mecburen vazgeçmek zorunda kalmıştır. Suudi Arabistan’ın Bahreyn’e direkt askeri müdahalede bulunması dünyada çok tartışılmıştır. Bahreyn Suudi Arabistan’ın hemen yanı başında yer alan ve nüfusunun çoğu Şii olan bir ülkedir. Bu yüzden İran’ın burada bir Şii rejim kurmasından çekinmektedir.
Kendi içinde ise Arap Baharından etkilenme ihtimali şu anda pek olmasa da ilerleyen zamanlarda bundan endişe etmektedir. Suudi Arabistan özgürlüklerin kısıtlanmış olduğu ülkelerden bir tanesidir. Yaşanan gelişmeler sonucunda ise bazı reformlar yapmak zorunda kalmıştır ve bunlara devam edecektir. Ancak bu reformların yeterli olup olmayacağı ise bilinmemektedir. Daha önce yönetimlerin düştüğü Arap ülkelerinde şu anda durum pekiyi değildir. Zira giden liderlerin yerine demokratik bir yapı kurulamamıştır ve bunun olup olmayacağı dahi şüphelidir. Halk yeni gelen ya da gelecek olan yönetimlerin özgürlüklere ve sosyal adalete ne kadar izin vereceklerini bilmiyor. Örneğin Mısır’da iktidardan düşen Hüsnü Mübarek’in yerine şu anda demokratik seçimler için söz vermiş olmasına rağmen askeri yönetim hala seçimleri gerçekleştirmemiştir ve bu durum Mısır’da gösterilerin hala devam etmesine neden olmaktadır. Benzer şekilde Libya’da da bir kaos durumu ve belirsizlik hakimdir. Bu durumda Suudi Arabistan’da bir Arap Baharı’nın olup olmayacağı meçhuldür. Yani krallık rejimi bir süre daha devam edecek gibi gözükmektedir.
Tuğçe GENÇTÜRK
Gazi Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kaynakça:
Zakaria, Fareed, Time May 16, 2011, sayfa:18
DTM, http://www.dtm.gov.tr/Rapor/Arabistan.htm, (10 Şubat 2006)
Türk, Kadir, Mısır ve Suudi Arabistan’ın Ekonomik Yapıları ile Karşılıklı Ekonomik İlişkilerinin Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006
Beyri, Vildan, Körfez Ülkeleri Doğal Gaz Rezervlerinin Bölge ve Dünya Ekonomisi Üzerindeki Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009
TC Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın Ekonomisi, http://www.mfa.gov.tr/suudi-arabistan-ekonomisi.tr.mfa)
Ochsenwald, William, Saudi Arabia and The Islamic Revival, International Journal of Middle East Studies, Vol. 13, No. 3 (Aug., 1981), s.271-286,Published by: Cambridge University Pres, http://www.jstor.org/stable/162837
Kurşun, Zekeriya, Tarihten Günümüze Suudi Arabistan, http://www.ordaf.org.tr/tarihten-gunumuze-suudi-arabistan.aspx
Zuhur, Sherifa, Saudi Arabia Middle East in Focus, s.276)
Sheikh, Naveed S.The New Politics of İslam: Pan-İslamic Foreign Policy in a World of States,s.44
Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın Siyasi Görünümü,http://www.mfa.gov.tr/suudi-arabistan-siyasi-gorunumu.tr.mfa)
Time, Vol:179 2012, sayfa 19
TESEV dış politika programı 2 Şubat 2011 İstanbul)
Time, Eylül 5, 2011 sayfa 21
The Guardian, Suudi Arabistan ve Arap Baharı, Eylül 30, 2011
Orsam Röportaj: Suudi Arabistan Kültür Bakanı Danışmanı Abdullah Alshamri ile Söyleşi
[1] Fareed Zakaria
[2] Zakaria,Fareed,Time May 16,2011,sayfa:18
[3] DTM, http://www.dtm.gov.tr/Rapor/Arabistan.htm (10 Şubat 2006)
[4] Türk,Kadir,Mısır ve Suudi Arabistan’ın Ekonomik Yapıları ile Karşılıklı Ekonomik İlişkilerinin Değerlendirilmesi,Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,2006
[5] Beyri,Vildan,Körfez Ülkeleri Doğal Gaz Rezervlerinin Bölge ve Dünya Ekonomisi Üzerindeki Etkileri,Yüksek Lisans Tezi,İstanbul,2009
[6] TC Dışişleri Bakanlığı,Suudi Arabistanın Ekonomisi, http://www.mfa.gov.tr/suudi-arabistan-ekonomisi.tr.mfa
[7] Ochsenwald, William, Saudi Arabia and The Islamic Revival, International Journal of Middle East Studies, Vol. 13, No. 3 (Aug., 1981), s.271-286,Published by: Cambridge University Pres, http://www.jstor.org/stable/162837
[8] Kurşun,Zekeriya, Tarihten Günümüze Suudi Arabistan, http://www.ordaf.org.tr/tarihten-gunumuze-suudi-arabistan.aspx
[9] Cambridge University Press I98I 0020-7438/81/03027I-16 $02.50
[10] Zuhur,Sherifa,Saudi Arabia Middle East in Focus,s.276
[11] William Ochsenwald
[12] Sheikh, Naveed S.The New Politics of İslam:Pan-İslamic Foreign Policy in a World of States,s.44
[13] Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın Siyasi Görünümü,http://www.mfa.gov.tr/suudi-arabistan-siyasi-gorunumu.tr.mfa
[14] Time, Vol:179 2012, sayfa 19
[15] TESEV dış politika programı 2 Subat 2011 Istanbul
[16] Time,september 5,2011 sayfa 21
[17] The Guardian,Suudi Arabistan ve Arap Baharı,Sept.30,2011