Bu röportaj, Dr. Öğr. Üyesi Filiz Cicioğlu ile “Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Sistemdeki İşlevselliği” üzerine yapılmıştır.
1) Merhabalar, öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?
2001 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldum. Sırasıyla 2004 yılında Yüksek Lisans ve 2011 yılında aynı bölümde Doktora eğitimimi tamamladım. 2011 yılından beri bu bölümde öğretim üyesi olarak görev yapıyorum. “Avrupa Birliği ve Türkiye”, “Uluslararası Örgütler” ve “Sivil Toplum ve Dış Politika” derslerini vermekteyim.
2) Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde devlet-içi çatışmalar sıklıkla görülmeye başlanırken, uluslararası örgütler de bu devlet-içi çatışmalara müdahil olabilecek başlıca aktör olarak ön plana çıkmışlardır. Ancak uluslararası örgütler bazı devlet-içi çatışmalara müdahale ederken bazılarına müdahale etmekten kaçınmaktadırlar. Birleşmiş Milletlerin aldıkları kararların devlet üzerinde uygulama şekillerindeki farklılıkları neye bağlayabiliriz?
Uluslararası politikada uluslararası örgütlerin devlet-içi çatışmalara müdahalesi sınırlı kalmaktadır. Bu durum uluslararası örgütlerin aktörlülüğü ve etkinliği konusunun da sorgulanmasına neden olmaktadır. Uluslararası örgütleri müdahaleden alıkoyan başlıca faktörler olarak, üye devletlerin uluslararası örgütün müdahalesini engellemesi, devlet-içi çatışma yaşayan devletin uluslararası politikadaki etkinliği, yaşanan çatışmanın uluslararası sistemi etkileyebilme kapasitesi, söz konusu çatışmaya karşı küresel ve bölgesel güçlerin izlediği tutum ve kamuoyunun gösterdiği ilgi şeklinde sıralanabilir.
3) Dünyada barışı ve güvenliği tesis etmek için Atlantik Şartı olarak anılan belgenin 26 ülke tarafından imzalanmasıyla ortaya çıkan Birleşmiş Milletler’in (BM) bugünkü örgütsel yapıya erişmesinde etkili faktörler sizce nelerdir?
BM, II. Dünya Savaşı sonrası ortamda kurulmuş bir örgüt olarak haliyle o dönemin izlerini yansıtmaktadır. Bu nedenle de gerek yapısı itibariyle gerekse uygulamaları itibariyle sık sık varlığı sorgulanmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen öncülü olan Milletler Cemiyeti’nden farklı olarak sadece siyasi alanla sınırlı kalmamış olması, çevre, eğitim, insan hakları, gıda güvenliği, tarım, kadın hakları gibi pek çok konuda faaliyet gösteren alt kuruluşları ve bu konularda imzalanan sözleşmeleri ile tüm dünyada kabul görmüş bir uluslararası örgüttür. Ayrıca dünya üzerinde hemen tüm devletlerin üye olması ve en azından Genel Kurulunda bu devletlerin temsil ediliyor olması onu adeta bir dünya devletine dönüştürmektedir.
4) Savaşın yıkımına maruz kalmış ülkelerde barış ve huzuru sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler yapılanması olarak kurulan Barış Gücünün harekâtlarını adil ve objektif buluyor musunuz? Eğer bu durumların olduğunu düşünmüyorsanız yapması gerekenler nelerdir?
BM Antlaşmasında olmayan fakat daha sonra uluslararası politikada ortaya çıkan ihtiyaçlardan doğan Barış Gücü uygulamaları BM’nin en önemli faaliyetlerinden biridir. Barış gücü operasyonlarının temel hedefleri, ateşkes yapılmış ise bunu kontrol edip tarafların ateşkes şartlarına uymalarını sağlamak; sürpriz saldırılara engel olmak; çatışmanın yayılmasını engelleyecek bariyerler ve tampon bölgeler oluşturmak ve sivillere insani yardım sağlayıp yiyecek giyecek, barınma ve güvenlik gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaktır. Barış koruma çalışmalarının temel ilkeleri tarafsızlık, kendini savunma dışında şiddete başvurulmaması, görevin yerine getirilmesi ve misyonun yürütüleceği ülkenin onayının alınması şeklinde sıralanabilir. Barış gücü operasyonları bazı eleştirilere maruz kalmaktadırlar. Eleştirilen konuların başında, uluslararası toplumun belirli çatışmalara müdahale etmeye daha istekli olurken, bazı çatışmalara müdahale etme konusunda isteksiz kalması ve harekete geçmemesi gelmektedir. Bu durum, BDO’nın bazı devletlerin ulusal çıkarlarına uyacak şekilde icra edildiği ve devletler tarafında araçsallaştırıldıkları eleştirisine neden olmaktadır.
5) Kuruluş amaçlarını önceden bahsettiğimiz şekilde Birleşmiş Milletler gibi barış yanlısı bir örgütün Körfez Savaşında fiili olarak savaşa girmesinin sebepleri nelerdir? BM’yi savaşa iten Irak’ın Kuveyt üzerindeki kısa süreli hezimeti midir veya o günkü konjonktürde Irak’ın güçlü bir ordusundan kaynaklı mı böyle bir koalisyon oluşturuldu?
Körfez ülkelerinin 1981-1990 arasında petrol fiyatlarını sürekli düşürerek Irak’ı zarara sokmaları; Kuveyt’in Rumeyla bölgesindeki Irak’a ait petrollerden de faydalanmış olması; Kuveyt toprakları üzerinde tarihi hakkı olduğunda ısrar etmesi ve Irak-İran Savaşı sırasında Kuveyt’in Irak’a yaptığı para yardımını silmesini istemesiydi. Kuveyt ile ilgili iddiaların Kuveyt tarafından kabul edilmemesi üzerine Saddam Hüseyin meseleyi bir oldubitti ile çözümlemek istedi ve 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etmek ve bir hafta sonra da ilhak etmek suretiyle Körfez Krizi’nin çıkmasına sebep oldu. Irak bu hareketi ile dünya petrol rezervinin %20’sini elde etti. Irak’ın Kuveyt’i işgali üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Irak birliklerinin Kuveyt topraklarından şartsız ve derhal çekilmesini isteyen bir karar alındı. Ardından ABD öncülüğünde 33 ülke kuvvet göndermek veya yardım yaparak Irak’a karşı teşkil edilen bu koalisyon kuvvetlerine katıldı, Çöl Kalkanı adı verilen operasyona destek verdi. Bunların arasında sekiz Arap ülkesi de vardı. BM bu operasyonu BM Antlaşması’nın 42. Maddesi çerçevesinde kuvvet kullanımına izin veren ilkeye dayalı olarak gerçekleştirdi. BMGK daimi üyelerinden Çin’in yapılan oylamada tarafsız oy kullanması-tarafsızlık oylamayı bozmadığı için-sonucu BMGK 688 sayılı kararı alarak müdahaleyi gerçekleştirmiştir.
6) 20 Temmuz 1974 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit’in önderliğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’ta başlattığı askeri harekâtı Birleşmiş Milletlerin işgal görmesinin ve BM müzakerelerinin etkisiz olmasının sebebi sizce nelerdir?
20 Temmuz 1974’te adaya yapılan ilk müdahale dünyanın gözünde genel olarak meşru görüldü çünkü ne ABD ne de İngiltere Sampson’un darbesini ve anayasal düzenin yıkılarak adada gayrimeşru bir idarenin kurulmasını hoş görmemiş ve yeni yönetimi tanımadıklarını açıklamışlardı. Bu ilk harekât ile Sampson gönderildi ve ada yönetimi sivillere devredildi.
Cenevre’de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından yayınlanan ortak deklarasyonda, 1960 Anlaşması’nın yasallığı tüm taraflarca kabul edildi. Ayrıca Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum şeklinde iki özerk yönetimin varlığı da yine kabul gördü. Hatta Türk askerinin geri çekilme şekli ve koşulları bile aşağı yukarı belirlenmişti. Ne var ki, ikinci Cenevre toplantısında anayasal statü konusunda uzlaşma çıkmayınca, Türkiye 14 Ağustos’ta ikinci askeri harekâtı gerçekleştirdi. Bu harekât diğer tüm tarafların, Batı’nın ve uluslararası kurumların gözünde tamamen fevri ve gayrimeşru bir adım olarak görüldü ve görüşmelerin devam ettiği sırada yapılmış olması Türkiye’nin pozisyonunu zora soktu.
İkinci harekât sayesinde Türkiye adada Türkler için daha geniş sınırlar çizdi ancak dünya nezdindeki meşruluğunu yitirdi. İkinci harekâtın sebeplerinden biri de adada Rumların Türk askerlerine olan taciz ve saldırılarıydı ancak Rumların yenilgisi açık ve ortadayken dünyanın geri kalanı buna önem göstermedi.
Özetle dünya birinci harekâtı hukuki müdahale olarak gördü, ikincisini ise bir toprak işgali olarak algıladı. Sonuçta Türkiye’nin ‘Barış Harekâtı’ olarak adlandırdığı müdahale, BM tarafından ‘işgal’ olarak kayda geçirildi ve bu yönde BM kararları alındı. Bu da 1983 yılında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türkiye dışında diğer devletler tarafından tanınmamasına ve ilerleyen dönemde de bu sorunun Türkiye’nin AB ilişkilerinde bir kördüğüme neden oldu.
7) Toparlayacak olursak tüm bunlar ele alındığında Birleşmiş Milletler gibi bir örgütün uluslararası arenada amaçları ile çelişmeden hareket ettiğini ve işlevsellik açısından olaylar karşısında çok etkin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bugün BM’nin en önemli sorunlarının başında II. Dünya Savaşı sonrasının izlerini taşıyor olması gelmektedir. Savaşın galibi olan ülkelerin BMGK’da kendilerine ayrıcalıklı bir pozisyon oluşturacak şekilde tanıdıkları veto hakkı uluslararası sistemde pek çok konuda tıkanıklıklara sebep olmaktadır. BM Güvenlik Konseyi’nin hiçbir denetime tâbi olmaksızın hangi kriz durumlarında uluslararası barış ve güvenliğin tehdit edildiğini belirleme ya da hangi eylemin saldırganlık olarak tanımlanacağı konusunda ve şayet bu kriz noktalarına karşı geçilecekse ne tür kararların ve eylem planlarının kabul edileceği hususunda sahip olduğu tekel kuşkusuz kaygı vericidir. Bunun da ötesinde, BM Güvenlik Konseyi kararlarına karşı yargı yolu kapalıdır. Başka bir deyişle, Konsey’i dizginleyebilecek herhangi bir kurum ya da hukuksal mekanizma yoktur. Bu durum da BM’nin uluslararası sorunlar karşısında etkin bir şekilde uluslararası barış ve güvenliği sağlama konusunda başarısız olduğu sonucunu doğurmaktadır. Teşekkür ederim.
PELİN ÇOLAK
Uluslararası Örgütler Staj Programı