Birgül Demirtaş ile Balkanlar Üzerine Söyleşi

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Birgül Demirtaş ile Balkanlar’ın tarihi ışığında, bölgenin bugününe ve yarınına dair genel bir değerlendirme yaptık.

Keyifle okumanız dileğiyle…

Balkanlar’a geçmiş odaklı bakacak olursak, Balkanlar’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yeri ve önemi hakkında neler söyleyebiliriz?

Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar coğrafyasının ve Balkan halklarının çok özel bir yeri olduğunu görmekteyiz. Bunu birkaç açıdan değerlendirebiliriz. Bir defa, Osmanlı’nın fetihlerini düşündüğümüzde; Yavuz Sultan Selim dönemine kadar fetihlerin daha çok Balkanlar’a yönelik olduğunu görürüz. Ve Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupa güç dengesinde önemli bir unsur haline getiren de esasında Balkanlar’daki fetihlerdir. Bunların dışında Osmanlı yönetim sistemine baktığımızda, Balkan halklarının çok üst düzey mevkilere kadar yükselebildiklerini görmekteyiz. Örneğin, sadrazamlara baktığımızda pek çok Balkan kökenli sadrazam görüyoruz. Bir diğer örnek ise protokol listesinde, Balkanlar’dan gelen yöneticiler, Anadolu’dan gelen yöneticilerden daha üst düzeyde yer alıyordu. Bu durum Osmanlı’nın Avrupalı bir imparatorluk olmaya çalışmasıyla bağlantılıdır diyebiliriz. Örneğin, Osmanlı’nın başkentlerine baktığımızda bu başkentlerin ya Balkanlar’da ya da Balkanlar’a çok yakın yerlerde yer aldığını görürüz. Osmanlı’nın uluslararası sistemdeki konumunun ağırlık merkezi batıdaydı. Balkan coğrafyasındaki başarılar sayesinde Osmanlı Avrupa’da önemli bir güç haline geldi. Osmanlı eğer yükseliş döneminde Avrupa güç dengesinin bir parçası olmuş ise bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi Balkanlar’daki fetihler ve burada kurulan idari sistemdir.

Ve diğer bir konu Osmanlı’nın millet sistemi; Balkanlar’da yaşayan halklara yüzyıllar boyunca büyük ölçüde istikrarlı ve barışçıl bir ortamda yaşama imkânı sunmuştur. Tabii bir takım istisnai durumlar da vardır, örneğin Arnavut isyanı gibi. Ama Osmanlı’nın bu halklara büyük ölçüde kendi kimliklerini devam ettirme imkânı tanıması, onların bu sayede kendi dillerini, kendi dinlerini yaşamaya devam etmeleri, ciddi anlamda Balkanlar’daki uzun yıllar boyunca devam eden barışın ve istikrarın en önemli nedenlerinden bir tanesidir.

Bir diğer nokta ise, biliyorsunuz burası çok etnisiteli bir coğrafya. Pek çok farklı kültür, dil, din bir arada yaşayabildi ve Osmanlı sayesinde kendi aralarındaki sınır problemleri de uzunca bir süre ortadan kalktı.

Soğuk Savaş döneminde Balkanlar’a baktığımızda, Batı Bloğu ve Doğu Bloğu arasında bir nevi sınır konumunda bulunan bölgede nasıl bir tablo görüyoruz?

Öncelikle Soğuk Savaş döneminin koşulları bölgeye çok büyük zararlar verdi. Çünkü Soğuk Savaş döneminde Balkanlar dört parçaya bölündü. Bir tarafta, Batı bloğuna üye olan ülkeler ki bu grupta Türkiye ve Yunanistan vardı. Diğer tarafta, Doğu bloğuna ait olan ülkeler vardı, Romanya, Bulgaristan örneğinde gördüğümüz gibi. Öte yandan, Yugoslavya vardı, Bağlantısızlar Hareketi’nin en önemli ülkelerinden bir tanesi olarak… İstisnai bir örnek olarak da Arnavutluk vardı. Arnavutluk önce Varşova Paktı üyesi oldu ama daha sonra Varşova Paktı’ndan çıktı. Ardından Çin’le ittifak kurdu. Soğuk Savaş döneminde hegemon devletlerin politikaları Balkan ülkelerinin hem iç hem de dış politikalarını oldukça etkiledi. Örneğin, Türkiye’nin Bulgaristan ile olan ilişkileri, iki komşu ülke ilişkileri, ABD ve Sovyetler Birliği ilişkilerinden bağımsız değildi. Bu iki süper güç arasındaki ilişki nasılsa, bu iki komşu ülke arasındaki ilişki de çoğu zaman buna göre şekilleniyordu. Doğu bloğu ve Batı bloğu sınırlarının Balkanlar’dan geçmesi ciddi bir sorun teşkil etti. Bu dönemde Balkanlar’da Doğu bloğu üyesi ülkeler Batı Bloğu üyesi ülkeleri tehdit olarak algılıyorlardı ya da aynı şekilde Batı bloğu ülkeleri Doğu bloğu ülkelerini tehdit olarak algılıyorlardı. Böyle bir ortamda ne siyasi ne ekonomik ne de kültürel bir işbirliği geliştirmek mümkün olmuyordu. Bu süreç bir de hem insani hem de ekonomik özgürlüklere çok büyük zararlar verdi. Bloklar arası seyahat kolay değildi. Örneğin, göçlerle Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelenler, Bulgaristan’daki akrabalarıyla rahat bir şekilde telefonda dahi konuşamıyorlardı. Dolayısıyla hem devletlerarası ilişkilere hem de bireyler arasındaki ilişkilere büyük zararlar vermiştir Soğuk Savaş döneminin koşulları. Uluslararası politikayı, devletleri aşan, diğer aktörleri de içine alan bir şey olarak düşünürsek, halkların kendi aralarındaki iletişimin tıkanmasının da Soğuk Savaş döneminde bölgedeki en büyük problemden biri olduğunu söyleyebiliriz.

Balkanlar’daki liderler üzerinden gidecek olursak, Soğuk Savaş döneminde Balkan liderlerinin politikaya nasıl bir etkileri olmuştur?

Doğu Bloku ülkelerinde diktatoral rejimler mevcuttu ve liderler demir yumrukla yönettikleri ülkelerinin politikalarını belirliyorlardı. Ama burada elbette yapı-yapan ilişkisini de dikkate almak gerekmektedir. Yani aktörler mi daha etkili olmuştur yoksa yapı mı? Soğuk Savaş döneminde hegemon güçlerin varlığı daha ağır basıyor. Tabii mutlaka Tito’nun kendi kişiliğinin de etkisi vardır Yugoslavya’nın politikalarında ya da aynı şekilde Todor Živkov’un da Bulgaristan’ın politikalarına tabii ki etkisi olmuştur ama yapının o dönemde inanılmaz bir ağırlığı vardı. Bulgaristan’ın başında kim olsaydı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin rotasını izlemek zorunda kalacaktı o koşullarda. Hatta bir sürü espri vardır bununla ilgili, örneğin Brejnev ile Živkov telefonda konuşurken, Živkov’un telefonunda sadece duyma kısmı varmış, konuşma kısmı yokmuş, çünkü Živkov’un ne söylediğinin hiçbir önemi yok.

Anekdot olarak ise, Sovyetler Birliği’nin Sofya Büyükelçisinin Živkov’un yurtiçi gezilerinde adeta ülkede bir bakanmış gibi ona eşlik etmesi vurgulanabilir. Bulgaristan o dönemde Sovyetler Birliği’nin on altıncı cumhuriyeti gibi davrandı. Bütün Doğu bloğu ülkeleri içerisinde Sovyetler Birliği’ne en yakın politikalar izleyen Bulgaristan oldu. Tabi bu tarz politikalar bakıldığında Bulgaristan’daki Türk azınlığı da etkiliyor. Sosyalist rejim ilk dönemde azınlık haklarını da koruyan politikalar izliyor fakat kısa bir süre sonra ciddi anlamda asimilasyon politikaları izleniyor. Özelikle 1984’ten itibaren bunlar daha çok yoğunlaşıyor ve biliyorsunuz 1989’a bu süreç kadar devam ediyor.

Balkan devletlerinin devlet inşa etme süreçlerine baktığımızda neler görüyoruz? Balkan liderlerinin devlet oluşturma sürecinde en önemli noktalar neler olmuştur?

Ulus inşası ve devlet inşası süreçlerini birlikte ele almamız gerekmektedir, çünkü Osmanlı sonrası Balkanlar’da bir yandan devlet yapıları oluşturulurken, bir yandan da ulus inşa edilmeye çalışılmıştır. Biliyorsunuz bu milletlerin Osmanlı’dan bağımsızlıklarını kazanmaları milliyetçilik dalgası ile oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nda etnisiteye dayalı bir millet anlayışı yoktu, dine dayalı millet sistemi vardı. Ama 19. yüzyıldan itibaren Fransız Devrimi ile gelen milliyetçi akım Osmanlı İmparatorluğu’na da yayıldı. Sırp, Rum, Bulgar gibi farklı Balkan halklarının entelektüelleri kendi uluslarının tarihi ile ilgili eserler vermeye başladı.

Standart diller, standart tarih anlayışları oluşturulmaya çalışılıyor. Söz konusu ulus ve devlet inşa süreçleri Balkanlar’da çok ciddi düşmanlıklar yaratıyor. Yani, Osmanlı’ya karşı bir düşmanlık yaratıyor çünkü siz bir ulus devleti inşa ederken, öteki yaratırsanız o zaman milliyetçiliği daha çok güçlendirirsiniz, o zaman insanlar birbirlerine daha çok kenetleniyor. Siz eğer derseniz ki biz Osmanlı İmparatorluğu döneminde yüzyıllar boyunca ezildik, mahvolduk, esaret yaşadık, o zaman ulus inşası sürecinin de daha hızlı ilerleyeceği düşünülüyor. Dolayısıyla Balkanlar’da ortaya çıkan ulus devletler milliyetçi devletler olarak karşımıza çıkıyor. Hem birbirlerine karşı düşmanlık var hem de Osmanlı’ya karşı büyük bir düşmanlık var. Tabii bütün bunların bir de günümüze yansımaları olduğunu unutmamak gerekiyor. 1990’lardaki savaşlardan sonra biliyorsunuz Yugoslavya dağıldı ve oradan yedi tane farklı devlet ortaya çıktı. Ve bu süreçler aslında bir şekilde hala devam ediyor. Hala bir geçmişin ötekileştirilmesi söz konusu, hala Osmanlı, Türkler ülkelerin pek çoğunda ötekileştiriliyor. Aynı zamanda kendi aralarındaki sınır problemleri gibi sorunların ciddi anlamda devam ettiğini görüyoruz. Ve bu dışlayıcı milliyetçilik problemi günümüzün de en önemli sorunlarından bir tanesidir. Kosova’daki problemlerin, Bosna’daki problemlerin özünde yatan şeylerden bir tanesi bu 19. yüzyıl milliyetçilik anlayışının Balkanlar’da hala yaşamasıdır.

Bu milliyetçiliğin kökeni aslında Batı Avrupa’dır. Ama Batı Avrupa özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı deneyimlerinden sonra bu milliyetçiliği törpülemeye başladı. Örneğin, Avrupa bütünleşme süreci bu süreçte önemli araçlardan biri oldu. İspanyol, Fransız v.b. olabilirsiniz ama bir yandan da Avrupalısınız. Ve en önemlisi kimlikler birbirini dışlamaktan vazgeçti. Alman olmak Fransızlardan nefret etmek anlamına gelmiyordu artık. Şengen sistemi, insanların bir yerden başka bir yere rahat bir şekilde seyahat edebilmesi ve aynı zamanda ekonomik olarak birbirlerine bağımlı hala gelmeleri, Avrupa Birliği’nin ortak bir marşının, bayrağının olması dışlayıcı milliyetçilikleri törpüledi. Ve Eurobarometer anketlerine baktığımızda, Avrupalılık kimliğinin de yıllar içinde güçlendiğini görüyoruz. Asıl önemli nokta, Avrupa’nın 19. yüzyıl milliyetçiliğinin bugün Balkanlar’da hala yaşıyor olmasıdır. Buraya bu milliyetçilik Batı Avrupa’dan yayılarak geldi ama Batı Avrupa bunu yeniden tasarladı. Dar, dışlayıcı milliyetçilik bugün Balkanlar’da hala yaşıyor ve bugün yaşanan sorunlarında temelinde de bu dışlayıcı milliyetçilik yatıyor. Mesela, bir anket sonucu söyleyeyim size, savaştan önce Bosna Hersek’te evliliklerin %30’u farklı etnik gruplardan insanların yaptığı karışık evlilikti fakat bugün Bosna Hersek’te savaştan sonra insanlardan yarısı diğer etnisitelerden insanlar ile iletişimlerinin olmadığını ya da çok az olduğunu söylüyorlar. Bu durum da milliyetçiliğin göstergelerinden bir tanesidir.

Avrupa Birliği ve Balkanlar hakkında neler söyleyebilirsiniz? Balkanlar’ın Avrupa entegrasyon sürecine baktığımızda neler gözümüze çarpıyor ve bu süreç Balkanlar için ne anlam ifade ediyor?

AB ile ilişkiler bağlamında baktığımızda, Balkanlar’da iki grup ülke var. Bir tanesi hali hazırda Avrupa Birliği’ne üye olan ülkeler; Hırvatistan, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan ve Slovenya. Öte yandan da Avrupa Birliği’ne üye olmaya çalışan ülkeler var, Türkiye’den başlayıp, Sırbistan, Karadağ, Bosna Hersek ve diğer ülkeleri sayabiliriz. Bu ülkelerin görünür gelecekte AB’ye üye olup olmayacaklarını bilmiyoruz. Bu durum birçok değişkene bağlı: Hem Balkan ülkelerinin kendi performanslarına hem de Avrupa Birliği’nin gelecek vizyonuna bağlı. Ama şunu söyleyebiliriz, Avrupalılaşma süreci Balkanlar için büyük önem taşıyor. Şunu çok iyi biliyoruz ki Balkanlar’da olan biten her şey Avrupa’yı etkilemeye devam edecek, aynı şekilde Avrupa Birliği içinde olan biten her şey de Balkanlar’ı etkilemeye devam edecek. Avrupalılaşma süreci bölgede etkili bir dış dinamik özelliği taşıyor. Bunun yakın zamanda örneğini Sırbistan’ın Kosova ile gelişen diyalog sürecinde gördük. Avrupa Birliği’nin hem Balkanlar ülkelerinin kendi iç problemlerinin çözümünde hem de birbirleriyle olan problemlerin çözümünde zaman zaman katalizör rolü üstlenebildiğini görüyoruz. Tünelin sonundaki ışığı ise henüz göremiyoruz. Süreç nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Avrupalılaşma dinamiklerinin devam etmesi, Balkanlar’ın siyasi ve ekonomi istikrarı açısından yaşamsal önem taşıyor.

Türkiye ve Balkanlar için neler söyleyebilirsiniz? Türkiye’nin bölgedeki rolü ne olmalı, bugün oynadığı rol yeterli mi? Bölgede daha aktif hale gelebilmek adına neler yapılabilir?

Öncelikle şunu söylemek lazım, Türkiye Balkanlar’ın bir parçası, tüm aktörler ile görüşebiliyor. Soğuk Savaş’ın bittiği dönemden bugüne kadar Türkiye bölgede aktif bir dış politika izliyor. Bölgedeki Osmanlı mirası, Türk ve Müslüman halklar, Türkiye’nin kendi içindeki Balkan kökenli vatandaşlar, Türkiye’nin politikalarını doğrudan etkiliyor. Türkiye bölge ülkelerinin Avro-Atlantik kurumlara üyeliklerine destek verdi. 2009’dan itibaren Türkiye bölgeye yeniden yöneldi. Özellikle Bosna Hersek bağlamında geliştirilen üçlü mekanizmalar önemli. Her ne kadar şu anda Sırbistan bu mekanizmayı askıya alsa da süreçte bazı olumlu sonuçlar elde edildi: Sırbistan Parlamentosu’nun Srebrenica ile ilgili özür kararı, Sırbistan eski Devlet Başkanı Boris Tadiç’in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Srebrenica anma törenlerine katılması, Bosna Hersek’in Belgrad’a büyükelçi ataması gibi.

Balkan ülkelerinin bugünkü durumlarına baktığımızda geleceğe dair neler söyleyebilirsiniz?

Bugün Balkanlar’da çatışma yaşanmasa da hala gerginlik unsurları mevcut. Dışlayıcı milliyetçilik, sınır sorunları, göçmenler, ekonomik sorunlar ve örgütlü suçlar hala ciddi sorun teşkil ediyor. Avrupa Birliği entegrasyon süreci bölge için önemli bir dinamik. Ama AB üyeliği sonrası tüm sorunların da çözülemediğini görüyoruz. Bulgaristan ve Yunanistan örneklerinde aşırı milliyetçilik, ekonomik sorunlar gibi meselelerin devam ettiğini görüyoruz. Üye olan ülkelerin de AB’nin çevresinde kaldığını söyleyebiliriz. Balkanlar için en temel mesele kimlik algılamaları ve bölgesel işbirliği sürecinde 19.yüzyıl anlayışlarından 21. yüzyıla geçip geçilemeyeceği.

Son olarak ‘’Balkan Diplomasisi’’ hakkında neler söyleyebilirsiniz? Sizin de aynı isimle bir eseriniz bulunuyor.

“Balkan Diplomasisi” isimli kitapta, Soğuk Savaş sonrası Balkan ülkelerini dış politikaları, bölgenin diğer ülkelerinden akademisyenlerin de katkılarıyla incelenmiştir.

Son olarak, ileride akademik olarak Balkanlar çalışacak, Balkanlar’da aktif rol almak isteyen biz gençlere neler tavsiye edersiniz?

Gençler ortak Balkan projeleri yapabilir. Konferanslar düzenleyebilir, web sayfaları hazırlayabilir, süreli yayınlar çıkartabilir.

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi öğretim üyesi Sayın Doç. Dr. Birgül Demirtaş’a bu güzel söyleşiyi TUİÇ-BALKAM adına gerçekleştirmeme izin verdiği için ve ayrıca tüm sorularıma verdiği samimi cevaplarından ötürü teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu söyleşi TUİÇ BALKAM Ankara Temsilcisi ve Bosna Hersek araştırmacısı Emel DENİZ tarafından 18 Mart 2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir.

Twitter : @tuicbalkam

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...