Bu yazıda 2011 yapımı Black Mirror dizisinin 2. sezonunda yer alan “The Waldo Moment” adlı bölümünün, genel hatlarıyla politikacıların topluma olan tutumunu ve toplumun teknolojiye karşı olan bağlılığını eleştiriye tabi tutması üzerine bir değerlendirme ve kısa bilgilendirme yapmak amaçlanmıştır.
Dizilerde ve filmlerde karakter seçimleri, hikâyeyi ve verilmek istenilen bilgiyi seyirciye yansıtmak açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. Dizi, farklı eleştirilerin aracılarını oluşturmak adına üç ana farklı karakterden oluşmaktadır. İlk karakter, seçimler için aday olmak isteyen; kazanamayacağının farkında olan, bu adaylığı “sıçrama tahtası” olarak gördüğünü açıkça dile getiren Gwendolyn Harris adlı politikacıdır. İkinci karakteri ise “Waldo” adındaki çizgi film karakterini seslendirmek üzere bir programda yer alan, karakterin arkasında kendini sıkışmış hisseden, Waldo’nun kendinden ayrı bir karakter olduğunun farkında olan Jamie oluşturmaktadır. Jamie, Waldo’yu etik olmayan ancak insanları güldüren esprilerle donatır. Waldo’nun yeni bölümünde konuk olan Liam Monroe, bir “politikacı” hissizliğine sahip, ciddi, seçimlere aday olmak için hazırlanan üçüncü karakter olarak yerini almaktadır. Monroe, Waldo tarafından programda “politikacı” kimliğiyle küçük düşürülür. Monroe’nun bu programda kızdırılması ve Waldo’nun onu aşağılayıcı sözleri oldukça beğeni toplar. Bunun üstüne politikacıları “çürük bir tahta” olarak gören programın yapımcısı Waldo’yu sırf politikacıları kızdırmak ve alay etmek için adaylığa sokmaya karar verir. Bu sırada Jamie, kendi gibi bulunduğu noktada mutlu olmayan, daha fazlasını isteyen Gwendolyn ile arasında bağ kurar.
3 aday olarak Gwendolyn, Waldo ve Monroe öğrencilerin hazırladığı bir soru-cevap söyleşisine katılır. Uyuşturucu bağımlılığı gibi çok ciddi bir konudan bahsedilirken Waldo’nun gençleri farklı yöne çekmeye çalışan tavrı Monroe’yu oldukça sinirlendirir. Monroe buna karşılık olarak Waldo’nun arkasına sığınan, kendi deyimiyle “insanlarla bire bir bağ kurmaya korkan” Jamie’yi ismini söyleyerek hedef haline getirir. Jamie’ye adıyla seslenmesi Waldo kimliğini aradan çıkarır ve Jamie içinde bastırmış olduğu tüm duyguları ortaya döker. Politikacıların kendi kişisel arzuları için hareket ettiklerini, etrafında gerçekleşen kötü ne varsa görmezden gelip hedefe odaklandıklarıyla ilgili bir konuşma yapar. Bu demeç, günümüzde de insanların sıkça dile getirdiği politikacılar tarafından artık temsil edilmeme hissi ve politikacıların bireysel çıkar için hareket ettiği ile ilgilidir.
Aslında Jamie’nin bu konuşması günümüzdeki siyaset ve toplum arasındaki kopukluk hissinin, bu karakter aracılığıyla ekranlarda temsil edildiğini göstermektedir. Temsil edildiğini hisseden halk, Waldo’yu sahiplenir ve daha çok destek verir.
Bu olayların üstüne daha da ileri gitmek isteyen yapımcı, Jamie ile bir konuşma gerçekleştirir. Bu konuşmada günümüz teknolojisinin esir aldığı gençlerin politik dünyaya bakış açısının bile artık sosyal medya üzerinden yönlendirildiği açıkça görülür. Buradaki gençlerin yaşadığı yanılsama, Karl Marx’ın idealara olan yorumunda olduğu gibi yansıtılmış, tersine dönmüş gerçeklik olarak tanımlanabilir.
Jamie ve yapımcı arasında teknolojinin insanlara “doğrudan demokrasi” verebileceğine, politikacılara ihtiyaç olmadığına değinen bir konuşma geçer. Yapımcı, hayata geçirilecek politikalara karar verirken internete koyup insanların beğenip beğenmediğini dile getirebileceklerini söyler. Tıpkı bir fotoğraf, video, yazı paylaşıldığında insanlara onu beğenme ya da beğenmeme hakkı verildiği gibi. Yapımcı ve Jamie, gündeme geldikten sonra “teşkilattan” bir yetkiliyle görüşme gerçekleştirir. Dizinin en çarpıcı ve en önemli konuşması da burada geçer: Teşkilatı temsil eden kişi, Waldo’nun “sözde” başkan figürü için mükemmel bir seçenek olduğunu söyler. Waldo’nun insan olmadığı için şahsi kusurları olmadığını, insanların onu aşağı çekecek bir şey bulamayacağını dile getirir. Yaptığı çarpıcı, umursamaz konuşmalara bir de umut ve hedef eklerlerse şimdiki politik sisteme karşı “kusursuz bir suikastçi” olacağından bahseder. Daha önce teknolojinin tehlikeli yanına yapılan vurgu burada daha da ileri gitmektedir. İnsanların sadece bilgisayarda yaratılmış sahte bir karakteri olan figüre inançlarını birkaç sözle açıkça bağlanabileceği gösterilmektedir. İyice karakterin arkasında sıkışan Jamie, bu durumdan kurtulmak için harekete geçer ve bir kampanyada ekranın arkasından çıkıp “Bana oy vermeyin, ben Waldo’yum” der. İşte tam bu sırada açıkça görülür ki Waldo artık siyasi bir fikrin kalıplaşmış figürü olarak Jamie’yi saf dışı bırakır. Dizinin sonunda ise seyircinin karşısına Waldo’nun sözde başkan olduğu, askeri güçlerin onun arkasından dünyayı yönettiği bir düzen konulur. Tam da teşkilattan gelen adamın bahsettiği “kusursuz suikast” gerçekleşir.
Waldo Zamanı, teknolojinin artık hayatın her köşesine rahatça erişebildiğini, etkileyebildiğini ve hatta karar mecrası haline geldiğini vurgulamaktadır. İnsanlara olan ihtiyacı gittikçe azaltan bu sistem, insanları her geçen gün daha çok içine çekmektedir. Politikaya kadar uzanan bu el aynı zamanda dünya sistemindeki politikacıların da bir ürünüdür. İnsanlara daha az kulak vermek, barışçıl dünya düzeninden uzaklaşan politikalar izlemek, insan haklarında ileriye gitmek gerekirken; her geçen gün geri adım atmak, birbirine muhalif düşünceleri propagandalarla besleyip bireyler arasındaki kutuplaştırmayı arttırmak, toplumları oldukça yorgun ve inançsız bırakmaktadır. İnsanlar umut getirebileceklerine inandıkları her bireye, yapıya ve düşünceye bağlanır hale gelmektedir. İnsanların ekranlara yansıtılmış gerçekliği değil asıl olanı görmesi, politikacıların da topluma daha çok inmeleri, “ortak fayda” için çalışmaları gerekmektedir. Şimdilerde oldukça hassas zeminde yer alan toplum-devlet ilişkisinin temsilciler aracılığıyla güçlendirilmesi gerekmektedir. Yoksa dizide yer alan “kusursuz suikast”in dünya sistemine de sıçraması o kadar da imkânsız olmayacaktır.
Güzide Gülizar DOĞAN
Sivil Toplum Okumaları Staj Programı