BM’de Suriye’ye yönelik karar tasarısının Çin ve Rusya’nın oyuyla reddedildiği saatlerde uluslararası kamuoyunda Suriye Ordusunun Humus ve Hama’da yeni katliamlar yaptığına dair haberler tartışılmaktaydı. Hama katliamının 30. yılında gerçekleştirildiği öne sürülen operasyonlarda 200 ile 400 arasındaki sivilin yaşamını yitirdiğinin öne sürülmesine karşın Suriye rejimi ise haberleri BM’deki oylamayı etkilemek isteyen kesimler tarafından gerçekleştirilen dezenformasyon olarak nitelendirme yoluna gitmiştir. Bununla birlikte Suriye’de resmi haber ajansı Sana’da silahlı çetelerin bir semti RPG ve Havan toplarıyla bombardımana tuttuğuna dair haberlerin yayınlanması, katliamın gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır.(1) Dolayısıyla 3 ve 4 Şubat günlerinde Hama ve Humus’da büyük bir insanlık dramının yaşandığı hem Suriyeli muhalifler hem de resmi kesimler tarafından teyit edilirken, tarafların sivil katliamı birbirlerine yıkmaya çalıştıkları görülmektedir.
Beşşar Esad’ın Geleceği
Hama ve Humus’da yaşananlar bir kez daha Suriye’deki rejiminin kendi halkının güvenliğini sağlayamadığı gibi sivillere yönelik saldırılar düzenlemeyi sürdürdüğü yönünde güçlü kanıtlar ortaya koymuştur. Mart 2011’den günümüze gelene kadar geçen süre içerisinde Suriye’de yaşanan şiddet olaylarından yaklaşık 6 bine yakın kişinin yaşamını yitirdiği belirtilmektedir. Suriye rejimi yaşamını yitirenlerden 2 bin kişinin güvenlik güçleri mensubu olduğunu ileri sürürken, Suriyeli insan hakları temsilcileri ise Şam’ı 7 bin sivilin ölümünden sorumlu tutmaktadır. Suriye’deki isyan hareketi 1 yılını doldururken, Beşşar Esad’ın olayları kontrol altına alma konusunda uyguladığı yöntemin başarısız olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmış bulunmaktadır. Esasında Suriye rejiminin muhaliflere yönelik kapsamlı bir planının olmadığı ve ülkeyi iç savaşa sürükleyerek varlığını korumaya çalıştığı görülmektedir. Suriye’deki rejiminin Sünni Araplardan kaynaklanan meydan okumalara karşı, diğer azınlık grupları ile ittifak ederek iktidarını uzatma girişimlerinin belli bir mantığı ve uygulanabilirliği olmasına karşın, muhalifleri iktidardan dışlayan bir anlayışın Suriye’yi istikrara kavuşturmayacağının anlaşılmaya başlandığı düşünülmektedir.
Bu kapsamda BM’deki son oylamada her ne kadar Rusya ve Çin’in muhalefetine takılmışsa da, söz konusu tutumun Suriye’de kapsamlı dönüşüm başlatılamadığı durumunda sürdürülebilir olmadığını öngörmek gerekir. Diğer bir deyişle Suriye’de isyanın sürmesi ve rejim de isyanı askeri güç kullanarak bastırma stratejisini uygulaması durumunda uluslararası toplum Suriye rejimine yönelik yeni politikalar geliştirmek zorunda kalacaktır. Örneğin, Fransa’da Sarkozy tarafından tartışılmaya açılan “Suriye’nin Dostları” grubun oluşturularak Suriye muhalefetine siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri destek verilmesi ya da yeni Tunus hükümetinin yaptığı gibi Suriye ile tüm diplomatik ilişkilerini keserek, Esad rejimini resmen tanımaktan vazgeçmek.(2) Diğer yandan BM’ye Arap Birliği adına Suriye’ye karşı kapsamlı bir karar tasarısını sunan Arap Birliği üyelerinin halen dahi Suriye’ye yaptırım uygulama konusunda ortak bir karar almadığını da belirtmek gerekir. ABD, Türkiye ve AB ülkelerinin yaptırım politikalarına rağmen Suriye’nin Arap ülkelerine açılan sınırlarının açık olması Suriye rejiminin yalnızlaştırılması önündeki en önemli engellerin başında geldiğini görmek gerekir. Doğal olarak Arap Birliği üyelerinin bir kısmının Esad rejimi ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini sürdürme yönündeki politikaları Rusya ve Çin’in de dikkatinden kaçmamaktadır. Bununla birlikte BM’deki son oylama ve Hama ile Humus’ta yaşanan olaylar, Beşşar Esad iktidarının Suriye’ye istikrar ve güvenlik getirmekten uzaklaştığının önemli işaretlerini ulusal ve uluslararası aktörlerin dikkate sunmuş bulunmaktadır. 1966’dan itibaren oluşmaya başlayan ve günümüzde de varlığını koruyan Suriye rejiminin temel hedefini iyi irdelemek gerekir. Cevaplandırılması gerekilen en önemli sorunun Suriye rejiminin birincil hedefinin Esad’ı iktidar da tutup tutmamak olduğunu belirtmek gerekir. Eğer rejiminin amacı Esad’ı her ne pahasına olursa olsun iktidarda tutmak ise o zaman Suriye’de bir diktatörlük olduğunu belirtmek gerekir. Ancak, Suriye’de bir diktatörlük yerine azınlık gruplar arasındaki eşitler arasında birinci uzlaşısının olduğu düşünülmektedir. Daha açık bir deyişle, Suriye toplumunu oluşturan dinsel, mezhepsel, etnik ve ideolojik azınlıkların Sünni çoğunluğa karşı Alevilerin yönetme hakkına razı oldukları düşünülmektedir. Söz konusu anlayışın doğurduğu iktidar yapısı, 2011’e kadar hem bölge hem de küresel güçler tarafından da desteklenmiştir. Bu anlayıştan dolayı Suriye’de Baas iktidarıyla yıldır sorunlar yaşanan ve Hama’da, Humus’ta ve Kamışlı’da katliamlara tabi tutulan muhalefet hareketleri ne komşu ülkeler ne de uluslararası güçler tarafından önemsendi. Ancak, özellikle de Irak’la bağlantılı olarak bölgede İran’ın etki genişletmesi, Suriye’de de yeni bir dengenin hayata geçirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu noktada da temel sorun Suriye’deki değişim nasıl gerçekleştirileceğine yönelik ortaya çıkmaktadır. Son günlerde BM’deki oylama sırasında dile getirilmeye başlanan formüle göre, Esad ailesi iktidardan uzaklaştırılacak ve uzun süreli bir geçiş süreci ile Sünnilerin de iktidara ortak olacağı yeni bir paylaşım gerçekleştirilecektir. Bu kapsamda Arap Birliği tarafından BM’ye sunulan ilk karar tasarısında Beşşar Esad’ın görevi yardımcısına devretme önerisini önemsemek gerekir. Yemen’de Körfez İşbirliği Konseyi tarafından uygulanan modelin bir benzerinin Suriye’ye önerildiği görülmektedir. Yemen’deki plan sorunlu olmakla birlikte en azından Cumhurbaşkanı Abdullah Salih’in iktidardan uzaklaştırılması sağlandı. Şimdi aynı plan Suriye’de de uygulanmaya çalışmaktadır. Planın en önemli yanının lider ile onu destekleyen toplumsal ve kurumsal yapı arasında bir ayrım yapması olduğunu düşünmekteyiz. Yani, lider iktidardan uzaklaştırılırken, geleceğini liderle bağlantılı gören kesimlere ise eski statülerini koruma garantisi almaktadırlar. Nitekim, ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un BM’deki görüşmeler sırasında sarf ettiği sözlere dikkat çekmek gerekir. Clinton, açık bir şekilde, Suriyeli tüm toplumsal grupların endişelerini ve korkularını anladıklarını ve Suriye’nin Libya benzeri bir durumla karşı karşıya kalmayacağını ifade etmiştir. Clinton, Suriye’de kendine özgü koşulların olduğunu, geçiş sürecinde Suriye’deki kurumların ve ülke birliğinin korunacağını ve Suriye’nin 23 milyon nüfusu ait bir ülke olduğunu, tek bir kişiye ya da tek bir aileye ait olmadığını dile getirmiştir. Clinton, değişimin ülkede devleti yıkmadan ya da başka diktatörler üretmeden sağlanabileceğini ve iş dünyası, ordu ve diğer kurumlardaki liderlerin de kendi geleceklerine rejimle değil devletle sürdürebileceklerini görmeleri gerektiğini belirtmiştir.(3) Arap Birliği ve Clinton’ın açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla söz konusu ülkelerin yeni politikası Suriye’ye demokratik bir sistem getirmek yerine doğrudan Esad’ı iktidardan uzaklaştırarak, Şam’daki Baascı ve azınlık mensubu lider kadroları uzun süreli bir geçiş sürecini başlatmaları noktasında ikna etmektir. Dolayısıyla eğer Ordu ve diğer kurumların Suriye iktidarı üzerindeki varlığı korunacaksa, Esad’ın gitmesi Suriye’ye demokrasi getirmek için yeterli olacak mıdır sorusunun cevabını ise zaman verecektir.
Ancak, planın başarı şansı üzerine şimdiden bazı öngörülerde bulunmak gerekir. Öncelikli olarak Beşşar Esad’ın iktidara gelişi ve konumu üzerinde durarak başlayabiliriz. Hafız Esad’ın kurduğu siyasal sistemin varlığını ve istikrarını sağlamak adına Anayasal değişikliğe gidilerek 34 yaşında iktidara getirilen Beşşar Esad’ın Suriye’sinin bugün itibariyle bir dış müdahaleye doğru sürüklediği görülmektedir. Beşşar Esad’ı iktidara getiren ulusal liderlerin amacı, yukarıda değinildiği üzere Suriye’deki hassas dengeleri ve ilişkileri sürdürmeyi sağlamaktı. Bir yandan iktidarı oluşturan azınlık koalisyonlarının varlığını iç ve dış tehditler karşısında korumak diğer yandan da sistemi sürdürülebilir ve işlevsel halde tutmaktı. Nitekim, 2011 Martına kadar Beşşar Esad’ın kendisine biçilen rolü başarılı bir şekilde oynadığı görülmektedir. Ancak Tunus ve Mısır’da olaylar başlayınca bunun Suriye’ye yansımaları konusunda öngörüde bulunmada başarısız oldu. Ardından Mart isyanının bastırılmasında uyguladığı yöntemler, ne isyanı bastırmaya yetti ne de eskiden olduğu gibi bölgesel ve küresel güçlerin desteğini arkasına almaya. Ayrıca, Ordunun ve milis güçlerinin isyanı bastırmak için silah ve baskıyı artırmasına karşı, muhaliflere sistem içinde bir statü vermeye yanaşmadı. İç ve dış eleştirilere olumlu cevap vermek yerine iç savaş kartıyla hareket ederek, Suriye toplumunu kendi içinde rejimi destekleyen ve yıkan kesimler olarak ikiye ayrıştırdı. Böylelikle etnik, dinsel, mezhepsel ve ideolojik kesimler istemeyerek de olsa iktidarla muhalifler arasında bir seçim yapmaya zorlandı. Muhaliflerin Sünni Arap rengi belirginleşirken iktidar Alevilerin yanı sıra Hıristiyanların, Dürzilerin, diğer Şii unsurların, Kürtlerin ve rejimle ekonomik, siyasi, ideolojik ve kurumsal ilişkide bulunan Sünni Arapların desteğini yavaş yavaş arkasına almaya başladı. Bu durum doğal olarak uluslararası toplumun da dikkatini çekti ve son BM oylamasında Suriye’deki kurumları değil salt Beşşar Esad’ı hedef olan bir girişimin ortaya çıkmasına yol açtı.
Bu aşamadan sonra Suriye’de kendisini azınlıklar koalisyonunun siyasal, askeri, ekonomik ve toplumsal varlığını korumaya adamış elitlerin Beşşar Esad’sız yola devam konusundaki bir kararı tartışmaya başlayacaklarını öngörmemiz gerekir. Söz konusu tartışmalar sırasında eğer Beşşar Esad’ın kökenleri Fransız Manda yönetimine dayanan siyasal yapının sürdürülmesi için feda edilmesine karar verilirse, Suriye’de Esad ve ailesi için zor günlerin yaşanacağını öngörmek gerekir. Beşşar Esad’ın ardından Sünni Arap muhaliflerinin de hükümet olduğu ancak iktidar olamadığı bir yapı oluşturularak kriz aşılmaya çalışılır. Ancak teorik olarak mantıklı ve uygulanabilir olan her planın pratikte ve sahada da uygulanabilir olduğunu şimdiden öngörmek oldukça güçtür.
Yazının İngilizcesi için tıklayınız…
Doç. Dr. Veysel AYHAN
ORSAM Ortadoğu Danışmanı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynak: ORSAM
Kaynakça
(1) Bkz., Sana Haber, “Yalan Haberler Teröristlerin Katliamlarını Örtmeyi Amaçlıyor”, Şubat 04, 2012, http://www.sana.sy/tur/339/2012/02/04/398387.htm
(2) Paul Harris, Martin Chulov, David Batty,Damien Pearse, “Syria resolution vetoed by Russia and China at United Nations”, 4 February 2012, http://www.guardian.co.uk/world/2012/feb/04/assad-obama-resign-un-resolution
(3) Hillary Clinton, “Clinton at U.N. Security Council on Situation in Syria”, http://geneva.usmission.gov/2012/02/01/clinton-at-u-n-security-council-on-situation-in-syria/