Bugün merkezi New York’ta olan Birleşmiş Milletlerin temeli sayılabilecek organizasyon, Milletler Cemiyeti adıyla I. Dünya Savaşı’nın sonrasında galip devletler tarafından İsviçre’de 10 Ocak 1920’de kurulmuştu. Galip devletler tarafından, ülkeler arası itilafları barışçıl yolarla çözmek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti, sadece galiplerin çıkarlarına hizmet ettiği için amacının dışına çıkmış hatta II. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştu. Savaşın ardından da görevini yerine getiremediği gibi gerekçelerle 1946 yılında dağılmıştı.
II. Dünya savaşından hemen sonra 24 Ekim 1945 tarihinde bugünkü Birleşmiş Milletler kurulmuş ve ilginç bir biçimde, (kurucu) üyelerden sadece beş tanesine (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) veto hakkı verilmiştir[1]. I. Dünya Savaşı sonrası galip devletler nasıl Millet Cemiyeti’ni kurduysa II. Dünya Savaşı sonrasında da galip devletler MC sonrasını ifade eden BM’yi kurmuşlardır. Örgütün kuruluş amaçlarından en önemlileri, dünya barışı ve adaleti korumak olmasına rağmen, bu ilkeler daimi üye olan beş ülkenin çıkarları karşısında her zaman sekteye uğramıştır. Avrupa kıtasından BM daimi üyeleri arasında 3 devlet bulunurken Ortadoğu’dan tek bir daimi üyenin olmaması kuruluş felsefesindeki dünya barış ve adaleti anlayışına aykırıdır. Demokrasi ve insan haklarının savunucusu olduğunu iddia eden gelişmiş ülkeler, 50-60 milyonluk ülkelerin sözüm ona dünya adaletini sağlayacak organizasyonda yer alırken ve dünya nüfusunun 1/6’sından fazlasını barındıran Hindistan’ın daimi üyeler arasında olmamasını nasıl izah edeceklerdir?.. Peki, 1,5 milyarlık Müslüman âleminden tek bir daimi üyenin olmaması BM’nin kuruluş amacıyla ne kadar bağdaşmaktadır?
MC taraflı olduğu ve azınlığın hegemonyasını temsil ettiği için ve daha birçok nedenden ötürü II. Dünya Savaşı’nı engelleyememiştir. Öyle görünüyor ki bugünün MC’si olan BM’de II. Dünya Savaşı sonrası tesis edilen bu barışı devam ettirmekte ilanihaye yetersiz kalacaktır. BM’nin bir an önce yapısal reform(lar)a tabi tutulması, üye dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi, daha fazla üyenin katılımının sağlanması dünya barışı için oldukça önemlidir. Mevcut yapı devam ettiği sürece ne dünya barışı sağlanabilir ne de Suriye, Irak, Arakan gibi dünyanın çeşitli yerlerindeki bölgesel sorunlara çözüm üretilebilir. BM’nin beş daimi üyesinin aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle, 21 yıl önce Avrupa’nın ortasında II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük insanlık trajedisi yaşanmış, 1992 tarihinde başlayıp 1995 sonlarına kadar süren Bosna Savaşı sırasında yaklaşık 110 bin kişi hayatını kaybetmiş, 2 milyon kadar insan da yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Bununla da kalmayıp BM korumasında olan 8.372 Boşnak, Sırplar tarafından, Hollandalı 400 barış gücü askeri gözleri önünde (nezaketinde) katledilmiş ve bu katliam tarihe Srebrenitsa Katliamı olarak geçmiştir.[2] Bu şekilde sayabileceğimiz birçok katliamın yaşanmadan önlenmesinde Birleşmiş Milletler ne yazık ki etkisiz kalmış hatta birçok katliamı görmezden gelmiştir.
Iran nükleer silah üretiyor diye örgütlenip yaptırım uygulayan BM aynı yaptırımları nükleer silah sahibi diğer ülkelere neden uygulamıyor? BM’nin kurallarını defalarca kez ihlal etmesinden dolayı BM tarafından onlarca kez kınanmasına rağmen, Lübnan-İsrail Savaşı sırasında BM binasını bombalama cüreti gösteren, uluslararası sularda dahi haksız bir biçimde gemilere saldırabilen, istediği ülkede suikastlar yapan İsrail gibi bir ülkeye yaptırım uygula(ya)maması BM’nin amacından ne kadar uzak olduğunu, adalet duygusundan yoksun olarak güçsüze karşı güçlünün yanında yer aldığını gözler önüne sermektedir. Yanı başımızda 2,5 yıldır devam etmekte olan, yaklaşık 110.000 insanın kimyasal silahların da kullanılarak katledildiği, 2 milyondan fazla insanın mülteci durumunda olduğu Suriye Sorunu BM’nin acziyetini gözler önüne sermektedir.[3]
BM’nin dünya barışını sağlama gibi siyasi amaçları yanında, ekonomik ve sosyal amaçlarının da bulunduğu unutulmamalıdır. Dünya nüfusunun % 14’ü (826 milyon insan) yeterli ve iyi beslenememekte, %16’sı (968 milyon insan) temiz içme suyuna erişememekte, % 40’ı (iki milyar dört yüz milyon insan) sağlıklı yaşam koşullarından yoksun ve 854 milyon yetişkin okuma-yazma bilmemektedir.[4] Nerden bakarsak bakalım BM’nin kendisini revizyona tabi tutması gerekmektedir.
BM’nin başta Türkiye olmak üzere, çeşitli ülkeler tarafından Birleşmiş Milletlerin haklı olarak varlığının sorgulanması, görevini yerine getiremediğinin, hantal bir yapıya dönüştüğünün açık kanıtıdır. Son olarak Suudi Arabistan’ın BM geçici üyeliğine seçilmesi ve bu üyeliği, BM’nin Suriye konusunda çözüm üretmemesi, masum halkın kitle imha silahları ve ağır silahlarla katledilmesine engel olamamasına bir tepki olarak reddetmesi, BM’nin bu haliyle devamlılığının imkânsız olduğu, daha fazla katılıma ihtiyaç olduğunu ve bu dünyanın kaderinin sadece beş ülkenin insafına bırakılamayacağını göstermektedir. Bu adaletsiz yaklaşımın dünya barışını sağlamaktan çok çatışmaları körükleyeceği, dikta rejimlerin halklarını katletmelerinin önüne geçemeyecek, soykırım ve insanlık suçlarına engel olamayacaktır. BM’nin biran önce köklü reformlar yapması milletlerin kaderini beş daimi üyenin iki dudağının arasına bırakmadan daha fazla katılımla katledilen insanların dinine, ırkına vs. bakılmaksızın insanlık onuru adına hızlıca müdahale edilmeli hatta, proaktif bir biçimde olaylar oluşmadan önlemler alınmalıdır ki örgütün ömrü uzun olabilsin ve BM isminden de anlaşılacağı gibi bütün milletlerin sorunlarına adil bir yaklaşımla çözüm getirebilsin.
Ahmet İSLAM
[1] Ertan, Fikret, “Almanyanın daimi üyeliği” , Zaman, 22.06.2004
[2] Ratko Mladiç yakalandı, BBC Türkçe, 26.05.2011
[3] BM Mülteci Örgütü UNHCR,”Suriye mülteci raporu 2013”, http://www.unhcr.org.tr/?content=454, Erişim Tarihi, 24.102013.
[4] Ülsever, Cüneyt, “Rakamlarla Küreselleşme ve Türkiye”, Hürriyet, 03 .07.2007