Müslüman Kardeşlere Yönelik Eleştiriler
Harekete yönelik eleştirilerin farklılık gösterdiğini söylemek mümkündür. Zira bu eleştirilerin ner(e)den ve hangi kesimden geldiğiyle alakalıdır. Bölgede etkin diğer dini oluşumların Kardeşler’e yönelik eleştirilerine bakıldığında Selefilerden İhvan’ın tasavvuf konusundaki tutumu ve bazı itikadi meseleler üzerine bir takım eleştiriler geldiğini görmek mümkün.
İhvan’ın siyasi boyutuyla alakalı gelen eleştiriler ise daha çok İhvan’ın İslami devlet hedefine yönelik siyasi kavramlar üzerinde seyir ediyor. Burada çok ciddi bir biçimde Batı’dan destek gören laikçi anlayışa sahip görüşlerin eleştirileri söz konusu olmaktadır. Bunların yanında kimi kesimler İhvan’ın gizli çalışma metotlarını kimileriyse Hareket’in zuhur edeceği topraklarda çalışmalarına başlamadan önce mevcut yönetimden izin alma tavrını Hareket’in etkisini azaltacağını belirterek eleştirmektedir. Kavramsal boyuttaysa eleştirilerin daha çok demokrasi, milliyetçilik, ötekileştirme vs. gibi konularda olduğunu söylemek mümkün. Tüm bu eleştirilere ek olarak belki de gelen en önemli eleştiri ise İhvan’ın kurucusu Hasan El Benna’nın düşüncelerinden uzaklaşması yönünde olan bir söylemdir. Ancak gerekli incelemeler yapıldığında İhvan’ın bu konudaki tavrı da oldukça açık ve nettir: Hasan el-Benna bir önderdir ama bir ölçü değildir. Zaman, zemin ve başvurulan kaynak gerektirirse görüşleri terk edilebilir. Terk edilmemesi gereken ölçü Kur’an ve sünnettir. Zaten asıl olan da budur. Gelen eleştirilerden biri olan Kardeşlerin silaha olan bakış açısı ise tamamıyla gerektiğinde ve son seçenek olarak yorumlanabilir. Zira Hareket’in silahı hep son seçenek ve zoraki durumda sadece savunma amaçlı olarak kullandığını ve böyle gördüğünü Kardeşler’in yakın geçmişinde görmek mümkün. Bu Filistin Davası’nda da Tunus’ta da böyle olmuştur.
Müslüman Kardeşler’in Bugünkü Durumu
Oldukça hiyerarşik bir yapıya sahip olan Müslüman Kardeşler bugün dünya üzerinde Türkiye de dâhil olmak üzere 70 ülkede açık ya da gizli faaliyetlerde bulunuyor. Neredeyse yüzyıla yakın köklü bir geçmişe sahip olan Müslüman Kardeşler daha çok Müslüman ve Arap ülkelerde faaliyet göstermekle birlikte Müslüman olmayan ülkelerde de Müslüman azınlıklara yönelik faaliyetlerde bulunuyor. Dolayısıyla Müslüman Kardeşlerin birçok Avrupa ülkesinde ve ABD’de de kolları bulunuyor. Bugün dünya üzerinde faaliyette olan, Sünni gelenekten gelen “radikal İslami” örgütlerin hemen hepsi ya Müslüman Kardeşler’e bağlı ya da bağlantılı. Özellikle 1980’lerde yükselişe geçen “radikal İslami” akımlar Müslüman Kardeşler hareketinden beslendi. Bu bağlamda Müslüman Kardeşler’in kendisi her ne kadar örgütsel bir yapıdan ziyade İslami bir cemaat ya da oluşum yapılanması içerisinde olsa da bilinen tüm Sünni temelli örgütlerin ana besin kaynağı Müslüman Kardeşler olarak değerlendiriliyor. Bugün Hareket’in merkezi Mısır’da yönetimden sert bir şekilde uzaklaştırılmış olduğunu gördüğümüz İhvan, her geçen gün darbeci hükümetin kısıtlamalarıyla karşılaşmaktadır. İhvan’ın önde gelen üyeleri-devrik cumhurbaşkanı Mursi’de dâhil olmak üzere- gözaltında tutulmakta, Kardeşler’in mal varlığına el konulmakta, İhvan hareketi açıkça bitirilmeye çalışılarak; yönetime olan İslami inanç güden unsurların etkisi kırılmaya çalışılmaktadır. Bu bazı çevrelerce laikleşme olarak algılansa da bunun tam manasıyla böyle olduğunu söylemek yersiz olacaktır. Çünkü Mısır’da darbeyi gerçekleştiren General Abdulfettah Sisi bölgenin en Müslüman ordularından birine komuta etmektedir. Zira darbe sırasında tankların üzerinde namaz kılan askerleri görmek şaşırtıcı değildi. Öte yandan Mısır’da etkin unsurların tümü İslami inanç içerisinde yoğrulmuş insanlar. Dolayısıyla İslam’dan bigâne bir anlayış aramak afakî bir duruş olacaktır. Hal böyle olunca o halde desteğin Müslüman Kardeşler’e verilmesi gerekli değil miydi? Şeklinde bir soruyla karşılaşmamız elbette muhtemel. Ancak burada Müslüman Kardeşler’in özellikle ele geçirdikleri siyasi iktidarla birlikte göstermiş oldukları kibri ve deyim yerindeyse en iyi Müslüman varsa o da biziz zihniyetine bürünmüş olmalarını görmekteyiz. Bu da Ezher gibi önemli dini kuruluşlarında; Selefilerinde İhvan’a olan bakış açısında farklılaşmalar olmasına ortam hazırlamıştır. Nitekim General Sisi darbeyi gerçekleştirirken de ülkenin iki büyük dini kutbunun liderleri de yanındaydı. Ezher şeyhi ve Selefi imam. İhvanı Müslimin belki de en büyük hatayı iktidara aday olmak için seçimlere katılarak yaptı da denilebilinir. Bunu son olarak İhvan ailesinden gelen ancak defalarca Hareketi eleştirmekten de geri durmayan Hasan EL Benna’nın torunu Oxfordlu Prof. Tarık Ramazan’da:”Seçim öncesi İhvan’a kesinlikle seçime girmemelerini söyledim.” şeklinde de belirtmişti. Peki, neden İhvan iktidardan uzak tutulmak isteniyordu ya da iktidardan uzak durması gerekiyordu? Müslüman Kardeşler hareketi varoluşu, kuruluşu ve göstermiş olduğu gelişimle hep iktidarlar karşısında ki en güçlü muhalefet oldu; doğal olarak hiçbir zaman bir iktidar deneyimi yaşayamadı. Önüne çıkan bu süreçte de yine muhalefette kalıp bu geçiş sürecinin yaratacağı sancılarda güçlü halk desteğini yanına alan bir muhalefet olarak; ilerleyen dönemlerdeki seçimlere hazırlanması belki de kendileri için daha iyi bir seçenek olacaktı. Burada doğal olarak iktidar tecrübesizliğinin yarattığı diğer bir etki de var tabi. Süreç bir geçiş dönemi olduğundan; Mübarek devrildikten sonra sadece Cumhurbaşkanlığı koltuğunun sahibi yenileniyordu ancak devletin yürütme, yasama ve yargı kollarındaki kritik görevler hala Mübarek döneminde kalma Mübarek yanlılarının elindeydi. Bunlar geçiş döneminde koltuklarını kaybetmemek için İhvan’a başlangıçta sıcak bakmıştı. Bu süreçte bulunduğu Cumhurbaşkanlığı koltuğunu sağlama almak isteyen Mursi zamanla İhvan’a karşı tersine esmeye başlayan rüzgârı kontrol altına almak için halka vaatlerde bulunmaya başladı. Ancak yapılmasını istediği bu vaatlerin önünde bir engel vardı. O da devletin hizmet kademelerinde olan bu Mübarekçi kadroydu. Bu kadronun işleri ağırdan alması veya engelleyici eylemlerde bulunması Mursi’nin elini zorlaştırdı. Bir temizlik harekâtına girişmesi ise siyasi iktidar tecrübesizliğinin verdiği etkiyle biraz geç oldu. Nihayetinde bir darbeyle koltuğunu kaybetti. İhvan iktidarında sergilenen ötekileştirme minvalindeki politikalar ise Mısır içerisinde başta Kıptiler olmak üzere diğer gayrı Müslimlerce tepkiyle ve sonrasında büyük bir kinle karşılandı. Bugün İhvan incelendiği zaman görülecektir ki devamlı olarak bir cemaat ve zaman zaman örgüt profiliyle yönetilen bir geleneğin devletin siyasi arenasında pekte iş yapamayacağı açık ve nettir. Keza yaşanan süreçte ordu zaten darbe yapmayı kafasına koymuştu da denebilir. Beklenen sadece zaman ve darbeyi yönetecek bir generaldi ki o da Mursi’nin bizzat genelkurmay başkanlığına atadığı Abdulfettah Sisi olmuştu. İhvan’ın siyasi iktidar tecrübesizliğine ek olarak iktidara yönelik bir vizyon eksikliği olduğunu da belirtmek yanlış bir yorum olmayacaktır kanımca. Tüm bunlara eklenen hareketin sadece aktivist çıkarıp yeni liderlerini oluşturamaması, ülkenin kronikleşen sorunlarına(ekonomi vs)çare bulamaması da İhvan’ı bugün ki sıkıntılı duruma sokan etkenler olarak görülebilinir. Nitekim ana akım medyanın darbeci zihniyete uygun yayınlar yapması; aleyhte yayınların sert şekilde cezalandırılması da ülkede şu an çoğunluğun İhvan karşıtı bir havaya girmiş olmasına neden olan diğer önemli etkenlerden biri kuşkusuz.
Mısır Borsası’nın da darbenin ardından yukarı yönlü artış göstermesi “sermayenin darbeyi desteklediği hatta hazırlıklı olduğu” yorumlarına neden oldu. Mısır sermayesinin yanı sıra başta Suudilerin açık desteğini alan ve gelecekte İhvanın yerine geçmeyi hayal eden selefiler olmak üzere, Hıristiyan Kıptiler, Mübarek yanlıları liberaller vb. gibi Mısır ordusunun desteğine muhtaç olan gruplar ya da çevreler her şeye rağmen siyasi, ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak istiyor. Mısır’da ekonominin yaklaşık üçte biri, yarım milyona yakın aktif askere sahip olan ordunun kontrolünde. Sermayenin darbeye olan desteğini açıklamak için Ordunun ekonomik güç olmasını neden göstermek-elbette ki diğer başkaca nedenlerde söz konusudur-yeterli olacaktır kanımca. Şöyle ki; Hür Subaylar Hareketinin iktidara gelmesi ile (1952) ile Ordunun artan bir ekonomik güç olma süreci başladı. Bu durum Cemal Abdül Nasır sonrası Enver Sedat ile güçlendi.1964 Anayasasında kamu üretim araçlarının yönetimini halk adına devlete ait olduğu belirtildi. Böylece, üretim araçları halk adına devletin, devlet adına iktidardaki askerlerin elinde oldu.1992’de Mübarek döneminde IMF ve Dünya Bankası’nın zorlamasıyla başlatılan kamu işletmelerinin özelleştirilmesinde ordu işletmeleri muaf tutuldu. Özelleştirilen kamu işletmelerinin sahipleri veya yönetim kurulu üyeleri de emekli subaylar oldu. Mısır ordusu aynı zamanda İsrail’le siyasal ve ekonomik mutabakata dayanan Mısır-İsrail Barışı’nın garantörüdür. Mısır- İsrail anlaşması ABD ve AB’nin Ortadoğu politikalarının temel dayanağı olmuştur. Tüm bu nedenlerden dolayı ABD istemeden ABD’nin haberi olmadan böyle bir darbenin yapılması mümkün değil. ABD ve Avrupa darbe demek yerine askeri müdahale demekle yetindi. Çünkü darbe dediğinde Beyaz Saray yasalarına göre bütün ekonomik ve askeri yardımların durdurulması gerekiyor. Zaten darbeden birkaç gün sonra daha önce anlaşması sağlanan F16’ların Mısır’a gönderilmesi kararı alındı. Hareket çevre Ortadoğu ülkelerinde varlığını devam ettirse de merkezdeki yani Mısır’da ki durum pekte iç açıcı değil. Hal böyle olunca çevre ülkelerde dağınık durumda olan Hareketi toplamakta güç. Bu dönemde İhvan içerisinde de farklı eğilimlerin olduğunu görüyoruz. Zira etkin bir grup Adeviyye Meydanı’nda destek eylemlerinin şiddetten uzak sürdürülmesi gerektiğini belirtirken hareket içerisinde ki diğer bir kısım unsurlar Meydan’a zaman zaman silah dahi getirip ya Zafer ya da Şahadet nidaları atmaktadır. Şu süreçte asıl olan bir realite ise Hareket’in Muhammed Bedii başkanlığında hala var olduğu ve gelen duyumlara göre Hareket’in yürütme organınca sıkı bir durum değerlendirilmesi yapılarak bir yol haritası saptanmaya çalışıldığı. Görünen o ki İhvanı Müslimin kısa vadede kaybetmiş gibi görünüyor. Ancak kimse bu durumun orta ve uzun vadede devam edeceği yorumunda da bulunamayacaktır. Çünkü otuz yıllık yasağa ve şiddetli baskılara rağmen politik bir kimliğe büründükleri 1940’lardan beri Mısır’da tam anlamıyla “devlet içinde devlet” olan Müslüman Kardeşler kemikleşen halk tabanı nedeniyle ne kadar baskı altında tutulursa tutulsun varlığını ve gücünü yitirmiyor. Sanırım bu da unutulmaması gereken en önemli nokta.
Müslüman Kardeşler ‘in Nur Cemaati’nden Etkilendiği İddiası
İslâmi geleneklerin hepsi arasında benzerlikler ve ihtilaflar vardır. Hiçbiri diğerinin aynısı değildir, tümüyle de ayrı değildir. Ama İhvan hilafetin ilgasından sonra yeniden İslâmî nizamı hâkim kılma idealiyle ortaya çıkmış ilk örgütsel yapılanmadır. O dönemin fikri akımlarından etkilenmiş olmakla birlikte düşünce altyapısını ve kendi örgütsel yapısını kendisi oluşturmuş bir harekettir. Nurcu gelenekten etkilenmesi söz konusu değildir.
Not: Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın Türkiye’de aktif faaliyetlerde bulunmamasının nedeni olarak kimi yorumcular Hareketin benzeri olarak Türkiye’de görülen Milli Görüş Hareketi’nin gösterirler.
Deniz Demir
TUİÇ Akdeniz Üniversitesi Kolaylaştırıcısı