Bir Medeniyetler Çatışması Örneği: Türkiye

Günümüz siyaseti ve toplumlarını anlarken kullandığımız kategorilerin analizini yapmayı ve Türkiye’den bölgeyi anlamaya dair çalışmalarda atılabilecek kuramsal adımları ve bunların sonuçlarını tartışmayı amaçlamaktadır. Öncelikle, Medeniyetler arası kültürel etkileşimleri kavram ve teorilerle ortaya koymakla birlikte, ortaya çıkışın noktasını tartışmakta, daha sonra bu çalışma alanının sosyal bilimler içinde gelişimiyle, Kültürler arası bu kimliksel oluşumun siyasal sistem analizine dönüşmesinin ilişkisini irdelemektedir. Bu tartışmayı müteakip daha isabetli sosyal bilimsel yaklaşımların kimlik sonrası gelişimini özetlemektedir. Kültürel kimlik, perspektifi dışında Medeniyetler arası yaklaşımların bir değerlendirmesini yapan makale, toplum ve siyasetine dair isabetli bir tahlil için gerekli asgari ve ampirik çerçevenin tasviri ile sonlanmaktadır.

Medeniyet Kimlikleri ile bağlantılı olarak kültür ve kültürel kimlikleri, soğuk savaş sonrasında dünya’daki uzlaşma, ayrışma ve çatışma kalıpları içerisinde tanımlayan ve Amerikan Kültür oluşumunu bireysel açıdan başarıyla gerçekleştirmiş kişileri devreye sokmuştur. Onlar; Japon kökenli; Francis Fukuyama, Hint asıllı, Samuel P. Huntington ve Polonya asıllı; Brzezinsky. Bu üç Pentagon mimarından biri olan, Samuel P. Huntington, soğuk savaş döneminden sonra, dünya sahnesinde ABD’nin kendi içerisinde uyguladığı yalnızcılık doktrinden sonra kırmızı olan tehlike algılaması rengini yeşile dönüştüren üç kişiden biri. Medeniyetler Çatışması Tezi ilk olarak Foreign Affairs dergisinin 1993 yaz sayısında yayınlanmış ve Batı liberalizminin, sosyalizme karşı nihai bir zafer kazandığını ve bunun küresel ilişkilerin yapısını de belirleyeceğini savunan Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu Tezi’ne bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Huntington’un Medeniyetler Çatışması kitabı medeniyetler ve kültürler, kültürün güç ilişkileri ve güç dengelerinin değişmesi üzerindeki etkileri, Batı evrenselciliği, Müslüman radikalizmi, Çin’in iddialı biçimde ortaya çıkışı ve kırılma hatlarındaki mücadelelerin alevlendirdiği uluslararası çatışmalar hakkında analizler içermektedir. Huntington’ın kitabının ilk bölümüne bakıldığında 21.yüzyılda uluslararası politik alanda neden kimlik ve medeniyet unsurlarının öne çıkacağı eylemine yönelik üç adet kültürel kimlik haritasını karşımıza çıkarmaktadır. 1920’lilerdeki gösterdiği haritada, Batı tarafından sömürge imparatorluklarına tabi tutulan bir dünya’yı bize göstermekle beraber, 1960’lara ait olan harita’da ise; Soğuk Savaş döneminde ABD ile Sovyetler Birliği’nin etrafında kümelenen, Morton A.Kaplan’ın da sistemler teorisindeki İki Kutuplu Sistem olarak adlandırdığı Gevşek İki Kutuplu Sistemin özelliklerini taşıyan bu sistemin en önemli belirleyici özelliği olan aktör sayısının az oluşudur. Bütün üyelerin bir bloğa dâhil olduğu bu sistemde bloksuz aktörlerin ve evrensel aktörün etkisi çok azlığını söylemekte ve yok sayılmaktadır.

Sovyetlerin 1989 yılında çökmesiyle beraber iki kutuplu sistemin çözülmesi, Samuel P.Huntington’ı 1990’ları resim eden bir üçüncü harita çizmeye sevk ediyor. Bu harita’nın temel taşlarına bakıldığında Huntington’un deyimiyle Medeniyetler Çatışması’na iten süreç tam da burada başlamakla beraber, Balkanlar üzerindeki Slav Kökenli milletlerin Yugoslavya süreci sonrasında dağılması ile bu coğrafya üzerinde çok farklı alt renklerin, üst kimlikler olarak çıkmasına vesile olmaktadır. Bu kimliklere bakıldığında, farklı inançlara mensup olan Sırpların, Hırvatların ve Boşnakların arasındaki savaş sürecinde ve savaştan sonra analiz edilmesi Batı’nın Boşnaklara yardım etmemesi ya da Sırpları kınayıp, Hırvatlar için herhangi bir siyasi söylev ya da yaptırımın söz konusu bile olmaması Huntington’ı doğrulamaktadır. Bölgedeki savaş sürecinde kültürel arası etkileşimlere bakıldığında Slav kökenli olan Sırplara yardımın Ruslardan gelmesi ve bunun karşısında Katolik Almanların Hırvatlara destek vermesi, Bosnalılara süreçte sadece Müslüman ülkelerden desteklerin gelmesi medeniyetler arası ittifak ve itilafların bu süreçte ne denli etkili olduğunu bizlere göstermektedir. Huntington’ın medeniyetler çatışması öngörüsü Arnold Toynbee’nin büyük uygarlıkların ancak bir meydan okumayla karsılaştıklarında ve buna karsı koyabildiklerinde geliştiklerini iddia ettiği, “Meydan Okuma ve Karsı Koyma” tezine dayanır. Ona göre Sovyetlerin yıkılmasıyla rakipsiz kalan Batı uygarlığı gevşeyip, çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kendi ülkesi Amerika Birleşik Devletleri, sahip olduğu kültürel çeşitlilik ile bu tür bir tehlikenin içindedir. Huntington’ın bu şekilde düşünmesi, ülkesi Amerika’da edindiği gözlemleriyle ikna olunmuşluk taşır. “Biz Kimiz?” adlı eserinde farklı kültürel yapılardan gelen göçmen vatandaşların ABD ile tam olarak bütünleşemediklerini, ilk eklenim yerleri olan gettolar aracılığıyla geldikleri ülkelerin kültürel kimliklerini alt ulusçuluk biçimlerine dönüştürdüklerini belirtir.

Huntington için böylesi bir durumun tehlikesi açıktır. Ona göre ‘Amerikan ulusal kimliği, onu alttan çökertecek olan çok kültürlülük’ ile karsı karsıyadır. Huntington’ın böyle düşündüğü bir anda 11 Eylül saldırıları kurtarıcı vazifesi görür. Ernest Renan’ın dediği gibi ‘ortak acı, sevinçten daha birleştiricidir. Milli hatıralar arasında yaslar zaferlerden daha makbuldür. Zira yas görev yükler, ortak çabayı emreder’. Böylesi bir saldırıyla birlikte Amerikalıların ulusal kimlik duyguları ve Amerikalı olma üst kimliği canlanma imkânı bulur ve bu noktada Huntington can alıcı soruyu sorar: ‘Amerikalılar… tehdit altında olmadıkları zamanda aynı başarıyı sürdürebilecekler mi?’ sorunun, geleceğe dönük olarak ötekilerin de var olması gerektiği doğrultusundaki kararlılığı ve terörist eylemleri gerçekleştirenlerin Müslüman olmasından ötürü, İslam’ın Batı için komünizmden sonra yeni bir tehlike olarak hedeflendirilmesine neden olur. Soğuk Savaş Döneminde bilindiği üzere, ülkeler iki kutup arasında oluşuyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılışıyla beraber özellikle Balkan ve Kafkaslar da bulunan topluluklar kimlik arayışına gitti. Bu kimlik arayışı, sayıdan çok Biz Kimiz? sorusunu soruyordu. İşte tam da bu noktada, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından bağımsızlıklarına kavuşan cumhuriyetlerin tavırlarına da değinen Huntington, Türki cumhuriyetler ile Türkiye arasındaki ilişkilere ve oraya yatırım yapan işadamlarının dil, din, tarih birliğine vurgu yapmasına da yer veriyor. Bağımsızlığına kavuşan ülkelerin Rus sömürüsüyle ilişkilendirdikleri Kiril alfabesini terk etmelerinin ardından Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın (Türkiye gibi) Batı alfabesine geçerken, Farsça konuşan Taciklerin, kendilerini İran’a yakın hissederek Arap harflerini kabul etmeleri de Huntington’ın vurguladığı diğer noktalar arasında yer almaktadır. Brzezinsky’nin söyleviyle, Türkiye’nin doğusunda bulunan Kafkaslar ve Orta Asya alanlarında Amerika’nın Avrasya üzerinde hegemonya sağlayabilmesinin yolu Avrupa’da Fransa veya Almanya liderliğinde birleşmiş bir Avrupa’nın varlığına ve buradan adım adım ilerleyerek Asya’ya doğru yaklaşmasına bağlıdır ki günümüzde bunun realist örneğini, Fransa ve Almanya ile bu bölgelerde enerji politikaları üzerine çeşitli ittifaklar içerisinde olduğunu görmekteyiz.

Bu noktada birliğin bütünleşmiş Konfederalizm modelinden ziyade federalizm gibi her türlü politika anlamında tam birlik ve ulus devletin ortadan kalkmasını ifade ederken, siyasal strateji ve çıkar doğrultusunda esas olan başat güç konumundaki devletlerin varlığıdır. İşte tam da bu esnada, Rusya’yı etkin güç olmaktan çıkarılmalı yani bu politikada pasifize edilmelidir, eğer bu mümkün olmazsa, Avrupa’da Fransa-Almanya liderliği desteklenecektir. (Avrupa’da Amerika’nın bir çok üs bölgesi mevcuttur.) Bu coğrafi ve ulus kimlik dağılımı Samuel P. Huntington’ı, medeniyetlerin bu çift kutuplu sistemden sonra diğer yakın hissettikleri uluslarla ülke sınırları kalmaması yine bu ulusları farklı etkileşim alanlarına doğru ittiği söylemekle beraber bu etkileşim alanını beş farklı şekilde açıklamaktadır. Bunlar; Merkez konumda olan ülkeler, Yalnız Ülkeler, Üye Ülkeler, Bölünmüş Ülkeler ve Kararsız Ülkeler’dir. Bu ülkelere bakıldığında batı da iki başlıklı bir merkez ülke tanımlaması görmekteyiz. Bu medeniyetler ABD ve Frenko-Germen milletleri, yine bölünmüş ülkeler tanımlamasında soğuk savaş yıllarının sona ermesiyle oluşan tek kutuplu sistemde kendilerinin Yugoslavya sürecinde sonra Balkanlar da slav kökenine bağlı kalacak bir dizi ülkeler oluşmaktadır. Onlar; Sırbistan, Hırvatistan, Letonya, Estonya, Litvanya gibi kendilerini slav kökenli gören topluluklardan oluşmaktaydı. Kararsız ülke tanımı diğerlerine nispeten daha da ilginçtir, bu kararsız ülkelere bakıldığında başta; Rusya, Türkiye ve Avustralya gelmektedir. Rusya’ya bakıldığında Huntington’ın, sıkça dillendirdiği Bolşevik Devrimi’nden bahsettiğini görmekteyiz.

Bu bağlamda, bakıldığında bu devrimle gelen süreçte Rusların kendi geleneklerine sahip çıktığı, bir kısmının ise batılı şekilde hareket ettiğini gözlemlemektedir. Avustralya’nın bu tanımını biraz daha farklı konumda incelemek yerinde olacaktır, Çünkü Dünya Hakimiyet Kıta Sahanlığı içerisinde Güney kısımda bir ada devleti olarak görülen Avustralyalılar kendilerini dengeleyici güçten, sürekliliğe giden güce doğru tanımlaması ve bu tanımlama içerisinde Asya veya Afrika gibi kara sahanlığı ve Dünya’nın diğer kıtalara nazaran Nüfus Yoğunluğu bakımından kalabalık kara parçalarınca kabul görmemesi Avustralya’yı burada yalnız ve kararsız ülkeler kategorisine sokmayı doğrulamıştır. Kararsız Ülkeler tanımlamasına giren Türkiye örneğine bakıldığında, Sovyetlerin dağılmasıyla özellikle 1990’lı yıllarda Türklerin Orta Asya’ya doğru kayması, tabir yerindeyse oradaki bağımsızlığını yeni elde eden Türki Cumhuriyetleri’ne bir manada liderlik öngörmesiyle gelen süreçte, 1920-1930 arasındaki bağımsızlık savaş’ının elde edilmesi ve devrimlerle batı’ya doğru şahlanan bir Türkiye imajı yine bu süreçte Türkiye’yi kararsız ülkeler tanımı içerisine sokmaktadır. Samuel P.Hungtinton Batılı olmayan toplumların bu süreçte ‘modern’ ve ‘Batı’ kavramı adı altında üç farklı yaklaşımdan yola çıkarak tepki verdiğini iddia etmekte. Bölünmüş Ülkeler kategorisinin baş tacı yaptığı Türkiye örneğinde konuyu farklı bir bakış açısından incelediğini görmekteyiz. Türkiye’nin geçmişten bu yana gelen süre içerisinde kültür birikimle Batı entegrasyonunu sağladığı süreci bu üç tepkisinden Modernleşme ve Batılaşmayı benimsemek olduğunu bunun ise; Kemalist bir yaklaşım ile gerçekleştirdiği yönünde bir açıklamasını görmekteyiz. Türkiye’de Mustafa Kemal tarafından hayata geçirilen bu modelin yapısını (Türk kültür mirasının özelliklerini de dikkate alarak) incelemek ile beraber, kitabında Türkiye’ye sıklıkla değinen Huntington, Kemalizm’in üç varsayıma sahip olduğunu belirtiyor:

• Modernleşme arzulanır ve gereklidir.

• Yerli kültür modernizasyonla uyumlu değildir ve bu nedenle terk edilmeli ya da ortadan kaldırılmalıdır.

• Bir toplumun başarılı bir şekilde modernize edilebilmesi için, tamamen Batılılaşması
gerekir.

Modernizasyon kavramını daha çok endüstriyelleşme çerçevesinde ele alan Huntington, Kemalizmin bu yaklaşımının, ‘Başarılı olmak için bizim gibi olmalısınız, çünkü bunun tek yolu bizim yolumuzdur’ anlayışında olan kimi Batılılar arasında popüler olmasının sürpriz olmadığını belirtiyor. Batılı olmayan toplumların dini değerlerinin, ahlaki varsayımlarının ve sosyal yapılarının, endüstriyelleşmenin gereklerine en iyi ihtimalle yabancı, zaman zaman da düşman olduğunu öngören bu anlayışa göre, ekonomik anlamda kalkınabilmek için, günlük hayatın ve toplumun radikal ve yıkıcı bir şekilde yeniden yapılandırılması ve hatta bu toplumlarda yaşayan insanların varlığı anlamlandırılma şekillerinin dahi değiştirilmesi gerekiyor. Huntington, bu noktada, medeniyetler çatışması ve Orta Doğu politikaları gibi konularla ilgili olanların yakından tanıdığı bir isim olan Daniel Pipes’ın ‘In the Path of God’ adlı kitabından bir alıntı yapıyor. Bu kitabında İslamın modernleşme adına herhangi bir alternatif sunmadığını belirten Pipes, laikliğin, Avrupa dillerinin ve Batı eğitim kurumlarının kaçınılmaz olduğunu, müslümanların ancak Batı modelini açıkça kabul etmeleri durumunda kalkınabileceklerini, ancak Batı kültüründen bir şeyler öğrenebilmek için, öncelikle onun üstünlüğünü kabul etmiş olmak gerektiğini söylüyor.

Bu noktada sözü Mustafa Kemal Atatürk’e getiren Huntington, Atatürk’ün bu sonuçlara Pipes’tan 60 yıl önce vardığını ve bu nedenle de Türkiye’yi Batılılaştırma ve modernleştirme adına büyük bir hamle başlattığını belirtiyor. Samuel P.Huntington, Atatürk’ün ülkenin İslami geçmişini reddettiğini ve diniyle, mirasıyla, kültürüyle ve kurumlarıyla Müslüman olan bir toplumu modern ve Batılı kılmaya kararlı olan yönetici elit sınıf ile birlikte hareket ederek, Türkiye’yi ‘Kararsız Ülke’(Torn Country) haline getirdiğini ifade ediyor. Bu noktada da, Kemalizmin yüzyıllardır var olan bir kültürü yok etmek ve yerine başka bir medeniyetten ithal edilmiş olan tamamen yeni bir kültür koymak gibi zor ve travmatik bir göreve sahip olduğu sonucuna varıyor. Huntington, kitabının bir başka bölümünde Türkiye’de 1920’li ve 1930’lu yıllarda gerçekleşen devrimleri de yine bu çerçevede açıklıyor. Bu noktada, halkı Osmanlı ve müslüman geçmişinden uzaklaştırma girişiminde bulunan Atatürk’ün, dini gelenekçiliğin bir sembolü olan fesi yasaklamasına ve insanları şapka giymeye teşvik etmesine değiniliyor. Bu amaç doğrultusunda yapılan onca değişikliği tek tek sayan Huntington, bütün bunlar arasında harf inkılâbının çok daha hayati bir önem arz ettiğini belirterek, daha önce yazdığı ‘Değişmekte Olan Toplumlarda Politik Düzen’ adlı kitapta yer alan konu ile ilgili bir kısmı alıntılıyor ve kendilerine Roma alfabesi öğretilen yeni nesillerin devasa boyuttaki geleneksel yazına erişimlerinin imkânsızlaşacağı konusunu vurguluyor. Roma harfleriyle eğitimin Avrupa dillerini öğrenmeyi teşvik edecek olması da Huntington’ın önemli bulduğu bir diğer nokta. Türkiye’de Fransızca bilenlerin Fransızlar, İngilizce bilenlerin ise Anglosaksonlar gibi düşündüğü hatırlanacak olursa, Huntington’ın bu vurgusunun, algılayışı dedelerinden çok farklı olan yeni bir neslin ‘üretilecek’olması konusuyla bire bir irtibatlı olduğu söylenebilir. Huntington’ın kitabında, Atatürk’ün, çok milletli bir imparatorluk fikrine karşı olması nedeniyle, homojen bir ulus devlet oluşturmaya niyetlenmesi ve bu süreç dâhilinde Ermeni ve Rumları öldürmesine yönelik konulara da değinilse de, asıl odak noktası, Batılılaştırılması hedeflenen bir toplumun geçmişine ve değerlerine yabancılaştırılarak Batılı kılınmaya çalışılmasında. Böyle bir şey dünyada Mustafa Kemal’den önce tecrübe edilmediği için de, konu medeniyetlerin çatışması olduğunda, Türkiye önemli bir çalışma konusu haline geliyor. Kemalizm’in (Huntington’ın ifadesiyle) nihayetinde başarısızlığa uğramış olduğu gerçeği de, Türkiye’nin incelemelere konu olma özelliğinin ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor.

Bölünmüş ülkeler tanımlamasına geri dönüldüğünde ilgi çekici ve yazarın kırılma hattı kavramını bir ölçüde ele veren, farklı medeniyetlerin mensubu komşu ülkeler arasında çatışma çıkmasını açıklamaya gayret gösteren, tahmin eden ufuk açıcı bir analizdir. Bu çatışma Pakistan ile Hindistan, Türkiye ile Yunanistan, Ermenistan ile Azerbaycan, Filistin ile İsrail arasındaki çatışmaları analizde yardımcı olabilir. Kıbrıs, Keşmir, Nogorno-Karabağ ve İsrail gibi bu sorunların çoğunun sömürü sonrası tasarımlarından kaynaklandığı gerçeğini yazar dile getirmemiştir. Medeniyetler Çatışması Tezi, Bosna Savaşı’nda Avrupa’nın (özellikle Almanya’nın) Katolik Hırvatistan’a, Yunanistan ve Rusya’nın Ortodoks Sırplara ve Müslümanların Bosna’ya yardım etmesini açıklayabilir ama Hıristiyan Sırplara karşı Bosna’ya Amerikan desteğini açıklayamaz. Huntington’un Kosova Savaşı hakkındaki tahmini doğru çıkmıştır ama yine burada Dünya’nın çoğunun Sırp saldırganlığını karşı olduğunu ve Clinton Yönetiminin Kosova’ya yardım edeceğini de tahmin edememiştir. Ayrıca, yazar İslam’ı diğer medeniyetlerle Bosna, Kosova, Nogorno-Karabağ ve Çeçenistan gibi kanlı sınırlara sahip olmakla ve saldırgan bir medeniyet olmakla suçlamaktadır ama bu savaşların çıkış nedenleri hakkında yine sessiz kalmaktadır. Özellikle Batı’nın Orta Doğu’daki ekonomik çıkarları (yani, petrol, doğal gaz, zengin maden yatakları) konusuna önem vermemektedir ve bir anlamda da kurbanı suçlamaktadır. Ancak yazar İslam ülkelerinin kendi aralarında ve diğer medeniyetten ülkelerle olan çatışmalarını açıklayan önemli bir faktöre dikkat çekmektedir: Askeri ve ekonomik gücüyle çatışmayı önleyecek Müslüman merkez devletin bulunmayışı. Huntington’un dünya siyasetindeki bu ulus devletlerin daha aktif olacağı görüşü onun bizlere söylediği medeniyetler arası bütünleşme ile çelişen bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda bakıldığında Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi ekonomik, siyasal ve kültürel ittifakların konfederal yapısını göz ardı etmekle beraber bu ulusların gelecek çıkarlarının kendi mensubu oldukları kültür ve medeniyetler içerisinde şekilleneceğinin altını çizmiştir. Bu nokta da yazar, Medeniyetler Çatışması’nın asıl fikir babası olarak gözüken, Arnold Joseph Toynbee ile çelişkiye düşmekte olduğunu görebiliriz. Toynbee’nin söylediği üzere; ‘Batı medeniyetinin yaşayabilmesi, kendini canlandırabilmesi için bir ihtimal var. Hristiyanlığın, İslam ve uzak doğu dinlerinin en iyi taraflarını alıp aşılanarak, yeni bir sentez meydana getirebilmesi, Batı ve dünya için bir umut kaynağıdır. Yoksa batı da tıpkı diğer dünya sahnesinde yok olmuş medeniyetler gibi olacaktır.’

Samuel P. Huntington ise, bunun tersi bir durum söylemekle beraber, Batı medeniyetinin çöküşte olduğu söylemekte ama bu çöküşün yavaş ve düz bir çizgide devam etmeyen bir süreç olduğuna inanmaktadır. Samuel bu olguyu, ekonomik anlamda liberalizmin rakipsiz kalmış olabileceğini, ancak bu sefer de kültürel olarak ülkeler veya coğrafyalar arasındaki farklılıklardan dolayı, şimdilik dinmiş gibi görünen çatısma(lar)ın gelecekteki kaçınılmazlığını vurgular. Ona göre “Batı’nın evrenselcilik taslaması, gittikçe artan ölçüde diğer medeniyetlerle, özellikle Çin ve İslam’la, çok ciddi çatışmalara neden olmaktadır.” Huntington, dâhil olduğu Batı uygarlığının ekonomik ve siyasal olarak daha başarılı olduğundan bahsederek, Müslüman toplumların geleceklerinin karanlık olduğu varsayımında bulunur. Dahası 20.yüzyıla gelindiğinde İslam ve Batı uygarlığı arasında bas gösterecek kültürel çatışmaların nedenlerini sıralar: Müslüman toplumların nüfus artısı, bunun sonucunda ortaya çıkan issizlik, issiz Müslümanların başarısızlıkla sonuçlanan Batı’da yeni bir hayat ve is kurma çabaları ve olumsuz sonuçlar neticesinde ötekini suçlayan bir tutum içerisinde aşırı cemaat yapılarına eklenmeleri. Bu çöküşü toprak, nüfus, ekonomik üretim ve askeri kapasite gibi görece somut faktörler açısından ele almaktadır ve bu göreceli çöküşün Avrupa’dan çok, Kafkaslardaki ve Doğu Asya’daki hızlı ekonomik büyümeden kaynaklandığını düşünmektedir. Ancak yine bu teziyle Ortodoks olan Yunanistan’ın Avrupa Entegrasyonu içerisinde nasıl girdiğine, yine bu mezhebe tabi olan Gürcülerin neden Rusya’dan yana değil de Türkiye’den yana politikalar içerisinde olduğuna, Rusya-Türkiye siyasal ve ekonomik (Enerji) İlişkilerine, Kafkaslarda gerçekleşen ve mikro yapılara doğru giden Karabağ sorununa, İran içerisinde yoğun nüfuslu olarak bulunan Şii nüfusun neden Azerbaycan devletini değil de Ortodoks olan Ermeni halkına destek verdiğini açıklamakta zorlanacaktır. Bu gibi örnekler uluslar arası Medeniyet ve Kültürel kimliklere ışık tutsa da, Huntington’un dediği gibi gelecekte medeniyetler ve kültürel arası diyaloglardan öte, ulusların kaderlerini siyasal ve ekonomik çıkarlar belirleyecektir. Huntington, Doğu Asya’daki ekonomik gelişmeyi onların kültürlerine ve İslami fundamentalizmi İslam kültürün doğasına bağlamaktadır. Ancak onun katı kültürel determinizmi, işçilik maliyetlerini yakından kontrol etmeyi ve ihracat temelli ekonomik yapıları nedeniyle işçilerin gücünü kontrol eden Asya ülkeleri ile merkez devletleri (özellikle ABD) arasındaki ilişkilerin ekonomik boyutunu açıklamakta yetersiz kalmıştır. İslam kültürün demokrasiye sahip olmadığı tezi konusunda ise, Batı ve özellikle ABD çıkarlarının 11 Eylül saldırılarına kadar Orta Doğu’da antidemokratik yönetimleri destekleyerek statükonun sürdürülmesine dayandığını göz ardı etmektedir. Bu anlayış 11 Eylül sonrasında biraz değişse ABD’nin dış politikasında ağırlığını büyük ölçüde korumaktadır. Örneğin, yerel hükümetler tarafından demokratik güçlerin bastırılması göz yumulan Suudi Arabistan, Mısır ve diğerlerinde muhalefete radikallikten başka yol bırakmamaktadır. Bu süreçte Huntington Batı’nın tarihsel süreçte şiddet unsuru kullanarak bazı değerleri aldığını belirtmekle beraber bu söylediklerini ABD’ne uygulamamıştır ve yine Birleşmiş Milletler gibi uluslar arası örgütler olarak nitelendirilen kurumların bu baskıcı hegemonya da olduğunu göz ardı etmekten kaçınmamıştır. Huntington, Doğu Asya ve Uzak Doğu’daki ekonomik gelişmeyi bu bölgelerde olan İslam unsuruna ve kültürüne bağlamaktadır. Ancak onun katı olarak söylev de bulunduğu kültürel determinist kavramı, işçilik ücretlerinin çok düşük olduğu ülkeler tanımlaması ile merkez ülke olarak tanımladığı Amerika için yetersiz kalmıştır. İslam unsuruna bağlı kalan ülkeler de demokrasi kavramının olmadığını savunan Huntington’un, 11 Eylül saldırılarına kadar Orta Doğu’da antidemokratik yönetimleri destekleyerek statükonun desteklenmesini sağlayarak mevcut durumun sürdürülmesini göz ardı etmiştir. Bu bağlamda, ABD’nin 11 Eylül sonrasında dış politikasının biraz sekteye uğrasa da, kuşkusuz sürdürüldüğü söylenebilir. 11 Eylül’e ilişkin Medeniyetler Çatışması tezinde Amerikan örgüt ve yapıları için ilginç iddialar vardır. Dindar milliyetçi bir yapıya sahip olan muhafazakârların (neo-conservative) ağırlıklı olduğu Bush yönetiminde, Usame Bin Ladin ile özleşen Radikal İslam ile mücadele söz konusu iken; Büyük Orta Doğu Projesi’nde ılımlı İslam’ın desteklenmesi, kendi ekonomik çıkarları gerektirdiği zaman demokrasi ihraç etme politikaları bir anlamda kültür ihracı olduğu için de Huntington’un kabul etmeyeceği bir kanıdır. Irak’ta petrolle ilgili ekonomik çıkarlarına dayanarak savaşa giren ve Saddam Hüseyin’i deviren Amerika, onunla işbirliği yapan diğer petrol ülkelerindeki rejimlerle iyi geçinmeye devam etmektedir. Petrolü olmadığı için Kırgızistan’daki demokrasi devrimine ABD tarafından verilen destek, ekonomik çıkarlarından daha çok stratejik çıkarlarıyla açıklanabilir. Yine bu da medeniyet ekseninde bir uygulama olmayacağı için Huntington’un öngörmeyeceği bir politikadır. Görüldüğü gibi Yeni Dünya Düzeni oluşurken Medeniyetler Çatışması tezi yeni olguları anlamamızda ve açıklamamızda yetersiz kalmaktadır. Genel olarak Medeniyetler Çatışması Tezi dünya düzeninin doğasını anlamada yararlı ve ufuk açıcıdır. Uluslararası politikada genel eğilimleri ile açıklayabilir ama bu gelişmelere ek katkı yapan faktörleri (ekonomik ilişkiler) içermez. Dolayısıyla bazı gelişmeleri de tahmin etme başarısı gösteremez. Kendi tezini başarıyla savunmaktadır fakat Batı’nın kendi medeniyetinin gereklerine göre hareket etmesi gerektiği yönündeki politika önerileri bazı riskleri de beraberinde getirmektedir. Örneğin, Amerikan siyaset yapıcıları İslam’ı kendilerine rakip olarak gördükleri takdirde İslam dünyasında Batı karşıtı radikal hareketlerine dolaylı olarak güç katacak bir etkiye sahip olabilir.

Emrah USTA

Kocaeli Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

KAYNAKLAR

Georgeon, Françoiş, “Suyu Arayan Adamı Yeniden Okurken”, Çev: Tuvana Gülcan, Modern Türkiye’de Siyasi Düsünce, Milliyetçilik, Cilt:4, İletisim Yayınları, İstanbul, 2002, s.36.

Huntington, Samuel, Medeniyetler Çatısması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, Çev: Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir, Okuyan Us Yayınları, İstanbul, 2006, s.23.

Halliday, Fred, The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order, Çev.Emrah Usta (The Kocaeli University ), New Statesman Press,1997, 126 (4328): 42-43.

Huntington, Samuel, ‘Biz Kimiz?’ Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı, Çev: Aytül Özer, CSA Global Yayın Ajansı, İstanbul, 2004, s.5. Huntington, Samuel, “Sağlam Milliyetçilik”, Çev: Gaye Gökalp, Nurgün Oktik, 2007 Doğu Batı Dergisi Sayı:41, s.80.

Huntington, Samuel, ‘Political Order in Changing Societies’, Çev.Abdullah Onat (The Kocaeli University), New Haven: Yale University Press, 1997

Kaya, Serdar, ‘‘Medeniyetler Çatışması’’, www.derinsular.com/pdf.php, 11.12.2007

Kaplan, Morton A., Variants on Six Models of the International System, James N.Rasenau (ed) International Politics and Foreign Policy, A Reader in Research and Theory, New York: Free Press, s.291-303.

Kongar,Emre, Küresel Terör ve Türkiye “Küreselleşme, Huntington, 11 Eylül”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004, s.46.

Uysal, Ahmet, “Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeninin Kurulması”, (The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order), By Samuel P. Huntington. New York: Simon and Schuster, http://sbe.dpu.edu.tr/12/165-171.pdf, 1996.

Pipes, Daniel, ‘In the Path of God: Islam and Political Power’, Çev.Zeynep Hekim (The Bogazici University Department of Translation), Transaction Publishers, New York: Basic Books, 1983.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...